KADIN İSTİHDAM PAKETİ
Hükümetin bir önceki yasama yılında bahsettiği kadın istihdamı paketinin Bakanlık tarafından hazırlandığı basına yansımıştır. Paketin yapılış tarzı ve hizmet ettiği noktadan öncesinde yine toplumsal kesimin çok geniş bir kesimini ilgilendiren böyle bir yasal düzenleme kadın örgütlerinin, dışardan farklı uzmanların görüşleri alınmadan, bu taslak onlara gönderilip ortak hazırlama zemini oluşturulmadan hazırlanmıştır. Kadınlar için hazırlanan istihdam programında kadınların görüşleri alınmadan, daha başından beri kadınlar dışlanmıştır.
Hazırlanan istihdam paketi, kadın örgütlerinden, siyasi partilerden ve STK’lardan fikir alınmadığı, adeta kapalı kapılar arasında oldubittiye getirildi. Bu paket, sermayenin isteği üzerine, ucuz iş gücü olarak kadın emeğini sömürme programıdır. Bu tür programlar başta Asya ve Avrupa ülkeleri olmak üzere çok defa uygulanmış, ama ortaya çıkan tablo kadın açısından tam bir hak gaspı ve emek sömürüsü olmuştur. Bu tür paketler ayrıca sadece kadınlar için değil, toplumda en dezavantajlı gruplardan olan çocuklar için de, çocuk işçiliği, sömürü ve çok fazla can kaybını da beraberinde getirmektedir.
KEİG PAKET HAKKINDA AÇIKLAMA – Kasım 2013
Bakanlığın kadın örgütleriyle Ekim ayında yapmış olduğu toplantıda yasa taslağını paylaşmadan bir görüş almıştır. Esasında usulen yapılmış bir toplantı olduğu görülmektedir. Bu toplantı sonrası KEİG kadın örgütleriyle yapmış olduğu toplantı sonucunda aşağıdaki açıklamayı yapmıştır, bizim de tutumumuzu yansıtan açıklamaya göre:
“Kadın örgütleri, Türkiye’de istihdamda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının önündeki temel engelleri yıllardır dile getiriyor. Bununla birlikte neredeyse bir yıldır üzerinde çalışılan “Kadın İstihdam Paketi”nin kadın örgütlerinin görüşleri alınmadan ve uzun yıllardır dile getirdikleri talepleri göz önünde bulundurulmadan hazırlanması, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini pakette önerilen istihdam politikaları yoluyla derinleştirecektir. Bu paketin kadın istihdamını artırma ve cinsiyete dayalı ayrımcılığı önleme amacına erişmesi için, bağımsız ve örgütlü kadınların taleplerine kulak verilmelidir!
Kadın örgütleri olarak daha önce de dile getirdiğimiz üzere, istihdamda toplumsal cinsiyet
eşitliğinin önündeki en önemli engellerden biri, hane-içi bakım yüküdür. Çocuk, yaşlı, hasta ve engelli bakımı gibi yaşamsal öneme sahip emek yoğun işleri, kadınlar hane içinde ücretsiz olarak üstlenmektedir. Böylesi ciddi bir toplumsal meselede, ne devlet eşitlikçi bir sosyal politika üretmekte, ne işveren yükümlülüklerini yerine getirmek istemekte, ne de genel olarak erkekler bakım işleri doğrultusunda sorumluluk üstlenmektedir.
Kadınlar üzerindeki “çok çocuk doğur ve bakımlarını tek başına üstlen” baskısı İstihdam Paketiyle meşrulaştırılıyor! İstihdam Paketi içerisinde "iş-aile yaşamını uyumlulaştırma" konusuyla ilgili bazı önerilerin getirileceğini çeşitli açıklamalardan öğreniyoruz. AB ve bazı ülke örneklerinde uluslararası normlara da yön verecek şekilde "iş-aile yaşamının uyumlulaştırılması" başlığı altında yer alan politikalar, çalışanın iş ve iş dışı yaşamındaki rolleri ve emek yüküyle bağlantılı zaman/mekân düzenlemelerini içermektedir. Bu politikalar içerisinde annelik ve ebeveyn izinleri, doğrudan ya da dolaylı nakit destekleri, ev dışı bakım olanakları, çalışma süreleri ve fazla çalışma sürelerinin belirlenmesinin kolay ya da mümkün olmadığı kayan zamanlı çalışma gibi ulusal ve kurumsal düzeyde uygulamaya sokulabilecek bir dizi araç bulunmaktadır. Biz, söz konusu başlık altında anılan düzenlemelerin ortaya çıkış amaçları itibariyle, çalışanlar açısından sosyal hak kaybı yaratmayacak, iş yaşamı başta olmak üzere, birey ve sosyal grup olarak yaşamın değişik alanlarında marjinalize olmaları ve statü kaybı yaşamalarına engel olacak şekilde tasarlanmaları ve hayata geçirilmeleri gerektiğine inanıyoruz.
Ancak, mevcut düzenlemelerde annelik izni, ebeveynler arasında bakım sorumluluğunun paylaşılması ilkesine aykırı ve kadın istihdamını güçleştirecek şekilde uzatılmakta; kurumsal, nitelikli ve ulaşılabilir bakım hizmetlerine yönelik yeterli bir öneri getirilmemekte; “doğum sonrası ile kısıtlı kalacak” dense de kadınların zaman içerisinde sürekli olarak kısmi zamanlı, ikincil istihdamlarının yolu açılmaktadır.
Kadınların çok sayıda çocuk doğurup uzun sürelerle bakımlarını tek başlarına üstlenmeleri doğallaştırılmakta, iş yaşamında yarı zamanlı çalışmaya ve zaman ve işyeri açısından esnetilmiş çalışma ilişkilerini içeren atipik pozisyonlara kaymaları kolaylaştırılmaktadır.”
KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Bağımsız iletişim ağı Bianet’in verilerine göre 2013 yılında
Ocak’ta 18 kadın, üç çocuk öldürüldü; 11 kadına tecavüz edildi.
Şubat’ta 11 kadın öldürüldü, 11 kadına tecavüz edildi, 20 kadına ve iki bebeğe şiddet uyguladı.
Mart’ta; 14 kadın, 1 bebeği öldürdü; 16 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi; 28'ine cinsel tacizde bulunuldu; 25'i yaralandı. Tedbir kararlarına rağmen iki kadın öldürüldü.
Nisan’da 17 kadın öldürüldü, 13 kadına tecavüz edildi. Kadınların yüzde 59’u kocaları ve eski kocaları tarafından öldürüldü; yüzde 54’üne tanıdıkları erkekler tecavüz etti.
Mayıs’ta 13 kadın öldürüldü; 10 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi; 20 kadını yaralandı; 15 kadına cinsel tacizde bulunuldu. Üç kadın daha önce şikâyette bulunmasına rağmen öldürüldü, biri ağır yaralandı.
Haziran’da 15 kadın öldürüldü, 16 kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi, 19 kadın yaralandı, 18 kadına cinsel tacizde bulundu. Gezi direnişinden 11 kadın polisin cinsel tacizine uğradı.
Temmuz’da dokuz kadın öldürdü, 20 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti, 19'una cinsel tacizde bulundu. 2013’ün ilk yedi ayında 97 kadın öldürüldü, 97 kadına tecavüze uğradı.
Ağustos’ta 24 kadın, bir kız çocuğunu öldürdü; 21 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti. Öldürülen kadınların yüzde 83’ü kocaları ve sevgilileri tarafından katledildi.
Eylül’de 24 kadın, beş çocuk ve beş erkeği öldürdü; 14 kadına tecavüz etti; dokuz kadını ağır yaraladı.
2013’ün ilk dokuz ayında erkekler 146 kadın öldürdü; 132 kadına tecavüz etti; 155 kadını yaraladı; 117 kadına cinsel tacizde bulundu.
Yine 2011 ve 2012 yıllarında da aynı korkunç tablo karşımıza çıkmaktadır. Bir kez daha belirtmekte fayda vardır. Bu korkunç rakamlar bile, sadece adli mercilere ve ya basına yansımış olanlardır. Gerçek rakamların bundan çok daha korkunç olduğunu hepimiz biliyoruz.
2011'de erkekler 257 kadın, 14 çocuk ve iki bebek öldürdü; en az 102 kadın ve 59 kız çocuğuna tecavüz etti; 167 kadını taciz etti; 220 kadını yaraladı. 2011'de koruma talep ettiği, savcılığa veya polise şikayette bulunduğu ya da sığınma evlerine yerleştirildiği halde 11 kadın öldürüldü, üç kadın ağır yaralandı. Kimi zaman şikayet ettikleri erkekle nikahı olmadığı için kadının koruma talebi reddedildi, kimi zaman yeterli önlem alınmadığı için kadınlar öldürüldü.
2012'de erkekler 165 kadın, 14 çocuk ve üç bebek öldürdü; 150 kadına tecavüz etti, 210 kadını yaraladı, 137 kadını taciz etti.
Kadınları en çok kocaları öldürdü ve yaraladı, tanıdıkları erkekler tecavüz etti, tanımadıkları erkekler taciz etti. Şikâyette bulundukları, koruma talep ettikleri, tedbir kararı çıkarttıkları halde 24 kadın öldürüldü, 21 kadın ağır yaralandı.
-
Kadınların öldürülme sebeplerinde yer alan başka yüksek bir oran ise ayrılma ve boşanma ile %28,5, kıskançlık ile %22 ve reddetme ile %8.
-
Kadınların neredeyse %100’ü tanıdıkları erkekler tarafından öldürülüyor.
-
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulduktan sonra aile meclisi kararıyla öldürülme oranı %50 artmıştı. Bu oran ciddiyetini koruyor: kadınların aile içinde katledilme oranı %54.
-
Koruma talep eden kadınların %75’ine kâğıt üzerinde tedbir kararı çıkarıldı. Ancak bunlar gerçek koruma olmadığı için bu kadınlar öldürüldü.
-
Sığınma evine yerleştirilen kadınların %37,5’u öldürüldü.
Eleştiri: AKP döneminde giderek artan kadın cinayetlerinin nedenleri ve cinayeti işleyen kişilere baktığımızda, aile içi tartışmalar, boşanma ve genel olarak kadına yakın olan eş, eski eş, nişanlı, baba ya da abidir. Üstelik koruma tedbirleri, sığınma evleri yetersiz kalırken cinayetlerin de önüne geçmede etkili olmamaktadır. Dolayısıyla kadını şiddetten korumak için çıkarılan yasanın “ailenin korunması” adı altında çıkarılması bu alanda istediğiniz kadar acil hatlar, butonlar yapsanız da işe yaramayacaktır. Çünkü şiddetin geldiği yer olan aile kutsanarak kadın sadece ailenin devamı için korunması gereken bir nesne haline getirilmektedir. Bugün AKP hükümetinin 12 yıllık iktidarında kadına yönelik şiddet neredeyse her yıl katlanarak % bin 400 oranında artmıştır. Günde ortalama 5 kadının katledildiği, bir o kadarının da taciz ve tecavüze maruz kaldığı korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. Kadınlara yönelik cinsel ve fiziksel şiddet verileri sadece adli mercilere ve basına yansımış olanlardır. Türkiye’deki kadın katillerinin ve tecavüzcülerin yasa karşısında cezasızlıkla ödüllendirilme nedenlerinden dolayı, çok daha fazla kadının sustuğu ve yaşadığı travmayla baş başa kaldığı bilinen bir gerçektir.
AKP hükümetinin özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının eliyle gerçekleştirdiği aileyi güçlendirme politikası kadına yönelik şiddeti % bin 400 oranında artırmasına rağmen, hala bu politikadaki ısrarı kimse anlayabilmiş değil.
Bu durum, toplumda ve özellikle kadınlarda AKP’nin kadın katliamlarından herhangi bir rahatsızlık duymadığı ve hatta bu durumu onayladığı izlenimi bırakmaktadır. Ki AKP’nin kadını bağımsız bir Biray olarak değil, sadece aileyi güçlendirecek bir öğe olarak değerlendirmesi de bu izlenimi haklı çıkarmaktadır.
Türkiye’ kadın sorunlarının en fazla ve can alıcı biçimde yaşandığı bir ülke olma niteliğini sürekli devam ettirmektedir. Bu niteliğinin değişmesi için öncelikle Avrupa Ülkelerinde olduğu gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için Eşitlik Bakanlığının kurulması gerekmektedir. Kadının isminin bile olmadığı bir bakanlık Kadın-erkek eşitliğini sağlamada işlevsiz olacağı, aksine aile içinde şiddeti yeniden üretmede rol alacağı ortadadır. Kadına yönelik şiddetin engellenmesi için toplumun her alanda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik politikalar uygulanması elzemdir. Aksi takdirde ne yaparsak yapalım şiddeti önleyemeyiz.
Siyasi Partilerde Kadınlar
Önümüzdeki dönem seçim dönemi, biz biliyoruz ki yine erkeklerin egemen olduğu meydanlarda sadece erkeklerin olduğu seçimler yaşayacağız. Kadınların deredeyse hiç olmadığı, dışlandığı siyasal alanda, Anayasa’da kadına yönelik pozitif ayrımcılık uygulamasının en açık ve ısrarcı şekilde gösterilmesi gereken alan seçimlerdir. Daha demokratik seçimler olabilmesi için seçim yasasında değişikliğe gidilerek %50 cinsiyet kotasının, tüm aşamalarda konulması ve kadın adayların maddi olarak desteklenmesi için bütçe ayrılmasını önemli buluyoruz. Bunun yanı sıra demokratikleşme paketinde açıklanan eş başkanlık sisteminin bir an önce yasallaşması gerekmektedir. Bu zaruri bir ihtiyaçtır. Kadınların siyaseti yokluğu, toplumun bütün alanlarında yokluğu anlamına gelmektedir.
TOPLUMSAL CİNSİYETE DUYARLI BÜTÇELEME
Cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kalkınma planlarının temel ilkesi olarak benimsenmesi gerekmektedir. Sektörel öncelikler içinde somut nicel ve nitel önlemler barındırılmalıdır. Gerek mali gerek para politikası izlenirken cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bir politika izlenmelidir. Bunun için bütçeye özel önlem kalemleri eklenmelidir. Uygulama sonuçları bağımsız izleme mekanizmaları ile sürekli değerlendirilmeli ve denetlenmelidir. Elbette ki tüm bunların yapılması için hükümetçe bir siyasi kararlılığın sergilenmesi başattır. Ancak bu şekilde toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yapılabilir.
12 Avrupa ülkesi 2003 yılında toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme politikalarını kabul ederek harekete geçti. Türkiye’de ise sadece kısıtlı oranda projeler dışında ve bazı genelgelerin yayınlanması dışında bir gelişme olmadığı apaçık ortadadır.
Türkiye’de TCDB altyapısı: Politika tasarımı
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçelemeyi, merkezi yönetim düzeyinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışmalar yapmakla yükümlü olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (KSGM) gündeme getirdiğini görüyoruz. Kurumun stratejik planında toplumsal cinsiyete dayalı bütçelemeye geçiş politikaları bulunmaktadır.
Oysaki AKP hükümetinin önüne kadınların istihdamının arttırılması, özellikle kırsal alandaki görünmeyen kadın emeğinin görünür kılınması, kadınların eğitim haklarının sağlanması gibi konularda somut stratejik planlar çıkarması gerekmektedir. Bu şekilde kapsamlı bir yaklaşım sergilenmediği sürece cinsiyet temelli bir bütçelemeden bahsetmek imkânsız olacaktır. Bununla beraber iş bulabilen kadınların sürekli karşılaştıkları kreşlerin olmaması, uzun çalışma saatleri, işte yükselememeleri, sadece kuaförlük, öğretmenlik gibi kadına uygun görülen mesleklere yöneltilmeleri gibi sorunlara dair de önleyici tedbirlerin konması şarttır.
Dolayısıyla toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme kadına özgü bütçe ayrılması ya da kadın ve erkek için eşit bütçe harcanması anlamına gelmiyor. Diğer ülkelere baktığımızda, Eşitlik bakanlığının bulunduğu İsveç, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemede en başarılı ülkelerden biri olduğu görülmektedir. Her bakanlığın kendi politikalarının belirlenmesinde cinsiyet eşitliği politikaları esas alınıyor. İngiltere’de ise bütçe görüşmelerinde her türkü ekonomik, sosyal, kültürel alan cinsiyete dayalı bir analiz ile rapor ediliyor ve bu analizler sonucunda örneğin istihdam için ayrılan bütçenin %95’i kadınların istihdamının artırılması için ayrılabiliyor.
Toplumun kolektif ihtiyaçlarını karşılamak için planlanan merkezi bütçenin, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik sistemi, istihdam, ulaşım başta olmak üzere tüm alanlarda cinsiyetler arası eşitsizliği ortadan kaldıracak biçimde planlanmadığı takdirde kadına yönelik ayrımcılığın önüne geçmek mümkün olmayacaktır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kadını dışlayarak bakanlığın adında bile kadına yer vermemiştir. Fakat kadınlar, kadından sorumlu bir bakanlık olmadığı için, bu bakanlığı muhatap almaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın da kadınları muhatap alıp her türlü projesinde ve bütçe harcanma sürecinde mutlaka kadınların görüşlerini almalıdır.
Bakanlığın Çalışmasına ve AKP’nin kadın politikalarına ilişkin eleştiri ve öneriler
Bakanlık bünyesindeki tek kadın konusunda çalışan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kadının Türkiye’deki, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi durumuna dair ayrıntılı ve periyodik raporlar çıkaran bir kurum iken artık bu raporlar çıkarılmamaktadır. Devletin toplumsal cinsiyet eşitliğini inşa etmek için mutlaka ulusal verilerle bir rapor oluşturması gerekiyor.
Uygulamaya yönelik yapılan çalışmalar parçalı bir şekilde, proje odaklı ve dağınık olduğu için tablonun tamamını görülememektedir. Öncelikle tüm tablonun görülmesi gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak bağımsız ve özerk bir kurumsal yapının oluşturulması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Bakanlıklar, TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu, Genel Müdürlükler, Üniversitelerin Kadın Uygulama ve Araştırma Merkezleri, bağımsız kuruluşlar bu kurumsal yapılanmaya katkı sağlamalıdır. Bu konuda yapılacak düzenlemeler STK’larla tartışılmalıdır. İsveç, Norveç gibi ülkelerdeki Eşitlik Bakanlığına benzer bir bakanlık oluşturulmalıdır.
Kadınlarla ilgili çalışmaların finansmanı büyük oranda uluslararası kurumlardan gelmektedir, acilen ulusal bir bütçe oluşturulmalıdır.
Her ne kadar yasal değişiklikler yapılsa da yasalardaki değişiklikler sadece kâğıtta kalmaktadır, esasında Bakanlık tarafından zihniyet dönüştürücü çalışmalar yürütülmelidir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik İhtiyaçlar ve yapılması gereken çalışmalar somutlaştırılarak bir yol haritası haline getirilmeli ve kısa-orta-uzun vadeli bir perspektiften yapılacak çalışmalar ayrıştırılmalıdır. Devletin bütün kurumlarının seferber olması sağlanmalı, uygulamaya yargı ve emniyet kadrolarından başlanmalıdır.
İspanya, Türkiye içinde önemli bir model olarak değerlendirilmelidir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik başta İsveç ve İspanya olmak üzere çeşitli ülkelerin deneyimleri araştırılarak, ülkemiz şartlarına uygun benzer çalışmaların yapılması sağlanmalıdır.
Devletle ilgili tüm düzenlemelerde cinsiyet eşitliği temel bir ilke olarak uygulanmalıdır.
AKP’nin “kutsal aile” politikası Bakanlığın tüm çalışmalarına da yansımaktadır. Ailenin kutsallaştırılması ve kadının aile üzerinden tanınması elbette ki ilk değil, her hükümetin benimsediği bir durumdur. Ancak AKP’nin üç çocuk yapma, kürtaj yasağı gibi ailenin devam ettirilmesi yönündeki müdahale edici tavırları göstermektedir ki artık sadece bu düşünceye sahip olmakta kalmayıp bir hükümet müdahaleci politikalar yürütmektedir. Sosyal yardımların kadın üzerinden yapılması bunun en çarpıcı örneğidir.
Bakanlık tarafından yürütülen evlilik öncesi eğitim programı, aile eğitim programı, boşanma süreçleri için danışmanlık gibi kadının sorunlarından ziyade ailenin devam ettirilmesi yönündeki çalışmalar AKP’nin zihniyetini yansıtmaktadır. AKP’nin yaşlanan nüfus politikalarına müdahale etmesi ve ucuz emek işgücünün de bir yandan oluşturulması yönündeki politikası kadınların çocuk doğurması üzerinden. En son evlilikleri teşvik etmek amacıyla basına evlenen öğrencilere faizsiz kredi verileceği ve eğitimleri devam ederken evlenen öğrencilerin öğrenim kredi borçlarının silineceği açıklanmıştır. Öncelikle öğrencilere evlilik şartı getirilmeden bir af çıkarılarak kredi borçlarının faizleri silinerek sadece anapara ödemeleri imkânı sağlanmalıdır. Evliliği ve aileyi kutsayan politikalardan AKP hükümetinin vaz geçerek, kadının eğitime, sağlığa erişimi, istihdam sorunu gibi temel sorunlarına çözüm üretmesi gerekmektedir.
ENGELLİLER
Dezavantajlı gruplar arasında yer alan engelli vatandaşların, bedensel ve zihinsel engellik durumları toplum içinde ayrımcılığa uğramasına neden olmaktadır. Engelli vatandaşlara karşı bu ayrımcılığı tetikleyen en önemli unsurdan bir tanesi de devletin engelli politikasıdır. Türkiye cumhuriyeti bir sosyal devlet olmaya gereği hiçbir dil, bin, ırk, cinsiyet, cinsel tercih, engelli ayrımı yapmaksızın ayrım yapılamaz denilse de gerçek hayatta birçok insan ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Engelli vatandaşlarımız ne yazık ki ayrımcılığa en fazla uğrayan kesimdir. Tüm vatandaşlarının refahını sağlamak sorunlara kalıcı çözümler üretmek, adaleti sağlamak sosyal devlet olmasın gereğidir. Ne yazık ki devlet yaptığı bu hizmeti sosyal devletin bir görevi olarak değil de engelli vatandaşı muhtaç sayan kendisinin de hayırsever kurumu olarak gören bir yaklaşım içindedir. Özellikle engelli vatandaşlarımıza karşı böylesi bir politika izlenmektedir.
Engelli vatandaşlarla ilgili mevcut yasalarda kullanılan “Özürlü” kelimesinin değiştirilip “Engelli” kelimesi kullanılması önemli bir gelişmedir. Ancak Engellilerin sorunu sadece terminoloji sorunu değildir. Engelli vatandaşlarımızın yaşamın birçok alanında sorunlar yaşamaktadır. Sosyal, ekonomik, ulaşım, istihdam, sağlık barınma gibi en temel ve en hayati sorunlar ne yazık ki halen çözülmüş değil. Engelli vatandaşların gündelik hayatta karşılaştıkları sorunların çoğu zaman telafisi olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Özellikle engelli kadınların sosyal hayatta uğradıkları saldırılar, tecavüzler, cinsel istismarlar çok yaygın bir durumdur. Özellik böylesi vahşi, vahim olaylarda yargı erkinin verdiği kararlar, en az olayın vahimiyeti kadar vicdanları yaralayan boyutlardadır.
Türkiye Cumhuriyeti yargısının verdiği adaletsizliklere, ideolojik kararlarına alışkındık. Ama Bingöl de zihinsel engelli bir kız çocuğu, tecavüz sonucu hamile kalmasına savcı, zihinsel engelli çocuğun “kendi rızası” olduğunun kanaatine varmış bu yüzden Kamu adına kavuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermişti. Bu kadarına pes dedirtecek, vicdanları yaralayan, insanı insanlığından utandıran böyle bir kararın altına Bingöl Cumhuriyet başsavcısı Ahmet onur Genç imzasını atmıştı.
Sayın Bakan Fatma Şahin’e soruyorum. Hem bir politikacı hem bir anne, hem bir kadın en önemlisi de bir insan olarak zihinsel engelli ve kendini savunamayacak durumda olan tecavüze uğrayan bu kız çocuğuna ilişkin bakanlık olarak ne yaptınız? Bu kararı veren savcı hakkında nasıl bir işlem yaptınız? Bir politikacı olarak değil bir insan olarak elinizi vicdanınıza koyarak cevaplayınız? Lütfen…
Diğer bir olay ise AKP Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut’un Bakanlığınızın politikalarını överken engelliler için sarf ettiği aşağılayan sözlerine ne diyeceksiniz. Akbulut’un aynen cümlesini söylüyorum "2005 yılında çıkardığımız yasa ile biz engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk" insanlıktan uzaktan yakından ilgisi olmayan bu sözleri için bakanlık olarak bu vekillinize “insan nasıl olunur” dersi vermeyecek misiniz?
Daha da sayabilirim engelliler ile ilgili sorunları. Sosyal politika adı altında engelli vatandaşlarımıza karşı aşağılayan, dilenci yerine koyan, eve mahkûm eden, politikalardan vazgeçin.
Her yıl bir bütçeleme yapıyorsunuz. Bu bütçelenmeyi yaparken nereye ne kadar harcanacağını kime hangi ihtiyaca göre belirliyorsunuz? Her yıl bakanlıklar kendi paylarına düşen bütçeyi önümüze getirip bizim tartışmamızı istiyor. Bizde tartışıyoruz. Eksiklikleri, yanlışlarını çözüm önerilerimizi söylüyoruz. Hükümet yine kendi bildiğini okuyor. Kendi yazdığını yasalaştırıyor. Biz de burada sadece muhalefet etmekle kalıyoruz.
ÇOCUKLAR
Hepimizin bildiği ve yine hepimizi derinden üzen, ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri çocukların yaşadığı sorunlardır. Aslında sorun kelimesi çocukların yaşadıkları karşısında çok hafif kalmaktadır.
Maalesef ülkemiz, okul çağında olan ve normalde okullarında olması gereken çocukların, çocuk işçi olarak en fazla çalıştırıldığı ülkelerden arasındadır. En ucuz, en kolay ve en istismar sömürü biçimi çocuk ve çocuk emeği sömürüsüdür.
Yine vicdanlarımızı derinden yaralayan Türkiye’deki adalet mekanizmasının büyük oranda payı olan, çocuklara yönelik, en iğrenç, en vahşi ve insanlık dışı uygulamalar çocuklara yönelik cinsel istismardır. Bu ülkede yılda binlerce çocuk ki bunun önemli kısmı birinci dereceden yakın akrabası olmak üzere, cinsel istismara uğramaktadır. Binler ile ifade edilen rakamlar sadece adli mercilere intikal edenlerdir. Maalesef adli mercilere intikal eden çocuk istismarı olaylarında çoğu, özellikle kız çocukları söz konusu olduğunda, ‘‘ kendi rızası var” denilerek cinsel ve fiziksel şiddeti yapanlar cezasız bırakılmaktadır. Bingöl’deki 16 yaşında E.A isimli kız çocuğu 2 yıl boyunca 8 uzman çavuş tarafından tecavüze uğrandı. Adaletsizliğin, hukuksuzluğun, haksızlığın vicdansızlığın en daniskasını sizin iktidarınız döneminde yaşandı. Sayın bakan Siz hiç sordunuz mu adalet bakanınıza bu 8 uzman çavuş neden ceza almadı diye? 8 uzman çavuşunda elini kollunu sallayarak sokaklarda özgürce dolaşmasının adaletteki yeri var mıdır? Bu vicdanların kaldırabileceği bir şey midir? Hayır demeyim lütfen, eğer öyle olsaydı bu uzman çavuşlar serbest bırakılmazdı.
Hiçbir suçu günahı olmayan yüzlerce Kürt çocuğu cezaevlerinde yıllarca aynı adalet sistemi tarafından tutulmaktadır. Hele Pozantı cezaevi denilince neden tüylerimiz diken diken oluyor. Neredeyse hepsi 18 yaşın altında olan onlarca Kürt çocuğu siyasi tutsak olarak kaldıkları Pozantı Cezaevinde, gerek cezaevi yönetimi tarafından gerekse de yönetimin yaptırmasıyla, buradaki adli tutuklular tarafından cinsel istismara ve fiziksel şiddete maruz kaldı. Bunlar basına yansıdı ve yargıya taşındı. Sonuç ne oldu? Cinsel ve fiziksel şiddete uğrayan bu çocuklar başka cezaevlerine sürüldü ve burada çok ağır tecrit uygulamalarına ve işkencelere tekrar tekrar maruz kaldı ve hala kalmaktadır.
Yine maalesef ülkemiz çocukların yaşam hakkının en fazla ihlal edildiği ülkelerden biri olma niteliğini taşımaktadır. Ve bu yaşam hakkı ihlallerinin, yani çocuk cinayetlerinin önemli kısmı ya doğrudan devlet eliyle ortaya çıkan ihlaller, ya da devlet önlem almadığı için yaşanan ihlallerdir. Bakın bugün hala bedeni paramparça olan Ceylan Önkol’un katilleri ortaya çıkartılmış değildir. Roboski’de 19 çocuğun bombalarla katledilmesi hala cezasız ve failsiz bırakılmaktadır. Uğru Kaymaz’lar, Enes Ata’lar. Kıyılan, katledilen binlerce çocuktan sadece bir kaçıdır. Gecen hafta Hakkâri de 8 yaşındaki Behzat Özen ise patlayıcı bir cisimle oynadığı için hayatını kaybetti. Bütün bu çocuklar sizin hükümetiniz döneminde öldü, öldürüldü.
Gündem Çocuk Derneği’nin 2012 yılı raporuna bakıldığında, aslında bunun bir rapordan çok bir utanç listesi olduğu görülecektir.
Çocuklarını korumaktan aciz bir devlet olabilir mi? Olabilir. Maalesef Türkiye çocuklarını koruyamadığı gibi, kendi eliyle de en fazla çocuğu katleden, cezaevine tıkayan geleceklerinden ve ailelerinden koparan bir ülkedir. Bir ülkenin vicdanı ve gelişmişlik düzeyi aynı orandadır. Kadına, çocuğa ve engellilere yönelik uygulamalarından ülkenin gelişmişlik düzeyini göstermeye yetiyor. Bu kara tablo da gösteriyor ki devleti, sosyal bir hukuk devleti diye nitelendirmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
Dostları ilə paylaş: |