BELVÜ OTEL VE GAZİNOSU
Fenerbahçe'de, 20. yy'ın ilk yarısının ünlü otel ve gazinosu. Denizin hemen kıyısında iki küçük ve yol tarafında bir büyük ahşap binadan oluşan tesisler, Fransız uyruklu Alexandre Ralli'nin Rus asıllı eşi Adele Ralli tarafından satın alınan arazi üzerine 1900'lerin başlarında yaptırılmıştı. Başlangıçta Levantenlere ait bir avcılık kulübü olarak kullanılıyor; avcılığın yamsıra, deniz tarafındaki iskeleden de balığa çıkılıyordu. Mütare-
ke yıllarında yabancı subayların da devam ettikleri kulüp, Mütareke'den sonra Hristo adlı bir Rum tarafından gazino olarak işletilmeye başlandı. Bu dönemde büyük binanın üst odaları otel yapıldı. Mülkün sahibi olan Ralliler işletmeciliğini Aleko ve Andrea adlı iki Ruma verdiler. Otel ve gazino uzun süre bu iki kişi tarafından işletildi.
Fenerbahçe, eskiden çoğunlukla Le-vantenlerin, kısmen de varlıklı Türklerin sayfiye evlerinin bulunduğu, başka semtlerden halkın yazları, özellikle tatil günlerinde, akın akın mesireye geldiği bir semtti. Gazinonun deniz boyunca uzanan beyaz duvarı üstündeki "Belvü" yazısı ve içeriden yükselen müzik, halkı sandallarla buraya çekerdi. Cumhuri-yet'ten sonra da Belvü, düzenlediği balolarla, gardenpartilerle, alafranga yemekler yenilen, orkestra eşliğinde geç vakitlere değin dans edilen gözde ve zengin bir eğlence yeriydi. Otelin müşterilerini ise gerek Ankara'dan ve Anadolu'nun belli kentlerinden, gerekse İstanbul'un kışlık semtlerinden yaz tatillerini geçirmeye gelen müdavimler ile çeşitli Avrupa ülkelerinden yabancılar o-luştururdu.
Belvü'nün canlılığı ve görkemi 1930' lu, 1940'lı, hattâ 1950'li yıllarda da devam etti. 1964 Kıbrıs olaylarını takiben, gerek Türikeye'de gerekse İstanbul'da esen hava yüzünden, birçok Rum kenti terk edip Yunanistan'a göçtüklerinde, Belvü'nün işletmecilerinden Aleko da göçenler arasındaydı. Onun gitmesin-
den sonra Belvü'de gerileme başladı. Otel ve gazino birkaç el değiştirdikten sonra İş Bankası'na satıldı. 1974'te, yerine lüks bir otelin yapılacağı söylenerek bina yıkıldı; yerine büyük bir çaybahçe-si yapıldı.
1980'lerde denizin doldurulması suretiyle sahilden geçirilen yol, tesislerin motor iskelesini ve küçük koyunu da götürünce, bir zamanların görkemli ve ünlü Belvü'sünden geriye bir-iki akasya ve çam ağacı kaldı.
İSTANBUL
BENLİYAN, SEROPE
(1835, istanbul - 1900, İskenderiye/Mısır) Tiyatro ve operet sanatçısı. Yoksul bir aileden geldiği için hiç eğitim görmedi. Rollerini ezberleyebilmek amacıyla 25 yaşından sonra okuma yazma öğrendi. 1858'de Mmakyan ve arkadaşlarının Hasköy okulunda düzenledikleri oyunlarda amatör olarak rol aldı, ertesi yıl Şark Tiyatrosu'nda profesyonelliğe geçti. Döneminin bellibaşlı bütün topluluklarında çalıştı: 1861'de Ekşiyan'ın İzmir turnesine katıldı, dönüşte 1866 sonuna kadar Naum ve Şark tiyatrolarında, 1869-1877 arasında da Güllü Agop' un Gedikpaşa'daki Osmanlı Tiyatrosu'n-da sahneye çıktı. 1879'dan başlayarak iki yıl boyunca Balkanlar'ı ve Ege adalarım dolaştı.
Birinci bas sese sahip olan Benliyan, dramatik rollerle kazandığı ününü bir ara çok oynanan operetlerle pekiştirdi. 1878'de Çaprastyan'ın Edirne turnesine
154
il. Vecih Bereketoğlu'nun "Eminönü Limanı" konulu resmi, tuval üzerine yağlıboya, 61x46 cm.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
BENTLER
bir operet topluluğu kurarak katıldı, oradan Adana'ya ve ününün doruğun-dayken Mınakyan'la birlikte 1884'te bir düğün için Mısır'a gitti. Ancak Hıdiv Tevfîk Paşa'mn topluluğa gösterdiği ilgiyi yalnızca kendine mal etmesi arkadaşlarını gücendirince, topluluk dağıldı, Benliyan da borçlanarak Mısır'da kaldı. Daha sonra hapse de düşen ve eski başarısını sürdüremeyen sanatçı hayatının son yıllarını yoksulluk içinde geçirdi ve günün birinde İskenderiye'de bir odada ölü bulundu. En parlak dönemini Ge-dikpaşa'da yaşayan Benliyan tiyatroculuğunun yamsıra, operetlerin oynanış ve hazırlanışında görev alırdı, bu arada bir operet ile bir müzikli skecin de müziklerini yapmıştı.
RAŞİT ÇAVAŞ
BENTLER
Farsça "bend" sözcüğünden gelen, Arapçası "sed" olan bent, suyu depolamak ve kabartmak için yapılan, günümüz Türkçesinde baraj ve bağlama (regülatör) sözcükleriyle karşılanan su tesislerinin adıdır.
Osmanlı döneminde yapılan bentlerin en önemlileri İstanbul'dadır. Bunlardan III. Ahmed (hd 1703-1730) tarafından Cebeköy Deresi üzerinde yaptırılan iki bent tamamen yıkılmış, sadece temelleri kalmıştır. Osmanlı döneminde, 20. yy'ın başlarına kadar yapılan bentlerden dokuzu sağlam kalmış, bugün hâlâ şehre su vermektedir.
İstanbul'un kuzeyinde Belgrad Ormanı içindeki Kırkçeşme sistemine bağlı dört bent: Büyük Bent(->), Karanlık Bent(->), Ayvat Bendi(->) ve Kirazlı Bent(->) dışında, Taksim sistemi içerisinde Bahçeköy'deki Topuzlu Bent(->), Valide BendiO) II. Mahmud Bendi(->), Anadolu yakasının suyunu sağlayan Elmalı Bendi(->) ve Azatlı Baruthanesi'n-de değirmenleri döndürmek için yapılan Samlar Bendi(->) Osmanlı döneminden günümüze kalmış yapılardır.
KÂZIM ÇEÇEN
BENVENGA, MICHELE
(17. yy ortası, Ascoli Piceno - 1718'den sonra, Bologna) Din adamı. 17. yy'ın ortalarında İtalya'nın Ascoli Piceno kentinde soylu bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Bu kentte din bilimi öğrenimi gördükten sonra ruhban sınıfına girdi ve aynı zamanda edebiyatla uğraşmaya başladı. Bir süre sonra Roma'ya giderek oranın edebiyat kulüplerinden olan Ac-cademia degli Infecondi'nin (Kitap Yayımlamamışlar Akademisi) toplantılarına önemli katkısı oldu.
1679-1681 arasında Venedik Cumhu-riyeti'nin İstanbul Elçisi (balyos) Pietro Civran'ın sekreteri olarak İstanbul'a gelen Benvenga, dönüşünden sonra, papanın l687'de Bologna temsilciliğine atadığı Kardinal Gian Francesco Negro-ni'nin sekreteri oldu. İstanbul'a ait gözlemleri l688'de Bologna kentinde yayımlandı ve kardinale ithaf edildi: Viagi
di Levante con la descrittione di Costan-tinopoli e d'ogni altro occidente deto in luse del Sig. Abbate Michele Benvenga e consegnato all'Eminentissimo e Reve-rendissimo Sig. Cardinal Negroni legato a latere di Bologna. Negroni'nin 1713' teki ölümünden sonra onun yerine atanan Kardinal Niccolo Acciatuoli'nin yanında aynı vazifeyi sürdüren Benvenga 1718'den sonra ölmüş olmalı.
Kitabı epeyce ağır ve çetrefil edebi bir üslupla yazılmış olmasına rağmen o dönemin İstanbul'u ve orada yaşayan yabancılar için bilgiler içerir. Kentin büyük camileri ve Topkapı Sarayı, mimarileri konusunda ayrıntılı bilgiler verilerek anlatılır. İstanbul'da evler kadar bahçeler ve yeşil sahalar vardır, ne kadar küçük olursa olsun, her evin ağaçlı bir bahçesi bulunur.
Kitabın başka bir özelliği de o dönemde İstanbul'da yerleşmiş olan on dokuz tarikatı sayması ve onlardan kısaca söz etmesidir.
STEFANOS YERASİMOS
BERBERLER
Bizans Dönemi
Bizans'ta berberlerle ilgili çok az yazılı kaynak vardır. Bunlardan biri olarak kabul edilen ve Aziz Kosmas ve Aziz Da-mianos'un Mucizeleri adını taşıyan yazmada anlatılan bir hikâyeye göre, Hes-peros adlı yoksullaşmış bir kasap, yüzünde kötü yaralar olan bir avukatı tıraş etmek zorunda kalır ve kendisine veri-
Abdullah Biraderlerin objektifinden açıkhavada çalışan seyyar berberler. Alman Arkeoloji Enstitüsü Fotoğraf Arşivi, K 25085
len bahşişle ve kullandığı ustura benzeri "kurika ergaleia" ile bir berber dükkânı açar. Hesperos daha sonraki yaşamını yakınlardaki bir kilisede geçirir ve berberlik yapar. Hikâyenin gerçeğe uygunluğunu kanıtlayan bir diğer bilgi ise yazarın kutsal yerlerde berberlik yapan kişilerin o dönemde Hesperos'un talebeleri olarak anıldığını kaydetmesidir.
Berberlerle ilgili bir diğer kaynak, Diocletianus dönemine (284-305) ait kanunnamelerdir. Buna göre, bir berberin saç kesim ücreti 2 "denaria" idi. Öte yandan I. Basileios (hd 867-886) kanunnamelerinden birinde, oyun alanları çevresinde çalışan berberlerden söz edilmektedir.
Manastır mensuplarının, tepesi açık daire şeklinde bir saç kesimine sahip olmaları, en azından berberlerin, kilise bünyesinde faaliyet gösterdiklerini düşündürür. M. Blastares'e göre, 14. yy'da, Ayasofya civarında, parfüm satıcıları ile bir arada bazı berber dükkânları bulunuyordu.
Öte yandan, Bizans'ta kadınların saç modelleri sınırlı idi. Genellikle uzun saçlarını ortadan ayırırlar ve bir bant ya da toka yardımı ile toplarlardı. Kadın ve erkeklerin saçlarını boyamaları ise hiç tavsiye edilmezdi. İmparator saraylarında özel berberlerin olduğunu yine bir söylenceden anlıyoruz. Bu hikâyeye göre, İmparator İulianus (hd 361-363) biri hariç, saraydaki tüm berberleri kovmuştu.
Bibi. H. J. Magoulias, "Trades and Crafts in the Sixth and Seventh Centuries as Viewed in the Lives of the Saints", Byzantinoslavica, 1976, s. 28-29; Dictianory of Byzantium, 253-254.
AYŞE HÜR Osmanlı Dönemi
I. Süleyman (Kanuni) dönemine (1520-1566) kadar İstanbul berberleri ile ilgili bir kayıt yoktur. Kahvenin bu dönemde İstanbul'a gelmesiyle birlikte kahvehaneler açılmaya başlamış, daha önceden müstakil olarak faaliyet gösteren berberler, bu dükkânların bir köşesinde çalışmaya başlamışlardır.
IV. Murad döneminde (1623-1640) kahve ve tütüne getirilen yasak nedeni ile kahvehaneler kapanmış, berberler de tekrar müstakil olarak çalışmaya başlamışlardır. IV. Murad'ın ölümünden sonra yasak kalkınca, berberler yine kahvehanelere dönmüşlerdir.
II. Mahmud'un 1826'da Yeniçeri Oca-ğı'nı ortadan kaldırmasından kahvehaneler de nasibim almıştır. Çünkü kahvehanelerin birçoğunun sahibi yeniçeriydi. Bir süre salaş dükkânlarda ya da açık havada çalışmak zorunda kalan berberlerin bir bölümü sonraları yeniden kahvehane köşelerine sığınmışlardır.
II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) İstanbul'da Avrupai anlamda berber dükkânları da açılmaya başladı. Bunlara, eski tarz berberlerden ayırmak için "perukâr" adı verildi. Cumhuriyet döneminde "perukâr" ismi terk edilerek yeniden "berber" denilmeye başlanmıştır.
Berberler, dükkân sahibi olanlar ve "ayak berberi" namıyla bilinen seyyar berberler olmak üzere iki türe ayrılırdı.
Seyyar berberler, sıradan bir duvar dibini, köşe başını ya da cami avlularını kendilerine mekân edinerek müşterilerini bekler, uzaktan bir çavuşun geldiğini görünce.zembillerim alıp kaçarlardı. Seyyar berberlerin müşterilerinin çoğunu amele, esnaf kesimi oluştururdu.
Evliya Çelebi, Seyahatname'de seyyar berberlerin 2.000 kişi olduğunu belirtmektedir. Bu berberlerin çoğu, Yeni Cami ve Tahtakale çevresinde toplandığı için yaptıkları tıraşa da "Yeni Cami işi" veya "Tahtakale işi" adı verilirdi. Ayrıca, ustura kullanmayarak yüz üzerindeki ince tüyleri iple alan ve genellikle Nuruosmaniye civarında bulunan "ibrişim berberleri" de meşhurdu.
Berberlerin tıraş dışında başka işler de yaptıkları bilinmektedir. Bu mesleklerin başında dişçilik önemli bir yer işgal eder. Berberlerin dişçiliği bir bilgiye, meslek tecrübesine dayanılarak yapılmadığından çoğu zaman hasta, derdine derman bulamazdı. Diş çekme konusunda biraz bilgisi olanlara saray başhekimi tarafından izin belgesi verilirdi.
Dişçiliğin yamsıra berberlerin sünnetçilik ve hacamatçılık yaptıkları da bilinmektedir. Berberlerin kıyafeti, 1876' ya kadar "kadim tarz" denilen türdeydi. Bu tarzın en önemli özelliği ayakların çıplak ve kolların sıvalı olmasıdır. Bu şekilde müşteri, berberin ellerinin ve ayaklarının temiz olduğunu gözleri ile görebilecekti. Çıplak ayaklarına nalın giyerlerdi. Nalınlar şimşir veya abanozdan yapılırdı. Gömleğin üzerine göğüs kısmı işlemeli fermene veya cepken giyer, bellerine bir kuşak, kuşağın üzeri-
155 BEREKETOĞLU, HASAN VECİH
ne de ibrişimden bir futa bağlarlardı. Berberler önceden başlarına beyaz keçe külah ve üzerine abani sarık sararlar-mış. Daha sonraki devirlerde ise fes giymişlerdir. Bu feslere tel ipekten büyük mavi püsküller takmak âdettendi.
II. Meşrutiyet'in ilanını (1908) takip eden ilk yıllarda bazı büyük berber salonlarında kolonya, saç fırçası, bıyık yastığı, yakalık, boyunbağı, baston, şemsiye, sabun, tarak, saç boyası gibi şeyler de satıldığı biliniyor.
Bibi. Ali Rıza, Bir Zamanlar; R. E. Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ankara, 1907; Mantran, İstanbul; Mehmed Tev-fik, İstanbul'da Bir Sene, ist., 1991; "Berber; Berber Dükkânları; Berberler", ISTA, V, 2513-2525.
UĞUR GÖKTAŞ
BEREKETOĞLU, HASAN VECİH
(7 Ağustos 1895, Kahire - 21 Haziran 1971, İstanbul) Ressam. Mısır Kadısı Bereketzade Cemalettin Molla Efendi' nin oğludur. Ailesi Mısır'dan Rodos'a geçen Hasan Vecih, ilk ve orta eğitimini Rodos'ta tamamladı. İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmesine karşın hiçbir dönem hukukla ilgilenmedi. Halil Paşa' dan dersler alarak (1916-1920) tümüyle resme yöneldi. Güzel Sanatlar Birliği üyesi olarak, birliğin düzenlediği Galatasaray ve Ankara sergilerine katıldı. Eserlerini Atina, Moskova, Bükreş, Nice gibi önemli sanat merkezlerinde sergiledi. 1923'te Paris'e giderek Julian Akademi-si'nde çalıştı. İzlenimci (empresyonist) anlayışla gerçekleştirdiği eserleri Nazmi Ziya, Hikmet Onat çizgisine,yakınlık gösterir.
İstanbul'u konu alan tablolarından bazıları şunlardır: "Anadoluhisarı", "Ka-
BEREKETZADE ÇEŞMESİ
156
157
BERK, İLHAN
BERGGREN, GUILLAUME
(20 Man 1835, Stockholm - 1920, İstanbul) Fotoğrafçı. 15 yaşında evini terk ederek bir marangoz ustasının yanında çırak olarak çalışmaya başladı.
1865'te dünyayı dolaşmaya karar vererek, bir gemi ile Stockholm'den ayrıldı. Hamburg yolu ile Berlin'e gitti. Marangozluk konusundaki bilgisi onun o dönemin ahşap kutulu fotoğraf makinelerinin yapıldığı bir atölyede çalışmasına neden oldu. Daha sonra 1866'da Odes-sa'ya giderek, dünya seyahatine başlamak üzere Akdeniz yolu ile Okyanus'a açılacak bir gemiye bindi.
Gemi İstanbul limanında gümrük işlemleri için durdurulduğunda, Berggren bir fırsatını bularak dolaşmaya çıktı. Doğu'nün bu gizemli şehrini gördükten sonra da hemen gemiden ayrılarak buraya yerleşmeye karar verdi. Bu adım onu, yaşamının sonuna kadar kalacağı kente getirmişti. 1870'lere kadar bu kentte denizyolları ile ilgili bir işte çalıştı. 1870'li yılların başında Grande Rue de Pera'da (bugün İstiklal Caddesi) Derviş Sokağı'mn (bugün Piremeci Sokağı) başında-
Guillaume Berggren
Engin Çizgen koleksiyonu
racaahmet". "Kurbağalıdere", "Kanlıca", "Fenerbahçe". "Salacak". Portre ve natürmort türünde de eserler vermiştir.
Eserleri resim ve heykel müzelerin-. de, Milli Kütüphane'de, banka ya da özel koleksiyonda bulunmaktadır.
AHMET ÖZEL
BEREKETZADE ÇEŞMESİ
Bereketzade Çeşmesi Galata'da Kuledi-bi Meydanı'nda Büyükhendek Caddesi ile Fırçacı Sokağı'mn kesiştiği noktada Galata Kulesi'ni çeviren sur duvarına bitişik bulunmaktadır. Günümüzde suyu atmamaktadır.
Zengin bezemeli bir cepheye sahip olan çeşmenin konumu, cephe düzeni, kitabeleri, malzeme ve işçiliğiyle ilgili problemleri henüz çözümlenmiş değildir. Yazılı kaynaklar ve görsel malzemeler incelendiğinde çeşmenin birçok kere onarım geçirdiği ve özgünlüğünü yitirdiği anlaşılmaktadır.
Banisi Defterdar Mehmed Efendi olan çeşme bugünkü yerine 1957/1958' de taşınmıştır. Daha önce Galata Kulesi'nin dizdarı olan Bereketzade Hacı Ali bin Hasan'ın Bereketzade Mescidi diye bilinen mescidinin yanında bulunduğu kaynaklarda geçmektedir. Kaynaklar ayrıca II. Mehmed'in (Fatih) müezzinbaşısı Bereketzade el-Hac Ali Efendi'nin çeşmesinin yerine yaptırıldığını belirtmektedirler, îlk yapım tarihini 1145/1732 olarak veren kitabesi, çeşmenin ne amaçla yapıldığını da açıklamaktadır. Galata ve Tophane semtleri sakinleri su sıkıntısı çektiklerinden, I. Mahmud buraya su getirtmiş, suyun fazlasını çeşme yaptıracak hayır sahiplerine vermiştir. Hayır sahiplerinden Defterdar Mehmed Efendi de Bereketzade Mahallesi'nde bu çeşmeyi yaptırmıştır. Çeşme asıl banisinin adı yerine önceki çeşmenin banisinin adıyla anılmaya devam etmiştir.
Kitabesinde 1260/1844 tarihinde Bez-mialem Valide Sultan tarafından Hazinedar Azmicemal'e çeşmenin onartıldığı da belirtilmektedir, ikinci önemli onarım I. Dünya Savaşı'ndan önce Fransa'nın Türkiye büyükelçisinin eşi İstanbul'un doğal güzelliklerine hayran Madam Pompar'ın
kent içinde dolaşırken Bereketzade Çeş-mesi'nin harap durumundan etkilenmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Madam Pompar'ın kurulmasını desteklediği İstanbul Şehri Muhipleri Cemiyeti, yarısı Türkçe, yarısı Fransızca bir risale bastırıp dağıtmış, cemiyet adına toplanan parayla çeşme onarılmıştır. Kaynaklarda sözü edilen bir üçüncü onarım 1957/1958'e rastlamaktadır. Bu üç önemli onarım dışında yazılı kaynaklarda onarıma ilişkin ifadelere rastlanmaktadır.
Çeşme cephesinin dışarıya taşan bölümü 381,5 cm genişliğinde ve 400 cm yüksekliğinde bir dikdörtgen oluşturmaktadır. Dışarı taşan kütleye iki taraftan 110 cm genişliğinde bir ek bölüm eklenerek cephe düzenlemesi tamamlanmaktadır. Simetri eksenin üzerinde "S" ve "C" kıvrımlarıyla biçimlenen bir niş yer alır. Nişin önüne bir yalak yerleştirilmiştir. Yalağın iki yanında birer dinlenme taşı bulunmaktadır.
Nişin alınlığı üzerindeki "maşallah" yazısının altında "Banisi oldu mukaddem Fatih'in müezzini" şeklinde başlayıp "iç bu mâ-i kevseri Azm-i Cemal icra eden 1260 (1844)" şeklinde biten kitabenin altında üzerinde musluk lülesinin yerleştiği ayna taşı vardır. Ayna taşı düzenlemesi yukarıda "ve minelmai küllü sey'iıı hay efala yuminun" yazısıyla başlamakta, "S" ve "C" kıvrımlı bir kemerle devam etmektedir. Kemerle kitabe arasında kalan köşeliklerin yüzeyleri kıvrık dal ve çiçek motifleriyle doldurulmuştur. Kemerin içini bir çiçekli rozetle gövdesi ve dalları çizgilerle taranmış iki servi motifi bezemekledir.
Ayna taşının iki yanı, kısa ayaklı sehpalar üzerinde şişkin gövdeli, uzun boyunlu birer vazoya yerleştirilmiş çiçek motifleriyle değerlendirilmiştir. Soldaki vazonun yanlarında birer armut, sağda-kinde birer erik motifi görülmektedir. Soldaki vazoda çiçek demetleri gül, gonca ve krizantem, sağdaki ise krizantem, küpe, nergis, gelincik ve gül motiflerinden oluşmaktadır. Niş kemerini üst cephe düzenlemesinden kıvrık dal ve pal-metlerden oluşan bir bordur ayırır. Çeşmenin yazıtı üst bölümde altı düşey dört
Bereketzade Çeşmesi
Hazım Okurer, 1993
yatay çerçeve içine alınarak dizilmiştir. "Ayn-ı şefkat menba-i âb-ı zülal-i merha-met"le başlayan yazıtın aralarında birer çiçek demeti bulunmaktadır. Yazılar yaldızlanmış, zemin ise yeşile boyanmıştır. Yazıtın üstüne fiyonklu çiçek demetle-riyle meyve sepet ve tabakları almaşıklı olarak dizilmiştir. Dizinin dışındaki ayaklı sepetlerde armut, üzeri kabartma yaprak motifleriyle bezeli metal tabaklarda ise incir dizilidir. Sepetlerdeki armutlar, 4-3-2-1 sırasıyla, tabaklardaki incirler 3-2-1 sırasıyla yerleştirilmiştir. Sepet ve meyve tabaklarının arasında sağda fiyonkla birbirine bağlanmış iki karanfil, ortada ve solda ise fiyonkla bağlanmış krizantem ve gonca bulunmaktadır. Niş ve yazıtla tamamlanan bezeme alanında düşey olarak sırasıyla vazoda çiçekler, yazı şeridi, vazoda çiçekler ve dilimli madalyon bordürü yer almaktadır. Solda "Hafız'a bir olup dü mısra eder", sağda "Mâ bu tesnimi cûy-i cennetten" şeklinde başlayan yazı şeridi çiçekli vazoları birbirinden ayınr. Yazı şeridinin altında ince ayaklı, yivli, şişkin gövdeli sehpasız vazolar içinde çiçek demetleri gül ve goncadan oluşmaktadır. Yazı şeridinin üzerinde ise ayaklı sehpalara oturan uzun boyunlu vazolar içinde gül, krizantem, küpe, çarkıfelek ve lale bulunmaktadır. Bu diziyi dilimli kemer taçlandırır. Kemerin köşelerini birer rozet değerlendirmektedir.
Geri çekilmiş olan çeşme duvarının en altında dilimli kemer içine alınmış ve ortası bir çiçekli rozetle noktalanmış bir bezeme grubu vardır. Bunun üzerindeki bezeme grubu kıvrık dal ve yapraklarla oluşan bir bordürle çerçevelenmiştir. Solda "bismillahirrahmanirrahim", sağda "aynen fiha tusemme selsebil" yazılarıyla bu bezeme grubunda önce yarım rozet biçiminde niş örtüsü ve onun altında müsenna kurnası gelir. Nişin köşelikleri kıvrık dallarla bezelidir. Kurnayla niş örtüsü arasındaki boşluk "S" ve "C" kıvrımlı bitkisel bezemeyle geçilmiştir. Kurnanın altını palmet örgesi (motifi) tamamlamaktadır. Müsenna kurnasını bezeyen grubun üstünde mukarnas dizisine oturan, yivli bir gövdeden çıkan ve iki ucunda spiraller oluşturan bir palmet örgesi bulunmaktadır.
Çeşme cephesi mukarnas dizileriyle oluşmuş bir kornişle son bulmaktadır. Günümüzde geniş bir saçağa sahiptir, ancak kimi gravür ve fotoğraflarda sa-çaksız, kimilerinde saçaklı gözükmektedir. Bugünkü saçağın 1957/1958 onarımına ait olduğu anlaşılmaktadır. Bereketzade Çeşmesi 1993'te Galata Kulesi çevresi düzenleme çalışmaları programına alınmıştır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 77-79; N. Yüngül, Taksim Suyu Tesisleri, İst., 1957, s. 51; H. Göktürk, "Bereketzade Çeşmesi", ISTA, 2534-2537; Çeçen, Su Tesisleri; H. Ö. Barışta, Bereketzade Çeşmesi, İst., 1989; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 113-117; S. Eyice, "Berekzade Çeşmesi", DlA, V, 489-490.
AYLA ÖDEKAN
ki 414 no'lu binanın ikinci katında bir fotoğraf stüdyosu açtı. Amelle adlı bir Rum kızı ile evlendi. İsveç'ten gelen kardeşi Charlotta'nın kızı Hilda Ullin, Berggren ile bklikte bu fotoğraf stüdyosunda çalışmaya başladılar.
Berggren, İstanbul'un en güzel görüntülerini usta tekniği ve kompozisyon anlayışı ile belgeledi. Boğaziçi'nin, kıyıların, sokakların, manzaraların, çeşitli sınıflardan tiplerin fotoğrafçısı oldu.
Bağdat demiryolunun yapımı sırasında, Goltz Paşa ile birlikte Anadolu'ya yaptığı gezilerde demiryolu üzerindeki pek çok kentin fotoğraflarını çekti. Bunlar, harabeler, anıtsal İslam yapıları idi. Konya, Bursa, Akşehir, Bilecik, Sakarya, Manisa, İzmir görüntüleri fotoğraf tekniğinin güzel uygulamaları olmaktan başka, o dönemin değerli dokümanlarıdır.
1885'te İstanbul'u ziyarete gelen İsveç Kralı II. Oskar ve ailesinin elçilik binası terasında fotoğraflarını çekti. Bu binanın fotoğraflarından oluşan bir albümü sunduğunda, kral tarafından kendisine bir nişan verildi.
Osmanlı sultanından da bir nişan sahibi olan Berggren, 85 yaşında öldüğünde, yeğeni Hilda tüm fotoğraf gereçlerim de tabutuna koyarak gömdü. Kabri Feriköy'deki Protestan Mezarlığı'ndadır.
ENGİN ÇİZGEN
BERK, İLHAN
(1918, Manisa) Şair. Balıkesir Necati-bey İlköğretmen Okulu'nu bitirdi. İki yıl Giresun'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Fransızca Bölümü'nü bitirdi (1945). Zonguldak, Samsun, Kırşehir'de ortaokul öğretmenliği (1945-1955), Ankara'da, Ziraat Bankası Yayın Bürosu'nda çevirmenlik yaptı (1956-1969). Bu görevinden emekli oldu. İlk şiir kitabı Güneşi Yakanların Selamı 1935'te yayımlandı. 1993'e kadar 23 şiir kitabı; ayrıca anlatı, günlük, deneme kitabı yayımladı. Birçok şiirinde İstanbul'u söz konusu etmiş olmakla birlikte istanbul (1974), k-
SPfiCîAlITE DE VöES
DE CöJSTâlTiflOPLF, DU BOSPHORE
& DE 8ROUSSÎ.
_grenın kullandığı fotoğraf kartı arkası.
Burçak Evren koleksiyonu
ilhan Berk
Nazım Timuroğlu
tanbul Kitabı (1980~), Galata (1985), Pe-ra (1990) adlı kitaplarındaki şiirleri tümüyle İstanbul üzerine yazılmıştır.
İlhan Berk, İstanbul'da doğup büyü-memiş, uzun süre bu kentte yaşamamış olmakla birlikte şiirinde İstanbul'a ö-nemli bir yer vermiştir. Keskin gözlemlerin, yoğun yaşantıların sonucu ortaya çıkan ilk İstanbul şiirlerinde İstanbul özlenen, kafada tasarlanan, düşlerde yaşatılan bir kent olarak belirir, istanbul Kitabı'ndaki ilk şiirin başlığı şairin duygularının bir özeti gibidir: "İşte Kurşun Kubbeler Şehri İstanbul'dasın". Bu kitapta yer alan şiirlerde şair henüz İstanbul'u kendine özgü bakışıyla pek seyredememektedir. "Kurşun kubbeler şehri" genel nitelemesinin etkisi altındadır, istanbul'a girmemiş bir bölümün de yer aldığı İstanbul Kitabı'nda iki bölüm vardır: I. İstanbul Kitabı, II. Mitologyalar. Birinci bölüm ilk kitabı içerir ve buradaki şiirlerde İstanbul 19401ı yılların henüz bozulmamış İstanbul'udur. Suriçi semtleri, Beyoğlu yakası, alanlar, tramvaylar, meyhaneler, kahveler, küfeci çocuklar gibi akla gelebilecek, gözlemlenen her alan bu şiirlerde yer alır. İkinci bölümde ise Berk' in artık "kendi İstanbul'u" belirmeye başlar. İlgi ağırlığı Türkleşmiş İstanbul'dan çok Bizanslı ya da Levanten İstanbul'a kaymaya başlar. Artık ilgi odağı Beyoğlu ve Galata'dır. Eski kiliseler, azınlıkların yaşayışları, yoksul ve "şüpheli" mahalleler şiire girer. Günaydın Yeryüzü de İstanbul'u konu alan şiirler yönünden zengindir. Berk bu kitaptaki bir şiirinde "Ellerim cebimde İstanbul'a bakıyordum" der. Bu dize Berk'in o döneme kadarki İstanbul'a bakış biçimini açıklar gibidir. Berk İstanbul'u dolaşır ve İstanbul'a bakar. Daha sonraki şiirlerinde ise görsellikten düşünselliğe, dış görünüşten tarihe ve mitologyaya doğru yoğunlaştığı görülür.
Dostları ilə paylaş: |