Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə36/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   134

BERNARD, KARL AMBROS

158

159

BEŞÇEŞME

Ahmed, Levni, Abdülhak Hamit, Tanburi Cemil gibi, akla gelebilecek semtlerden ve İstanbul'un ünlü ve tarihsel kişilerinden söz edilir. Şiirlerdeki Bizans, Ceneviz, Galata, İustinianos, Aya İrini, İsa, Yahudiler de yer alır. Berk bu kitabında İstanbul'a bir başka açıdan bakmış olan



ESKİ BİR SEVGİLİ TARLABAŞI ONUN ÜZERİNEDİR, II

Tarlabaşı sokaklarının, insanlarının gözüne uyku girmez. Bütün gün bütün gece ordan oraya gidip gelirler. Hem sokaklarla insanların ayrı gayrdan da yok-' tur. Bu, Tarlabaşı'nın küçük büyük bütün sokakları için böyledir. Sokaklar insanlarını, insanlar da sokaklarını düşünmeden edemez: Birlikte yaşarlar, birlikte yatıp kalkarlar. Bir yazgı. (Böyle de diyebiliriz buna.)

Sokaklar sokağı küçük, sessiz Halepli Bekir Sokak, Salih Tozan'm dönüşünü bekleyecek, bu güzel insanın geçişini seyredecek, öyle yatacaktır. At arabacısı Pandelli Muskari'nin öksürüklerine de kulak kabartacaktır. "Çok öksürüyor," diye de içinden geçirecektir. Dabrukacı Hasanaki'nin soluğunu da bir yana atayım demeyecektir. Değil mi ki o bu sokağın tek dabrukacısıdır ve de buranın en eskisidir, onu da düşünmelidir öyleyse. Sonra da derinden derinden gelen Madam Sofiya'nın şarkısını da dinleyecektir elbet. TATLI BADEM, HALEPLİ BEKİR, ÇUKUR ZERDALİ, KADIN ÇIKMAZI, TİRŞE, AYVA, ERİK SOKAKLARI

Ya Çukur Zerdali (dünyada bu kadar güzel başka bir sokak adı var mıdır?) Sokağı? O, l numaradaki Refika Suna'nın matametik ödevini bitirmesini bekleyip öyle dünyasına çekilecektir. Onun düşlerini süslemek için de gökten balonlar, dönmedolaplar, kâğıt kuşlar indirecek, havafişekleri atacak, bayraklar sallayacaktır. Sonra da Ziya Metin'in lambasının ışığının sönmesini gözleyip (bu gece kuşunun) öyle dalacaktır uykusuna (değil mi ki o bu sokağın en yalnızıdır).

Ama Tarlabaşı'nın asıl gözüne uyku girmeyen sokakları Solak Kadın Çıkmazı, Tirşe, Fıçıcı Abdi, Erik (işte dünya güzeli bir sokak adı daha) Kurdele (Tarlabaşı sokakları saymakla bitmez, hem buraya yine geleceğiz) Sokaklarıdır. Bu-yük, Küçük Ziba Sokaklarından boşanan sarhoşlar, serseriler, çulsuzlar, yerden-bitmeler, çapulcular, uçkursuzlar, bücürler, şizofrenler, bobstiller, haytalar bu sokaklara uyku dirlik tanımazlar.

Ya Ayva (teşekkür Ayva), Tatlı Badem (sana da teşekkür, Tatlı Badem), Cezayirli Hasan Sokakları mı? Onlar zaten dünyaya ayakta gelmişlerdir. Gece gündüz dönüp dururlar. Bir uyur-gezerdir sanki onlar. Ama bu sokakların yine de uykusuzu Şair Adam Mickiewicz'dir. Bu sürgün şairin hayaleti hâlâ her akşam evinin odalarını arşınlamaktan geri kalmaz. Hem sürgünlüğün ne menem şey olduğunu ondan iyi kim bilebilir? (Şairlik biraz da böyle bir şey midir?)

Tatlı Badem Sokağı'nın (No. 25) bu ünlü Polonyalı uykusuz şairi gibi, Tarlabaşı Sokaklarının iki şairi daha vardır: Cahit Sıtkı ve Cahit Irgat, Cahit Sıtkı'nın gençliği biraz da Tarlabaşı'dır. Bu büyük uykusuz her şeyi, yaşamın, aşkın, ölümün üstüne gide gide öğrenecektir. Bekâr odasının penceresi de sabahlara kadar bunun için açıktır. Tarancı gibi büyük uykusuzlardan biri de Cahit Irgat'tır. Tarlabaşı Sokaklarının bu üç uykusuzuna Erik Sokaklı Dul Madam Thedosia'yı da katmalıyız. Onu uyutmayan ise gençliği, kral sofraları gibi olan gençliğidir: Her gece bir kitap gibi okuduğu gençliği! Ya yine bu sokağın Diş Hekimi Kri-ton Vasiliadis? Vasiliadis sanki bu dünyaya kedisiyle gelmiştir, onun ölümüyle de dünyası kapanmıştır. Bu insanlara ilk cazcımız, klarnetçi Hrant Lusikyan'ı da eklemeliyiz. (Şimdi nerde midir? Sırp Pırgiç Ermeni Hastahanesi'nde.)

Ya Tarlabaşı'nın asıl büyük uykusuzu mu?

O bu sokakların gece bekçisi elbet.

TARLABAŞI SOKAKLARININ GECE BEKÇİSİ Ben Basma Tulumba Sokağı'nın bekçisi Uyuyanların uyumayanların bekçisi Geçen günlerin geçmeyen günlerin bekçisi Ben Basma Tulumba Sokağı'nın bekçisi Ben Sakızağacı Sokağı'nın bekçisi Bir anam vardır seçme kömür gibi Bir oğlum vardır su yollan gibi Ben Sakızağacı Sokağı 'nın bekçisi Ben Karanlık Bakkal Sokağı 'nın bekçisi Bir karım vardır pamuklar gibi Bir kızım vardır Buldan bezleri gibi

Ben Karanlık Bakkal Sokağı'nın bekçisi

& y ilhan Berk, Pera, ist., 1990, s. 51-53

Berk'in gözde semtleri Beyoğlu (Pera) ile Galata'dır. 1976'da yayımlanan Atlas adlı şiir kitabında yer alan "İstanbul I-II-III-IV" başlıklı şiirlerde Haliç (Bizans İstanbul'u ile Osmanlı İstanbul'u iç içedir), Boğaziçi (Üsküdar, Beşiktaş, Tophane, Kız Kulesi), Kilyos, Çamlıca, III.

Yahya Kemal'i de bir şiirine konu eder. Kül (1978) adlı kitabında da İstanbul ağırlıklı şiirler vardır. Bu kitapta yine Beyoğlu yakasındaki bazı semtler ve sokaklar Berk'in şiirlerine konu hattâ ad olur (Taksim, Abdülhak Hamit Caddesi, Markiz, Galata'mn Eski Bir Sokağında). Son dönemlerin "İstanbul sanatçısı" diyebileceğimiz sanatçıları anlatılır (Sait Faik, Cihat Burak, Ece Ayhan, İlhan Berk). Deniz Eskisi / Şiirin Gizli Tarihi (1928) ve Delta ve Çocuk (1984) adlı kitaplarında İstanbul'a doğrudan pek az değinilir (Bir İstanbul şairi olan Behçet Necatigil için bir şiir vardır). 1985'te yayımlanan ve Abidin Dino'nun resimlediği Galata ise "Pes İstanbul Olmasa Biz Ne Yapardık" öndeyişi ile başlar. Çeşitli resimlerin, minyatürlerin ve haritaların da yer aldığı kitapta ana konu Galata'dır. Çeşitli yazarlardan alıntılarla Galata'mn tarihsel ve toplumsal yapısına değinilir. Birinci bölümde Galata Kulesi çevresi, Tünelbaşı anlatılır; ikinci bölümde Yüksekkaldırım ve çevresi; üçüncü bölümde Galata'mn deniz kıyısı, Ka-raköy ve.Tophane anlatılır. Şair Galata'mn tarihini verirken semti bir canlı gibi kabul ederek "yaşamı" der. Altı kitaptan oluşan Pera (1990) adlı kitapta Talimhane, Taksim, Park Otel, Sıraselviler, Tarlabaşı, Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi), Tepebaşı, Asmalımescit ve Meşrutiyet Caddesi'nin yamsıra sokaklardan, insanlardan, pasajlardan (geçitlerden) söz edilir. Çeşitli resimlerin de bulunduğu bu kitaptaki şiirler şiirimsi düzyazılarla beslenir. Gerçekte bu son iki kitap şiir-düzyazı arası anlatıları içerir. İlhan Berk' in Galata'sı ve Pera'sı somut kaynaklardan (tarih, belgeler, yapılar, yaşayan kişiler ya da yaşamöyküleri) yola çıkılarak anlatılmakla birlikte kurgusal bir hava da taşır. Bu kurgusallık tarihsel ve toplumsal gerçeklere aykırı düşmez. Ancak anlatıma tarihsel bir metin tadı verir. Berk'in anlattığı Beyoğlu yakası (Pera ve Galata) var olan, tarihsel bir geçmişi o-lan bir semtle aynı semtin şairin zihninde canlandırılan biçiminin bileşiminden

ortaya çıkmış gibidir.

ERAY CANBERK

BERNARD, KARL AMBROS

(19 Aralık 1808, Starkenbach [bugün Çek Cumhuriyeti'nde Jilemnece] - 2 Kasım 1844, İstanbul) Avusturyalı hekim. Adı Türkiye'de daha çok Fransızca yazı-mıyla Charles Ambroise Bernard olarak tanınır. Saaz'da lise öğrenimim tamamladıktan sonra Prag Üniversitesi'nde felsefe okudu. 1838'de Viyana'daki Josep-hinum Askeri Tıp ve Cerrahi Akademi-si'ni bitirdi.

II. Mahmud'un Mekteb-i Tıbbiye'de öğretimi düzenlemek için, Viyana elçisi aracılığıyla, iki askeri hekim istemesi üzerine Avusturya hükümetince bu görev için K. A. Bernard ve Jakob Anton Neuner seçilmişlerdir. K. A. Bernard yanında J. A. Neuner ve eczacı Anton Hof-mann olduğu halde 11 Kasım 1838'de

Tireste'ye varmış, oradan da vapurla İstanbul'a hareket etmiş ve 3 Aralık 1838' de İstanbul'a gelmiştir.

Bu hekimlerden J. A. Neuner saray hekimliği, K. A. Bernard ise Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane müdürlüğü ve hocalığı ile görevlendirilmiştir.

K. A. Bernard okulu kısa sürede Viyana'daki Josephinum Askeri Tıp Mekte-bi'ni örnek alarak, düzenlemiş, iki bölümle üç sınıf oluşturmuştur. Bunlar "sec-tion preparatoire" (hazırlık bölümü) ile "section medicale" (tıp bölümü), "classe de pharmacie" (eczacı sınıfı), "classe de chirurgie" (cerrah sınıfı) ve "classe deş sages femmes"dir (ebe sınıfı).

Mekteb-i Tıbbiye'nin ilk öğrencilerini Tıphane ve Cerrahhane'den naklen gelen 180 kadar öğrenci oluşturmuştur. K. A. Bernard bunları Fransızca dil bilgilerine göre bölüm veya sınıflara yerleştirmiştir. Klinikler, laboratuvarlar, kitaplık ve botanik bahçesinin düzenlenmesinden sonra, 14 Mayıs 1839 günü, II. Mahmud'un bir konuşmasıyla Mekteb-i Tıbbiye resmen öğretime başlamıştır.

K. A. Bernard okulda yöneticilikten başka botanik, dahiliye ve cerrahi dersleri de veriyordu. Görevde bulunduğu altı yıllık süre içinde tıp alanında dört tane de kitap yayımlamıştır.

K. A. Bernard Mekteb-i Tıbbiye'deki öğretim üyesi sayısını artırdı. Fizik, tabiat, tarihi botanik ve anatomi koleksiyonları oluşturdu. Zengin bir kitaplık kurdu ve çok sayıda tıbbi alet ve malzeme sağladı. Onun sıkı disiplin anlayışı ve bilim alanındaki gelişmeleri aşılama tutkusu öğrencilerinde bilim aşkının uyanmasını sağlamıştır. Bu konu K. A. Bernard'ın Türk tıp ilmine yaptığı katkıların en büyüğü olarak kabul edilebilir.

K. A. Bernard Türkiye'de modern tıp ve eczacılık eğitiminin hakiki kurucusudur. Bu alanda yaptığı üstün hizmetler ve eriştiği başarılar nedeniyle I. Abdül-mecid tarafından "imtiyaz nişanı" ile ödüllendirilmiştir.

K. A. Bernard diş çekilmesi nedeniyle oluşan bir enfeksiyon sonucu 36 yaşında iken ölmüştür. Mezarı eskiden Avusturya Sefareti'nin şapeli olarak kullanılan Be-yoğlu'ndaki Santa Maria Draperis Kilise-si'nin duvarındaki dehlizdedir.



Bibi. M. Skopec, "Galatasaray'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin Yaratıcısı ve Ruhu Kari Ambros Bernard'ın Hayatı ve Eserleri", Türk-Avusturya Tıbbi İlişkileri, ist., 1987; A. Terzi-oğlu, "Başlangıcından Bugüne Kadar Türk-Avusturya Tıbbi ilişkilerine Bir Bakış", ae; S. Ünver-E. Bilger, "Tam Bir Asır Evvel İstanbul Tıbbiye Mektebinde Avusturyalı Bir Muallim-i Evvel, Dr. C. A. Bernard", İÜ Tıp Fakültesi Mecmuası, III (1940), s. 1420 vd; S. Eyice, "Mekteb-i Tıbbiye'nin İlk Müdürü Dr. Bernard'ın Mezarı", TD, II/3-4 (1952), s. 89-96.

TURHAN BAYTOP



BERNHARDT, SARAH

(23 Ekim 1844, Paris - 26 Mart 1923, Paris) Fransız tiyatro oyuncusu. 1862' de başladığı oyunculuk yaşamını Odeon ve Comedie-Français gibi ünlü tiyat-

rolarda sürdürdü. 1880'de kendi adına kurduğu gezici toplulukla ününü Fransa dışına yaydı. Birçok kez Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika'ya turneye çıktı. Bu turneler sırasında dört kez de İstanbul'a geldi.

Bernhardt'm İstanbul'a ilk gelişi 1888' dedir. Beyoğlu'nda Fransız Tiyatrosu'n-da temsiller veren Bernhardt, büyük ilgi toplamış, tiyatroya ek sandalyeler yerleştirilerek bu ilgi karşılanmaya çalışılmıştı. 1893'teki ikinci gelişinde Beyoğ-lu'ndaki Verdi Tiyatrosu'nda sahneye çıkmış, Kamelyalı Kadın, Tosça, Phedre oyunlarını sergilemişti. 1904'teki turnesinde beraberinde Suzanne Leduc, Pier-re Magnier gibi ünlü sanatçılar da vardı. Bernhardt bu gelişinde Fransız elçisi aracılığıyla saraya da davet edilmiş, Yıldız Sarayı Tiyatrosu'nda bir temsil vermişti. 1908'deki dördüncü ve son gelişi de her zamanki gibi yankılar uyandırmış, Bernhardt basın ve tiyatro dünyasının ilgi odağı haline gelmişti.

İSTANBUL


BERTRANDON DE LA BROQUIERE

(1400 ?, Toulouse - 9 Mayıs 1459, Lüle) Fransız gezgin. Gaskonyalı bir küçük asilzadedir. Bilinen yaşamı, Burgonya dükü III. Philippe'in (1419-1467) hizmetinde geçmiştir. Adı ilk defa 1421'de geçer ve 1423'ten beri dükün gizli ajanı olarak çeşitli görevlerde kullanılır. Bu görevlerin en önemlisi, yeni bir Haçlı seferi olanaklarını değerlendirmek amacıyla 1432-1433 arasında Ortadoğu'da yaptığı yolculuktur.

Şubat 1432'de hacı kılığında, o tarihte Burgonya düküne ait olan Gand kentinden (bugün Belçika'da) yola çıkar. Roma üzerinden Venedik'e gelerek hacı gemisine binip Rodos ve Kıbrıs üzerinden Yafa'ya ve oradan Kudüs'e varır. Kutsal yerleri ziyaret ettikten sonra yeniden denizyoluyla Beyrut'a oradan Şam'a geçer. 9 Ekim'de bu kentten hareket e-derek Antakya ve Adana'ya ve oradan Karamanoğulları ülkesine geçer. Burada bir tüccar kervanına katılarak Osmanlı ülkesine doğru yol alır. İlk uğrak yeri Afyon'dur, oradan Kütahya üzerinden Bursa'ya gelir. Bursa'dan bugünkü Bur-sa-İstanbul yolunu izleyerek 1432 sonlarında İzmit üzerinden Üsküdar'a varır. Bu tarihte Üsküdar Türklerin elindedir ve karşı yakaya geçenlerden para alırlar.

Bertrandon, Üsküdar'dan Ceneviz kolonisi Pera'ya (Galata) geçer. Burada Cenevizliler, Rumlar ve Yahudiler Türk korkusuyla yaşarlar. Türklerin elinden kaçan bir köle burada barınamaz, sahipleri gelip alırlar. Ertesi gün İstanbul'a geçen gezgin, Roma kadar büyük, ancak suriçinde boş yerlerin dolulardan fazla olduğu ve sanki köylerden meydana gelmiş bir kent bulur. Ayasofya'da bir ayini ve dinsel bir gösteriyi izler. Bu, ortaçağda, Batı'da görülen ve "mystere" denilen dinsel gösterilerinin son dönem

Bizans Ortodoks kilisesinde de yer aldığını gösteren ilk ve son tanıklıktır. Bunlardan başka Hippodrom'u, Ayasof-ya'nın önünde dikilmiş olan İustinianos Sütunu'nu ve Heykeli'ni, Pantokrator (Zeyrek) Kilisesi'ni, Havariyim ve Bla-hernai kiliselerini görür. Bu sonuncusu bir yıl sonra yanacaktır.

İstanbul'da her ülkeye ait tüccarlar gelir ve alışveriş yaparlar, ancak en önemlileri Venediklilerdir. İmparator sarayındaki bazı gösterileri de izleyen Bertrandon 23 Ocak 1433'te İstanbul' dan ayrılır. Bizanslıların elinde olan Rhegium (Küçükçekmece), Athyra (Büyükçek-mece) ve Selembria'dan (Silivri) geçerek Çorlu'da Osmanlı topraklarına ulaşır. Buradan Edirne'ye geçerek, Edirne Sarayı'nda II. Murad'la karşılaşır. Batı Trakya'da yaptığı bir gezintiden sonra 12 Mart'ta Edirne'den yola çıkarak Sofya, Niş, Belgrad, Budapeşte ve Viyana yoluyla Burgonya'ya döner.

1453'te İstanbul'un alınmasından sonra Türklere karşı Haçlı seferleri projeleri yeniden gündeme geldiğinde Burgonya dükü, Bertrandon'dan seyahat günlüğünü kaleme almasını diler, ancak bu günlük ilk olarak 1804'te basılmıştır. Tek açıklamalı baskısı ise Le Voyage d'Out-remer de Bertrandon de la Broquiere adıyla Charles Schefer tarafından 1892' de yapılmıştır.

Eserin III. Philippe'e sunulmuş asıl nüshası bugün Paris'teki Bibliotheque Nationale'dedir. Bu nüshada yer alan bir minyatür Türklerin İstanbul'u kuşatmalarını betimler. Minyatürde Türk kadırgalarının karadan Halic'e indirilişi ile Halic'in kuzey ucunda fıçılar üzerine kurulan köprü de gösterilmiştir.

Bibi. J. Ebersolt, Contantinople byzantine et leş voyageurs du Levant, Paris, 1918; N. lor-ga, Leş Voyageurs français dans I'Orient Eu-ropeen, Paris, 1928; Yerasimos, Voyageurs; S. Eyice, "Bertrandon de la Broquiere ve Seyahatnamesi" İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, VI/1-2, 1975; ay, "Bertrandon de la Bro-quiere", DİA, V, 523-524.

STEFANOS YERASİMOS



BEŞÇEŞME

Maltepe İlçesi'nde, rıhtım tarafında, Eski Belediye Sokağı ile Beşevler Sokağı'nın kesiştiği köşede yer alır.

Eski Belediye Sokağı, Beşevler Sokağı ve Keresteci Sokağı'nın açıldığı küçük bir meydana bakan bu çeşmenin yapılış tarihi ile kim tarafından yaptırıldığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Görünümü itibariyle 19. yy sonları veya 20 yy'ın başlarına tarihlendirilebilir. Maltepe ve çevresinde başlatılan bazı imar faaliyetleri de bu tarihlere rastlamaktadır.

Beş cepheden oluşan çeşmenin bir yüzü Eski Belediye Sokağı'na, üç yüzü Beşevler Sokağı'na, bir yüzü ise pahlan-mış köşede olup' meydana bakmaktadır. Eski Belediye Sokağı'na bakan cephede çeşme yalağı bugün mevcut değildir. Diğer dört cephede birer taş yalak bulunur. .



BEŞİK AIAYI

160

161

BEŞİKTAŞ

Başlangıç noktaları içe doğru çekilmiş basık kaş kemerli bir niş şeklinde düzenlenmiş olan çeşme cephelerinde, aynalıklar mermer kaplamadır. Her cephede birer tane musluk bulunur.

Cepheleri ayıran kenarlarda dışa taşkın hafif kavisli silmeler mevcuttur. Bunlar pahlanmış olan köşedeki cephenin iki yanında daha belirgindir.

Kesme taş malzeme ile yapılmış olan çeşmede her cephe üzerinde bir kitabe-lik yer boş bırakılmıştır. En üstte bir dizi diş kesimi ile son bulan çeşme dikdörtgen bir hazneye sahiptir.

Yakın zamanda Maltepe Belediyesi tarafından cepheleri onarılan çeşme kullanılır durumdadır.

REZAN ÇELEBi



BEŞİK ALAYI

17. yy'dan başlayarak sarayda doğan her şehzade ve sultan (kız) için düzenlenmesi gelenek olan tören. Valide sultan ile sadrazam, ayrı ayrı alaylarla tebrikte ve hediye sunuşlarında bulunurlardı. Bu gelenek, istanbulluların "beşik çıkması" dedikleri halk âdetinin saraydaki uzantısıydı. I. Ahmed'den (hd 1603-1617) Abdülaziz'e (hd 1861-1876) kadar yinelendi.

Tahttaki padişahın, haseki, kadıne-fendi, ikbal vb sanlar taşıyan eşlerinden doğumu yaklaşan için, valide sultanın, yoksa hazinedar ustanın girişimiyle hazırlıklar yapılırdı. Haremde bir oda, al renkli halılarla döşenir, süslenir ve lo-husa yatağı hazırlanırdı. Oda, göz kamaştırıcı biçimde, inci, sırma, pul, tırtıl, saçak, kordon, şerit işlemeli örtüler, yastıklar, minderler, taht biçimli koltuklar, köşe sedirleri, perdeler, yatak ve yorgan örtüleriyle donatılırdı. Odada gümüş leğen, ibrik, sübek, hamam tası ile duvara asılı murassa keseli Kuran, mücevherli nazarlıklar da bulunurdu.

Viladet-i hümayun denen yeni şehzade veya sultan doğumunu darüssaade ağası, oda lalası aracılığı ile silahdar ağaya bildirir, o da padişaha müjde verdiği gibi, enderunda kurbanlar kestirir, sarayın Top Kapısı'ndan her gün beş kez top attırtarak doğumdan kenti de haberdar ederdi. Top atışları, şehzadeler için



Beşçeşme

Ahmet Vefa Çobanoğlu, 1993

yedi, sultanlar için beş gün sürerdi. Tellallar kent sokaklarında doğumu ilan ederler; çarşılar, bedestenler, konaklar, yeniçeri odaları süslenir, geceleri de donanmalar yapılırdı. Sarayda, enderun ve harem dairesinde üç gün üç gece boyunca "serbestlik" denen eğlenceler düzenlenir, cariyeler, gündüz saatlerinde ve akşamları, türlü kıyafetlere girerek erkek taklitleri, temsiller, oyunlar sergilerlerdi. "Sarayda elçi kabulü", "hırsızın falakaya yatırılması" vb başlıca temsillerdi. Bâb-ı Hümayun'dan Orta Kapı'ya değin iki taraflı renkli bayraklar, kumaşlar, kapılara aynalar, süsler, bayraklar asılır, enderun odalarına mahyalar kurulur, doğan bir şehzade ise kubbelere savaş sancakları asılırdı. Mahyalarla "mübarek bâd", "saadet bâd" yazılması âdetti.

Tüm bunlar beşik alayının ayrıntılarıydı. Doğum, İstanbul halkına duyurulduğu gibi imparatorluğun her tarafına da Anadolu'ya ve Rumeli'ye üçer koldan fermanlar gönderilerek durum bildirilir ve tüm kadınlar, gelen haber üzerine sicile doğum olayını yazarlar ve kentlerde viladet şenlikleri düzenlenirdi. Diğer yandan dönemin ozanları da doğum için, sanatlı dizelerle tarihler düşürürlerdi.

Doğum günü, saraydan sadrazama, şeyhülislama, kaptan-ı deryaya, yeniçeri ağasına, reisülküttaba, defterdara hatt-ı hümayunlar yazılır, onlar da kendilerine düşen görevler için harekete geçerlerdi. Sadrazam ve vezirler, ertesi gün saraya gelip padişahı kutlarlardı. Saray baltacıları ise hazinedar ustanın yazdığı davetiye tezkirelerini, gümüş, billur, çini sürahilere doldurulmuş lohusa şerbetleriy-le devlet erkânının konaklarına götürürlerdi. Bundan sonra istanbul, bir bayram ve şenlik havasına girerken art arda iki beşik alayı yapılır, halk bunları ilgiyle izlerdi.

İlki olan valide beşik alayı, doğumun üçüncü veya dördüncü günü yapılırdı. Sarayda hazırlanan gümüş kabaralı özel beşik, bir gün önceden Eski Saray'a gönderilir, ertesi gün burada toplanan kethüda bey, mir-i âlem, sultan kethüdaları, haremeyn evkafı görevlileri bir kortej oluştururlar, valide sultan kahvecibaşısı-

nın, ikinci ve üçüncü kahvecibaşıların taşıdıkları beşik, puşide (beşik örtüsü) ve yorgan, Bayezid Camii, Buğdaycılar Kapısı, Divanyolu, Destereciler, Ayasof-ya, Acemioğlan Kulluğu, Dörtyolağzı güzergâhından saraya getirilir, alay Orta Kapı'ya ulaşınca atlardan inilir, yaya olarak İkinci Yer'e geçilir, beşik takımını, kahvecibaşı, haremin Araba Kapısı'n-da valide sultan başağasına, o da darüssaade ağasına teslim ederlerdi. Darüssaade ağası, alaya katılanlara hediyeler ve bahşişler dağıtırdı.

İkincisi olan sadrazam beşik alayı, daha göz kamaştırıcı ve görkemli bir törendi. Doğumun altıncı günü 'yapılması âdetti. O gün, devlet erkânının eşleri de saray haremine giderek lohusa hasekiyi ziyaret ederlerdi. Doğum haberini resmen haber alan sadrazam, bir dizi hazırlıklarla birlikte ya Hazine-i Hümayun'da-ki çok değerli bir beşiği getirtir veya puşide ve yorganla bir de beşik yaptırtır, bunlar, gümüş, altın, inci, elmas vb ile işlenirdi. Fakat çoğu zaman, saray hazinesinde saklanan beşik ve puşideler bu törenler için emaneten alınıyordu. Alaydan bir gün önce sadaret kethüdası törene katılacakları davet ederdi. Ertesi gün belirlenen saatte Paşa Kapısı'nda toplananlarla görkemli bir alay korteji oluşturulurdu. Kortejin birinci grubunda Di-van-ı Hümayun çavuşları, sadaret iç ağalan, çavuşlar kâtibi ile çavuşlar emini, gedikli müteferrikalar ve gedikli çavuşlar, bölükbaşı, sadaret kapıcılar kethüdası, selam ağası; ikinci grupta çok sayıda yemiş ve çiçek tablalarını taşıyanlar; ü-çüncü grupta telhisçi, bostancı karakulağı, teşrifat halifesi, teşrifat kesedarı, teşrifatçı efendi, sultan kethüdaları; dördüncü grupta, beşik örtüsünü taşıyan .sadaret mehterbaşısı ile örtünün dört ucundan tutan çukadarlar, başının üstünde beşik yorganı ile ikinci çukadar, beşiği taşıyan başçukadar (eğer doğan çocuk erkekse beşiğin başına bir de sorguç iliştirilmiş olurdu); beşinci grupta sadaret kethüdası tek olarak, en arkada ise mehter takımı yer alırdı. Mehter takımının çaldığı müzik ve ilahilerle Paşa Kapısı'ndan çıkıp Divanyolu'ndan saraya gelen alay, ilginç bir görünüm sergilerdi. Bu alayın, yürüyen bir çiçek bahçesi ve orkestra görünümünde olması, İstanbulluların alayı izlemeye koşmalarına bir nedendi. Özellikle çiçek tepsi ve sepet-leriyle şekerlemelerin geçişi herkesi heyecanlandırırdı. Alay günü, İstanbul'da her türlü eğlence ve şenlik serbest olur, sokaklar ve çarşılar insanlarla dolup taşar, evler, konaklar, yalılar birbiriyle yarışırcasına süslenirdi.

Sadrazam beşik alayı saraya geldiğinde, beşik, örtü ve yorgan, darüssaade ağası tarafından törenle teslim alınarak doğruca padişaha götürülür, padişah da hareme, hasekisinin odasına götürülmesi buyruğunu verirdi. Bundan sonra lo-husamn yattığı merasim odasında ziyaret töreni başlardı. O gün sadrazamın konağında toplanan vezir ve rical eşleri,

arabalarla saraya gelirler ve haremin Araba Kapısı'ndan içeriye alınırlardı. Merasim odasında başköşede valide sultan, iki yanındaki yüksek sedirlerde sultan efendiler, padişahın hasekileri, ikballeri otururlarken, dışarıdan gelen konuklar, sırayla içeriye girerler, valide sultanı saygıyla selamlayıp lohusanın yorganının ucunu öperler ve mor kadife kaplı yer minderlerine ilişirlerdi. Bu sırada sadrazamın gönderdiği beşik takımı da getirilir, herkes ayağa kalkar, ilkin valide sultan, daha sonra sırayla diğer sultanlar ve kadınlar birer avuç altın serperler, ebe dua eder, çocuk usulen beşiğe konur ve tekrar annesinin kucağına verilirdi. Bundan sonra davetliler lohusaya ve çocuğa hediyelerini sunarlardı. Törenden sonra vezir ve erkân eşleri üç gün süreyle haremde, kadınefendi dairelerinde konuk edilirler ve harem eğlencelerini izlerlerdi.

Beşik alayları, sadrazam ve vezirler için ağır masraflar gerektirir, özellikle de kimi padişahların çok sayıda hasekileri ve ikballeri bulunduğundan, sarayda doğum eksik olmaz, doğan çocukların pek azı yaşayabildiği halde hepsi için bu tören mutlaka yinelenirdi.

Beşik alayı geleneği, Abdülaziz döneminde yetişkin şehzadelere ayrı daireler, saraylar edinip aile kurmalarına izin verildikten sonra bırakılmıştır.

Bibi. Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, İst., ty, s. 40-41, 53-56; Tayyarzâde Ahmet Ata, Tarih-i Ata, İst., ty, I, s. 250; Uzunçarşılı, Saray, 167-171; Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985, s. 70-83; Ş. Rado, Âdetler ve Âletler, İst., 1987, s. 13-14; Büngül, Eski Eserler, 58; Tap-kapı Sarayı Arşivi, (Beşik alımı ve masraflarına ilişkin belgeler), no. E-2559, D-3392, (Ab-dülmecid dönemi).

NECDET SAKAOĞLU



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin