Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə53/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   134

Bibi. T. Ayaşlıgil, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Araştırma Ormanının Rekreasyon Potansiyelinin Saptanması (Yüksek Lisans Tezi), ist., 1992; T. Enginsal, Bilezikçi Çiftliği Özel Ormam'nın Amenajman Planı (İ983-2002), 1983.

FAiK YALTIRIK



BİLGE, TEVHİT

(1920, istanbul - 1987, istanbul) Tiyatro oyuncusu. İlk önce Şişli Halkevi'nde sahneye çıktı. 1942'de "Alabanda" revü-süyle profesyonel oldu. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda (1944) ve başka topluluklarda çalıştı. 1952'de operet oynamak üzere kendi topluluğunu kurdu. "Söz Bir Allah Bir", "İki Ahbap Çavuşlar", "Deli Dolu" gibi operetlerle işe başlayan topluluk, oyunlar çok beğenilince 1957-1958 sezonuna kadar yalnızca bu üç oyunla Anadolu'da sürekli turne yaptı. O yıldan başlayarak Tevhit Bilge Tiyatro-su'na günün ünlü oyuncuları da katıldı. Kendi topluluğuyla Beyoğlu Alkazar ve İstanbul Aksaray'daki Küçük Opera'da oyunlar sergiledikten sonra 1962'de Muammer Karaca ile birleşti. Daha sonra yine kendi adına bir topluluk kuran Bilge, radyo skeçlerinde ve filmlerde de oynamıştır.

RAŞİT ÇAVAŞ



BİLMECELER

Türk halk edebiyatında, soru ve cevap esasına göre kurulmuş, her türlü nesne ya da kavramı üstü kapalı anlatıp ne olduğunun bulunmasını öngören birer kalıplaşmış söz olarak bilmeceler, geleneksel anlamda İstanbul'da da yaygın-

dır. Türk halk kültürünün büyük şehir kültürüyle kesişip kaynaştığı bir yer o-lan İstanbul, bilmece geleneğinde kendine özgü yapısıyla dikkati çeker.

Halk arasında soru sorma, cevap alma, cevap verilemediği ya da birkaç kez tanınan yanılma hakkından sonra başvurulan birtakım uygulamalardan oluşan bilmece geleneğinin kökeni çok eskilere kadar gider. Eski İstanbul hayatının aile içi eğlencelerle süslenen gecelerinde küçüklerin büyük bir hevesle, büyüklerin küçüklere taş çıkartacak yarışma arzularıyla giriştikleri bilmece yarışmaları bugün için ya birer anı olmuş ya da biçim değiştirerek kitaplardan öğrenilen bir eğlence-oyun haline dönüşmüştür.

Çoğu manzum iki, üç, dört ve daha fazla mısradan oluşan bilmecelerle, iç dengesi ve söyleyiş kalıplaşmasıyla kendini belli eden düzyazı bilmeceler, hatırlanmayı kolaylaştıracak kafiye, ritim ve kelime oyunlarıyla kurulurlar.

İstanbul'dan derlenmiş bilmeceler, genellikle Türk halk bilmecelerinin ortak özelliklerini taşırlarsa da zaman zaman yerel unsurların konu edilmesi nedeniyle bazı farklılıklar da taşır. Bunlar eski İstanbul hayatının ayrıntılarıyla ilgili olabildiği gibi günlük hayata girmiş herhangi bir yer ya da yapının bilmecede yer alması biçiminde ortaya çıkar.

Karşılığı "ağaçkavunu" olan Elle beni belle beni / İskelede bekle beni / Ben duduyum kumruyum /Al koynuna sakla beni bilmecesi başka yerlerde de görülse bile İstanbul'dan derlenmiş olması ve bir buluşma yeri olarak iskelelerin şehir hayatındaki yerini göstermesi bakımından ilginçtir. "Çamaşır" için düzenlenmiş bir İstanbul bilmecesinde yer alan Lodos poyraz karışır / Tophane ile Kız Kulesi döğüşür / Sepetçiler'de kavga olur / İpçiler'de barışır mısraları, İstanbul'un günlük hayatını alt-üst eden lodos ve poyrazın, Tophane, Kız Kulesi, Sepetçiler, İpçiler gibi yer adlarının kullanıldığı güzel örneklerinden biridir.

Karşıda bir nesre görürüm / Uzunca zinciri var / Altı mecnunlar yuvası / Üstünde feneri var / Bazen açılır, kapanır/ Dünya kadar hayranı var / Bu bilmeceyi bilenin / Gayet büyük irfanı var bilmecesi, eski Galata Köprüsü'nü betimleyip soruyor. Birçok değişik örneği bulunan "Kız Kulesi" bilmecelerinden birinde Benzer bir minareye / Deniz girmiş araya / Gökte yıldız, yerde buz / Bir padişah bir o kız denilerek dört satıra neler sığdırılıyor.

İstanbul, Anadolu'nun değişik yörelerinden derlenmiş bilmecelerde bir motif, bir hayal, belki de gidilip görülmeden ancak yeri geldikçe zikredilen bir uzak yer gibi betimlenir. Karşılığı "nar" olan şu bilmecede sorulan nesne ile İstanbul arasında kurulan benzerlik dikkati çeker: Bir karıyla bir koca / Mır mır eder her gece / Karı der ki hey koca / Acep İstanbul nice. İstanbul bucak bucak / Çevresi mermer ocak / içinde bir sandıcık / İçi dolu boncukçuk. Birçok Anadolu bilme-



İSTANBUL'DAN DERLENEN BİLMECELER

Altı taş, üstü köşk

Sekiz ayak, iki baş (araba)

Herkeste bir tane Türkiye'de iki tane (boğazlar)

Subhan Allah sulbü taş

İçi kovuk, dışı taş

Dolana dolana zıp çıktı

Seni bu deliğe kim dikti (minare)

Yumruğum yırtığına (cep)

Çukurova, bakkal dükkânı Horhor Çeşmesi, aynacılar, Kemancılar, Ağayokuşu, Bitli çayır (çene, ağız, burun, gözler, kaşlar, alın ve saçlar)

İstanbul'da seyir gördüm

Şekli benzer minareye

Hakanla akran olmuş derya,

Girmiş araya,

Kabil değil kenarın taşlan,

İnsanın aklını alır göz yaşlan

Gece ay, gündüz yıldız,

Bir hakan, bir o kız (Kız Kulesi)

Boynunda yular,

Bütün gün işsiz arar (nargile)

Sırtına biner

Yorulmadan gider

Fakat çok gevezedir

Her zaman çan çan eder (tramvay)

Şöyle gelir, hızı yok

Burnu kara, gözü yok (vapur)

cesinde uzak yerden haber gelme imajı, şimşek, yıldırım gibi doğa olayları söz konusu olduğunda, İstanbul'da at kişner / Kokusu buraya düşer (telgraf); Kaleden attım kılıcı / İstanbul'a vardı bir ucu (şimşek); Beyaz atı nalladım /İstanbul'a yolladım (mektup), örneklerinde görüldüğü gibi İstanbul uzaklık belirtir, önemli bir yer olarak ön plana çıkar.

Halk bilmecelerinde "heceleme" adı verilen ve ses taklitlerine dayanan bir grup bilmeceden biri de "İstanbul" adının bulunmasıyla ilgili Lamba düştü İS yaptı / Tabak düştü TAN yaptı /Annem geldi BUL dedi şeklindedir. Cevabı "İ" harfi olan İstanbul'da bir tane / Ankara'da hiç yok / ingiliz'de pek çok bilmecesi de şaşırtmalı yoldan giderek İstanbul, Ankara ve İngiliz arasında karşılaştırma yapılmasını ima eder.

İstanbul bilmeceleri şehrin kültür yapısının gereği olarak zaman zaman Divan Edebiyatı türlerinden olan muamma ve lugazları da hatırlatan anlatım özellikleri taşır. Hattâ nesnelerin bulunması için düzenlenen lugazlardan bazıları bilmece olarak halk ağzından derlenmiş bulunmaktadır.

İstanbul'da ilk bilmece derlemeleri yapan Macar Türkolog İgnâcz Kûnos'tur



BİLSAK BİLİM SANAT KÜLTÜR 232

233

BİNEMECİYAN, EIİZA

(1862-1945). Bu bilim adamı İstanbul'da pek çok halk kültürü ürünü arasında 278 adet de bilmece derlemiş ve yayımlamıştır, istanbul'da çok sayıda bilmece derleyen araştırmacılar arasında M. Halit Bay-rı(->) ve Naki Tezel(->) de anılnıalıdır. Bibi. Hamamizade ihsan, Bilmeceler, îst., 1930; N. Tezel, Bilmeceler ve Maniler, Ankara, 1941; ay, Türk Halk Bilmeceleri, Ankara, 1969; G. Tunâra, "istanbul Bilmeceleri", TFA, XI, S. 230 (Eylül 1968), s. 5008; P. N. Bora-tav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, ist., 1969; ay-1. Başgöz, "Leş Devinettes", Philolo-giae Turciacae Fundamenta, II, Wiesbaden, 1964, s. 77-89; Ş. Elçin, Türk Bilmeceleri, ist., 1970; E. C. Güney, Folklor ve Halk Edebiyatı, ist., 1971; I. Başgöz-A. Tietze, Bilmece: A. Corpus of Turkish Riddles, Berkeley-Los Angeles, 1973; M. S. Koz, "Türk Halk Bilmeceleri Kaynakçası", Folklora Doğru, S. 37 (Aralık 1974), s. 39-47; ay, "Bilmece", TDEA, I, 432-438; ay, Bilmece-Bildirmece, ist., 1990; A. Çelebiqğlu-Y. Z. Öksüz, Türk Bilmeceler Hazinesi, ist., 1979; S. Sakaoğlu, "Ignâcz Kû-nos'un İstanbul'da Derlediği Bilmeceler", Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 12/1 (1980), s. 77-113.

M. SABRI KOZ

BİLSAK BİLİM SANAT KÜLTÜR KURUMU

Bilim, sanat, kültür kurumu. Beyoğlu'n-da Sıraselviler Caddesi, Soğancı Sokağı, no. 7'de faaliyetlerini sürdürmektedir.

1984'te 170 aydının ortak girişimiyle kurulmuş olan BlLSAK Bilim Sanat Kültür Kurumu, bağımsız bir kültür kuruluşudur. Türünün ilk örneklerinden birini teşkil eden BlLSAK'ın başlıca amaçları arasında bilim, sanat ve kültür alanlarında çok amaçlı araştırmalar yapmak, eğitim ve geliştirme kursları açmak, deneysel çalışmalara ve her türlü üretime destek vermek bulunmaktadır. Ayrıca toplumu doğrudan ilgilendiren her türlü konu ve görüşe açık olan "Demokratik Tartışma Platformu", yapıcı ve katılımcı bir düşünce alışverişini hedeflemektedir.

Yönetim biçimi olarak, tek bir yöneticinin tüm yetkilere sahip olması yerine, geniş katılımlı bir yönetim kurulu ve bir yetkili müdür tarafından idare edilen BİLSAK'ta bu görev halen (1993) Mustafa Kemal Ağaoğlu tarafından yürütülmektedir.

Toplumun sosyal ve siyasal açıdan azınlıkta olan belli gruplarına, seslerini diğer kesimlere duyurma şansı tanımayı hedefleyen BİLSAK'ta antimilitarist, feminist, yeşilci vb pek çok grup ve kişi çeşitli vesilelerle bir araya geldi ve çalışma programını, gündemini belirledi.

BİLSAK'ın sürekli etkinlikleri arasında konunun uzmanları tarafından verilen kurslar ve yine uzmanlarca yönetilen atölye çalışmaları önemli bir yer teşkil eder. Bilimsel içerikli çalışmaların başında sibernetik sistemler ve bilgisayar kursu gelir. Tiyatro kursları ve deneysel çalışmalar sonucu ortaya çıkan potansiyeli katılımcılar, BİLSAK Deneysel Tiyatro çatısı altında değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Plastik sanatlar ve resim atölyesi katılımcılara modelli ça-

lışma olanağı sağlamaktadır. Bunların dışında teorik ve teknik bilgilendirmenin uygulamalı olarak yapıldığı fotoğraf atölyesi, keramik atölyesi, vitray atölyesi ve özgün baskı atölyesi sayılabilir. Doğu Disiplinleri genel başlığı altında yoga, tai chi chuan ve meditasyon kursları verilmektedir.

BİLSAK konser ve resitalleri de özellikle genç kesimin bir dönem büyük ilgi gösterdiği etkinlikler olmuştur. Özgün Türk müziği, pop, caz, rock, folk çeşitli etnik toplulukların geleneksel müzikleri gibi alanlarında sayısız grup ve sanatçıya olanak tanıyan kurum, bir ara Cihangir' deki merkezinin en üst katında açtığı "African Bar" ile İstanbul'daki zenci azınlığın ve Afrika yerel müziklerinin merkezi haline geldi.

Kuruluşundan bir yıl kadar sonra BİLSAK Türkiye'nin ilk uluslararası caz festivalini düzenleyerek bu alana ilgi duyanları bir araya getirdi (1985). Aynı kapsamda ünlü Chet Baker'ın da istanbul'da çalmasını sağlayan BlLSAK, daha sonra bu caz festivalim geleneksel hale getirip her yıl tekrarlama yoluna gitti.

Kültürel etkinliklerinin finansmanında sıkıntı çeken BlLSAK bu sorunu aşmak için çeşitli çarelere başvurdu. İlk olarak Atatürk Kültür Merkezi'nin üst katındaki fuayede küçük bir bar açan kurum, ardından Yeniköy'de yazlık bir mekân kiralayarak restoran ve yemek servislerini kurdu. Bu alandaki yatırımlarını genişleten BİLSAK bugün İstanbul'un en büyük "catering" ve hazır yemek servislerinden birine sahiptir.

BAŞAR BAŞARIR

BİNBİRDİREK BATAKHANELERİ

bak. TAYYARZADE HİKÂYESİ



BİNBİRDİREK SARNICI

Sultanahmet semtinde, Adliye Sarayı'mn üst tarafında, küçük bir meydanın altında bulunmaktadır.

Yerebatan Sarayı denilen Bazilika Sarnıcı'ndan sonra İstanbul'un ikinci büyük su haznesi olan Binbirdirek Sarnıcı, eski Bizans kaynaklarına göre 4. yy'da yaptırılmıştır. Bu kaynakların verdiği bilgilere göre, İmparator I. Constantinus, şehri yeniden kurduğunda Roma'dan bazı senato üyelerini buraya göçe zorlamıştı. Bunlardan Filoksenus (Philoxe-nus) Sarayı'nı, Hippodrom'un(->) komşusu olarak yaptırmış ve sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere de bu sarnıcı inşa ettirmiştir. Bizans döneminde şehrin topografyası hakkında bilgi veren kaynaklardan Patria Konstantinopoleos'a göre, Filoksenus Sarnıcı, Constantinus Forumu'na komşu idi ve yanında Lausus Sarayı bulunuyordu. Bu forumun Çem-berlitaş'ta olduğu hususunda şüphe yoktur. Lausus Sarayı'mn da aynı çevrede bulunduğu bilindiğine göre, Binbirdirek Sarnıcı Filoksenus Sarayı'na, en geniş ihtimal ile de Lausus Sarayı'na ait olabilir.

Türk dönemi başlarında bu sarnıçta

su bulunmadığı tahmin edilir. 16. yy'da İstanbul'a gelen Alman seyyah R. Lube-nau, sarnıçta ipek ipliği işleyenlerin çalıştıklarını bildirir. Halbuki 18. yy'da burada su olduğunu yazanlar da vardır. Osmanlı dönemi içinde Binbirdirek su haznesi üstünde bazı büyük konakların inşa edildikleri bilinir. Bunlardan biri Fazlı Paşa Sarayı'dır. 16. yy sonlarının pek tanınmamış bir veziri olan Kara Fazlı Paşa burada çok ihtişamlı bir saray inşa ettirmiş ve I. Ahmed'i burada misafir etmiştir. Saray 1660'ta Ayazmakapı yangınında yanmış, yerine sonraları bir ahşap konak inşa edilmiş, defterdarlık konağı olarak da kullanılan bu bina da Hocapaşa yangınında yanmıştır. Bundan sonra Binbirdirek Sarnıcı üstü boş arsa olarak kalmış, yalnız üstündeki meydanda kurulan semt pazarının deposu olarak bir süre hizmet vermiştir.

R. Ekrem Koçu'nun yazdığına göre ilk baskısı 1290/1873'te yapılan "Tay-yarzade" başlıklı bir halk hikâyesinde, Binbirdirek Sarmcı'nda 17. yy'da IV. Mu-rad döneminde (1623-1640) geçmiş bir olay anlatılır. Esasının 18. yy'a ait bir meddah hikâyesi olduğu sanılan bu metinde, Fazlı Paşa'mn geçkin yaştaki kızı Cevherli Hanım güzel ve genç bir cariyesi aracılığı ile sarayına çektiği varlıklı kişileri, sarayının altındaki bu mahzende hapsederek, servetlerini alarak öldürtmektedir. Sonraları pek çok defa basılan bu 30-40 sayfalık hikâyenin (Tay-yârzade yahud Binbirdirek Batakhanesi, îst., 1324; 1328, Tayyârzâde, Binbirdirek Batakhanesi, Meşhur Kadim Tarihî Bir Hikâyedir, İst., 1341) ne derecede gerçek olduğu bilinmez.

Binbirdirek Sarnıcı'nın içinde uzun süredir su bulunmadığından 19. yy'da ip bükenler tarafından atölye olarak kullanılıyordu. Hattâ burada bu işin yapıldığım gösteren Thomas Allom'un(->) 1840' larda çizilmiş bir gravürü de vardır. Üstündeki konak ortadan kaldırıldıktan sonra, tonozlardan bazıları delinerek, içeriye ışık ve hava girmesini sağlayan menfezler açılmıştır.

Binbirdirek Sarnıcı'nın ilk defa planı, isveçli mühendis Cornelius Loos'dan elde ettiği çizime' dayanarak ünlü Avusturyalı mimar Fischer von Erlach (1656-1723) tarafından yayımlanmıştır. Binbirdirek Sarnıcı, etrafı kalın bir duvarla sınırlanmış 64x56,40 m ölçüsünde büyük bir haznedir, içinde 224 sütun bulunur. Her biri 14 sütunlu 16 sıra halindeki birbirinden 3,75 m aralıklı olan bu destekler kemerler ile bağlanmış olup, çapraz tonozları taşırlar. Sütunlar üst üste bindirilmiş iki gövdeden meydana gelmiş olup, bunların aralarına dışa taşkın birer bilezik yapılmıştır. Sütun gövdelerinin üstlerinde ise üzerlerinde hiçbir işleme bulunmayan kesik piramit biçiminde (impost) başlıklar vardır. Böylece bütün sütunlar ve başlıklar devşirme malzeme olmayıp, burası için yapılmıştır. Başlıkların üstünde kemerler karşılıklı olarak ağaç gergilerle bağlanmıştır. Bugün bun-

Bartlett'in bir

deseninde

Binbirdirek

Sarnıcı.


Ara Güler fotoğraf arşivi

larm yalnız yuvarlak delikleri görülür. Sarnıcın Türk dönemindeki adı çokluk anlamındaki "binbir" teriminden gelmiş olabileceği gibi, bazılarının iddia ettiklerine göre sütun gövdelerinin üst üste bindirilmiş oluşundan dolayı "bindir" teriminden de geldiği ileri sürülür. Sütunların alt kısımları 5 m'ye yakın toprağa gömülmüştür. Aslında desteklerin tam yüksekliği 12,50 m'yi bulmaktadır. Sarnıcın bugünkü girişinin sol tarafındaki köşesinde tonozlar yıkıldığından buradaki on sekiz göz doldurulmuştur. Sütun gövdelerine pek çok sayıda Grekçe harfin işlenmiş olduğu da dikkati çeker. Bunların, sarnıcın yapımında çalışan ve sütunları işleyen taşçıların işaretleri olduğu bilinir.

1960'lı yıllarda İstanbul Valiliği'nde yapılan bir toplantıda, bir vali muavini tarafından bu sarnıcın içine, çevredeki apartmanların mecralarının akıtıldığı açıklanarak, belediye temsilcisi sert biçimde uyarılmıştı. Çok sonraları şehrin en canlı bir yerinde olan bu tarihi eserin içinin temizlenip bir restoran olarak işletilmesi düşünülmüş ve bunun için proje de hazırlanmışken, gerçekleşmesi mümkün olmamıştır.

Bibi. Fisher von Erlach, Entıvurff einer histo-rischen Architektur..., Leipzig, 1725, III, levha 5; T. Allom-R. Walsh, Constantinople..., Londra, ty, s. 15; Strzygowski-Forchheimer, Byzantinischen Wasserbehâlter, 56-57; K. Wulzinger, "Die Steinmetszeichen der Bin-bir-Direk", Byzantinische Zeitschrift, XXII (1913) s. 459-473; ay, Byzantinische Ba-udenkmâler zu Konstantinopel, Hannover, 1925, s. 90-98; Schneider, Byzanz, 86; Janin, Constantinople byzantine, 201-202; İSTA, V, 2786-2792; Müller-Wiener, Bildlexikon, 280. SEMAVİ EYİCE

BİNEMECİYAN, ELTZA

(1890, istanbul - 1981, Toronto/Kana-da) Tiyatro oyuncusu. Rupen Binemeci-yan (1857-1912) ile Agavni Binemeci-yan'ın (1865-1915) kızıdır. Annesi ve babası da tiyatro oyuncusuydu. Tiyatro ortamında yetiştiği için daha 10 yaşındayken anne ve babasının oynadığı Mınak-yan topluluğunda kız ve oğlan çocuk rolleriyle sahneye çıktı (1900). Kadıköy' deki Fransız okulu ile Nötre Dame de Sion Fransız Okulu'nda öğrenim gördü. II. Meşrutiyet'in ilk günlerinde Ermeni gençlerinin kurduğu Serbest Sahne'deki Ermenice oyunlarda profesyonel olduktan (1908) sonra Mınakyan topluluğuna katıldı ve burada giderek parladı. Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi'n-den sonra 19l4'te açılan sınava katılarak Darülbedayi'ye girdi. Darülbedayi'nin ilk oyunu olan Çürük Temel'in 20 Ocak 1916'daki ilk gösterisinde ve ilk yerli oyun olan Baykuşa, da rol aldı. 1920'de Darülbedayi'den ayrılan bir grubun kurduğu Yeni Sahne'ye katıldı. 1921' de kurulan bir başka topluluğa ise onun önerisiyle Türk Tiyatrosu adı verildi. Sonra yeniden Darülbedayi'ye dönen Bineme-ciyan yönetim kurulunda sanatçı temsilcisi olarak bulundu. Ününün doruğun-dayken 1924'te Fransa'ya göç etti. 1926'da Raşit Rıza'nın (Samako) davetiyle İstanbul'a gelerek ramazan süresince sahneye çıktıktan sonra bir daha dönmemek üzere Fransa'ya gitti. II. Dünya Savaşı yıllarını Londra'da geçirdikten sonra 1946'da yeniden Fransa'ya dönen Bi-neıneciyan'ın yaşamının bundan sonrası hakkında bilgi yoktur.

Eliza Binemeciyan, yalnız Binemeci-

yan ailesinin değil Osmanlı tiyatrosunun en yetenekli ve parlak oyuncularındandı. Türkçeyi öbür Ermeni oyuncular gibi bozuk konuşmayan, Halid Zi-ya'dan (Uşaklıgiİ) ve İsmail Müştak'tan (Mayakon) Türkçe dersi alan Binemeciyan, Darülbedayi'de oynadığı dönemde Raşit Rıza'yla özellikle duygusal komedilerde başarılı bir ikili oluşturmuş, hattâ 1920'de Temaşa dergisinin yaptığı bir

Eliza (solda) ve Adrian Binemeciyan Raşit Rıza ile Hortlak piyesinde, 1921. Gökhan Akçura koleksiyonu



BİNİCİLİK

234

235

BİNİŞ

soruşturmada "Osmanlı temaşa hayatında mümessil ve mümessilelerden birinciliği kime verirsiniz" sorusuna gelen yanıtlarda, birinci Eliza Binemeciyan, ikinci de Raşit Rıza olmuştu.



Bibi. Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (haz. H. K. Alpman), ist., 1977; M. N. Özön-B. Dür-der, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967; M. And, 50 Yılın Türk Tiyatrosu, İst., 1973; And, Meşrutiyet; And, Tanzimat; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, İst., 1989; Nutku, Darülbedayi; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, L, İst., 1985; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I.

RAŞİT ÇAVAŞ



BİNİCİLİK

Modern anlamda binicilik sporunun İstanbul'a gelişi 1910'lu yıllara rastlamaktadır. 22 Mart 1913'te kumlan Sipahi Oca-ğı'nın Harbiye Mektebi binasının bahçesinde, bugünkü Harbiye Orduevi'nin bulunduğu yerde yaptırdığı kapalı manej, Türkiye'de binicilik sporunun ilk faaliyetine sahne oldu. Araya giren I. Dünya Savaşı sırasında Sipahi Ocağı'nm faaliyetleri mecburi bir duraklama dönemi geçirdikten sonra İstanbul'un işgali sırasında da birkaç kişinin gayretleriyle sür-dürülebildi.

Binicilik sporuna ancak Cumhuriyet' in ilanından sonra önem verilebildi. Bu arada Sipahi Ocağı da varlıklı üyelerinin desteğiyle canlanma gösterdi. İstanbul'da ilk atlı yarışmalar, bu kulüp tarafından Harbiye Mektebi'nin bahçesinde düzenlendi ve kalabalık bir seyirci topluluğu tarafından izlenmeye başladı. Ancak binicilik masraflı bir spor olduğundan bunun bir kulübün maddi imkânlarıyla gerektiği şekilde yürütülemeyeceği de belli oluyordu. Ayrıca kulüpçe düzenlenen atlı yarışmalarda daha çok subay binicilerin varlık göstermeleri de dikkat çekiyordu. Bu nedenle binicilik sporunun ordu tarafından yürütülmesi uygun görüldü. Bu önemli görev, İstanbul'da bulunan Süvari Mektebi'ne verildi. Bu okul, müdürü Yarbay Cevdet Bey'in (Bilgisin) öncülüğünde Türk bi-

nicilik sporunun temelim oluşturdu. Cevdet Bey, 1930'da okulda binicilik sporuna hevesli sivil gençler için de ücretsiz kurslar açtı. Müdür yardımcısı Binbaşı Saim Bey (Önhon) ile öğretmenler Avni (Bağana), Vehbi (Savaşır), Ahmet Nuri ve Tahsin (Yazıcı) beyler bu girişiminde Cevdet Bey'e yardımcı oldular. Cevdet Bey, 1932'de Uluslararası Binicilik Federasyonu'na üyelik başvurusunda bulundu. Bu müracaatın kabul edilmesiyle Türk binicilerine uluslararası temasların kapısı açıldı.

Cevdet Bey, Türk binicilerinin başına Fransa'dan Albay Albert Tatton adında usta bir hocayı getirtmişti. Türk binicileri, modern binicilik sporunun teknik yanlarını bu değerli hocadan öğrendiler, buna kişisel yeteneklerini ve cesaretlerini kattılar ve kısa zamanda güçlü bir ekip ortaya çıktı. Türk binicileri, 1932' de Uluslararası Nice (Fransa) Konkurhi-pikleri'ne katıldılar. Bu yarışmalarda beklenenin çok üstünde varlık göstererek başarılar elde ettiler. Bu arada Teğmen Saim Bey (Polatkan), kazandığı bir ikincilik ve bir üçüncülük ile Türk bayrağını iki kez şeref direğine çektirdi.

Türk binicileri, 1932-1939 döneminde Avrupa'da katıldıkları uluslararası konkurhipiklerde büyük başarı kazandılar. Özellikle Kara Cevat (Gürkan), Sarı Ce-vat (Kula), Saim (Polatkan) ve Eyüp (Öncü) beylerden oluşan dörtlü ekip Avrupa'da "Atatürk'ün Süvarileri" adıyla ün yaptı. Yurtdışında kazanılan başarılar yurtta binicilik sporuna karşı ilginin de artmasına yol açtı. Süvari Mektebi' nin İstanbul Ayazağa'daki yarışma alanı yaz aylarında hemen her hafta yapılan yarışmalara büyük bir meraklı kalabalığı çekmeye başladı. Türkiye'nin en seçkin binicileri bu alanda yetiştiler. İstanbul, Türk binicilik sporunun merkezi oldu. Bu ilk dönemin bir başka olayı da 1933' te İstanbul'da, Taksim Stadı'nda Bulgaristan ile yapılan milli yarışma oldu.

Araya giren II. Dünya Savaşı ile bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de

binicilik sporu duraklama geçirdi. Savaş sonrasında yeniden başlayan uluslararası temaslarda asker binicilerimiz başarılarını sürdürdüler. Bu arada 1959'da Binicilik Federasyonu başkanlığına getirilen ilk sivil olan Nejat Eczacıbaşı'nın kişisel çabası sonucu organize edilen ve İstanbul İnönü Stadı'nda binicilik dünyasının en seçkin binicilerinin de iştirakiyle yapılan Uluslararası İstanbul Konkurhipikleri, Türk binicilik sporuna ayrı bir renk kattı. 1950'li yılların sonunda Türk ordusundan süvari sınıfının kaldırılmasıyla ordu bu spordan uzaklaştı. Bundan sonra sivil binicilerin dönemi başladı. İstanbul'da Sipahi Ocağı, Atlı Spor ve Galatasaray kulüpleri binicilik faaliyetini sürdürdüler. 1968'de İstanbul' da düzenlenen Balkan Binicilik Şam-piyonası'nda Türk milli takımı iki altın madalya kazandı.

CEM ATABEYOĞLU

BİNİŞ

Padişahın, gezi ya da ziyaret amacıyla saraydan ayrılıp İstanbul civarında bir yere gitmesi. "Biniş-i hümayun", "teşrif-i şahane" de denmiştir. Denizyoluyla yapılanlara "bahren biniş-i hümayun" ya da "bahren teşrif-i şahane" denildiği gibi, değişik kıyafetle ve geçilen yerlerde tanınmayacak görünümde yapılan binişlere de "tebdil binişi" denmekteydi. Ayrıca, atlı binişler için "esb-süvâr", saltanat kayığıyla yapılanlar için "zevrak-sü-vâr" deyimleri kullanılıyordu.

Türkçe bir deyim olan biniş sözcüğü "binmek" fiilinden türemiştir. 16. yy'da padişahlar, İstanbul'un çevresindeki av alanlarına, örneğin Halkalı'ya, Belgrad Ormanı'na, kalabalık atlı gruplarla gidip avlanmakta ve dinlenmekteydiler. 17. yy'da ise padişahların, kente daha yakın mesirelere dinlenmek ve eğlenmek için günübirlik gidip dönmelerine de biniş dendi. Bu gelenek Abdülaziz dönemine (1861-1876) değin sürdü. II. Abdülha-mid (hd 1876-1909) ise hükümdarlığının ilk yıllarında araba ile binişlere çık-

Kâğıthane'de askeri at yarışları. Resimli Kitap, S. 22 (1910) Gözlem Yaymc^hk Arşivi

Biniş-i hümayunla Eyüp'e gelen padişahın -{

Mihrişah


Valide Sultan

Sebili önünden

geçişi.

Allom'un


deseninden

gravür, 19. yy.



Ara Güler fotoğraf

arşivi

ti. Fakat daha sonra Yıldız Sarayı'ndan ayrılmadı. Biniş geleneği de unutuldu.

16. yy'dan 19. yy'a değin süren biniş geleneği, İstanbul'un imarı, çevresinde bakımlı mesire alanlarının oluşması, buralara biniş kasrı ya da biniş köşkü denen güzel yapıların inşa edilmesi bakımından önemli yararlar sağladı. 18. yy' da, özellikle de Lale Devri'nde İstanbul' un Haliç ve Boğaziçi semtleri baştan başa biniş alanları görünümünü almıştı. Başta Kâğıthane olmak üzere, Silahdara-ğa, Karaağaç, Büyükdere, Beykoz, Tokat Bahçesi, Alemdağ başlıca biniş menzilleriydi. Biniş geleneği III. Selim (hd 1789-1807) ve II. Mahmud (hd 1808-1839) dönemlerinde son parlak çağını yaşadı. Da-vutpaşa'da, Yıldız'da, Göksu'da, Dolma-bahçe'de, Baltalimam'nda, Maslak'ta, Zin-cirlikuyu'da, Kalender'de, Bebek'te yeni biniş kasırları yapılırken çevre düzenlemeleri gerçekleştirildi. İstanbul kültüründe özel bir yeri olan bahçe, hasbahçe sahaları bakıma alındı.

Bayram, selamlık ve arz günleri dışında, padişahların sık sık biniş yapmaları olağandı. Binişlerde, resmi törenler-dekine benzer önlemler alınmaz; bu tür gezilerin bir alay-tören görünümü vermemesine özen gösterilirdi. Hattâ, halkın duymaması için önlemler alınırdı. Çünkü, biniş gidişi ve dönüşünde, çoğu kimse padişahın önüne yatarak ya da uzaktan seslenerek yardım ister, yakınmalarda bulunurdu. Bu tür durumlarda, salma çuhadarları, şikâyeti olanları Paşa Kapısı'na götürürler, yardım isteyenlere de maiyette bulunan hazinedarlar bir miktar para verirlerdi. Hem çevreyi daha iyi gözlemleyebilmek, hem birtakım

isteklerle rahatsız edilmemek için padişahlar, genellikle sarayın biniş kapısı denen çıkışlarından tanınmayacak kıyafetlerde çıkarak tedbil binişi yapmayı tercih etmekteydiler. Bununla birlikte çoğu zaman da padişahın gücünü, görkemini kent halkına göstermek amacıyla biniş-i hümayunlar düzenlenmesi de ihmal edilmemekteydi. 16. yy'da deniz binişleri "bastarda" denen saltanat gemileriyle yapılmakta iken 17. yy'da padişahın görkemini dışa yansıtmak için saltanat kayıkları kullanılmaya başlandı. Düzenlenen binişlerin özelliğine ve padişahın isteğine göre de gezilere sadrazam, yeniçeri ağası, imrahor ağa, çavuşbaşı vb görevliler de katılıyordu. Biniş, bir veya iki gece kalınmak üzere düzenlenmişse ko-naklanacak yerde önceden otağ ve çadırlar, seyyar saray mutfağı kurulur, erzak götürülürdü. Bazen de Boğaziçi sırtlarm-daki köşklere veya Boğaziçi, Haliç kıyılarındaki yalılara biniş düzenlenir, akşama kadar eğlenildikten sonra dönülürdü. Boğaziçi'nde başlıca biniş yerleri Tokat Bahçesi, Kandilli Bahçesi, Mirgûn Bahçesi, Kalender ile Sultaniye idi.

Biniş-i hümayun tertibinde çıkışlarda padişah mevsime uygun giyinip süslenir, halkın hayranlığını ve kendisine duyulan saygıyı artıracak tarzda sorguçlu kavuk, mevsim kürkü giyer, kalabalık bir biniş maiyetiyle saraydan ayrılırdı. Atla yapılan binişlerde başçuhadar padişahın yağmurluğunu, ikinci çuhadar, kırmızı kese içindeki pabucunu, üçüncü çuhadar çizmelerini taşırdı. Solakbaşı, atının dizginim tutar, salma çuhadarları ve hazinedarlar halkla ilgilenirlerdi.

Güvenlik, ulaşım kolaylığı, rahatlık

bakımından çoğu kez denizyolundan binişler tercih edilmekteydi. Bahren biniş-i hümayunlarda, sabah erkenden hareket edilirdi. Önde, içoğlanlarının bindiği san-daliye denen altı büyük kayık eskortluk yaparken, arkadaki tek kayıkta tülbenda-ğası ayakta olarak padişahın sorguçlu bir sarığını sağa sola eğip kaldırarak bu hareketle padişahın selamını ve iltifatını bildirmiş olurdu. Bunun arkasındaki yan yana iki kayıktan birinde mirahur ağa, diğerinde saray ağası, yüzleri geriye dönük ilerlerlerdi. Sağda ve soldaki iki kayık süratle bir ileri bir geri gidip gelir; içlerindeki dev yapılı, kollan sıvalı, elleri değnekli, palabıyıklı hasekiler ayakta, ve düzenli birer sıra halinde "Savulun! Sandal, geri var! Siya!" diye hep bir ağızdan gürlerler, bu toplu ses Boğaziçi'nde korku uyandırır, tekneler, kayıklar, balıkçılar sağa sola hızla uzaklaşıp gözden kaybolurlardı. Padişaha özgü iki kayıktan daha büyüğü "kancabaş" denen, on üç çifte, diğeri bunun bir benzeri olan "kır-langıç"tı. Padişah kancabaşta, kıç taraftaki kırmızı çuhadan, sırma saçaklı saye-ban ya da tak altında otururken bostan-cıbaşı arkasında ayakta olarak dümen tutar, üç musahip de karşısında önlerine bakmış vaziyette saygılı otururlardı. Kayığın iki yanında birer sıra halinde hamlacılar (kürekçi bostancılar) bembeyaz giysileri, sırma işlemeli kırmızı yelekleri ile ayakta ve ahenkle kürek çekerlerdi. İkinci kayık kırlangıç da kancabaş gibi özenli, üç fenerli köşkü gümüş direkli, sırma işlemeli perdeli, gümüş kafesli, küpeştesi yaldızlıydı. Kancabaşın baş tarafında bostancı haseki ağası, ortada iki yanda çuhadar ve rikâptar ağalar ayakta



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin