Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə37/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   134

BEŞİKÇİZADE TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Davutpaşa'da, Nevbahar Mahallesi'nde, Topçu Emin Bey Çıkma-zı'nda yer almaktadır.

Nakşibendî tarikatından Beşikçizade Şeyh el-Hac Süleyman Efendi (ö. 1799) tarafından 18. yy'm ikinci yansında tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mesken olarak kullanılan harap binanın mimari özellikleri 19. yy'm ikinci yarısı içinde yenilendiğini kanıtlamaktadır.

Beşikçizade'den sonra yerine halifesi Şeyh Hafız Mehmed Tahir Efendi (ö. 1817) geçmiş, daha sonra, devrinde İstanbul'un ileri gelen Halvetî şeyhlerinden Beypazarlı el-Hac Ali Efendi (ö. 1819) postnişin olmuştur. Adı geçen şeyh, Halvetîliğin Çerkeşî kolunu kuran Çerkeşî Seyyid el-Hac Mustafa Efendi' nin halifesi, aynı tarikatın İbrahimî kolunu kuran, 19. yy'm en nüfuzlu sufile-rinden Kuşadalı Şeyh İbrahim Efendi' nin (ö. 1845) mürşididir. Arkadan, Aya-sofya hatibi olan Şeyh Hafız Ahmed Nazif Efendi (ö. 1837) ile, aynı görevi sürdüren oğlu Ahmed Kâmil Efendi (ö. 1860) postnişin olmuşlar, A. Kâmil Efen-di'nin 1852'de şeyhlikten ayrılması ile Halvetîliğin Sünbülî kolundan Şeyh Sa-

Beşikçizade

Tekkesi'nin

cümle

kapısının



bulunduğu

kuzeyden


görünüşü,

1948.


iMi, Encümen Arfivi, 1869

deddin Efendi (ö. 1866) posta geçmiş, Beşikçizade Tekkesi bu tarihten itibaren Sünbülîliğe hizmet etmiştir. Bu dönemin şeyhleri şöyle sıralanabilir: İğciler İmamı Şeyh Mehmed Emin Efendi (ö. 1899), Terzi Şeyh Refik Efendi, Şeyh Hasan Kâmil Efendi (ö. 1912), Şeyh Nu-rullah Bey (ö. 1977).

Beşikçizade Tekkesi'nin ayin günü 1840 tarihli Âsitâne'de perşembe, 1866 tarihli Mecmua-i Cevâmi ile 1889 tarihli Mecmua-i Tekâyâ'da ise salı olarak verilmiştir. Dahiliye Nezareti'nin hazırlattığı 1301/1885 tarihli istatistik cetvelinde tekkede sekiz erkek ile beş kadının yaşadığı bildirilmekte, 1325/1910 tarihli Maliye Nezareti taamiye defterinde Beşikçizade Tekkesi'nin istihkakı şöyle belirtilmektedir: "960 kuruş, günde bir çift ekmek, bir okka iki yüz dirhem et".

Çıkmaz sokak üzerindeki dikdörtgen açıklıklı ve kitabeli cümle kapısı, moloz taş örgülü, tuğla hatıllı yüksek çevre duvarları ile kuşatılmıştır. Cümle kapısının solunda, hazireye açılan yuvarlak kemerli niyaz penceresi, sağında, tekkenin adım taşıyan çeşme yer alır. Kesme küfeki taşından inşa edilmiş olan çeşme klasik üslubun özelliklerini yansıtır. Silmelerin çerçevelediği dikdörtgen cepheli çeşmenin sivri kemerli nişinin üzerine 1104/1692 tarihli bir beyit konmuştur. "Azmî" mahlaslı bir şairin kaleminden çıkmış olan beyitte çeşmeyi yaptıranın adı verilmemekte, ancak Hz Hasan ile Hz Hüseyin'in ruhları için inşa edildiği belirtilmektedir.

Cümle kapısı ile tekke binasının arasında uzanan arnavutkaldırımı kaplı yolun sol tarafı hazireye ayrılmıştır. Tek bir kitle halinde tasarlanan tekke binası, tevhidhaneye, selamlığa ve hareme tekabül eden üç kanattan oluşur. Tek katlı tevhidhane kagir duvarlı, ahşap çatılı; iki katlı selamlık ve harem bölümleri ise bütünüyle ahşaptır.

Cümle kapısı yönünde (kuzeye doğru) ileri çıkan bölüm selamlık birimlerini, derviş hücrelerini ve mutfağı barındırmaktadır. Bu bölümün üst katı boydan boya bir çıkma ile genişletilmiştir. Bu kanadın solunda (doğusunda) geriye çekilmiş olarak yer alan harem kanadı-

nın cepheleri ufak çıkmalarla hareketlendirilmiş, gerek selamlık gerekse de harem bölümleri dikdörtgen pencereler ve konsollu saçaklarla donatılmıştır.

Selamlığın arkasına isabet eden tevhidhane, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Hareme bitişik olan doğu cephesi ile batı cephesi sağır bırakılmış, kıble cephesine basık kemerli iki pencere yerleştirilmiştir.



Bibi. Çetin, Tekkeler, 585; Âsitâne, 15; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, no. 28, 16-17; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 10; İhsaiyat II, 21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 28-29; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 94-95; N. Azamat, "Çerkeşî Mustafa Efendi", DlA, VIII, 274; Fatih Camileri, 273-315.

M. BAHA TANMAN



BEŞİKTAŞ

İstanbul Boğazı'mn Rumeli yakasında, Tophane ile Ortaköy arasında; Marmara'ya, Anadolu yakasına, İstanbul Boğa-zı'na ve liman ağzına hâkim, büyük ve eski semt. Tarih boyunca İasonion, Ser-gion, Dafne ve Diplokionion adlarını taşıdığı sanılmaktadır. Boğaziçi kıyılarında, Bizans devrinde görece geniş ölçekli tek yerleşim olduğu saptanan, tarihçesi ve yapıları itibariyle oldukça dikkati çeken Ayios Mamas semtinin bugünkü Dolmabahçe ile Beşiktaş arasında olduğu ileri sürülmekle birlikte, konu tartışmalıdır. Ayrıca Bizans devrinde, şimdiki Beşiktaş'ın Diplokionion veya yalnızca Kionia denilen bölge olduğu iddia edilir. Bizans devrindeki adının da "taş" kelimesini ihtiva etmesine dayandırılan bu iddiaları yetersiz bulan S. Eyice, Buon-delmonti haritasından hareketle ve Ga-lata'nın dışında, kuzeyde resmedilmiş olan iki dikili sütuna dayanarak Diploki-onion'un şimdiki Beşiktaş'ta olduğunu savunmanın doğru olmayacağını, bu çifte sütun için Fındıklı'dan Ortaköy'e kadar uzanan bir alanın göz önüne alınması gerektiğini ileri sürmektedir. Osmanlı devrinde semtin Beşiktaş ismi almasını ise "beş taş" ya da "beşik ta-şı"ndan bozulmuş olmasına dayandıran söylenceler söz konusudur.

İstanbul fethedildiğinde küçük bir yerleşme olan Beşiktaş'ta Osmanlılardan günümüze kalan en eski izler, halk

BEŞİKTAŞ

162

163

BEŞİKTAŞ

Beşiktaş, 1994

İstanbul Ansiklopedisi

Beşiktaş, 1922

istanbul Ansiklopedisi

arasında Tuz Baba olarak bilinen, Fatih' in tuzcubaşısımn türbesi ve ilk binasını Fatih'in ekmekçibaşısı Ali Ağa'nın 1485' te yaptırdığı, Vişnezade Dibek Sokağı'n-daki Ekmekçibaşı Mescidi'dir.

Fetihten sonra Beşiktaş Osmanlı donanmasıyla ilişkisi sayesinde gelişmeye başladı. I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa Beşiktaş'ta bir yalıda otururdu. Barbaros burada bir cami, bir medrese ve bir de sıbyan mektebi yaptırmış ve ölümünden sonra Beşiktaş'a gömülmüştü. Bu ünlü denizcinin Beşiktaş'ta oturması ve semte verdiği önem bir geleneğin oluşmasına neden oldu. Daha sonraları kaptan-ı deryaların yalıları hep bu semtte yer aldı; üstelik her yıl mayıs ayı başında Akdeniz'e açılan Osmanlı donanması, Haliç'ten doğruca Beşiktaş'a gelerek demir atmayı ve Barbaros ile di-

ğer efsanevi denizcilerin türbelerini ziyaret etmeyi ihmal etmezdi. Beşiktaş'ı ziyaretten sonra Sarayburnu önüne geçen donanma, burada kaptan-ı deryanın Yalı Köşkü'nde sultan tarafından kabulünden sonra, sultanı top ateşiyle selamlayarak Akdeniz'e açılırdı. Barbaros'tan sonra gene bir kaptan-ı derya, Koca Sinan Paşa, Beşiktaş'ta bir cami, imaret, mektep ve çifte hamam yaptırdı. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa da, Beşiktaş'ta Mimar Sinan'a bir cami ve bir mektep yaptırmıştı. Beşiktaş'ta bunlardan başka kırk kadar sıbyan mektebi, bir darülkurra, üç hamam, yetmiş kadar dükkân olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, iskele başında da bir kervansaray bulunduğunu kaydetmiştir. Üsküdar'a geçecek askerin konakladığı ve başka hiçbir yerde sözü edilmeyen bu kervansarayın banisinin Koca Sinan Paşa olduğu tahmin edilmektedir. Galata kadı-

lığına bağlı Beşiktaş naibinin görev yaptığı şer'iye mahkemesi ise Koca Sinan Paşa Camii'nin bir köşesinde bulunuyordu.

Eremya Çelebi Kömürciyan da, 17. yy'da Beşiktaş'ta, müftülük ve kazaskerlik yapmış ulemanın yalıları bulunduğunu söyler. Beşiktaş Sarayı'nı, mevlevîha-neyi, mesireleri kaydeder, semtin yukarı kısmında da bir Ermeni cemaati ve kiliseleri olduğunu belirtir. İnciciyan ise, bu kilisenin 1759'da yıktırılmasından sonra Ermenilerin dağıldıklarını yazar. Beşiktaş'taki Ermeni kilisesi 1838'de hassa mimarı Garabet Balyan tarafından yeniden inşa edilmiştir. Rumlar ise eskiden beri Beşiktaş'ta yaşamaya devam etmişlerdi ve burada kiliseleri vardı.

Daha 16. yy'da şehir hayatının çeşitli işlevlerini yüklenmiş yapılarıyla istanbul Boğazı'mn Rumeli yakasında bir merkez oluşturan Beşiktaş, doğal güzelli-

ğiyle de dikkati çekmiştir. 17. yy ortalarında burada, Civan Kapucubağı Bahçesi, Kazancıoğlu Bahçesi gibi büyük bahçeler olduğunu söyleyen Evliya Çelebi Beşiktaş halkının ayan ve kibar olduğunu da kaydetmektedir.

Evliya Çelebi'ye göre Beşiktaş ahalisi gayet ehlizevk olup çoğu bağbanlıkla meşgul olur, ehlisünnet elbisesi giyerdi. Semtin hâkimleri Galata kadısının naibi, Beşiktaş muhtesibi, subaşısı, bostancı-başısı ve Beşiktaş Bahçesi ustasıydı. Her evde ve bostanda kuyu bulunuyordu. Temmuzda Galata'nın suyu azalınca Beşiktaş'tan kayıklarla su taşınırdı. Beşiktaş'ın kabağı, lahanası, ekşi dutu ve balığı meşhurdu.

Beşiktaş'ta I. Süleyman'ın (Kanuni) sütkardeşi Trabzonlu Şeyh Yahya Efen-di'nin, içinde bir "mescit, medaris, han-kah ve hamam" inşa ettirdiği "Hızırlık" adı verilen mesiresi de II. Abdülhamid'e gelinceye kadar özellikle saray ve devlet ricalinin itibar ettiği bir koruluktu (bak. Yahya Efendi; Yahya Efendi Tekkesi).

Beşiktaş'ta, bugün Dolmabahçe adı verilen mahalde denizin doldurulması değişik dönemlere tarihlenmektedir. Eremya Çelebi, I. Ahmed döneminde (1603-1617) ve Sadrazam Nasuh Paşa'nm girişimiyle bu işlemin l6l4'te tamamlandığını kaydetmektedir. Evliya Çelebi ise

denizin II. Osman döneminde (1618-1622) doldurulmuş olduğunu iddia etmiştir. 18. yy yazarlarından înciciyan, denizin doldurulmasının asıl I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) gerçekleştirildiğini, daha sonra I. Ahmed devrinde bir genişlemenin söz konusu olduğunu ileri sürmüştür. Yazara göre bu işlemi Kara Abalı Mehmed Ağa (Sicill-i Osmanî'de Arpa Emini ve Matbah Emini Kara Bâli Zihni Çelebi olarak gösterilir) üstlenmiş; bu bölge daha sonraları Kara-bâli Bahçesi olarak bilinmiştir. Belgelerde 1583'ten itibaren Bahçe-i Bâli-i Siyah; 1668 sonrasında ise Bahçe-i Karabâli olarak karşımıza çıkan bu bahçenin bugünkü Kabataş civarında olduğu sanılmaktadır. Dolmabahçe adına, bahçelerle ilgili belgelerde rastlamak mümkün olmamıştır. Denizin doldurulmasıyla elde edilen, bugünkü Kabataş civarında olması gereken Karabâli Bahçesi ile Beşiktaş Bahçesi(->) arasında uzanan bu bahçede, daha sonraları, yapılış kronolojisini henüz tam olarak saptayamadığımız köşkler ve sahilsaraylar inşa edilmiştir.

İstanbul'un fethinden itibaren Beşiktaş'ta bulunan Kaptan Paşa Yalısı, 16. yy sonunda İtalyan asıllı Kaptan-ı Derya Yusuf Sinan Paşa ve evlatlarının Cağa-loğlu (Cığalazade) Yalısı diye bilinirken, daha sonraları miriye geçerek sultanla-

rın köşk ve kasırlar inşa ettirdiği bir hasbahçe ile yazlık Beşiktaş Sarayı'na dönüşmüştür.



Bibi. Eyice, Boğaziçi, 19-23, R. E. Koçu, "Beşiktaş", İSTA, 2562-2589; M. Tayyip Gök-bilgin, "Boğaziçi", İA, 674-675; Evliya Çelebi, Seyahatname, İst, 1976, s. 310-313; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 19, 39, 40, 253-255, 279; İnciciyan, İstanbul, 96, 114, 117, 121-122, 125, 133.

TÜLAY ARTAN



18. yy'dan Günümüze Beşiktaş

Beşiktaş 18. yy başında, Lale Devri'nde parlak bir dönem yaşadı. Damat İbrahim Paşa ve yakınları tarafından Beşiktaş'ta yalılar ve lale bahçeleri yaptırıldı. Kazancıoğlu Bahçesi'ne Damat İbrahim Paşa tarafından, eşi ve III. Ahmed'in kızı olan Fatma Sultan için yaptırılan yalı, burada düzenlenen çırağan eğlencelerinden dolayı Çırağan Yalısı adıyla tanındı. III. Ahmed Çırağan Yalısı'na gelerek eğlenceler düzenletir ve burada uzun süre kalırdı. III. Ahmed zamanında Beşiktaş Bahçesi'ne de yeni binalar eklendi. Lale Dev-ri'nin ünlü şairi Nedim de Beşiktaş'ta oturdu. 18. yy sonunda, III. Selim'in emriyle, Melling Beşiktaş Bahçesi'nde yeni daireler inşa etti. III. Selim, Çırağan Yalı-sı'nı da yeniden yaptırttı. Bu dönemde, bu yapı toplulukları oldukça büyüdüklerinden Beşiktaş Sahilsarayı ve Çırağan Sarayı olarak anılmaya başladılar.



164

BEŞİKTAŞ BAHÇESİ

19. yy başında Vak:a-i Hayriye'den sonra II. Mahmud'un 1826'da Topkapı Sarayrndan çıkıp Beşiktaş Sahilsarayı'n-da oturmaya başlamasıyla Beşiktaş için yeni bir ikbal devri açıldı. Bu tarihten Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına kadar tahtta bulunan yedi padişah sürekli Beşiktaş'ta ikamet ettiler. Padişahların ve birçok saray mensubunun burada oturması sonucunda, Beşiktaş imarına ve temizliğine çok dikkat edilen imtiyazlı bir semt oldu. II. Mahmud Beşiktaş Sahilsa-rayı'nda geniş kapsamlı bir tadilat ve tamirat yaptırdı. Abdülmecid ise mevcut yapıların hepsini yıktırdı ve Beşiktaş Sa-hilsarayı'mn arsasını da kapsayan fakat Dolmabahçe'ye kadar uzanan alana Garabet Balyan tarafından kagir bir saray yapıldı. 1855'te tamamlanan saray, ana binaları Dolmabahçe'de yer aldığından Dolmabahçe Sarayı(-») olarak tanındı. Abdülaziz, Sarkis Balyan'a bugünkü Spor Caddesi (eski Akaretler Yokuşu) ve Şair Nedim Caddesi'nin (eski Aziziye Caddesi) iki tarafında bulunan ve istanbul'daki ilk toplukonut örneği olan Akaretler(~>) adlı kagir evleri yaptırdı. Mustafa Kemal Paşa 1918'de bir süre Akaretler Yokuşu'n-da bu evlerden birinde annesi ve kız kardeşiyle oturmuştur. Yine Abdülaziz devrinde daha önce Abdülmecid'in yıktırmış olduğu Çırağan Sarayı'nın arsası kuzeye doğru genişletilerek buraya kagir bir saray yapıldı. 1871'de tamamlanan yeni Çırağan Sarayı yapılırken Beşiktaş Mevlevîhanesi'nin(-t) arsasına ihtiyaç duyulduğundan dergâh buradan kaldırıldı.



BEŞ İKT AŞ 'A GAZEL

Açıldı yine gonce-i gül-zâr-ı Beşiktaş Mânend-i cinân oldu çemen-zâr-ı

Beşiktaş

Dil-teşne-i hicranı olur vaslla şâd-âb Sîr-âb eder atşânmı enhâr-ı Beşiktaş

Gördüm o mehi zîr-i dıraht-ı

emelimde Aks etdi rûh-ı âline gül-nâr-ı Beşiktaş

Yahyâ-yı Beşiktaşı ziyaret edelim gel Oldur sebeb-i zînet-i kûhsâr-ı

Beşiktaş


Gel Ahmed-i Turanı dahî eyle ziyaret Hakka ki odur bâis-i envâr-ı Beşiktaş

Agûş-ı mahabbetde yer etti dîl-i zâre Şad eyledi tıfl-ı dîli dîl-dâr-ı Beşiktaş

Gül-geşt edelim yâr ile

pîrâmen-i deşti Zeyn etdi çemen sahnını ezhâr-ı

Beşiktaş

Rû-mâl edelim hâk-i der-i

Şeyh Rıza'ya Tâ keşf-i cemâl eyleye ruhsâr-ı

Beşiktaş


Şeyh Neccarzade Rızaeddiıı, Tuhfetü 'l-İrşad (Divan), İst., 1262/1846, s. 21

II. Abdülhamid, 1878'de Yıldız Kas-n'na yerleşerek burayı yeni binalarla bir saray haline getirdi. II. Abdülhamid döneminde Beşiktaş 1950'lere kadar fazla değişmeyecek olan ana hatlarına kavuştu. Bu dönemde Beşiktaş, bugünkü Or-tabahçe Caddesi'ni izleyerek Ihlamura uzanan Beşiktaş Deresi ve yatağı Barbaros Bulvarı'mn altında kalmış olan Ha-sanpaşa Deresi vadileri ile bu iki vadi arasında kalan tepe ve iki derenin meydana getirdiği kıyıdaki alüvyal düzlük üzerinde yer alıyordu. Semt, sahil boyunca, güneyden Dolmabahçe Sarayı ve sahilsaraylarla kuzeyden de Yıldız Sarayı ile sınırlandığı için batı ve güneybatıdaki yamaçlara doğru genişledi. Kıyıdaki düzlükte semtin Beşiktaşlılarca Köyiçi denen merkezi ve çarşısı bulunuyordu. II. Abdülhamid dönemi sonunda Köyiçi, çoğunlukla altı dükkân, üst katı bekâr odası olarak kullanılan, genellikle cumbalı ve iki veya üç katlı kagir binalardan oluşuyordu. Ermeni kalfalar tarafından yapılan bu binaların günümüze kadar gelebilmiş bir bölümünü Ortabahçe, Köyiçi, Şehit Asım caddeleri ve Mumcu Bakkal Sokağı'nda görmek mümkündür. Köyiçi'ndeki Yedi-Sekiz Hasan Paşa Fırını, Osmanlı devrinden beri faaliyetini kesintisiz sürdüren bir kuruluştur.

Beşiktaş Deresi'nin güney yamacında Akaretler; dere boyunca Ihlamur'a doğru Türkali Mahallesi; Beşiktaş ve Hasanpaşa dereleri arasındaki tepenin yamaçlarında Abbas Ağa Camii çevresinde Abbasağa Mahallesi; tepede Yıldız Yenimahalle yer almaktadır. Hasanpaşa Deresi içinde bulunan ve tamamen ahşap evlerden meydana gelen mahalle, Barbaros Bulvarı a-çılırken ortadan kaldırılmıştır. Hasanpaşa Deresi'nin kuzey yamacında Serencebey, Çırağan Sarayı'na doğru Aşariye Camii çevresinde Kılıçali, onun üzerinde Yıldız Sarayı duvarlarına yaslanan Cihannüma mahalleleri bulunmaktadır. Günümüzde Kılıçali ve Cihannüma adları unutulmaya yüz tutmuştur. Bu iki mahalleye topluca Çırağan denmektedir. Merkezinde geniş bahçesiyle Serasker Rıza Paşa'nın konağının yer aldığı Yıldız Yenimahalle ve kısmen de Cihannüma mahalleleri, özellikle saray mensuplarının oturduğu, bu yüzden yüksek gelir grubuna mahsus kagir evlerin bol bulunduğu mahallelerdi. Yenimahalle ve Türkali Mahallesi arasında, içinde atla çift sürülebilecek kadar büyük olan Yıldız Bostanı bulunuyordu. Yıldız Sarayı çevresinde Serencebey'e doğru uzanan alanda, birkaçı hâlâ mevcut olan hanım sultan konakları vardı. II. Abdülhamid'in Beşiktaş Muhafızı Yedi-Sekiz Hasan Paşa'nın, Abbasağa Mahal-lesi'nde, o zaman mezarlık olan Abbasağa Parkı'na bakan ahşap konağı 1970'li yıllarda hâlâ ayaktaydı. Hasanpaşa Karakolu olarak bilinen Beşiktaş Zaptiye Karakolu ise 1938-1939'da Barbaros Hay-reddin Paşa Türbesi'nin çevresi açılırken yıkılmıştır. Boğaz'ın ilk kagir ve büyük iskelesi de I. Dünya Savaşı'ndan önce Beşiktaş'ta yapılmıştır.

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman cilan Beşiktaş'ta 19- yy sonunda az sayıda Rum ve Ermeni bulunuyordu. Köyiçi Caddesi'nde Panayia Rum Kilisesi ve karşısında 1903'te yapılmış Beşiktaş Rum Mektebi, Abbasağa Mahallesi'nde de 1838'de inşa edilmiş Ermeni kilisesi ve karşısında 1866'da yapılan Makruh-yan Ermeni Mektebi yer almaktadır.

1938-1939'da Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi çevresindeki binalar yıkılmış, kazanılan alan Barbaros Parkı olarak düzenlenmiş, 1944'te parka Barbaros Anı-tı(->) yerleştirilmiştir. 1957'de Beşiktaş Caddesi'nin genişletilmesi ve Barbaros Bulvarı'nın açılması için yapılan yıkımlar sırasında Beşiktaş'ın tarihi dokusu büyük zarar görmüştür. Bugün büyük ölçüde apartmanlaşmış, konutların yanısıra çok sayıda işyerinin de bulunduğu kalabalık bir semt olan Beşiktaş, aynı zamanda Üsküdar ve Kadıköy ile olan deniz bağlantısı ve Beyoğlu ve suriçi istanbul ile Boğaziçi arasındaki konumu nedeniyle önemli bir transit merkezidir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I; Kömürciyan, İstanbul Tarihi; M. Tayyip Gökbilgin, "Beşiktaş", ÎA; "Beşiktaş", "Beşiktaş Sahilsarayı", İSTA; Haluk Şehsuvaroğlu, Boğaziçi'ne Dair; Öz, İstanbul Camileri, II; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye.

SELiM SOMÇAĞ



BEŞİKTAŞ BAHÇESİ

Evliya Çelebi, çok geniş olmadığını yazdığı Beşiktaş Bahçesi'nde II. Bayezid zamanında kaptan-ı deryalara tahsis edilmiş Cağaloğlu Yalısı olduğunu, daha sonraları miriye geçtiğim kaydetmektedir. Bahçenin 17. yy öncesindeki kullanımına dair fazla bilgimiz olmasa da, burada I. Ahmed'in girişimiyle inşaatına başlanan, giderek büyüyen, Topkapı ve Üsküdar saraylarından sonra sultanların en uzun süreyle zamanlarını geçirdikleri yer olan Beşiktaş Yazlık Sarayı hakkında, henüz derinlemesine incelenmemiş çok sayıda belge mevcuttur. 17.yy'ın ikinci yarısı ve 18. yy'daki çeşitli tamiratı belgeleyen bu kayıtlar, Beşiktaş Hasbahçe-si'ndeki sarayın (bak. Beşiktaş Sarayı) gelişme aşamalarını gösterirler. Gene I. Ahmed devrinde, Beşiktaş Körfezi'nde denizin doldurulması nedeniyle bugünkü Kabataş civarında geliştiği tahmin edilen Karabâli Bahçesi de Beşiktaş Bahçesi ile birleşecek ve daha sonraları Dolmabahçe adını da alan bu mahalde köşkler ve sahilsaraylar inşa edilecektir. Beşiktaş sahilinde hasbahçelerin yanısıra, Evliya Çelebi'nin 17. yy ortalarında kaydettiği, ancak yerlerini tam olarak tespit edemediğimiz, Civan Kapucubağı Bahçesi ile Kazancıoğlu Bahçesi bulunuyordu. Ortaköy Ekmekçi Deresi boyunca uzanarak bugünkü Yıldız sırtlarını kaplayan -I. Süleyman'ın (Kanuni) sütkardeşi Trabzonlu Şeyh Yahya Efendi' nin sarayının bulunduğu ve devlet ricalinin çok itibar ettiği- "Hızııiık" Mesire-si'nde, daha sonraları tepede Yıldız Köşkü, sahilde de mevlevîhane ve Çırağan

Sahilsarayı inşa edilmişti. Denizden yumuşak eğimlerle yükselen tepeler üzerinde, bugünkü Nişantaşı'ndan Ihlamur'a inen vadide bulunan ve 18. yy'ın ilk çeyreğindeki Tersane Emini Hacı Hüseyin Ağa'nm bağı diye bilinen, daha sonraları sultanların biniş mahalli olacak Ihlamur Mesiresi gibi, kat kat bağlar ve bahçeler ile Beşiktaş semti, doğal güzelliğiyle- Boğaziçi köyleri arasında ayrı bir yer tutardı. Seyyahlar ve yazarlar bu uçsuz bucaksız koruluklarda çeşitli av hayvanları ile çınar, söğüt, sakız, servi, ceviz, ıhlamur gibi ağaç türlerini kaydetmişlerdir.

Andığımız bahçelerle mesireler, buyandan denizin doldurulmasına devam edilmesi ve körfezin kapanması, öte yandan 19. yy sonrasındaki kontrolsüz şehirleşme sonucu Yıldız Sarayı sınırları içindeki koruluk hariç tümüyle kaybedilmiştir.



Bibi. Eyice, Boğaziçi, 19-23; R. E. Koçu, "Beşiktaş". İSTA, 2562-2589; M. Tayyip Gök-bilgin, "Boğaziçi", ÎA, 674-675; Evliya Çelebi, Seyahatname, ist., 1976, s. 310-313; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 1988, s. 19, 39, 40, 253-255, 279; înciciyan, İstanbul, 96, 114, 117, 121-122, 125, 133; M. Erdoğan, Bahçeler, 167-70.

TULAY ARTAN



BEŞİKTAŞ CEMİYET-İ İLMİYESİ

19. yy'ın ilk yarısında İstanbul'da Beşiktaş semtinde bir araya gelen bir grup ulemanın oluşturduğu entelektüel çevre. 1815 sonlarında Beşiktaş ve Ortaköy semtleri arasında oturan bir grup ulemanın talebe yetiştirmek ve ilmi, edebi sohbetlerde bulunmak gayesiyle sık sık bir araya gelerek oluşturdukları entelektüel muhiti anlatmaya geçmeden önce; o dönemin eğitim ve kültür hayatına kısaca temas etmekte fayda vardır. 18. yy'ın sonları ile 19- yy'ın ilk yarısında, Osmanlı Devleti'nde eğitim ve kültür hayatında, bilinen resmi eğitim kurumları dışında faaliyet gösteren ve içlerinde şair, müellif, edip ve idarecilerin bulunduğu birçok entelektüel zevatın yetişmesinde ö-nemli yer tutan konak ve evlerde oluşan eğitim ve kültür merkezleri bu gelenek içerisinde bir yerde resmi tahsilin tamamlayıcısı durumunu korumuştur.

Bugünkü bilgilerimiz ışığında 19. yy' da bu merkezlerde, hali vakti müsait, ilmi kudreti mevcut ulemanın, durumuna ve ihtisasına göre kendisine müracaat edenlere hiçbir karşılık beklemeden ders verip, talebe yetiştirdiği görülmektedir. Bunun dışında recep, şaban, ramazan aylarında medreseler tatil olduğunda, "cerre" çıkmayan talebeler, böyle muhtelif hocalara, camilere ve konaklara giderek umumiyetle medreselerde okutulan derslerine devam ederlerdi.

Bu geleneğin bir diğer özelliği, ders veren ulemanın belirli semtlerde odaklaşmış olmasıdır. Şöyle ki, "ulûm-ı âliye" dersleri verenlerin Fatih ve civarı camilerde; matematik, fen, hesap, cebir, hendese, nücum, felsefe gibi dersleri verenlerin, Beşiktaş semtinde; şair, edip, mün-

şi ve mutasavvıfların da Sultanselim ve Karagümrük semtlerinde oturdukları görülmüştür.

Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi olarak bilinen ulema grubu, bu gelenek içerisinde 19. yy'ın başlarında. Beşiktaş semtinde yüksek rütbeli bir grup ilim adamının oluşturduğu serbest ve ileri görüşlü bir entelektüel muhit olarak değerlendirilebilir.

Grubun nüvesini, aslen Kırımlı olan, 1797'de İngiltere sefirliği yapmış, Avrupalılar hakkında malumat sahibi olan Tefsir-i Mevakıf adlı Türkçe tefsiri bulunan İsmail Ferruh Efendi (ö. 1840); va-kanüvis, tabip, Şânizade Atâullah Efen-di(-») (ö. 1826); Melek Mehmed Paşa'nın oğlu Melekpaşazade Abdülkadir Bey (ö. 1846) ve ulemadan, Kethüdazade Arif Efendi(-») (ö. 1849) oluşturmaktadır.

Beşiktaş civarında, birbirine yakın yalılarda oturan bu grubun bir araya gelerek, müştereken bir mahfil oluşturmaları 1815 sonlarındadır. Beşiktaş ulema grubuna mensup hocaların konaklarının, Beşiktaş ve Ortaköy arasında olduğu, o dönemde tutulmuş olan Bostancı-başı Defterleri'nden tespit edilebilmektedir. Melekpaşazade Abdülkadir Bey'in yalısı ile Şânizade Atâullah Efendi'nin yalısı birbirine çok yakındır ve mevki olarak da Yahya Efendi Deresi ile Ortaköy iskelesi arasındadır. Ferruf Efendi'nin yalısı ise Ortaköy'dedir. Kethüdazade Arif Efendi'nin evi ise Beşiktaş'ta Uzuncaova'dadır.

Grup, toplantılarını haftanın muhtelif günlerinde, daha çok Ferruh Efendi'nin Ortaköy'deki sahilhanesinde yapmaktaydı. Birbirlerine yakın oturan bu âlimler sık sık görüşürlerdi. Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet'te "meşhur İslam filozoflarından olan Beşiktaşlı Kethüdazade Efendi'nin de haftada iki gün bu meclise devam ederek, felsefe ve edebiyata dair sohbetlerde bulunduğunu" söyleyerek, grubun toplantılarını nasıl gerçekleştirdiğine açıklık getirmektedir.

Bazı tarihçiler bu grubun toplantılarını Avrupa'da 17. yy'da kurulan ve günümüze kadar mevcudiyetlerini muhafaza eden, ilmi cemiyet ve akademilere benzeterek, buna "Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi" demişlerdir. Şeklen ve hukuken bir dernek özelliği taşımayan bu gruba, mütecanis bir ahbap topluluğu olarak bakmak doğru olur. Bunun, aralarında ilmi ve entelektüel bir yakınlık ve anlayış bulunan, devrin Islami, tabii ve matematik ilimlerini bilen ve aynı zamanda Batı düşüncesini de tanıyan zevattan çıkışan bir topluluk ve grup hüviyetinde olduğunu söyleyebiliriz.

Mensuplarının tahsilleri göz önünde bulundurulursa, Ferruh Efendi'nin Avrupa hayatını yakından tanıması yanında, tefsir tercüme edecek ölçüde İslami ilimleri bilmesi; Şânizade'nin Fransızca ve İtalyancadan kitap tercüme edecek ölçüde yabancı dillere vakıf olması, ayrıca modern Batı anatomisini Osmanlı tıp dünyasına kazandıracak kadar modern

165 BEŞİKTAŞ CEMİYET-İ İLMİYESİ

bilimlere aşina olması; Melekpaşazade Abdülkadir Bey gibi Tanzimat sonrasında yeni Osmanlı eğitim sisteminin oluşmasında 1845'te kurulan Meclis-i Mu-vakkat'ın reisliğine getirilen bir zatın ve felsefi açıdan Batı bilim ve anlayışının İslam kültürüyle bir sentezinin olabileceğini işaret eden Kethüdazade Arif Efendi'nin bir araya gelerek oluşturdukları ve "Beşiktaş Ulema Grubu" dediğimiz bu topluluk, kendi aralarında müştereken hareket etmektedir. Harcamaları karşılamak için her üyeden imkânı ölçüsünde aidat toplanması topluluğu konaklarda sürdürülegelen eğitim geleneğinden farklı bir noktaya götürmektedir. Bu ulema grubu mensupları, islam kültürünü çok iyi bilmekle beraber, Batı kültürüne ve Batı'dan gelen yeniliklere o ölçüde açık şahsiyetlerdir.

Bu ilim adamlarından ders okuyarak yetişenler, grubun etkisini sonraki nesillere de aktarmışlardır. Bu talebeler arasında, Ferruf Efendi'nin "terbiyekerdesi" Şair Fehiın Efendi, Kethüdazade'nin talebesi matematikçi Tevhid Efendi, Çer-keşli Mehmed Râfi Efendi, Muzıka-i Hümayun Farsça hocası Emin Efendi, Murat Molla Şeyhi Müşir Nusret Paşa, Tersane Mektupçusu Ali Said Efendi, ayrıca Müneccimbaşı ibrahim Edhem Efendi, Tersane muhasebecisi Dede ismail Efendi, şair Safvet Efendi, Kabuli Mehmed Paşa, Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa ve Midhat Paşa ile hacegândan Süleyman Ruhi Efendi'nin isimleri sayılabilir.

1826'da Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması ile Bektaşi tekkelerinin kapatılması sırasında, bu grubun mensupları olan dört âlimin de sürgüne gönderilmek istenmesi ve hepsinin Bektaşîlikle itham edilmesi, bazı resmi makamlarca da tek bir "grup" olarak kabul edildiğini göstermektedir.

Sürgüne gönderilen Şânizade'nin iki ay sonra affına dair fermanın gönderilmesi, Ferruh Efendi'nin sürgün yerinin Kadıköy'e çevrilmesi, Melekpaşazade' nin bir yıl sonra İstanbul kadılığına tayini, bu grup hakkındaki ithamların siyasi olduğunu göstermektedir.

Beşiktaş'ta devrin ileri gelen dört ilim adamının kendi aralarında oluşturdukları entelektüel grup, hem klasik islam kültürünü bilen, hem de Batı kültürüyle tanışma imkânı bulmuş olduğundan, o devirde önemli etkileri olmuştur.

Beşiktaşlı bu ulema grubu islam dünyası ile Batı arasında dindışı konularda uyuşmanın mümkün olduğuna, din konularında müsamahaya dayalı bir anlayışın kurulabileceğine, fen, bilim ve insanın günlük hayatını kolaylaştırıcı Batı tekniklerinin kabul edilmesi gerektiğine inanmaktaydı.

Tanzimat öncesi, İslam geleneğine dayalı Osmanlı kültürünü Batı bilim ve medeniyeti ile bir sahada telif etmeye çalışan ve modern bilimin islam dinine ters düşmediğini hattâ birçok yönüyle bağdaşabileceğine inanan bu ulema grubunun temsil ettiği düşünce tarzı, Batı'yı





Erkek

Kadın

Toplam

Tarım dışı üretim faaliyetlerinde çalışanlar ve ulaşım makineleri kullananlar

17.788

1.731

19.519

İlmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslekler

9.313

6.260

15.573

Ticaret ve satış personeli

10.159

1.854

12.013

Hizmet işlerinde çalışanlar

7.001

2.281

9.282

idari personel ve benzeri çalışanlar

3.202

4.654

7.856

Müteşebbisler, direktörler, üst kademe yöneticileri

5.249

1.045

6.294

Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar

347

38

385

işsiz olup iş arayanlar ve bilinmeyenler

2.194

931

3.125

Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin