BEŞİKTAŞ MEVLEVÎHANESİ
170
171
BEŞİKTAŞ SARAYI
1810-1816 arasında her iki dergâhı ortak bir yönetim çatısı altında birleştirmiştir. Ahmed Dede, Mevlevîliğin Akdeniz coğrafyasındaki en önemli merkezleri arasında bulunan Trablus Mevlevîhanesi'n-de yetişmiş ve Kuzey Afrika'da kökleşen Mevlevi kültürünün İstanbul'a girmesinde başlıca rolü oynamıştır. Bir diğer önemli özelliği ise Beşiktaş Mevlevîha-nesi'nin 18. yy sonlarına doğru karşılaştığı ekonomik sorunları aşabilmek için dergâha ait vakıf gelirlerinin düzenli şekilde toplanmasını sağlamasıdır. Bu konuya ilişkin olarak III. Mustafa'ya yazdığı 27 Safer 1180/4 Ağustos 1766 tarihli arzuhalde, Beşiktaş Mevlevîhanesi vakıflarından Balıkesir'deki Izmirlioğlu Ham-za Bey evkafına ait Çırakçı mezrası üzerindeki tasarruf hakkının kendi adına yeniden tescilini istemektedir. Vefatıyla yerine oğlu Yusuf Zühdî Dede (ö. 1816), ailenin dergâh yönetimindeki ikinci kuşak temsilcisi olarak geçer. Hem tanınmış bir hattat hem de "Mesnevî-i Şerîf'e yazdığı Arapça şerh ile bu alandaki gücünü kanıtlamış bir mutasavvıftır. Hat ve nakış sanatında pek çok Mevlevi dervişi yetiştirmiştir. Bunlar arasında, Yenikapı Mevlevîhanesi müntesiplerinden hattat Leylek Hasan Dede ile Beşiktaş Mevlevîhanesi dervişlerinden Said Efendi zikredilebilir. Yusuf Zühdî Dede'nin meşihat dönemi, kendileri de birer Mevlevî olan III. Selim ve II. Mahmud'un saltanat yıllarına rastlaması bakımından önem taşır. Bu tarihe gelinceye değin İstanbul'daki diğer Mevlevî dergâhlarından bağımsız bir örgütlenme yapısına sahip bulunan Beşiktaş Mevlevîhanesi, ilk defa Yusuf Dede'nin damadı Mehmed Dede aracılığıyla 1810'dan 18l6'ya kadar Galata Mevlevîhanesi meşihatı üzerinde söz sahibi olmuştur. Kuşkusuz böyle bir ortak yönetim kurulmasında en büyük etken, Yusuf Dede ailesinin temsil ettiği kan bağına dayalı meşihat modelini, çok merkezli bir dergâh organizasyonu içinde yaygınlaştırma politikasından kaynaklanmaktadır.
Beşiktaş Mevlevîhanesi tarihini bu dönemde yakından ilgilendiren bir diğer olay da, III. Selim tarafından Çırağan Sa-rayı'nın genişletilmesi sırasında dergâhın yeniden inşa ettirilmesidir. 19. yy başlarında III. Selim'in kız kardeşi Beyhan Sultan'a ait bulunan Çırağan Sahilsarayı, daha geniş ölçekte inşa edilmek amacıyla 1802'de yeniden ele alınmış ve Kocaeli Sancağı mutasarrıfı Tahir Paşa bu işle görevlendirilmiştir. Önce saraya bitişik Rodoslu Yalısı yıktırılarak yerine mabeyin dairesi yaptırılmış ve bu bina ile saray arasında kalan Beşiktaş Mevlevîhanesi de söz konusu yapı gruplarıyla mimari estetik açısından uyum sağlayabilecek şekilde düzenlenmiştir. Dergâha ait şeyh dairesi ve 12 adet derviş hücresinin bu imar faaliyetleri sırasında baştan sona yenilendiği görülmektedir. Bu tamire ilişkin Es'ad Efendi'nin düştüğü tarih şöyledir: Çıkıp birpîr-i rûşen-dîl didi tarih-i itmamın / Yeniden kıldı bu der-
Mevlevîhane1
den
günümüze
ulaşan
mezar
taşlarından
ikisi
yakından
görülüyor.
Erkin
Emiroğlu, 1993
gâh-ıpîri Şeh Selîm bünyâd. İnşaatı 1804' te tamamlanan Çırağan Sarayı bünyesindeki Beşiktaş Mevlevîhanesi'nin, saray yapıları içindeki konumunu Bostancıbagı Def'terleri'nden öğrenmek mümkündür. 1809-1814 arasına tarihlendirilen üç ayrı defterde dergâh, sarayın ana binası ile mabeyin dairesi arasındaki bölgede gösterilmektedir.
Yusuf Zühdî Dede'nin vefatıyla boşalan meşihat makamına damadı Mahmud Dede (ö. 1818) atanır. Önce Mehmed Ruhî Dede'nin yerine Galata Mevlevîhanesi postnişinliğine getirilen Mahmud Dede, daha sonra 18l6'da yerini Kudre-tullah Dede'ye bırakarak Beşiktaş Mevlevîhanesi şeyhliğini üstlenmiş ve bu görevini ancak iki yıl sürdürebilmiştir. Tarikat geleneğine göre Mahmud Dede'nin makamına oğlu Mehmed Said Dede getirilmek istenmiş ise de yaşça küçüklüğü nedeniyle posta oturması 1850'ye kadar mümkün olamamış, bu süre zarfında Beşiktaş Mevlevîhanesi şeyhliği Mehmed Kadrî Dede (ö. 1850) tarafından yürütülmüştür. Kaynaklarında adı daha çok Ab-dülkadir Dede şeklinde geçen Mehmed Kadrî Dede, Yenikapı Mevlevîhanesi mensuplarındandır. Bu dergâhın 19. yy' daki ünlü postnişini Osman Salâheddîn Dede'yi yetiştirmiş ve bir bakıma 1818-1850 arasında Yenikapı ile Beşiktaş mev-levîhanelerinin kültürel dolaşımlarındaki ortak neşeyi kişiliğinde sembolize etmiştir. Mehmed Kadrî Dede döneminde dergâh, Çırağan Sarayı'nı genişletmek amacıyla II. Mahmud tarafından yıktırılmıştır. Bu imar faaliyetleri sırasında mevlevîha-ne yakınındaki 16. yy'a ait Hanım Kadın Mescidi ile Mısır tüccarlarından Eğribozlu el-Hac Ahmed Ağa'nın 17ö5'te yaptırdığı mektep de saray arazisine katılmıştır. Bu arada dergâh, geçici olarak 1836'da sarayın bitişiğindeki Musahip Abdî Bey Yalı-sı'na taşınır. II. Mahmud, mevlevîhane olarak kullanılan bu yalıda Mehmed Kadrî Dede'yi hemen her hafta ziyaret etmiş ve 1839'da kendisinin de katıldığı bir mukabelede İsmail Dede, önce dergâhın
türbesine defnedilmiş, fakat 1867'de dergâha ait müştemilat Abdülaziz tarafından Çırağan Sarayı'nın yeniden inşası amacıyla tekrar yıktırılınca, Üsküdar Mevlevîhanesi türbesine nakledilmiştir.
Trabluslu Ahmed Dede ailesinin Beşiktaş Mevlevîhanesi'ndeki son temsilcisi, Mehmed Said Dede'dir (ö. 1853). Mehmed Kadrî Dede'nin kardeşi Hacı Süleyman Efendi, ağabeyinin vefatıyla boşalan meşihat makamına geçmek üzere sadarete başvurmuş ise de, dergâh me-şihatnamesi Said Hemdem Çelebi tarafından Mehmed Said Dede'ye gönderilmiş ve 13 Receb 1267/14 Mayıs 1850'de Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Kudretullah Dede'nin de hazır bulunduğu bir törenle kendisine verilerek resmen 17 Receb 1267/18 Mayıs 1850'de Beşiktaş Mevlevîhanesi postnişinliğine atanmıştır. Kısa meşihatı süresince dergâha ilişkin kayda değer bir olaya rastlanmaz. Vefatıyla yerine oğlu neyzen Yusuf Paşa geçmek istemiş, fakat Muzıka-i Hümayun hocalarından olduğu için saraydaki resmi görevinden ayrılması. Abdülmecid tarafından uygun bulunmamıştır. Böylece Trabluslu Ahmed Dede ailesinin Beşiktaş Mevlevîhanesi'ndeki meşihat dönemi sona erer.
Dergâh yönetimini üstlenen üçüncü büyük şeyh ailesinin ilk temsilcisi, Hasan Nazîf Dede'dir (ö. 1861). Bu aile 1853'ten, tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar önce Beşiktaş, ardından da Bahariye Mevlevîhanesi meşihatını yürüten şeyhleri yetiştirmiş ve son dönem İstanbul Mevlevîliğinde "ehlibeyt" âşığı tasavvuf zümresinin en güçlü sözcüsü kabul edilmiştir. Kütahya'dan Mora Yenişehir'ine göç etmiş Mahmud Efendizade el-Hac Halîl Efendi'nin oğlu olan Hasan Nazîf Dede, uzun yıllar buradaki Hora-sanî Azîz Efendi Medresesi'nde müderrislik yapmış, fakat meşrep bakımından zahir ulemasıyla anlaşamadığı için önce Hacı Bektaş Âsitanesi'ne gitmiş, oradan da Konya'ya geçerek Said Hemdem Çe-lebi'ye intisap etmiştir. Konya'da çile çıkartıp, Aşçıbaşı Nesîb Dede'den hilafet almış ve 1852'de Mora Yenişehir'indeki mevlevîhaneye postnişin olarak atanmıştır. Burada ancak bir yıl görev yapabilen Hasan Nazîf Dede'nin, 1853'te Mehmed Said Dede'nin vefatıyla boşalan Beşiktaş Mevlevîhanesi'ne atanmasıyla birlikte, İstanbul Mevlevîliğinde "ehlibeyt" yanlısı tasavvuf kültürünü yeniden canlandırdığı ve o dönemde örgütlenme faaliyetlerini sürdüren Bektaşîler ile ilişki kurarak her iki zümreyi birbirine yakın-laştırabilecek ortak bir zeminin oluşmasına öncülük ettiği görülmektedir. Beşiktaş Mevlevîhanesi'nde başlayıp Kasımpaşa ve Bahariye mevlevîhanelerin-de devam eden bu Bektaşî meşrep Mevlevîlik anlayışı, Galata Mevıevîhanesi' nin son postnişini Ahmed Celâleddîn Dede'nin kişiliğinde, tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar İstanbul'un mistik hayatına damgasını vurmuştur. Nazîf Dede'nin "ehlibeyt" eğilimli bu tasavvuf-
anlayışım, gerek Divan'ındaki şiirlerinde, gerekse Mevlevîlik erkânı üzerine yazdığı Tarifü 's-Sulûk adlı eserinde izleyebiliriz. Söz konusu Divan'ında yer alan şiirlerini Haşim Bey'e suzinak ayini olarak besteletmesi üzerine, İstanbul'daki bazı zahit Mevleviler çelebilik makamına müracaat ederek bu eserin icra edilmesini engellemişlerdir.
Saltanat döneminin sonlarına doğru 1859'da Abdülmecid'in yıktırarak yeniden inşasını planladığı Çırağan Sarayı'n-daki imar faaliyetlerinin, Beşiktaş Mevlevîhanesi'ne hangi ölçülerde yansıdığı bilinmemektedir. Ancak padişahın vefatıyla yarım kalan bu faaliyetler sırasında dergâhın, Nazîf Dede tarafından yüklüce bir borç altına girilerek tamir ettirildiğine dair elimizde bilgiler mevcuttur.
186l'de vefat eden Nazîf Dede'nin postuna, o tarihte henüz çok küçük o-lan oğlu Hüseyin Fahreddîn Dede oturur. Yaşça dergâhı yönetecek durumda bulunmaması nedeniyle Sadreddîn Çelebi tarafından kendisine Raşîd Dede naip tayin edilmiş ve vekâleten yönetilen bu meşihat dönemi, 1871'e kadar sürmüştür. Bu dönemin kuşkusuz en önemli olayı, 1864'ten itibaren Abdüla-ziz'in başlattığı Çırağan Sarayı inşaatı nedeniyle dergâhın 1867'de yıktırılarak tarihe karışmasıdır.
Beşiktaş Mevlevîhanesi, yıkılmadan önceki son durumuna göre, ana binası dikdörtgen planlı ahşap bir yapı olup, üzeri kırık çatıyla örtülüdür. Ön cephesinde, iki basamakla çıkılan ve yanlarda sağlı sollu pencerelerin bulunduğu yuvarlak kemerli bir kapısı vardır. Bu çift kanatlı kapıdan kare planlı semahaneye girilir. Semahanenin sol tarafında mihrap ve yanındaki merdivenle çıkılan ahşap mutrıb mahfili bulunur. Her iki tarafından duvarlarla desteklenen bu bölüm, semahane içinden ayrıca iki sütunla taşınmakta olup, üç adet pencereye sahiptir. Semahanenin diğer kapılarından ise dergâha ait iki ayrı binaya geçilmektedir.
Mütareke yıllarında Çırağan Sarayı'na yerleşen bir Fransız istihkâm birliği, üzerine Abdülaziz'in kemer çektirerek korumaya aldırdığı mevlevîhane türbesinde araştırmalar yapmış ve bilinmeyen bir nedenle dergâh postnişinlerine ait pek çok mezar taşı bu sırada parçalanmıştır. Uzun yıllar Çırağan Sarayı'nın yıkıntıları arasında kalan bu mezar taşları, Çırağan Palas-Kempinski Oteli'nin inşaatı nedeniyle enkaz altından çıkartılarak 7 Kasım 1987'de Galata Mevlevîhanesi haziresine nakledilmişlerdir.
17. yy'dan beri Boğaziçi'nde faaliyet gösteren Beşiktaş Mevlevîhanesi, 1867' de bu tarihi mekândan ayrılarak önce Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na taşınmış ve buradan da 1871'de Maçka'daki yeni binasına geçmiştir. Dergâhın Raşîd Dede tarafından vekâleten yönetimi bu tarihte sona ermiş olup Hüseyin Fahreddîn Dede asaleten postnişinliğe atanmış ve 27 Şevval 1286
Çarşamba/30 Ocak 1870'te icra edilen ilk ayin-i şerifi yönetmiştir. Maçka Mevlevîhanesi olarak da anılan bu dergâh hakkında, hiçbir bilgi mevcut değildir. Günümüzde iTÜ Maden Fakültesi'nin bulunduğu alanda kurulduğunu bildiğimiz mevlevîhane, ancak 1874'e kadar ayakta kalabilmiş ve bu tarihte arsasına askeri kışla yapılmak amacıyla yıktırılmıştır. Bunun üzerine Fahreddîn Dede ailesiyle birlikte, babası Nazîf Dede müntesiplerinden Hüseyin Efendi'nin Eyüp Bahari-ye'sindeki yalısına ve dervişleri de yine aynı yerdeki Hatab Emini Mustafa Efen-di'ye ait yalıya yerleşmişlerdir. Daha sonra dergâh, yapımı 1877'de biten yeni binasına taşınarak 18 Rebiüleyvel 1294 Çarşamba/2 Nisan 1877'de icra edilen mukabele ile açılmış ve faaliyetlerini 1925'e kadar aralıksız sürdürmüştür.
Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no. 8714, (6 Muharrem 1060); BOA, Cevdet Evkaf, no. 1845, (27 Safer 1180); BOA, Cevdet Saray, no. 5337, (5 Receb 1217); BOA, İrade Dahiliye, no. 14140, (6 Receb 1267); BOA, İrade Dahiliye, no. 14092, (17 Receb 1267); BOA, İrade Dahiliye, no. 33050, (24 Şevval 1278); Tarih-i Naima, II, 224; Tarih-i Solakzade, 717-718; Tarih-i Raşid, I, löl; Mür'i't-Tevarih, II/A, 87; Tarih-i Cevdet, VII, 145; Tarih-i Lutfi, X, 64; Bostancıbaşı Defteri, İÜ Ktp, TY, no. 8866, vr 13b; Bostancıbaşı Defteri, İÜ Ktp, Türkçe Yazmalar, no. 8865, vr 22a; Bostancı-başı Defteri, İÜ Ktp, TY, no. 8830, vr 25b; Ali Nutkî Dede, Defter-i Dervişân, Süleymaniye Ktp, Abdurrahman Nafiz Paşa, no. 1194, vr 22a; Hüseyin Fahreddîn Dede, Mecmû'a, Konya Mevlana Müzesi İhtisas Ktp, no. 7467, vr 109b; Darü's-Saltanati'l-Aliyye'de Zâviye-nişîn Olan Meşâyihin Defteri ve Hayratı, Süleymaniye Ktp, Zühdü Bey, no. 489, vr lb; Evliya, Seyahatname, I, 450; Ayvansarayî, Hadîka, II, 105-109; Ayvansarayî, Vefeyât-ı Selâtin, 39; Surnâme, İÜ Ktp, Ibnülemin Yazmaları, no. 2802, vr 13a; Ziya, istanbul ve Boğaziçi, II, 241; ay, "Şeyh Hüseyin Fahred-din Efendi", Musavver Nevsâl-i Osmanî, İst., 1328, s. 274; Vassaf, Sefine, V, 177-184; Zâ-kir, Mecmua-i Tekâyâ, 71; Kömürciyan, İs-tanbul Tarihi, 40; Ş. Uzluk, Mevlevîlikte Resim. Resimde Mevleviler, Ankara, 1957, s. 66-69; İ. Hakkı Üsküdarî, Merâkid-i Mu 'tebere-i Üsküdar, (yay. B. N. Şehsuvaroğlu), İst., 1976, s. 89; M. Erdoğan, "Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhaneleri", GDAAD, IV-V (1976), s. 37; M. Yaman, Çırağan Sarayı Tarihi, (1945-1946), İÜ Merkez Ktp, no. 1292, s. 23; B. Özkan, istanbul'daki Mevlevî-haneler, (1967), İÜ Merkez Ktp, no. 4842, s. 50; P. Tuğlacı, "Çırağan Mevlevihanesi", TT, XIII/78 (Haziran 1990), s. 45; İSTA, V, 2585-2587; M. Baha Taranan, DlA, V, 553-554; E. Işın, "İstanbul'un Mistik Tarihinde Beşiktaş/Bahariye Mevlevîhanesi", İstanbul, S. 6 (Temmuz 1993), s. 129-137.
EKREM IŞIN
BEŞİKTAŞ PAZARI
Beşiktaş semtinde cumartesi günleri kurulan büyük ve ünlü semt pazarı.
Beşiktaş Pazarı İstanbul'un semt pazarları arasında, yayıldığı alan, mal çeşidi ve tezgâh sayısı bakımından Salı Pazarı ve Fatih'in Çarşamba Pazarı'yla birlikte en önemlilerden biridir. 1980'lere kadar, Barbaros Bulvarı'na açılan Beşiktaş Çarşısı'nın ağzından başlayarak Ihla-mur'a kadar, çevre sokakların içlerine
yayılarak uzanan pazar, 1980 sonrasında, yeni kent düzenlemeleri sırasında pazarcıların itirazlarıyla oldukça tartışmalı biçimde, Ihlamur Deresi Caddesi ile Fulya Mahallesi altına doğru uzanan kesime nakledildi.
Beşiktaş Pazarı'nın genişlemesi ve İstanbul semt pazarları arasındaki önemli yerini alması 1950'lere rastlar. Pazar önce Beşiktaş Çarşısı'nın sınırlı bir alanına kurulurken 1960'lardan sonra büyümüş, sadece yiyecek pazarı olmaktan çıkarak giyecek eşyası, kundura, tekstil ve züc-caciye tezgâhlarının da yer aldığı bir yapıya kavuşmuştur. 1970'lerde Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya'dan gelen "kaçak eşya'ların da satılmaya başladığı pazar sadece semt sakinlerinin değil İstanbul'un başka semtlerinden alışverişe gelenlerin de cumartesi günleri uğrak yeri olmuştur. Markalı giyim eşyası ve iyi cins kumaş ve tekstil ürünlerinin ucuza satılmasıyla namlı pazardan sürekli alışveriş edenler arasında şık hanımların da bulunması nedeniyle 1970'lerde "sosyete pazarı" diye de anılan Beşiktaş Pazarı, günümüzde yeni taşındığı bölgede 20.000 m2'lik bir alan kaplamakta ve yaklaşık 1.000 tezgâhtan oluşmaktadır. En önemli özelliği kaliteli ve ucuz tuhafiye çeşitlerinin fazlalığı olan pazar, ayrıca sebze, meyve ve diğer gıda maddeleri de sunmaktadır.
İSTANBUL
BEŞİKTAŞ SARAYI
Bir zamanlar Beşiktaş sahilinde bulunan büyük saray.
Günümüze yalnızca 18. yy sonlarında Antoine-Ignace Melling, A. de Beau-mont ve D'Ohsson albümündeki L'Espi-nasse imzalı üç gravürle gelmiş; sarayın çeşitli dönemlerde geçirdiği değişimleri bir bütünlük içinde anlamamızı sağlayacak çok fazla sayıda arşiv belgesi henüz değerlendirilmemiştir. Saray geleneksel Osmanlı saray anlayışına uygun olarak birbirine galeriler ile bağlı ya da tamamen bağımsız çok sayıda köşkten oluşuyordu. Tahta çıkan her sultan yeni köşkler eklettiği, eskilerini yenilettiği veya ortadan kaldırttığı için belgelerde kaydedilen köşklerin sayısı devamlı değişmiştir. Sarayın Osmanlı saray teşkilatım yansıttığı; enderun ve birun dairelerinin sahilde, harem dairelerinin iç tarafta olduğu anlaşılmaktadır.
Boğaziçi'nde Beşiktaş semti, II. Mehmed'den (Fatih) itibaren sultanların en çok ilgisini çeken semtlerden olmuştur. Buradaki ilk saray inşaatının II. Bayezid dönemine (1481-1512) kadar uzandığı ileri sürülmektedir. I. Ahmed döneminde (1603-1617), yeni köşk ve daireler için arazi sağlamak amacıyla Beşiktaş'ta küçük bir körfez oluşturan mahalde denizin doldurulması, bölgenin Dolmabah-çe diye isimlendirilmesine ve yöredeki Karabâli, Dolmabahçe bahçeleri ile Beşiktaş Bahçesi'nin ayırt edilmelerine yol açmıştı. En fazla rağbet edilen hasbah-çelerden biri olan Beşiktaş Bahçesi(->)
BEŞİKTAŞ SARAYI
172
173
BEŞİNCİ VAKIF HAM
Melling'in deseninde Beşiktaş Sarayı.
Voyage Pitforesgue de Constantinople et rives du Bosphore'dzn gravür, 18. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi
bu dönemden itibaren ön plana çıkmaya başlamıştır. 17. yy tarihçileri I. Ah-med'in burada önceki köşklerden daha güzel, geniş ve yedi kubbeli bir saray inşa ettirdiğini ve çıkarılan latif suyun fıskiyeli ve şadırvanlı havuzlara döküldüğünü kaydetmektedirler. Gene bu yüzyılın vakanüvislerinden olan Fındıklık Mehmed Ağa, Silahdar Tarihi'nde 1679 olayları arasında, bir zamanlar kaptan-ı deryalara tahsis edilmiş bulunan ve Ca-ğaloğlu (Cığalazade) Yalısı diye bilinen miri sarayın deniz yönündeki harem duvarı ve bu duvarın üzerindeki köşk dışında tüm harem dairesinin yıktırıldığım ve saraya ait bostandan yer alınarak on ayda bir "saray-ı dilküşa", hasoda önünde de "mücevvef (oyuk) ve sengin (taştan)" kemerler üzerinde bir "kasr-ı ziba" inşa edildiğini, ayrıca sarayın ihtiyaç gösteren kısımlarının da tamir edildiği söylemiştir, inşaat on altı ay sürmüştür. Vakanüvis Raşid Efendi'nin 18. yy'ın ikinci yarısında kaleme aldığı tarihinde ise, 1679'da IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) Beşiktaş'ta yaptırdığı saraydan bahisle sultanın inşaatı beğenmediğini, hesapları teker teker kontrol ettirdiğim ve daha az ödeme yapılmasına karar verildiğini belirtmektedir. Raşid'in saray diye söz ettiği yapının aslında tek bir kasır olduğu ve büyük bir olasılıkla I. Ah-med'in burada yaptırdığı bilinen köşkten bahsedildiği akla gelmektedir. Vakanüvis Naima 1629-1630 olayları arasında, IV. Murad'dan bahisle, I. Ahmed'in yaptırmış olduğu bir kasırda geçen bir olaya değinir; ancak kasır hakkında bil-
gi vermez. Evliya Çelebi'nin Beşiktaş Hasbahçesi'nden bahsederken çok geniş olmadığını söylemesi 17. yy ortalarında burada henüz bir saray külliyesi oluşmadığını düşündürmektedir.
IV. Mehmed zamanında yapılan inşaat ve tamirat faaliyeti, oğullan II. Mustafa (hd 1695-1703) ve III. Ahmed (hd 1703-1730) devirlerinde de devam etmiş, önce Beşiktaş Bahçesi Kasrı'mn çimlerinin onarımı için gönderilen örnekler uyarınca iznik'ten yeni çini siparişinde bulunulmuş; 1704'te hazırlanan bir müfredat defterinde görüldüğü üzere daha kapsamlı bir tamirat yapılmıştır. Bu defterde cirit meydanına bakan bir kasır ile Karabâli Bahçesi'ndeki yeni bir köşkten söz edilir. Saray özellikle III. Ahmed zamanında genişletilmiş, daha sonraları eskiyen binalar onarılmış, yeni binalar eklenmiş ve bazı mahallerin eşyaları yenilenmiştir. Bu ek binalarla sarayın büyüyebilmesi için sürekli olarak saraya komşu yalılar istimlak veya müsadere yoluyla saray arazisine katılmıştı.
18. yy'ın ilk çeyreğinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın istanbul'un harap binalarının yabancıların gözünde neden olacağı olumsuz etkileri engellemek amacıyla başlattığı imar ve onarım hareketi ve 18. yy'da Boğaziçi sahillerine gösterilen rağbet sonucu Beşiktaş Sahil-sarayı sık sık binişlere sahne olduğu gibi yaz mevsiminde saray halkının bir kısmının Topkapı Sarayı'ndan kalkarak yazlığa geldiği ve üç ay süresince yaşadığı bir mekân oldu. I. Mahmud da burada 22 sütunlu bir "kasr-ı dilârâ" inşa
ettirmişti. 1748 ve 1753'te Dolmabahçe' nin ardındaki sırtlarda servilik içinde I. Mahmud, kaynaklarda Kasr-ı Cihannü-ma, Sâyebân-ı Hümayun, Bayıldım, İftariye ve Servilik isimleriyle anılan, yerleri kesin olarak saptanamayan köşkler ve kasırlar inşa ettirmişti. 18. yy ortasından itibaren sürekli olarak onarılan ve yeni binalar eklenen saraya Beşiktaş Sarayı ya da Dolmabahçe Köşkü ve Bahçesi denilmiştir. Beşiktaş Sarayı'nm asıl önem kazanması da bu yüzyılın sonunda, III. Selim döneminde (1789-1807) olmuştur. III. Selim en çok Beşiktaş Sarayı'nda yaşamış; 1780'de ahşap sahilsarayın yeniden inşası ile Melling'i görevlendirmiş; bu sırada mevcut köşkler onarılmış ve çok sayıda yeni bina eklenmiştir. İnciciyan, lodos fırtınaları nedeniyle sık sık hasar gören sarayı hemen her yıl onarmak zorunluluğu bulunduğunu belirtmektedir.
II. Mahmud da (hd 1808-1839) zamanının büyük kısmını Beşiktaş Sarayı'nda geçirmeyi tercih edince kışın oturmaya uygun olmayan bütün yapıları yıktırmış; hassa mimarı Krikor Balyan'a 1809'da Beşiktaş Sarayı'nı yeniden yaptırmıştı. Eski Çırağan Sarayı olarak bilinen bu saray (Thomas Allom'un gravüründe görülmekte) Abdülmecid tarafından yıktırılarak 1853-1854'te yerine bugünkü Dolmabahçe Sarayı(->) yapılmıştır. Mimarı Garabet Balyan'dır. Abdülmecid ve Abdülaziz devamlı Beşiktaş'ta oturdular; Abdülaziz 1871'de şimdiki yeni Çırağan Sarayı'nı yaptırmıştı; V. Murad üç aylık padişahlığından sonra 27 yıl bu Çırağan Sahilsarayı'nda yaşadı; II. Meşrutiyet'te
meclis binası olarak kullanıldığı sırada 1910'da yanan Çırağan Sarayı yıllarca bu halde kaldıktan sonra 5 yıl önce onarılarak otel olarak kullanılmaya başlanmıştır. Beşiktaş Sarayı hem Dolmabahçe Sarayı, hem biraz ilerisinde II. Mahmud devrinde yapılmış olan "eski" Çırağan Sarayı hem de "yeni" Çırağan Sarayı ile karıştırılırken, sarayın bir köşkü olan Çinili Köşk'ün Beşiktaş Kasrı, diğer bölümlerinin ise Dolmabahçe köşkleri olarak adlandırılmaları ilgili literatürde birçok karışıklığa yol açmıştır.
S. H. Eldem, II. Mahmud'un tahta geçtikten sonra tümüyle Beşiktaş Sara-yı'na yerleşmek istemesi nedeniyle başlattığı yoğun tamir faaliyetine ilişkin olarak 1808 tarihli bir belge yayımlamıştır. Hassa mimarı Mustafa Ağa, mimar Hafız Mehmed Efendi ve yardımcıları Foti Komyanos, Yorgi ve Todori kalfalar tarafından hazırlanan bu keşif defterinde harem, seferli ağalar, bostancıbaşı ağası, mabeyinci ağalar, kozbekçiler, zülüflü baltacılar, hekimbaşı, kuşçular daireleri; Balıkhane Kasrı, Kafesli Köşk, Mabeyn Köşkü, Mermer Köşk, valide sultan dairesi, Çinili Köşk ayrıca biri küçük diğeri büyük iki mutfak, hamamlar, iskeleler, ahırlar, havuzlu bahçeler ve bir cami gibi çok sayıda yapı kaydedilmiştir. Bu yapılardan bazılarını eşzamanlı sayılabilecek D'Ohsson ve Melling albümlerindeki gravürlere dayanarak tanımlamak mümkün olmaktadır. Öncelikle Eldem'in yayımladığı, 1853-1854'te Dolmabahçe Sarayı tamamlanmak üzere olduğu sıralarda James Robertson'un çektiği bir fotoğraf, Balyanlara tahsis edildiği için henüz yıkılmamış olan Çinili Köşk'ü gösterdiğinden, sarayın tam yerini tespit etmek mümkün olmaktadır. Çinili Köşk'ü esas alarak deniz tarafında da ağalar koğuşu, valide sultan dairesi, bu dairenin her iki tarafında denize paralel uzanan -fevkani tarik denilen- galeri, hasoda veya Mermer Köşk, kameriydi mehtap bahçesi, Balıkhane Kasrı, Kafesli Köşk ve mabeyin iskelesini belirleyebiliyoruz.
Sarayın Beşiktaş yönündeki ilk yapısı Çinili Köşk(->) idi.
Çinili Köşk'ten hemen sonra ağalar koğuşu gelmektedir. Bu yapının uzun kenarını kapattığı, kısa kenarında ise Çinili Köşk'ün yer aldığı rıhtım, karşı kenarda bir ahşap bölme duvarıyla sarayın sultan ve maiyetine ait bölümlerinden ayrılmaktadır. Bu bölümün ilk yapısı muhtemelen ağalar koğuşu ile bağlantılı mabeyin dairesi olmalıdır. Bu daireden bir galeri ile III. Selim'in annesi Mihrişah Sultan için yapılmış olan valide sultan dairesine geçilmekteydi. Melling gravürle ilgili açıklamasında, galerinin sol ucunda bulunan valide sultan dairesinin kendi eseri olduğunu, ahşap köşkün İyon başlıklı sekiz mermer sütun tarafından taşındığım ve rıhtım boyunca yerleştiğini belirtmektedir. Valide sultan dairesinin diğer yanında, bu yöndeki yapılara geçişi sağlayan bir başka galeri ve bunun üzerinde, arkadaki harem daireleri-
ni gizleyen kafesli bir bahçe duvarı vardı. Bu bölümün ve valide sultan dairesinin önünde Melling'in yaptığı 300 adım uzunluğunda mermer tırabzanla çevrili bir rıhtım bulunmaktaydı.
Valide sultan dairesinden sonra gelen yapı her iki gravürde de ayırt edilebilen, Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa'nın Çinili Köşk ile birlikte taş kemerler üzerine inşa edildiğini söylediği hasodadır. Dört zarif sütun üzerine oturtulan divanhane iki yanındaki odacıkların önüne çekilerek üç sofalı plan tipinin bir başka uygulaması gerçekleştirilmiştir. Alt katta divanhaneyi taşıyan sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanarak yarıaçık bir mekân oluşturulmuştur. Sultanı saraya getiren ve götüren kayıkların buraya yanaştığı anlaşılmaktadır. Melling albümünde köşkten sultanın özel dairelerine ve hareme geçiş olduğu belirtilmektedir. Sonraları hasoda, Mermer Köşk olarak anılmaya başlamıştır. S. H. Eldem, Todori Kalfa tarafından hazırlanıp II. Mah-mud'a sunulan Mermer Köşk'e ya da Mabeyn Köşkü'ne ait olduğu sanılan bir plan yayımlamıştır.
Hasoda'dan sonra sık kafesle çevrili bir bahçe duvarı ve bir ucunda, deniz üzerinde kazıklara oturtulmuş küçük ahşap bir .köşk görülür; bu kameriyeli mehtap bahçesinin köşkü olmalıdır. Bir başka köşk, Balıkhane Kasrı da, daha ileride gene deniz üzerinde kazıklara oturtulmuştur. Boğaziçi ve Haliç sahil-saraylarında sık görülen balıkhanelerde sultanlar, yapının döşemesi üzerinde denize açılan bir kapaktan balık tutarlardı. Sarayın son yapısı olan Kafesli Köşk de deniz üzerine kazıklara oturtulmuştur. Yapının biri daha büyük olan iki çıkması bulunmaktadır.
Beşiktaş Sarayı'nm harem dairesi ise sahilde sıralanmış bu yapıların arkasında, bir bölümü yüksek ağaçların bulunduğu bahçenin arkasında gizlenmiş binalar olarak görülmektedir. Harem yapılarının şehir evlerinin karakteristiklerini taşıdıkları, ancak pencerelerinin daha yüksek ve kafeslerinin çok daha sık olduğu kaydedilmiştir.
Adı geçen görsel kaynaklarda kaydedilmeyen saray mutfakları, kiler, hazine, baltacılar dairesi, bostancı odaları, mes-cit(ler), hamam(lar) gibi mekânların arşiv belgelerinin Osmanlı saray düzeni göz önüne alınarak değerlendirilmesiyle sağlıklı bir biçimde tanımlanabilmesi mümkün olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |