22 Eylül 2007 - İlahiyat'ta başörtüsüz öğrencilere baskı yoktu
Prof. Dr. Beyza Bilgin'in, 1988'de Ankara İlahiyat Fakültesi'nde başörtüsünün serbest kalmasıyla başını örtmeyen tek kız kalmadığını söylemesi, İlahiyat camiasında şaşkınlıkla karşılandı. İlahiyatçılar, "Üniversitelerdeki yasakları tasvip etmiyoruz; ama dinimizi öğretecek öğrencilerin yetiştirildiği bir okulda başörtüsü yasağının olmasını hiç tasvip etmiyoruz." dedi. Beyza Bilgin'in dekan yardımcılığı yaptığı dönemde fakülte dekanı olan Prof. Dr. Meliha Ülker Anbarcıoğlu, başı açık öğrencilere karşı hiçbir baskıya şahit olmadığını söyledi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Dodurgalı ise, "Her dönemde başı açık öğrencilerimiz oldu. Hiçbir baskıya maruz kalmadan öylece mezun olarak gittiler." ifadelerini kullandı. (Zaman)
22 Eylül 2007 - Hürriyet’te başörtülüler çalışabiliyor mu?
Prof. Dr. Şerif Mardin'le yapılan bir röportajdan sonra alevlenen 'mahalle baskısı' kavramı AK Parti'yi kızdırdı. AK Parti Grup Başkan Vekili Nihat Ergün, Türkiye'nin bütün il, kasaba, köy ve mahallelerinde başörtülü ve başörtüsüz insanların barış ve huzur içinde yaşadığını vurguladı. Ergün, 'mahalle baskısı' kavramını sıkça kullanan Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü de sert bir dille eleştirdi. Ergün, "Ertuğrul Özkök kendi mahallesine baksın. Orada faşizm kol geziyor. Farklılığa saygı yok, aşağılama var. Kendi yayın organında bir tane başörtülü insan çalışabiliyor mu?" dedi. (Zaman)
22 Eylül 2007 - Başörtüsü bir nevi geçim kapısı oluvermiş
Ahmet Turan Alkan, Zaman’daki “Tarihin en uzun ve en berbat kamera şakası” başlıklı yazısında sorun hakkındaki görüşlerini şöyle ifade etti: “Meseleye bakın: Bir grup insan diyor ki, "başörtülü kızlar üniversitede okursa cıss olur, devlet yıkılır" bir başka grup ise, "bir şey olmaz, yasakçılık ayıptır" fikrinde. Bir dakika, lütfen bir dakika... Neyi tartıştığımıza bir bakınız sakin kafayla lütfen, yeniden bakınız. Şu saçmalığın dinle, imanla, vatanla, cumhuriyetle, rejimle, inançla hiçbir ilgisinin olmadığını, olamayacağını fark edeceksiniz. Artık netleşmeye başlamıştır ki başörtüsünü savunanın asıl derdi din-iman değil; karşı çıkanın da yegâne meselesi rejim, cumhuriyet filan değil. Başörtüsü ekmek gibi bir şey olmuş; bir nevi geçim kapısı oluvermiş, bir iktidar nesnesi bu; dikkat, artık mâsum değil! Kendini iyi ve anlamlı bir cümle kuramayacak durumda hisseden herkes, ilk iş olarak vaziyeti kurtarmak için içinde başörtüsü geçen bir lâf ediyor. Aslanın tavşanı, "nerde senin şapkan" diye pataklaması gibi, bunaldıkça başörtüsünü bir ucundan çekiştiriyoruz.”
22 Eylül 2007 - Sorunlar unutuldu, sadece başörtüsünü konuşuyorlar
Sivil anayasa kamuoyunun tartışmasına açılacak. Barolar, iş dünyası, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin katkısı istenecek. Ancak YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, rektörlerle birlikte bir açıklama yaparak bu çalışmaların durdurulmasını istedi. Başörtüsü yasağının kaldırılamayacağını ileri sürdü. Bu çıkış, eğitim camiasında şaşkınlığa yol açtı. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Dursun, 'daha anayasa taslağını görmeden' açıklama yapılmasını 'anlamlı' buluyor. Rektörlerin özgürlükler ve üniversitelere getireceği katkıları yerine başörtüsünü tartışmasını eleştiriyor. Dursun, "Rektörlerin 'tüm siyasiler uzlaşsın' yaklaşımı 11. Cumhurbaşkanı'nın önünü kesmek için çıkarılan oyunun bir parçası. Hangi partiyle uzlaşma şartı koştuklarını tahmin edebiliyorum." diyor. Üniversiteleri temsil eden insanların siyasi açıklamalar yapmak için bir araya gelmesini 'garip' karşılayan Dursun, "Bilimsel çalışmalar ve üniversitelerin sorunları unutuldu, sadece başörtüsünü konuşuyorlar." değerlendirmesinde bulunuyor. (Zaman)
23 Eylül 2007 – “Türban” üniversitelerde serbest olmalı
4 yıldır da kurucusu olduğu Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın (TOG) liderliğini yapan İbrahim Betil, Vatan’dan Elif Ergu’nun sorularını cevaplarken “Bir gencin başını kapıyor olması onun toplumun eğitim olanaklarından dışlanmasına neden olamamalı. Bu toplum farlılıklarla bir arada olabildiği sürece zengin, ilerici ve gelişmiş olabilir. Toplum tek tip olsun arayışında olduğumuz sürece tepkiler oluşacak. Sen Kurtsun, sen Alevisin, sen Çerkezsin, sen saf Türksün. Kanını tahlil ettim, sen Ermenisin... Bir yanda Anadolu toplumunun kökeninde böyle bir çok kültürlülük var. Ve birey haklan diye bir şey var, Bana inananı dayatmadığı sürece herkese saygılıyım. Herkes eğitim almalı. Kız öğrencilerin türbanla eğitime alınmaması bir ayrımcılığa da yol açıyor. O kız öğrenciyle aynı görüşteki erkek eğitim olanaklarından yararlanıyor. Belki kız kardeşinin başını zorla örttüren abi okuyor, kız okuyamıyor. Türkiye'nin geleceğiyle ilgili tartışmaların türban meselesine odaklanmış olmasından utanç duyuyorum. Türk-Kürt meselesi için de aynı şeyi düşünüyorum. Ben bu konuların kasıtlı olarak gündemde tutulduğunu düşünüyorum.” diye konuştu.
23 Eylül 2007 – Başındaki sıradan bir örtü değil...
Sibel Eraslan, Vakit Gazetesi’ndeki “Anayasa’da yazmasa ne olur? -Benimkinde yazıyor” başlıklı yazısında şunları ifade etti: “Şu koparılan tantanaya bakınca, gariptir güleceğim geliyor, evet gülüyorum! Yani Anayasa’nızda yazsa ne olur, yazmasa ne olur? Kaç yazar, kim yazar, kime yazar?Benim kalbimdeki, içimdeki, ruhumdaki Anayasa’mda yazdıktan sonra… Yaşlı başlı adamlar, cüppeli, rütbeli, saygıdeğer erkeklerle, bol ünvanlı, etek döpiyesli saçları düzgün taralı ve yaşlarını hiç belli etmeyen bakımlı kadınlar korosu… Ayaklarını yere vurarak tam tam sesleri ile itiraz ededursun… Kilit üstüne kilit vurduklarını sansınlar hayata… Kaç yazar, kim yazar, kime yazar? Alın o hayatın hepsi sizin olsun, demirden para kasalarınız, kabarık hermes cüzdanlarınız, ütülü pantolonlarınız, yaşlanmayı geciktiren gece kremleriniz, kariyer, rayting, spor araba, renk renk kadınlar, kırmızı halılar, mühür ve zebercetten tahtlar, önünüzde iki büklüm eğilen kıtalar, alkışlar, ödüller hepsi sizin olsun… Kırk yıldır hayatı yasaklıyorsunuz da ne oluyor? İşte hayat akıyor, hayat devam ediyor, yasaklara, barikatlara, kelepçelere, rektörlere, panzerlere rağmen devam ediyor… Sevgili küçük arkadaşım! Başındaki sıradan bir örtü değil... Onlar yol kesecek ve sen yürüyeceksin…”
23 Eylül 2007 – “Türban” İslam devletine giden yolun göstergesidir
Hikmet Çetinkaya, “Başkomutan'ın Eşi...” başlıklı yorumunda şunları yazdı: “Tayyip Bey kadınlara güvence veriyor: "Korkmayın!" Ardından devam ediyor: "Bu türban değil başörtüsüdür" Kimi kandırıyor Tayyip Bey? Onun adı "sıkmabaş"tır. Dinsel ve siyasal bir simgedir! Ilımlı İslama değil, "İslam devleti"ne giden yolun göstergesidir. İşte size 85. yılında laik demokratik Cumhuriyet'in geldiği nokta... Bayanlar ve baylar! Ey Soros çocukları, ey dönekler, ey İkinci Cumhuriyetçiler konuşun! Sivil darbe yapıldı. Başkomutan Abdullah Bey'in eşi Hayrünnisa Hanım Kuzey Kıbrıs'tan Türkiye'ye mesajı verdi.”
23 Eylül 2007 – Meclis'te yeniden 'eşli davet' dönemi
Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın eşi Münevver Annç'ın başörtülü olması nedeniyle yaşanan sıkıntının etkisiyle beş yıl boyunca tüm davetlerini "ev sahibesi" olmaksızın düzenleyen TBMM, eski günlerine geri döndü. 1 Ekim'de TBMM'nin yeni yasama yılı açılış töreni için hazırlıklar tamamlanırken, konuklara beş yıl aradan sonra "Meclis Baskanı'nın eşi"nin de yer aldığı davetiye gönderildi. Geçen dönem Çankaya Köşkü'nde verilen davetlere başörtülü eşlerini götüremeyen AKP milletvekilleri için de açık davet oldu.
23 Eylül 2007 – Japonya da türban için yakın takipte
AKP'nin sivil anayasa çalışmalarını AB üyesi ülkelerin ardından Japonya da yakın takibe aldı. Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Tomoyuki Abe, AKP'nin "sivil anayasa komisyonu başkanı" olan Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ı ziyaret etti. Abe Fırat'a, "Üniversitelere türbanlı öğrenciler girebilecek mi? Böyle bir değişiklik yapacak mısınız?" sorusunu yöneltti. Fırat ise türbanla ilgili net bir yanıt vermezken, çalışmaların sürdüğünü ve taslağm henüz ortaya çıkmadığını söyledi.” (Milliyet)
Dostları ilə paylaş: |