BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Başörtülü veliler okul bahçesinden atıldı



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə3/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   102

Başörtülü veliler okul bahçesinden atıldı


(21 Eylül 2007)– Gelibolu Namık Kemal İ.O.’da, yasalar İstiklal Marşı okunurken başın açık olmasını gerektirdiği için başörtülü veliler; tören sırasında okul bahçesinden dışarı çıkarıldı.

Başörtülü kızın örtüsüne saldırıldı


(25 Eylül 2007)- Şişli Adliyesi civarında kızlı erkekli beş kişilik grup, başörtülü bir kızı sözle taciz ettikten sonra örtüsünü başından çekip almaya çalıştı. Olay, saldırgan gruba müdahale eden Fenerbahçe Kulübü Disiplin Kurulu Başkanı Avukat Tuncer Erdoğan’ın gördüklerini bir köşe yazarına aktarmasıyla kamuoyuna yansıdı.

İHL’de başörtülü öğrencilere baskı


(26 Eylül 2007)– Kastamonu İHL’de Ramazan ayında bile öğrencilerin zorla başlarının açtırılması halkın tepkisini çekti.

Gazi Üniversitesi, peruk avı başlattı


(26 Eylül 2007)- Gazi Üniversitesi'ne bağlı fakültelerde öğrencilerin derslere peruklu olarak girmeleri de yasaklandı.

Başörtülü öğrencileri gezi otobüsüne almadılar


(1 Ekim 2007)- MEB tarafından başlatılan "Cumhuriyet Eğitim Gezisi" kapsamında Kocaeli Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği geziye katılan başörtülü öğrenciler otobüse alınmadı.

Başörtülü öğrenciler fişleniyor


(4 Ekim 2007)- Çukurova Üniversitesi'nde (ÇÜ) başörtülü öğrenciler, güvenlik görevlilerince kampüs içerisinde durdurularak sorgulandı ve kimliklerine el konuldu.

Üniversiteye “türban” sokulmamalı

(5 Ekim 2007)– Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök, “Üniversite çok kritik bir yer. Sınırda. Serbest bırakılırsa, o örtünmek istemeyen genç kızlarımız direnemezler ailelerine ve sayı birdenbire artar... Üniversiteye türban sokulmamalı” dedi.



Başörtülü öğrenciler belediyenin sınavından atıldı

(7 Ekim 2007)– Manisa Belediyesi'nin Eğitim Merkezi tarafından açılan ücretsiz OKS ve ÖSS kurslarının seviye tespit sınavına katılan 10 öğrenci başörtülü oldukları gerekçesiyle salondan çıkarıldı.


Peruk taktığı için sınavı geçersiz sayıldı


(11 Ekim 2007)- AÖF İlahiyat Fakültesi ön lisans öğrencisi iki çocuk annesi Nagehan A., kılık kıyafet ihlali gerekçesiyle sınavının geçersiz sayıldığını öğrendi.
Sivil toplum kongresine başörtülü siviller alınmadı

(20 Ekim 2007)– Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde düzenlenen 4. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi’ne davetli olan İHH temsilcileri başörtülü oldukları gerekçesiyle kampüsten zorla çıkarıldılar.
Resepsiyonlarda başörtüsü krizi

(29 Ekim 2007)– Kocaeli, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri ve Kırklareli’ndeki resepsiyonlarda, başörtülü bayanları gören komutanlar törenleri terk etti. İzmir’de ise bir albay, iki başörtülü bayanı stadın protokolünden attırdı.

Öğrenci servisine başörtüsü engellemesi


(30 Ekim 2007)- Astsubayın öğrenci kızını almak için 3. Kolordu Komutanlığı’na Astsubay Lojmanları’na giden öğrenci servis aracının içeri sokulabilmesi için başörtülü öğrencinin başı açtırıldı.

Başörtüsü eyleminde çocuklara gözaltı


(3 Kasım 2007)- Antalya Başörtüsü Platformu tarafından gerçekleştirilen başörtüsü eyleminde 20 kişi gözaltına alındı. Çocukların eyleme katılmasını bahane eden polis, velilerle birlikte çocukları da gözaltına aldı.

Başörtülü sağlık teknisyenine ‘acil’ soruşturma


(7 Kasım 2007)– Konya’da, Hayrünnisa Gül havaalanında karşılanırken, muhtemel bir acil durumda müdahale etmesi için görevlendirilen Acil Servis Ambulansı içerisindeki başörtülü sağlık teknisyeni hakkında İl Sağlık Müdürlüğü tarafından soruşturma başlatıldı.

“Türbancılar Müslüman değil, topu cehennemliktir!”


(18 Kasım 2007)- İlhan Selçuk, Cumhuriyet’teki köşesinde “Türbancılar... Bunlar Müslüman değil, kutsal Müslümanlığı kullananlardır. Topu cehennemliktir.” diye yazması büyük tepki çekti.

Başörtülü öğrenci ödül kürsüsünden indirildi


(24 Kasım 2007)- 24 Kasım münasebetiyle yapılan yarışmalarda, kompozisyon dalında birincilik kazanan İHL öğrencisi Tevhide Kütük, ödülünü almak için çıktığı kürsüden garnizon komutanının emriyle indirildi.

Rize'de emsalsiz başörtü skandalı


(1 Aralık 2007) - Kompozisyon yarışmasında dereceye giren öğrenciler için düzenlenen ödül töreninde “erkekler olmayacak” denilerek, İHL öğrencisi Emine Elif Azder’in başı zorla açtırıldı.

Bebeğin annesine ‘başörtünü çıkart’ baskısı


(4 Aralık 2007)– 22 aylık bebeği ameliyat olan anne, refakatçi kalmak isteyince, anneden hijyenik olmadığı ileri sürülerek başörtüsünü çıkartması istendi.

Engelliler kongresinde 'başörtüsü' engeli


(8 Aralık 2007)- Tüketiciler Birliği Engelli Tüketici Hakları Komitesi Üyesi Gülsim Horan, Askerî Müze'de yapılan 'Özürlüler'07 Kongresi'ne başörtülü olduğu gerekçesi ile alınmadı.

Başörtülü hasta geri çevrilmek istendi


(9 Aralık 2007)– Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, sağlık raporu almak isteyen bir bayanın fotoğrafları başörtülü olduğu için geri çevrilmek istendi.
Bakanın başörtüsü tepkisi

(13 Aralık 2007)- Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Bilim Olimpiyatları ödül töreninde, bir öğrencinin ödülünü almak için başörtülü olarak sahneye çıkmasına tepki gösterdi ve jet soruşturma emri verdi.
Kampüse başörtüyle giren öğrencilere soruşturma

(19 Aralık 2007)- Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alper Akınoğlu, kampüse başörtüyle giren 12 öğrenci ile ilgili soruşturma açıldığını, öğrencileri kaybetmemek için “ikna çalışmaları” yaptıklarını açıkladı.

Başörtülü hasta yakınına doktor hakareti


(29 Aralık 2007)- SSK Okmeydanı Hastanesi’nde, bir doktor hasta yakınına sırf başörtülü diye olmadık hakaretlerde bulundu. Başörtülü anne hasta kızını başka bir hastaneye götürmek zorunda kaldı.

* * *


Tüm bu yaşanan olayları alt alta koyup değerlendirdiğimizde, başörtüsü sorununa karşı köklü bir çözüm getirilmemesinin, yasağın insanlık dışı bir zulme dönüşmesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Parti demeçlerinde, askeri bildirilerde, Danıştay kararlarında sürekli olarak başörtüsünün ‘tehdit’ unsuru olarak gösterilmesi; yüzünü bu mercilere çevirenlere, başörtülülere karşı her türlü haksız muameleyi yapma hususunda cesaret vermektedir.

Başörtüsüne özgürlük istediği için idamla yargılananların olduğu ama buna karşı yasakçılık perdesi arkasında her türlü yolsuzluğu ve hırsızlığı yapanların yargılanmadığı bir sistemde, adalet duygusunun körelmesi kaçınılmazdır. ‘Laik-antilaik’ ve ‘başörtülü-başı açık’ ayrımını toplumda kökleştirme projesini güdenlerin bu amaçla yaptığı faaliyetlerde; kendileri gibi olmayanlara karşı bu kadar zalimane tutumları cesaretle takınabilmeleri de, adaletsiz ve baskıcı bir sistemin yansımaları olarak değerlendirilmelidir.

Gelinen nokta itibariyle, başörtüsüne kayıtsız-şartsız bir özgürlük sağlanmadığı sürece, yasakçı zihniyetin bulduğu her fırsatı, başörtülü kadınlara karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmeyeceği anlaşılmaktadır.

Başörtülü hastaların çocuklarını tedavi etmeyi reddetmek gibi insanlık dışı bir ayrım, farklı yer ve zamanlarda nüksedebiliyorsa, bunda 71 yaşındaki Medine Bircan’ın sağlık karnesindeki başörtülü fotoğrafından dolayı ölüme terk edilişinin hesabının henüz sorulmamış olmasının da payı büyüktür. Bu sebeple, başörtüsü mücadelesi sadece bir özgürlük değil, aynı zamanda temel bir hak ve adalet mücadelesidir de...



III. b. Silahlı Bürokrasi ve Başörtüsü

Türkiye’de asker-siyaset ilişkisi doğru anlaşılmadığı sürece, toplumsal sorunların anlaşılması ve sağlıklı çözüm yollarının üretilebilmesi çok zayıf bir ihtimal olarak kalır. Sistemin kuruluşundan itibaren kendisine ‘büyük kurtarıcı’ rolü biçen, bu rolü kutsallaştırarak, kendisini sorgulanamaz iktidar gören bu oligarşik yapı; ‘ümmetten ulus yaratma’ projesinde de başrolü kendisine vermiştir. ‘Türklük’ üzerinden Kürtleri ve diğer etnik unsurları ötekileştiren, laik ve batılı hayat tarzını modelleyerek İslami unsurları dışlayan yeni düzende, iktidarını pekiştirmek için her türlü yola başvurmayı meşru kabul eden bir yönetim anlayışının, toplumsal bir barış ve adalet ortamına hizmet edemeyeceği yeterince açıktır. Nitekim, bugün başörtüsü sorunu, Kürt sorunu, 301. madde ve benzeri sorunlar, toplumda derin izler ve yaralar bırakmışsa, sorunun kaynağında düzenin militarist egemenlik anlayışından beslendiği gerçeği yatmaktadır.

Savaş koşullarından kalma askeri yönetim modelini, savaş sonrasında da sürdüren zihniyet, yeni kurulan devletin sevk ve idaresinde kendisine öncülük rolü biçtiğinden; bu rolü hayata taşımak için alışageldiği yöntemleri kullanmıştır. Böylece, savaş zamanı düşmana karşı yürütülen strateji ve izlenen politikalar, ‘bölücülük’ adı altında Kürtlere, ‘irtica’ adı altında İslami hassasiyet taşıyan insanlara karşı kullanılmıştır.

Bu yanlış uygulamalar, yıllar geçtikçe yeni kamplaşmalara yol açmış; baskı ve şiddet, karşı bir şiddet ortamının doğmasına vesile olmuştur. Sorunlar büyüdükçe çözüm merciinde kendisini gören militer zihniyet; daha çok baskıya/yasağa başvurmuş ve böylece toplumsal sorunlarda kısır bir döngüye girilmiştir. Bu hal, toplumu sürekli gerginlik içerisinde yaşamaya mahkum etmiş, özellikle darbe ve olağanüstü hal zamanlarında sosyal ve siyasal hayatı hayli zedelemiştir.

Sisteme ve resmi ideolojiye ilişkin her türlü üretimi/dağıtım/koruyup-kollama misyonunu kendinde gören silahlı bürokrasinin bugüne kadarki uygulamaları; son yıllarda daha çok tartışılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, başörtüsü yasağını tartışmak da Kemalist ideolojinin olduğu gibi, askerin vesayetin siyaset sahnesindeki rolünü tartışmayı da gerekli kılar.

2007 yılında yaşanan olaylar bir kez daha gözler önüne sermiştir ki, silahlı bürokrasinin başörtüsüne karşı takındığı tutum; devletin diğer ideolojik aygıtlarının tavrını belirleyen en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını verdiği süreçte yaşanan hadiselerle, Anayasa değişikliğine rağmen 28 Şubat ruhunu yaşatmaya çalışan rektörlerin militarist söylemleri; bu tespitin somut örnekleri olmuştur.

* * *

2007 yılında silahlı bürokrasinin başörtüsü karşısında görüşünü ortaya koyan ilk açıklama, Genelkurmay eski başkanı Orgeneral Doğan Güreş’ten geldi. Katıldığı bir televizyon programında, “Genelkurmay Başkanı olsaydım, ben de 28 Şubat’ı yapardım. Çünkü artık son çare kalmıştı. Haklı bir hareket ve çok büyük bir fırsat'” sözleriyle, askeri müdahaleyi savunan Güreş, “Ankara'da bir bakıyorum, Suudi Arabistan kıyafetleri çoğaldı. Bıyıklar değişmeye başladı, kıyafetler değişmeye başladı” diyerek anlattığı gelişmeleri 28 Şubat öncesi döneme benzetti ve “Şimdikilere söylüyorum, akıllarını başlarına toplasınlar” dedi. Darbe ihtimaline gönderme yapan Güreş’in eşi başörtülü bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde askerin nasıl bir tavır takınacağını sorusuna verdiği yanıt ise şöyleydi: “Asker türban var diye Çankaya’ya gitmez. Eski bir asker olarak Erdoğan’ı uyarıyorum: Çankaya’ya çıkarsa çok büyük kaos çıkar. Bunu görüyorum.”



20 Mart 2007’de TSK’dan re'sen emekli olan Jandarma Kurmay Binbaşı Mehmet Şahin’in anılarından basına yansıyan bazı pasajlar, silahlı bürokrasinin kendi iç işleyişinde başörtüsüne bakışını yansıtıyordu. Komutanı tarafından “eşinin başörtülü olduğu görülmüştür” şeklinde fişlenen Şahin, kitabında bundan sonraki gelişmeleri şu şekilde aktardı:

“Eşim ben istersem başını açabileceğini de defalarca söyledi. Ancak ben bunu kabul edemezdim.” Daire başkanının “eşinin başını açması gerektiği” yönünde kendisine epey baskı yaptığını anlatan Şahin, “Daire başkanı; son söz veya nasihat olarak, inat etmememi, eşimin başını açarak alıp harekat başkanı tümgenerale göstermemi ve bu konuyu böylece halletmemi söyledi. Bu teklif bana çok ağır geldi. Hatta inat etmemem konusunda 'Bak bu konu Türkiye'de halledilecek, sokaktaki kadınlar bile başlarını açacak. Gel sen inat etme, mesleğinden de olma' dedi. Ben de çok şaşırdım. Tepki gösterdim. 'Hangi ülkeden bahsediyorsunuz' dedim. 'Bu ülkede kadınlar başlarını açacaklar öyle mi?' diye sordum. 'Evet’ dedi ‘Açacak’. 'Buna imkan yok komutanım' dedim. 'Görürsün' dedi. 'Görürüz' dedim ve odasından gergin bir şekilde ayrıldım” diyerek yaşadıklarını anlattı.

Şahin’e ‘eşinin başını aç, generale göster’ baskısı yapan zihniyet; başörtüsüne karşı negatif bakış açısını her vesile dile getirmiş ve hatta bu konuda ‘dini’ görüş dahi ileri sürerek, başörtüsünün dinde olmadığına hükmedebilmişti. Örneğin, 2005 yılında Edirne'de bir konferansa katılan emekli orgeneral Hurşit Tolon, şunları söylemişti:

“Tesettür konusu bir türlü kapanmıyor. Hem Müslümanım diyorsun hem de Hıristiyan bayanların örttüğü gibi iki tane; hem bir sıkma baş takıyorsun ve onun üzerine başka bir şey takıyorsun. Neye benziyorsun. Rahibeye benziyorsun.” Başka bir emekli orgeneral ise şu veciz görüşleri savunmuştu: "Aslında laiklik sokaktaki türbana, hatta evdeki türbana bile karışmalı; ama Türkiye'nin şartları buna müsait değil!"

Emekli askerlerin başörtüsü konusundaki bu görüşleri emeklilikle birlikte savunmaya başladıkları düşünülemez. Din’i bir ifade biçimi olarak örtünmenin her türlüsüne karşı çıkan, kadını başörtüsüyle tahayyül edemeyen ve başörtülü kadınlara tahammül edemeyen militarist zihniyet, bunu Kemalist akidenin temel bir hükmü olarak saymaktadır. Bu sebeple, bu akideye zarar vereceğinden şüphelendiği tüm hareketlere şiddetle karşı çıkmaktadır.

Merkez medyanın ‘eşi başörtülü bir başkomutan nasıl olur’ sorusunu ısrarla gündemde tuttuğu ve bunu Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a dahi sorduğu günlerde, herkes yanıtın ne olacağını bekliyordu. Beklenen askeri görüş, 27 Nisan 2007 gecesi internet üzerinden verilen e-muhtırada ortaya kondu. ‘Eşi başörtülü’ Cumhurbaşkanı adayının seçimi konusunda önemli bir karar arefesinde bulunan Anayasa Mahkemesi’ni, Meclis’i ve sivil toplumu baskı altına almayı amaçlayan e-muhtıra okunduğunda anlaşılmaktadır ki; Kemalist ideolojinin Kürtlük ve İslam konularındaki bakış açısı hiç değişmemektedir. Kutlu Doğum Haftası’ndaki etkinliklerinin eleştirildiği, kız öğrencilerin başörtüsü takmalarının ‘çağdışı’ olarak nitelendirildiği e-muhtıra, yasakçılığın zihinsel kodlarını somut olarak gösteren ifadeler taşımaktadır:

“Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıklarının müşahede edildiğinin” ifade edildiği açıklamada, Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde düzenlenen etkinlikler de rahatsızlıkla karşılandı. Konuyla ilgili olarak "Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabalan din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar.

Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır. Bu bağlamda; Ankara'da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa'da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşlan ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.

Ayrıca, Ankara'nın Altındağ ilçesinde 'Kutlu Doğum Şöleni' için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli'de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başlan kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk ilköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”

Medya mensupları tarafından bir basın toplantısında, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a sorulan “Eşi türbanlı olan subaylara dönük 'ordudan atmaya kadar uygulamalarınız var. Eğer yeni seçilecek Başkomutanınız'ın eşi türbanlı olursa ne yapacaksınız?” sorusunun yanıtı böylece 27 Nisan muhtırası ile öğrenilmiş oldu.

Durumu bir televizyon kanalına değerlendiren emekli orgeneral Necati Özgen, bildiriden “Ordumuz, eşinin başı türbanlı bir Başkomutan istemem' demiştir.” sonucunu çıkardı. Akabinde, bu “istememe” halinin Anayasa Mahkemesi’nin kararına nasıl etki ettiği anlaşıldı. Daha önce hiç uygulanmayan “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda toplantı yeter sayısı olarak 367 vekilin bulunması gerektiği” şeklindeki anayasa yorumu, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi girişiminin askıya alınmasına yol açtı.

27 Nisan muhtırasını takip eden günlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Başbakanlığın Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’nde bir araya gelmesi ve görüşmeyle ilgili takınılan ketum tutum, gizli kapılar arkasında konuşulanların saklı kalması, birçok soru işaretini de geride bıraktı.

“Dolmabahçe Protokolü” olarak da adlandırılan bu görüşme sonrasındaki süreçte, AKP listelerinde önemli sayıda vekilin değişmesi, Meclis Başkanlığı’na Köksal Toptan’ın getirilmesi, AKP ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki işbirliğinin artması ve özellikle Kürt sorununa karşı her iki yapının da ‘şahin’ bir görüntüye bürünmesi ve çözüm için silahların konuşturmaları; hep “Dolmabahçe Protokolü mü işliyor?” sorusunu akıllara getirdi.

27 Nisan muhtırasının ve peşinden gelen ‘367 kararı’nın , toplum tarafından ‘eşi başörtülü Gül Cumhurbaşkanı seçtirilmedi” şeklinde algılandığı, 22 Temmuz seçim sonuçları değerlendirilirken sık değinilen bir husus oldu. Siyasete müdahalenin geri teptiği, toplum mühendisliği çalışmalarının boşa gittiği ve merkez medyanın ürettiği senaryoların tutmadığı ortaya çıktığında, askeri erkanın görüşü, muhtıra ile seçim sonuçları arasında ilişki olmadığı yönündeydi... Fakat bu görüş ikna edici bulunmadı.

* * *


Abdullah Gül’ün adaylığı tekrar söz konusu olduğunda, seçim öncesi gösterilen tepkilerin mantığında değişiklik yaşanmamakla birlikte, yoğunluğun düştüğü gözlemlendi ve 11’inci Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül, Çankaya’ya çıktı. Bu çıkışla beraber, gözler yeniden Hayrünnisa Gül’ün örtüsüne askerin ne tavır göstereceğine çevrildi. İlk tepkiler dolaylı imalarla geldi.

Cumhurbaşkanı olarak ilk resmi törenine GATA’da katılan Abdullah Gül’e Hayrünnisa Hanım eşlik etmedi. TBMM Başkanı Köksal Toptan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün eşli olarak katıldığı törene Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ da eşsiz olarak katıldı.

Abdullah Gül’ün salonu girmesinden önce “Sayın Cumhurbaşkanı ayakta karşılanıp uğurlanacaktır” şeklinde anons yapıldı. Ahmet Necdet Sezer dönemindeki “Cumhurbaşkanım” yerine nötr bir ifadenin kullanılması bir mesaj olarak değerlendirildi fakat sonraki protokollerde hitap değişti. İlk törende dikkat çeken diğer bir ayrıntı ise, Abdullah Gül protokol sırası boyunca yürüyüp elleri sıkarken, herkesin Gül oturuncaya kadar ayakta beklemesine karşılık Orgeneral Büyükanıt ve eşi Filiz Hanım beklemeyip oturmasıydı. 30 Ağustos dolayısıyla Genelkurmay'ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yazlık Bahçesi'nde verdiği resepsiyona Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan eşsiz davet edilirken, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın eşiyle birlikte çağrılması da, başörtüsü ayrımcılığının devam ettirileceğinin göstergeleri oldu.

Seçildikten sonra kamuoyunun önüne eşiyle birlikte pek çıkmayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün KKTCye ziyaretinde kendisine Hayrünnisa Gül de eşlik etmesi, askerin başörtüsü konusundaki tutumunun devam ettiğini ortaya koydu. Hayrünnisa Gül'ün resmi ilk yurtdışı ziyaretinde asker farklı bir protokol uyguladı ve adada en üst düzey askeri yetkili sıfatını taşıyan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu Ercan Havaalanındaki karşılama yerine Hayrünnisa Gül'ün katılmadığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ndeki resmi törende yerini aldı. Aynı tavır dönüşte de sergilendi.

Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül için KKTC dönüşü Ankara Esenboğa Havalimanı'nda düzenlenen karşılama töreninde, heyette yer alan Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Gül çifti tokalaşmaya başlayınca aniden protokol sırasından ayrıldı. Bu iki olay, herkes tarafından başörtüsüne karşı bir tavır olarak yorumlandı. Hikmet Bila, Cumhuriyet’teki “Vaveyla” adlı köşe yazısında konuyla ilgili şöyle yazdı: Askerle Çankaya arasındaki taktik savaşı sürüyor 4'üncü Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Esenboğa'da, Hayrünnisa Gülle tokalaşmamak için protokolden ayrılmış. Gül açısından bakalım: Üst düzey bir generalle protokolde tokalaşmak, türbanın önündeki son büyük engeli de kaldırmak demektir. Paşa açısından bakalım: Türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektir. Bu kadar basit.” Konuyla ilgili yazılan diğer köşe yazılarında da “asker başörtüsünden kaçıyor” görüşü öne çıktı.

Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, 5 Ekim’de Milliyet’te yayınlanan görüşleri, askerin başörtüsüne bakış açısına dair somut bir belge niteliğindeydi. Fikret Bila’nın “Cumhurbaşkanı seçiminden önce, eşi türbanlı birinin cumhurbaşkanı seçilmesinin, Çankaya makamı için uygun olmayabileceğini söylemiştiniz. Sonra seçim oldu, Sayın Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi. Eşi türbanlı olan bir kişi Çankaya'ya çıkmış oldu. Değerlendirmeniz nedir?” sorusuna yanıtı şöyleydi:

“Artık, söylenen söylenmiş, olan olmuştur. Şimdi, bir şey söylemem yakışık almaz. Artık seçim olduğuna göre bundan sonrası buhran idaresi şeklinde gidecektir. Buhran idaresi... İki taraf da bu buhran, memleketimize zarar vermeden, görüntümüzü bozmadan gidermeye çalışacaktır. Ama, bazı yerlerde tabii, değişmez kurallar olacaktır. Onlar, halk tarafından dikkatle izleniyor.

Dediğim gibi, şahsıyla ilgili benim şahsen hiçbir saplantım yok. Onu başkaları söyler. Bir sayın gazeteciyle bir süpermarkette karşılaştık. Bana "Türbanlı eşi olan bir kimsenin Çankaya'ya çıkması rahatsızlık verir mi?" diye sordu; "Gayet tabii yaratır, kendi içlerinde de yaratıyor" dedim... Evet... TSK'nın da kuralları var, gelenekleri var. Kanunlar var, nizamlar var.

Kurallar, tabii, sadece kanunla, nizamla belirlenmez. Yerleşmiş hareket tarzları vardır. "Tercih edilmiş hareket tarzı" denir eskiden. Seçilmiş, kabul edilmiş, uygulanmakta olan hareket tarzı vardır. Bunlar değişir mi, değişmez mi? Onu, tabii her iki tarafın da değerlendirmesi lazım. Ama, her iki tarafın da bunu itidalle yürüteceklerine olan inancım tam. Ulusumuz, bundan zarar görmesin... Ama türbanlı olmasaydı böyle problemler de olmayacaktı.”

Bila’nın "mahalle baskısı" tartışmalarıyla ilgili sorusuna ise Özkök’ün yanıtı şu oldu: “Sayın Mardin'in söylediklerini, ben daha evvel birkaç kişiyle konuşurken söyledim. Şöyle ki, kız çocuklarının birçoğu örtünmek istemiyor. Aileleri, gelenekleri yönünden ve komşu ailelerin anlayışları yönünden kızları kapansın istiyor. Kız diyor ki: "Babacığım, okuyacağım, başım açık olursa ancak okuyabilirim..." "Peki" diyor baba ve onun etkisiyle kızlarının okumasına müsaade ediyor, aile de alışıyor duruma. Üniversiteyi bitiriyor. Üniversite çok kritik bir yer. Sınırda. Bu olmaz, serbest bırakılırsa, o örtünmek istemeyen genç kızlarımız direnemezler ailelerine ve sayı birdenbire artar.

Ama, bazen bunlar, hesapladığımız gibi de olmuyor. Öyle korkulan şeyler başa gelmiyor. Bu çok iyi bir analizle, sosyal araştırmayla olabilir. Bu işi sosyologlar çok iyi incelemeli, davranış bilimcileri özellikle... Tabii, bütün bunlardan da öte, siyasetin içerisindeki bazı katı tutumluların, siyasetin üst kademelerini etkilemesiyle ya da üst kademelerin kendi özgür düşünceleriyle bu iş daha da tırmandırılır mı? Kurcalanır mı? Üniversiteyi serbest bırakınca, öbür taraftan bilmiyorum nasıl olur? Bana kalırsa, üniversiteye türban sokulmamalı.

Türbana hiç karşı değilim bakın, inançlar yönünden, örf ve âdetler yönünden, insan hakları yönünden. Ama, bir şeye talipseniz, oranın kurallarına uymak zorundasınız. Ben TSK'ya talipsem, nelere uydum? İnsan öldürmeye "evet" dedim, ölümü göze almaya, hem de bunu seve seve yapmaya "evet" dedim. Haftada bir nöbet tutmaya "evet" dedim. Aylarca, yıllarca eşimle, çocuklarımla ayrı kalmaya "evet" dedim. Bir sürü şeye "evet" dedim. Bilerek, seçerek. Ama, dersen ki, "Türbanlı cahil mi" daha iyi, "türbanlı âlim mi" daha iyi, onda da aklımız karışıyor. Ama, benim özgün düşüncem, türban üniversiteye girmemelidir.”

Özkök’ün görüşlerinin kişisel bir görüş olmaktan ziyade, kurumsal niteliği haizdi. Her ne kadar kendisi emekli olsa da, yetiştiği düşünce ortamı değişmediği gibi, bu demeç öncesi ve sonrasında yaşananlar, silahlı bürokrasinin başörtüsü konusundaki tavrının aynen devam ettiği kanaatini pekiştirdi. Bu bağlamda, 29 Ekim törenlerinde yaşananları hatırlamakta fayda var:

Kocaeli'nin Körfez ilçesinde gerçekleştirilen “bayram kutlamaları” sırasında, AKP Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu, başörtülü eşi Hale Baştopçu ile birlikte protokolün ön sırasına oturdu. Bu sırada Kaymakam, Belediye Başkanı ve İlçe Garnizon Komutan Vekili tribünden inerek halkın bayramını kutladı. Kutlamaların ardından protokol tribününe dönen Yarbay Vedat Göger, milletvekili Muzaffer Baştopçu'nun başörtülü eşinin ön sırada oturmaya devam ettiğini görünce yerine oturmadan, diğer subay ve astsubaylara baktıktan sonra tribünden indi. Diğer askerler de yerlerinden kalkarak hep birlikte stadyumu terk etti.

Diyarbakır Valiliği tarafından düzenlenen “Cumhuriyet resepsiyonu”nda da benzer sahneler yaşandı. Resepsiyona katılanlar arasında 3 başörtülü hanımın bulunması nedeniyle, resepsiyon salonunda bulunan 2. Taktik Hava Kuvvetler Komutanlığı’na ait bando ekibi askerleri ve rütbeli bir subay salonu terk etti. Gaziantep’te ise Valilik tarafından düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonuna, bazı başörtülü davetlilerin katıldığını fark eden İl Jandarma Komutanı Albay Ali Tapan ile diğer tüm subaylar, eşleriyle birlikte salonu terk etti. Kayseri’de Valilikçe verilen baloya ise Kayseri Garnizonu’nda görevli yüksek rütbeli subay ve astsubaylar katılmadı.

Kırklareli’nde 55. Mekanize Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Baki Erdoğan, valilik tarafından verilen Cumhuriyet resepsiyonunda başörtülülerin olduğunu görünce, erkenden salondan ayrıldı. Tuğgeneral Erdoğan’ın salondan ayrılmasından sonra davette bulunan diğer subaylar da eşlerini yanlarına alarak resepsiyondan ayrıldı. İzmir’in Narlıdere ilçesindeki “Cumhuriyet Bayramı” kutlamalarında ise bir albay, protokol tribününde oturan ve yaşları 60 civarında olan iki başörtülü kadından rahatsız oldu. Hanımlar, polis nezaretinde protokol tribününden gönderilince Albay yerini aldı.

Aynı günde, farklı şehirlerde ve birbirinden habersiz gelişen bu olaylar, başörtüsü karşısında silahlı bürokrasinin tek tip bir yasakçı zihniyete sahip olduğunu göstermesi açısından kayda değerdi. Fakat 2007 yılında, hem başörtüsü yasağının hangi aşamaya geldiğini, hem de silahlı bürokrasinin başörtüsü karşısında ne kadar ‘şahin’ kesilebileceğinin en somut delili; 24 Kasım günü Adana’nın Kozan ilçesinde yaşanan olay oldu.

Kozan’da 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla protokol üyelerinin de davetli olduğu tören, sabah saatlerinde başladı. Öğrencilerin şiir ve kompozisyonlar okuduğu programa, 24 Kasım münasebetiyle yapılan yarışmalarda derece alan öğrencilerin, hediyelerini almak üzere kürsüye davet edilmeleriyle devam edildi.

Davet edilen öğrenciler içerisinde Kozan İmam Hatip Lisesi 11-C sınıfı örgencilerinden Tevhide Kütük de bulunuyordu. Fakat ödülünü almak için sahneye çıkan Tevhide, Garnizon Komutanı Binbaşı Hüseyin Çopur’un talimatı üzerine kürsüden indirildi. Tevhide’nin örtülü olduğunu gören Binbaşı Hüseyin Çopur, görevlileri uyararak, aşağı indirilmesini sağladı. Gözyaşlarına boğulan 15 yaşındaki Tevhide, Milli Eğitim Müdürü’nün karşısına dikilerek “Neden Hocam?” diyebildi. Salonda bulunan öğretmenler ve aileler Garnizon Komutanı’nı protesto ederek salonu boşalttı.

Benzeri bir olay daha önce de Malatya’da yaşanmıştı. Malatya’da Öğretmenler Günü için Halk Eğitim Merkezi'nde düzenlenen programın başlamasına kısa bir süre kala yapılan anons ve sonrasında gelişen olaylar, yasakçıların sınır tanımazlığını ve “başörtüsü” ile “türban” arasında herhangi bir fark görmediklerini açığa vuruyordu.

29 Ekim resepsiyonlarında “başörtülü kadınların varlığından dolayı baloyu terk eden asker”in tavrı, silahlı bürokrasinin siyasi ve sivil bürokrasiye ““Ya başörtüsü ya biz!” mesajı şeklinde değerlendirilmiş olmalı ki, önce Malatya’da, sonra Adana’da yaşanan hadiseler meydana geldi.

Tevhide Kütük olayı, silahlı bürokrasinin başörtüsüne bakışının özetidir. Nerede olursa olsun başörtüsüne karşı yasakçı bir tutum sergileyen bu yapı, bir çok toplumsal sorunda olduğu gibi bu sorunda da ciddi bir paya sahiptir. Toplumu ‘emir eri’ gören zihniyet, kendi içindeki çeteci oluşumlara karşı ise aynı ‘şahin’ tavrı sergilememiştir. Üstelik Susurluk, Atabeyler, Şemdinli ve Ergenekon davalarında da görüldüğü gibi, olayların üstü örtülmek için ‘ordu yıpratılıyor’ bahanesinin arkasına sığınılmıştır. Oysa ki asıl yıpranan, inanç ve değerleri yasaklanan, sahnelerden kovulan, darbe yapılan, muhtıra verilen toplumun kendisidir...



Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin