Bibi. N. İslimyeli (haz.), Türk Plastik Sanatçıları, Ankara, 1967; N. İslimyeli, Asker Ressamlar ve Ekoller, Ankara, 1965.
AHMET ÖZEL
BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ
Beyazıt'ta Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı kütüphane. Derleme Kanunu ve diğer yollarla gelen her tür yayını eksiksiz toplamak, düzenlemek, kullanıma sunmak ve geleceğe aktarmak amacıyla çalışır. 1961'den beri bugünkü adıyla anılmaktadır.
Türkiye'de devlet eliyle kurulan ilk genel kütüphanedir, ilk binası 1506'da yapılan Bayezid Külliyesi imaretinin bir bölümüdür. 1869'da Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi'nin çıkarılışından sonra İstanbul'da genel bir kütüphane kurmak amacıyla Sadrazam Said Paşa ve Maarif Nazırı Mustafa Nuri Paşa, evvelce ahır olarak kullanılan imaretin Maarif Nezareti'ne devrini sağladılar. 27 Eylül 1882'de başlayan onarım için II. Abdül-hamid'in de özel bütçesinden katkıda bulunduğu kütüphane 24 Haziran 1884' te Kütüphane-i Umumi-i Osmani adıyla resmen açıldı.
İlk kitabı, açıldığı gün bağışlanan bir Naima Tarihi olan kütüphanenin kitap mevcudu 1888'de 7.068'e ulaşmıştı. 1300 tarihli bir belgede telif ve tercüme olarak yayımlanan her eserden bir nüshanın kütüphaneye alınmasının öngörülmesi, kurumun Avrupa ülkelerindeki milli kütüphanelerin işlevini üstlenmesinin amaçlandığını göstermektedir. Kütüphanenin gelişmesine hizmeti geçmiş yöneticiler olarak Hoca Tahsin Efendi (1884-1913), İsmail Saib Sencer (1913-1939), Necati Lugal (1939-1943), Saadettin Nüzhet Ergun (1943-1946), Muzaffer Gökman (1946-1977) sayılabilir.
Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında savaş bölgelerinden kaçırılabilen çok sayıda kitabın kütüphaneye devredilmesi üzerine kütüphane bir depoya dönüştü. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra, Beyazıt Umumi Kütüphanesi adını alan kütüphaneye imaretin bir bölümünün daha tahsis edilmesiyle sıkışıklık bir ölçüde giderildi. 1934'te Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye'de yayımlanan her eserden bir nüshanın kütüphaneye gelmeye başlaması üzerine kütüp-
hanenin koleksiyonu hızla arttı ve yer darlığı baş gösterdi. 1945'te 100.000 dermesinin ancak 30.000'i okuyucu hizmetine sunulabilmişti. 1946'da mevcut bina onarılarak kullanım alanı genişletildi; 1974'te bitişikteki eski Dişçilik Mektebi de kütüphaneye tahsis edildi. Onarımına 1979'da başlanabilen Dişçilik Mektebi binası 1984'te hizmete girdi.
Türkiye'de uluslararası nitelikte ilk kataloglama çalışmasına 1939'da Beyazıt Kütüphanesi'nde başlandı. Yazar ve kitap adına göre düzenlenen iki katalog 1944'te tamamlandı. Beyazıt Kütüphanesi'nin yol göstericiliğinde yeni bir zihniyetin atılımı sayılan kataloglama çalışmasını önemseyen Maarif Vekâleti de ilk Türk kataloglama kurallarını içeren kılavuzu yayımladı. Bu arada Dewey Onlu Tasnif Sistemi'nin 1950'de kabulüyle kütüphanede konu katalogunun açılış töreninin yapılışı, o günün kütüphanecilik anlayışı içinde önemli olaylardandı.
1952'de kütüphaneye metal raflar alımına başlanarak kısa sürede 200.000 kitap kapasiteli bir depo oluşturuldu. Cilt atölyesi kütüphane bünyesine alınarak, çuvallar içinde dağınık halde gelen kitaplar en çok 15 gün içinde ciltlenmeye başlandı. 24 Nisan 1952'de Türkiye'nin ilk çocuk kütüphanesi burada açıldı. Bir yandan da kültürel etkinliklerin merkezi haline geldi. 1955-1956'daki onarımdan sonra kurum, hedeflerine ulaşmış bir düzeye erişti. Bu dönemde çok sayıda araştırmacıya da cevap vererek, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen üniversite, araştırma, özel ve halk kütüphaneleri görevlerinin tümünü üstlenmişti.
Bugünün Beyazıt Devlet Kütüphanesi 9'u kütüphaneci olmak üzere 40 civarındaki personeliyle, Anglo-American Kataloglama Kuralları (AAKK 2) ile bilgisayarı uygular düzeye erişmiştir. Ayrıca Derleme Müdürlüğü, Süleymaniye, II Halk
Kütüphaneleri ve islam Ansiklopedisi ile terminal bağlantısı programlamıştır. Bu arada tek salonlu düzenden kurtularak 157 kişilik "Kitap Okuma Salonu"ndan başka "Nadir Eserler", "Gazete ve Dergi", "Harita, Afiş", "Para, Pul", "Müzik Dinleme", "Video ve Film İzleme", "Görme Özürlüler" bölüm ve salonlarıyla beraber bir de lisan laboratuvarı açmış; ayrıca 1.000.000 kitap kapasiteli modern depoya kavuşmuştur. Bunun yanında eğitici ve kültürel etkinliklere açık bir konferans salonu, personel yemekhanesi, okuyucu kantini, fotokopi servisi ve mikrofiş sistemi ile kütüphaneciliğin tüm yeniliklerini yakalamaya çalışmaktadır.
Aynı anda 400 kişinin yararlanmasına olanak sağlayan kütüphanede güncel duyuru hizmeti kapsamında, en son gelen dergi ve kitaplar, gazete, dergi vb yayınlardan alınan fotokopiler girişteki vitrin ve panolarda sergilenmektedir.
Kütüphanenin 600.000 dolayındaki genel dermesinin içinde 11.000'i aşkın yazma, 25.000 kadar da süreli yayın vardır. Zengin gazete koleksiyonunun mikrofişe alınması sürdürülmektedir.
Resmi işgünlerinde kesintisiz hizmet veren kütüphanede yazar ve kitap adı ve konu başlıklarına göre alfabetik kataloglar ve Dewey konu katalogu, başvuru servisinin de yer aldığı ek bina gi-rişindedir.
"Atatürk ve İnkılapları Bölümü", "Gazete Okuma Salonu" ile cilt atölyesi eski binadadır.
Bibi. H. Duman (haz.), Beyazıt Devlet Kütüphanesi 100 Yaşında, İst., 1984; D. Ersoy, "İstanbul Hürriyet Meydanı ve Yerli Kütüphaneler", Türk Kütüphaneciler Demeği Bülteni, c. 14, S. 1-2 (1965); M. Gökman, Bayezit Umumî Kütüphanesi (Restorasyondan Sonra Yeni Hüviyetiyle), İst., 1956; G. Kut, "İstanbul'daki Yazma Kütüphaneleri", TD, c. 33, 1980/8; TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Beyazıt Devlet Kütüphanesi Hizmet Kılavuzu, Ankara, 1988;
BEYAZIT YANGIN KULESİ
190
191 BEYHAN SULTAN SAHİLSARAYI
Y. Tavacı, "Bugünün Beyazıt Devlet Kütüphanesi", Kütüphane, Enformasyon, Arşiv Alanında Yeni Teknolojiler ve TÜRKMARC Sempozyumu Bildirileri, ist, 1991.
HAVVA KOÇ
BEYAZIT YANGIN KULESİ
Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi merkez binası bahçesinin doğu kesimindedir.
1749'da yapılan ilk kule ahşaptandı. 1756'daki Cibali yangınında bu kule de yandı ve yenisi yine ahşaptan yaptırıldı. 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması sırasında, Tulumbacı Ocağı da kaldırılarak kule yıktırıldı. Aynı yıl çıkan Hoca-paşa yangınından sonra bir kez daha ahşap olarak yapıldı. Bu kez kule, yeniçerilik yandaşları tarafından yakıldı. Nihayet 1828'de II. Mahmud'un emriyle bu kez kagir olarak Senekerim Balyan'a yaptırıldı.
Senekerim Kalfa'nın bilinen tek yapısı olan kule, toplam 85 m'dir. İlk yapımında geniş saçaklı külah biçiminde ahşap bir örtü ile sonlanmakta idi. 1849' da değiştirilerek bugünkü sekizgen planlı ve yuvarlak pencereli üç kat eklendi. 1889'da da kulenin üstüne demirden bir gönder dikildi. Kule 1894 depreminde kısmen hasar gördü ve aslına uygun olarak onarıldı.
Kule, köşeleri yuvarlatılmış kesik piramit biçimli bir taban üzerinde yükselmektedir. Profilli ve geniş bir tabladan sonra, kulenin gövdesi soğan biçimli bir taban öğesi ile başlamaktadır. Taban, pi-lastr benzeri eğrisel dilimlerle bölümlen-miştir. Dilimlerin alt başlarında ve gövdeye geçtikleri üst kesimlerinde sarmallar vardır. Dilimler üstte ayrıca dışa doğru kıvrımlıdır. Bu biçimlendirme ile taban kesimi, yapraksı bir çanak görünümü almıştır. Tabanda başlayan dilimler
Beyazıt Yangın Kulesi
Gürol Kara
gövdede pilastr olarak devam ederler. Gövdede halka görünümü veren profilli kuşaklamalar vardır. Kule gövdesi üstte yine çanak biçiminde konsollu bir öğeyle son bulur. Dairesel planlı gözetleme katı burasıdır. Yarım daire kemerli pencereler çepeçevre sıralanmıştır. Gözetleme katının üstünde genişletilmiş bir tabla ve teras vardır. Yapıtın buraya kadar olan ana bölümü, Osmanlı barok üslubunun çizgilerini taşımaktadır.
Sonradan eklenen katlar, birbirinin aynı plan ve biçimdedir; oranlı bir küçülme ile, üst üste yinelenmişlerdir. Dar ve küçük teraslan olan, köşeleri birer yivli pilastr ile belirtilmiş, ampir üslubunda parçalardır.
Ana duvarları taştan yapılmış olan kulenin iç merdivenleri ahşaptandır. Halen yangın gözetleme yanında meteorolojik bildirimler için de kullanılmaktadır.
Bibi. İstanbul İtfaiyesi (1714-1959), İst., 1559; İSTA, IV, 2264-2273.
AFİFE BATUR
BEYHAN SULTAN
(15 Aralık 1765, İstanbul - 7 Kasım 1824, İstanbul) III. Mustafa'nın kızı, III. Selim'in kız kardeşidir. 18. yy sonunda Osmanlı saray yaşamının çağdaşlaşmasında etkili olmuş, İstanbul'da saraylar, Rumelihisarı'nda muvakkithane, Atika-li'de çeşme yaptırmış, vakıflar kurmuştur.
Annesi Âdilşah Kadın Efendi'dir (ö. 1804). III. Mustafa'nın Laleli'deki türbesinde gömülü olan Âdilşah Kadın'ın ba-şucunda "Beyhan ve Hadice sultanların valideleri Âdilşah Kadınefendi" yazılı bir levha bulunduğu gibi, arşiv belgelerinde de bunu doğrulayan açıklamalar vardır. Örneğin, Beyhan Sultan, annesinin ölümü üzerine Yeşillioğlu Sarayı civarında ve kız kardeşine ait Hatice Sultan Sarayı karşısına bir mektep yaptırmıştır. Buna ilişkin belgede "...Âdilşah Kadın valide-i Beyhan Sultan" adı geçmektedir. Buna karşın, Beyhan Sultan'ın annesi kimi kaynaklarda Mihrişah Valide Sultan olarak gösterilir. Bu yanılgı, olasılıkla ölümünde Beyhan Sultan'ın, Eyüp' teki Mihrişah Valide Sultan Türbesi'ne gömülmesindendir. Bunun gibi, kocasını Çelik Mustafa Paşa olarak veren kaynaklar da bulunmaktadır.
Beyhan Sultan'ın doğuşu münasebetiyle geleneksel şehir donanması 13 Ocak 1766'da (doğumundan 29 gün sonra) düzenlendi. Babası III. Mustafa öldüğü zaman (1774) henüz 9 yaşındaydı. Amcası I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) sarayda kapalı kaldı. Buluğ çağında bunalımlar geçirdiği, I. Abdülhamid' in sadrazama gönderdiği bir hatt-ı hümayundan öğrenilmektedir. Buna göre sık sık bayılan Beyhan Sultan'ın bu durumunu annesi Âdilşah Kadın padişaha ağlayarak anlatmış ve bir an önce evlendirilmesini istemişti. I. Abdülhamid, isteği olumlu karşılayarak o sırada Halep valisi olan Silahdar Mustafa Paşa'yı damat adayı belirledi. 6 Mayıs 1784'te başlayan Beyhan Sultan düğünü gele-
neksel sur-ı hümayun programlarına göre yapıldı ve yeni evlilere Çiftesaray-lar'daki bir saray tahsis edildi.
Ağabeyi III. Selim padişah olunca (1789) Beyhan Sultan'ın yaşamı önceye oranla renklendi. Eşi Mustafa Paşa da İstanbul kaymakamı (sadrazam vekili) oldu. III. Selim, yüksek gelirli bazı muka-taaları Beyhan Sultan'a tahsis etti. Üvey olmalarına karşın bu iki kardeşin, Osmanlı hanedanı bireyleri arasında ender rastlanan sıcak bir yakınlıkları söz konusuydu. Beyhan Sultan, sahibi olduğu servet ve gelirle dönemin çağdaşlaşma açılımına uydu ve modern sarayların yapımını başlattı. Bu saraylar, dönemin lüks eşyasıyla donatıldı. Beyhan Sultan' m bunlardan başka Eyüp'te bir sahilsa-rayı ile Tersane Bahçesi'nde kendisine tahsis edilen bir başka sarayı daha vardı. Bunlar arasında en görkemlisi Akıntı-burnu'ndaki sahilsaraydı. Bu saraylarla ilgili defterler ve hesaplar, Topkapı Sarayı Arşivi'nde bulunmaktadır. Beyhan Sultan'ın düğünü, gelirleri, masrafları, evkafı ve ölümünde bıraktığı miras için de aynı arşivde birçok belge mevcuttur.
III. Selim'in saltanatı boyunca göz kamaştırıcı bir yaşam sürdüren Beyhan Sultan, sürekli taşra görevlerinde bulunan eşi Mustafa Paşa'nın 1799'da ölümünden sonra bir oranda eğlencelerden uzaklaştı. 1804'te annesinin ölümü, 1807'deki Kabakçı Mustafa Ayaklanması ve III. Selim'in tahttan indirilmesi, ertesi yıl da öldürülmesinin ardından, yaşamının son yıllarını Akmtıburnu'ndaki sa-hilsarayında geçirdi. Çeşmeler yaptırdı, eski çeşmeleri onarttı, vakıflar kurdu. Kızı Hatice Hanım Sultan'ın düğünü 1814' te, II. Mahmud'un döneminde yapıldı. Akmtıburnu'ndaki sahilsarayını onarttığı 1824'te, henüz 59 yaşında olmasına karşın Osmanlı hanedanının en yaşlısı olarak öldü ve Eyüp'te Mihrişah Valide Sultan Türbesi'ne gömüldü.
III. Selim, olasılıkla sanat ve müzik anlayışı bakımından kendisine çok yakın bulduğu Beyhan Sultanla, öteki kız kardeşleri Şah Sultan ve Hatice Sultan' dan daha fazla görüşmekteydi. 1791-1802 arasını kapsayan Ruzname'de, III. Selim'in sık sık Beyhan Sultan'ın sarayına gittiği görülmektedir. Bazen biniş düzenlenerek bazen tebdil ile gerçekleştirilen bu ziyaretlerde birlikte oyunlar, eğlenceler izledikleri, iftar ettikleri öğrenilmektedir. Padişahın arada, Boğaziçi binişlerinde Beyhan Sultan'ın yaptırdığı saraylarla da ilgilendiği öğrenilmektedir.
Bibi. Mür'i't-Tevarih, II/A, 79; Sicül-i Osma-nî, I, 27; Uluçay, Padişahların Kadınları, 98-104; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi, 1-Osmanoğullan, Ankara, 1969, s. 90-91, 149; Şehsuvaroğlu, İstanbul, 168; V. S. Arıkan (haz.), ///. Selim'in Sırkâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Ruznâme, Ankara, 1993, s. 26-382 birçok yerde; Topkapı Sarayı Arjiv Kılavuzu, 1. Fas., İst, 1938, s. 74-75; Topkapı Sarayı Arşivi, I. Abdülhamid'in Hatları, E-no. 7029, Ruznâmesi, E-no. 12360; BOA, Cevdet-Maarif Tasnifi, no. 5373, 5260, Cevdet-Saray Tasnifi, no. 1240.
NECDET SAKAOĞLU
BEYHAN SULTAN ÇEŞMESİ
Boğaziçi'nde Arnavutköy Akıntıburnu'n-da mevcut olduğu bilinen, kitabesine göre 1218/1804'te III. Selim'in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından yaptırılan çeşme bugün yerinde yoktur.
1960'lı yıllarda yol genişletilmesi yapılırken sökülen çeşmenin bir kısım parçalan hemen arkasında bulunan caminin bahçesinde durmaktadır. İ. H. Tanışık'ın belirttiğine göre çeşme 1940' lı yılların başında suyu kesik halde terk edilmiş durumdaydı. Osmanlı rokokosu üslubundaki iki cephesi mermer kaplı olan çeşmenin deniz tarafına bakan cephesi üç adet oymalı aynaya ve üç yalağa sahipti. Bu aynalarda birer kıtalık üç kitabe yer alırdı ve bunların Enderunlu Vasıf tarafından kaleme alındığı kitabeden anlaşılmaktadır. Yapının suyu Baş-lısu adı verilen Belgrad Ormanı'ndaki tesisten sağlanırdı. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 165.
ZİYA NUR SEZEN
BEYHAN SULTAN SAHİLSAEAYI
Boğaziçi'nin Rumeli kıyısında Arnavutköy Akıntıburnu'ndaydı.
III. Mustafa'nın kızı olan Beyhan Sultan^), 1784'te Halep Valisi Silahdar Mustafa Paşa ile evlendiğinde, muhtemelen babasının ölümünden sonra gönderildiği Eski Saray'dan ayrılarak kendisine tahsis edilen Çiftesaraylar'a yerleşmişti. Beyhan Sultan da, 18. yy sonunda yaşamış olan emsalleri sultan kızları, kız kardeşleri ve kardeş kızları gibi olağanüstü bir zenginliğe sahipti. Balkanlar da kendisine tahsis edilmiş bulunan mukataa ve malikânelerden sağladığı maddi gücü İstanbul sahillerinde üç yeni sahilsarayı yapımına harcadı. Beyhan Sultan'ın ayrıca bir de suriçinde sarayı vardı.
Beyhan Sultan'ın sahilsaraylarından bir tanesi Akıntıburnu'ndan Bebek Ko-yu'na dönüldüğü noktada, Hasan Halife Bahçesi'nden ayrılan arazi üstünde idi. Sultan efendi burada 1800'de inşasına başlanılan, tümüyle yeni bir yalı yaptırmıştır. Mimarbaşı Mustafa ve Şehremini Hayrullah Ağa'nın kontrolünde inşa edilen yalıda mimar kalfaları, su nazırı, bö-lükbaşılar ve "erbab-ı vukufdan neccar kalfaları" Kirkor, Yağcıoğlu Nikola, Sar-kis ve Senkir, Minas ve diğer kalfalar çalışmıştı. Beyhan Sultan'ın kethüdası Arif Efendi de inşaatın her aşamasına nezaret etmişti.
Beyhan Sultan'ın Boğaziçi'ndeki bu görkemli yalısını kaydeden (bu nedenle de 19. yy'm ilk yıllarına tarihlenebilecek olan) en erken Bostancıbaşı Defteri yalının, Akıntıburnu denilen yerde, Han-çerli Bey'in (sonra oğullarının) ve yüksekte kardeşi Arif Bey'in yalısını takiben, gene Beyhan Sultan'ın banisi olduğu bir çeşme (1804) ile bölükçübaşı kolluğu, kahve, yedekçiler odası ve yemin-ci, doğramacı, gözlemeci, berber, bakkal ve saatçi dükkânlarından hemen
sonra geldiğini göstermektedir. 1804-1815 arasına tarihlenebilecek olan elimizdeki diğer 7 defter ise, bu yıllar içinde Beyhan Sultan Çeşmesi ve dükkânlar ile Beyhan Sultan Yalısı arasında Maktul Hacı Hamid Paşazadelerin (mi-rân-ı kiramdan Nuri Paşa ile kardeşi İstanbul Kadısı -daha sonra Anadolu Kazaskeri- Arif Efendi'nin) yalılarının inşa edildiğini göstermektedir.
James Robertson'un 1853-1854'te çektiği tahmin edilen İstanbul fotoğrafları arasında Akıntıburnu'nu gösteren bir diziye dayanarak S. H. Eldem, Hançerli Yalısı'ndan sonra gelen (ilk bakışta harabeye benzeyen) alanı, Mısırlı Mehmed Ali Paşa'nın mirasçıları tarafından tamamlanamayan büyük bir sarayın temelleri olarak tanımlamıştır. Bu sarayın Halil Hamid Paşa'nın oğullarının çifte yalısının arazisinde yapımına başlanıldığı anlaşılmaktadır. Aynı fotoğraflar İzze-tâbâd Köşkü'nün sahilinde bulunan Beyhan Sultan Salihsarayı'mn da yerini sonradan Çiftesaraylar olarak bilinecek olan Mihrimah Sultan ve Said Paşa yalılarına terk etmiş olduğuna işaret etmektedir. Beyhan Sultan, II. Mahmud'un ikinci kadım ve Mihrimah Sultan'ın annesi Hoşyar Kadın'ın manevi evladı olduğundan, 1824'te ölümü üzerine sahil-sarayın Mihrimah Sultan'a tahsis edilmiş olduğu akla gelmektedir. 1836'da Bursalı Mehmed Said Paşa ile evlenen Mihrimah Sultan (1812-1838) iki yıl sonra ilk doğumu sırasında ölünce, Beyhan Sultan'ın sahilsarayı artık Said Paşa Sarayı diye anılmaya başlandı.
1836'da İstanbul'da kaydettiği izlenimlerini iki kitap halinde yayımlamış olan Julia Pardoe "Said Paşa'nın geniş cepheli, düzensiz (asimetrik), pembe renkli sarayı, güzel bir koyun başında inşa edilmişti" derken muhtemelen Mihrimah Sultan'ın evlenmesi vesilesiyle yeni onarılmış olan Beyhan Sultan Sa-hilsarayı'ndan söz etmektedir. Arşiv belgeleri Beyhan Sultan Sahilsarayı'nın sultan efendinin ölümünün bir yıl öncesine kadar zaman zaman onarıldığını, eklemeler yapıldığını, yeniden döşendiğini göstermektedir. Eğer varsa, yapılan değişiklikler, daha sonraki onarımlar ya da yeni inşaatlarla ilgili belgeler bazı tasvirlerle karşılaştırılarak değerlendirildiğinde ortaya çıkacaktır. Örneğin Said Paşa'nın sarayından Miss Pardoe'nun tarifine benzer bir şekilde söz eden Ro-bert Walsh sarayın kırmızı boyalı olduğunu söylemektedir. Ayrıca Miss Pardoe'nun Beauties of tbe Bosphorus adlı kitabında "Beşiktaş tepelerinden kuzeye bakış" olarak isimlendirilen Bart-lett(->) imzalı bir gravür çevresi ile birlikte değerlendirildiğinde Beyhan Sultan Sahilsarayı'nın arka cephesini gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu gravürde bir avluyu kuşattığı görülen mekânlar Beyhan Sultan Sarayı'mn 1803 tarihli ayrıntılı keşif defterindeki mekân listesinde yer alan mahaller ile çakışmaktadır.
Beyhan Sultan'ın belgelerde Arnavut-
köy, Akıntıburnu, Hasan Halife ve Bebek Sarayı olarak adı geçen bu sahilsa-rayının görkemli cephesi hakkında ise Joseph Shrantz'ın karakalem, suluboya ve litograf tasvirleri ile Thomas Allom' un bir gravürü aydınlatıcı olmaktadır. Dar bir rıhtımda yükselen saray yüksek bir sağır duvar üzerinde iki katlıdır. Bu duvara oturan, sahilsaraylarda sık görülen balıkhaneler benzeri çokgen planlı bir köşk ya da kameriyeden sonra beş adet birbirinin aynı çıkma ve bu çıkmaların düşey hareketi cepheyi canlandırmaktadır. İlk katlarda duvara yüksek ahşap furuştalarla oturan çıkmalar, ikinci katlarda bir kademe daha ileri çıkmaktadır. Böylelikle üçlü bir kademe-lenme ile yükselen sarayın tüm cephesi pencerelerle boşaltılmıştır. Tümü kafesli olan pencerelerin arasına pilastrlar yerleştirilmiştir. Birinci, üçüncü ve dördüncü çıkmalar ile kameriyenin üzerinden avluya bakan cephenin üçgen alınlıklarla taçlanmış olması bu mekânların sultan efendi tarafından veya kardeşi III. Selim ile II. Mahmud'un ziyaretlerinde kullanıldıklarına işaret etmektedir. Süslemede Batı orijinli pilastrlar, üçgen alınlıklar, içbükey ve dışbükey kıvrımlar kullanılmıştır.
Beyhan Sultan (ya da Said Paşa) Sahilsarayı günümüze ulaşamayan görkemli 19. yy saraylarından biridir. Sahil yolu açılırken yıkıldığı tahmin edilmektedir.
Bibi. Miss Julia Pardoe, The City of the Sul-tans and Domestic Manners of the Turks in 1836, II, Londra, 1837, c. 2, s. 162; Pardoe, Bosphorus; T. Allom-R. Walsh, Constantinop-le and the Scenery of the Seven Curches of Asia Minör, I, Londra, 1939, s. 69; T. Artan, "Boğaziçi'nin Çehresini Değiştiren Soylu Kadınlar ve Sultanefendi Sarayları", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 112-113.
TÜLAY ARTAN
BEYHAN SULTAN SAHİLSARAYI
Boğaziçi'nin Rumeli kıyısında Beşiktaş Çırağan'daydı.
1791'de kendisine temlik edilmiş bulunan Çırağan Sahilsarayı'nın yerinde 1795'te Beyhan Sultan yeni bir saray inşasını başlatmıştı. İnşaat, tamirat ve döşeme faaliyetlerinin sultan efendinin ö-lüm tarihi olan 1824'e kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu civarda birkaç sarayın daha hanedan kadınlarına tahsis edilmiş olduğunu kaydeden Dr. Dalla-way, 1797'de, özel bir izinle inşası yeni tamamlanmış olan Beyhan Sultan Sara-yı'nı gezmişti. Dallaway'in tasvirinden, çıkmalarla denize taşan ahşap sahilsara-yın cephesinin 100 m'ye yaklaştığı anlaşılmaktadır. Tüm yüzeyin aşırı parlak renklerle ve yaldızla boyalı, gösterişli pirinç süslerle bezeli olduğunu söyleyen Dallaway, ilk kattaki yaklaşık 55 m uzunluğundaki salondan diğer dairelere geçildiğini kaydeder. Yazar, iç mekânlarda renklerin ve yaldızın aşırı kullanımını rahatsız edici bulmuştur; kakma süslemeler, düzgün olsalar da kabadır ve perspektif uygulamaları eleştirmeye dahi değmeyecek kadar zayıf görünmek-
BEYHAN SULTAN SAEÖLSARAYI 192
193
BEYKOZ
tedir. Fakat tavanlar görkemlidir; zarif ahşap geçme motifleri pirinç rozetlerle süslenmiştir. Bir odanın tavanmdaki süsleme güneş ışınları biçiminde yayılır. Çeşme ve hamamlardaki mermer oyma süslemeler ise bu marangoz işçiliğiyle boy ölçüşemez. Dallaway sarayın içindeki yaldızlı kitabelerden de söz eder: Kuran'dan ayetler ya da methiyeler, kasideler her odayı süslemektedir. Deniz üzerine inşa edilmiş, tabanı ızgaralı bir odada, seçkin kadınların balık tutarak kendilerini eğledikleri anlaşılmaktadır. Sarayın arkasındaki bahçeyi de gezen yazar, meydancıklarda çiçek setleri, uçacakmış gibi hafif duran köşkler ve buralara serinlik veren som mermer çeşmeler görür. Dallaway daha sonra balık odasına geri döner. Burada kendisine kahve, şekerlemeler ve muhtemelen gülsuyu ikram edilir. Fincanlar, kaplar ve kaşıklar elmasla süslü som altındandır; yazar üstelik şekerlemelerde yakut tozu kullanıldığını öğrenir.
Bu görkem karşısında şaşkınlığa düşmüş olan Dallaway, salihsaraya bir galeri ile birleştirilmiş olan sultan efendinin kocasının sarayını ise çok mütevazı bulur. III. Selim'in gözde devlet adamlarından olan Beyhan Sultan'ın kocası (o sırada Mora valisi olan) Silahdar Mustafa Paşa'nın da her kul gibi sultan efendiye saygıda kusur etmemesi gerekliydi. Beyhan Sultan, amcası I. Abdülhamid ve kardeşi III. Selim zamanında çok itibar görmüştü. Yalısının tamirinin fena ve pahalı yapılmış olmasından dolayı II. Mahmud'a şikâyette bulunduğunda da amcaoğlu olan sultan, hemen bir hatt-ı hümayun ile olaya el koymuştu.
Bu sarayın görsel bir belgesi bulunmadığından, Beyhan Sultan için yeniden inşasına dair kayıtlardaki mekân listeleri ne yazık ki ancak Dr. Dallaway' in tasviriyle karşılaştırılabilmektedir. Ayrıca Beyhan Sultan'a temlik edilmeden önceki yarım yüzyılı aşkın süre içinde sarayın inşaat ve tamirat serüveni henüz aydınlanmamıştır. 18. yy başında Damat ibrahim Paşa ile eşi, III. Ahmed' in kızı Fatma Sultan'a ait olan Çırağan Sarayı, bu dönemde birçok eğlenceye sahne olmuştu. Sarayın bu görkemli yıllarına ait çok sayıda belge ile bir restitüsyonu-nu yapmak mümkün olabilmektedir. Ancak Damat ibrahim Paşa'nın 1730'da öldürülmesi, Fatma Sultan'ın da 1733'te ölümü üzerine miriye geçmiş olması gereken sahilsaray 1741'de ancak kısmi olarak (Camlı Köşk bölümü) tamir edilmişti. I. Abdülhamid'in tahta çıktığı yıl olan 1774 tarihli bir belgeden sarayın bu tarihte satışa çıkarıldığı öğrenilmektedir; bundan sonra Çırağan Sahilsara-yı'nın 1791'de III. Selim tarafından kız kardeşi Beyhan Sultan'a ihsan edilinceye dek terk edilmiş olduğu sonucu çıkmaktadır. 1794-1824 arasında sultan e-fendinin Çırağan Sahilsarayı'nın tümüyle yıkılıp yeniden inşası ve döşenmesi ile ilgili olarak Topkapı Sarayı Arşivi ile Başbakanlık Arşivi'nde çok sayıda belge
bulunmaktadır. Sarayın tümüyle yıkılmasının gerekmiş olması, sarayın 1791'e kadar terk edilmiş olması yolundaki yargıyı güçlendirmektedir. Sultanın 1824' te ölümü üzerine tekrar miriye dönmüş olması geren sarayın yerinde II. Mah-mud 1834'te yeniden ve tümüyle farklı üslupta bir saray (Çırağan Sarayı) inşasını başlatmıştı.
Dostları ilə paylaş: |