16 Mayıs 2007 - Başörtülü kadınların nasıl olup da Cumhuriyet'i tehdit ediyor?
Nihal B. Karaca, Zaman’daki “Cumhuriyet, kendine yakışanı giymek demek değildir” başlıklı yazısında Cumhuriyet mitingleriyle ilgili görüşlerini açıkladı: “Eğer başörtüsü, şimdi tel'in edilen hükümetin yetkin ağızlarından biri olan Mehmet Ali Şahin'in de dediği gibi, halkın %1,5'inin sorunu ise yapılan anketler de zaten başörtüsü takma oranının giderek düştüğünü gösteriyorsa, başörtülü kadınların nasıl olup da Cumhuriyet'i tehdit etmekte olduğu hâlâ izaha muhtaçtır. Mesele, Sabih Kanadoğlu kuşağının zihnindeki pilili etekli, karpuz kollu, beyaz bluzlü, cici tahsilli Türk kızı (Filiz Akın modeli) imajının yerinin başörtülü bakan eşlerinin katıldığı uluslararası resepsiyonlar dolayısıyla bir parça buğulanmasından ibaret olsa gerektir. Bugün 'ulusumuzun bağımsızlığı', 'AB'ye hayır' sloganlarının 'laiklik' ekseninde hizalanmasını bir 'aydınlanma' olarak görenlerle, bundan üç dört yıl önce, Başbakan ve bakanların Batılı ülkelerdeki davetlere başörtülü eşleri ile birlikte katılmasından fena halde rahatsız olanların, (ayy bizi rezil ediyorlar'cıların) aynı kimseler olması, meseleyi büyük ölçüde izah eder kanaatindeyim.”
16 Mayıs 2007 – Türk laikliği dindarlığın kamusal alanda görünür kılınmamasını istiyor
Radikal’de, İsmail Özcan imzalı bir makalede laik-antilaik ayrımının Türkiye’ye enerji kaybettirdiği ifade edildi: “Çağdaş hiçbir laiklik yorumunda, vatandaşın kamusal alanlara hangi kıyafetle girip giremeyeceğinin bir kriteri yoktur. Çağdaş laik hiçbir ülkede laiklik Türkiye'de olduğu kadar dindarların başı üzerinde Demokles'in kılıcı gibi bir tehdit aracı olarak gezdirilmez... Laiklik, inanç özgürlüğü kadar inancın dışavurumu ve yaşanması olan dindarlığın da güvencesidir. Bu sistemde isteyen, kimseye din ve dindarlık empoze etmeden dilediği kadar dindar olabilir. Giyimini, kuşamını, yaşam tarzım düzenleyebilir. Ama Türk laikliği, böyle bir dindarlığın evin veya caminin dört duvarı arasına hapsedilmesini, kamusal alanda görünür kılınmamasını istiyor. Laik aydınlar, Türkiye'nin toplumsal barış ve uzlaşmasını imkânsız kılan katı, dayatmacı, alternatif bir din haline getirdikleri laiklik anlayışlarında en küçük bir esnemeye, özüne uygun bir rötuşa razı olmamışlardır.”
16 Mayıs 2007 – Yırtmaçlı etek giyen başörtülü kadınlar da bu "Batılı" kimliklerini savunuyor
Milliyet gazetesi köşe yazarlarından Ece Temelkuran ‘Medeni Müslüman’ başlıklı yazısında “Elbette zorunlu din dersini getiren darbeyle, sonra da dindarları rol model haline getiren Özal dönemiyle birlikte başlayan, AKP iktidarıyla tavan yapan bir süreçte memleketin dini yaşama biçimi Müslümanlığın kıvamı bozuldu. Birileri kendini "daha Müslüman" ilan edince diğerleri de geri kalmak istemedi. Sokaklardaki tutuculaşma böyle yayıldı. Bütün bu sürecin yaptığı şey şuydu: Benim günahım başkasının da meselesi oldu... Şimdi oruç tutmayan çocukları öldüresiye döven başka bir kıvam hâkim.” diye yazdıktan sonra bu kıvamdan başörtülü kadınların da rahatsız olduğunu şu şekilde ifade etti: “Üstelik bu kıvamdan sadece laikliği savunmak için mitinglere katılanlar değil, başörtülü kadınlar, mütedeyyinler de rahatsız. Parklarda öpüşen, yırtmaçlı etek giyen, pür makyaj dolaşan genç, başörtülü kadınlar da aslında farkında olmadan bu "Batılı" kimliklerini savunuyor hayat biçimleriyle.”
16 Mayıs 2007 – Türban meselesini Türkiye, gündeminden atmalıdır
Serdar Turgut, Akşam’daki başyazısında, seçimlerin en önemli gündem maddelerini “fakirlik, eğitim, sağlık, türban” şeklinde sıralarken, “Türban meselesini Türkiye, gündeminden atmalıdır. Ama siyaset, değerler çatışması üzerinden yapıldığı vakit gerçek temellerine oturmuyor. Türkiye bu yüzden işsizliği, üniversite kurslarından bunalan çocukların meselelerim, üretimden çekilerek kaybolan KOBİ'lerini konuşamıyor” görüşlerine yer verdi. Çözüm konusunda siyasi parti liderlerinin sözlerini aktaran Turgut, yazısını şu cümlelerle tamamladı: “toplumsal uzlaşma zemini zaten var. Mesele, biraz iyi niyet ve karşılıklı güven ortaya konularak ve çatışmadan beslenen unsurları devre dışı bırakarak çözülebilecek gibi görünüyor.”
16 Mayıs 2007 – Baş örtülü devlet korkusu
Referans’taki “Baş örtülü devlet korkusu” yazısında “Türk toplumu kendi hayatını değil Batı hayatını yaşamaya zorlanmış bir toplumdur. Batı demokrasisini, yaşamın doğal seyri içinde kendileştirerek, kendi doğal mecrasında yaşamamıştır. Fesi atıp şapka giydiği zaman modern olduğu sanısı onu, "Nasıl modern olunur" sorusunu sormaktan alıkoymuştur. Batılı görüntü anti-modern yaşam tarzının üstünü örtmüştür.” diyen Nabi Yağcı, demokrasi ve başörtüsü sorunu hakkında şunları yazdı: “Demokrasi bir biçim değil, yaşam tarzıdır. Bir yaşam tara olarak demokrasi, kendi doğal seyri içinde gelişmiyor, başkasının hayatını yaşamak gibi duruyorsa var olan bu demokrasi için söylenecek en fazla şey bunun biçimsel demokrasi olduğudur... Bizim demokrasimiz baş örtülü bireysel bir tercihe parlamentoya kadar izin verebilmektedir ama cumhurbaşkanlığına kadar değil. Başbakan'ın eşi baş örtülü olabiliyor da cumhurbaşkanının değil. Bu çelişki demokrasimizdeki damar tıkanıklığının nedeni değil ama esaslı bir göstergesidir… Devlet başını örtmemelidir, ben de buna katılırım ama devletin başını örtmesine karşı olmakla başını örten birinin devlet başında olmasına karşı olma, buna İzin vermeme anlayışı arasındaki tezadı, yanlışı görememek veya laiklik arayışımızdaki bu çarpıklık bizim demokrasi geleneğimizdeki kronik damar tıkanıklığının temel nedenidir.”
17 Mayıs 2007 – YÖK'ten yurtdışı denkliğine yeni bir kriter!
YÖK, yurtdışındaki üniversite mezunlarının diplomalarının tanınması için belirlediği kuralları genişletti. Yeni yönetmeliğe göre, “Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” amaçlarına “aykırı” derslerin bulunduğu üniversitelerin mezunlarına diploma denkliği verilmeyecek. Yeni ihdas edilen bu uygulamanın, özellikle başörtüsü yasağından ötürü yurtdışındaki üniversitelerde öğrenim görmek durumunda kalan öğrencileri hedef aldığı belliydi. Bir YÖK yetkilisinin açıklamaları da bu görüşü destekler mahiyetteydi: “Dışarıda eğitim almış öğrencinin programı ile Türkiye'de aynı program için verilen diplomada bir fark olmadığı sürece denklik verilecek. Ancak, mühendislik eğitimi almış; bakıyorsunuz aldığı dersler arasında İslam dersi de var. Bilgisayar mühendisliği dersine biri şeriat dersi koyuyorsa bu ilahiyat, imam hatip değil. Benim mühendislik programımla şeriatın hiçbir ilgisi yok. Mühendislik bölümü sosyal bilim alanı da değil. Bu bizim mühendislik programlarımıza uygun olmayacağı için denklik verilmez. Reddedilen denklik, program uyuşmazlığından kaynaklanacak.”
18 Mayıs 2007 – “Böyle örtünün!”
Vatan gazetesinde köşe yazarlığı yapan Ruhat Mengi, siyasi partilerin dini istismar etmediği takdirde “üniversitede "dini simge" yasağı da, orduevlerine dini simge sayılan başörtüsüyle (şimdi daha çok türban) girilmemesi de sorun olmazdı.” dedi. Mengi “Bugün bazı üniversitelerde saçını şapka ile örten genç kızlar okuyor. Aynı şekilde orduevlerine de bir şapka ile girilebilir. Devletle kavga etmek istenmiyorsa çözüm bulunabilir.” diyerek devam ettiği yazısında sözü İran’a getirdi. “İki gün önce basında "İran'da son 1 ay içinde 17 bin kadını şeriata uygun giyinmedikleri için uyaran ahlâk polisi şimdi de mağazalara kadınların nasıl örtünmesi gerektiğini gösteren şeriat mankenleri yerleştirdi" haberleri çıktı. Mankenlerin üzerinde "gerçek örtünme böyle olur , "Kadınlar bu şekilde örtünmelidir" yazıyormuş… Türkiye'de siyasi İslâm tümüyle geçit bulsa (meselâ laiklik olmasa) acaba içindeki çok miktarda "İran devrimi hayranı İslamcı" hangi noktada "yeter" der ve durur? Türban yeter mi, İran'da bugün beğenilmeyen tesettür yeter mi, yoksa son olarak vitrinlere koyduktan çarşaf modeline kadar varır mı iş? “İnancıma göre ben de çarşafla kamusal alanda olabilmeliyim” diyenler de haklı olmaz mı? Sonunda Taliban dönemi burkasına varır mı? Haydi düşünelim birlikte... Bu gidişle gelişecek baskıyı da düşünelim. Biraz daha zamanımız var nasılsa!”
Dostları ilə paylaş: |