BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Eylül 2007 - Rektörlere, 'özgürlükler için seferber olun' çağrısı



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə62/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   102

21 Eylül 2007 - Rektörlere, 'özgürlükler için seferber olun' çağrısı


Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, rektörlerin 'başörtüsü yasağı kaldırılamaz' ve 'sivil anayasa hazırlığı ertelensin' şeklindeki açıklamalarına tepki gösterdi. Çelik, "Biz özgürlükçü bir anayasa hazırlamak istiyoruz. Burası mayın tarlasıdır, şu yapılamaz, bunlar tabudur şeklinde insanların kafasına bariyer konulmamalıdır." dedi. Üniversitelerin, evrensel değerlerin hür bir şekilde konuşulduğu ortamlar olduğunu kaydeden Çelik, "Rektörler düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve akademik özgürlüğün geliştirilmesi için seferber olmalı. Akademik özgürlüğü kısıtlayan kanunlarda ve Anayasa'da ne varsa kaldırılması için gayret göstermeliler." ifadelerini kullandı. (Zaman)

21 Eylül 2007 – Laiklik gerekçe gösterilerek özgürlüklerin önü kesiliyor


Mehmet Katmış, Zaman’daki “Statükonun direnişi” başlıklı yazısında başörtüsü yasağını savunanları eleştirdi: “Bu ülkede çok garip bir denge kurulmuş, bu çarpıklık ve yamukluktan nemalanan hiç kimse statükonun değişmesini istemiyor. Ne Abdullah Öcalan, ne oligarşik bürokrasi, ne uyuşturucu kaçakçıları, ne çok zenginler, ne yıllarca devletten beslenenler mevcut düzenin değişmesini istiyor... Statükonun değişmesinden rahatsız olanlar her dönem yaptıkları gibi çok küçük pirelerden develer ortaya çıkartıp ortalığı geriyorlar... Normalleşmek herkesin altını oyuyor. Bu gerginlik tuzağına karşı hükümetin olabildiğince dikkatli olması gerekir. Yıllardır PKK terörünü gerekçe göstererek, başörtüsü ve laikliği gerekçe göstererek özgürlüklerin önünü kesenler aynı tezgâhı yeniden hayata geçirmek istiyorlar. Apo gelişmelerden rahatsız, üniversiteler gelişmelerden rahatsız, CHP gelişmelerden rahatsız, oligarşik bürokrasi de gelişmelerden rahatsız. Ben bu ülkeyi hakikaten anlamıyorum.”

21 Eylül 2007 – Mahalle bizden bağımsız mı?

Radikal’den İsmet Berkan “Anadolu başka bir ülke mi, mahalle bizden bağımsız mı?” başlıklı köşe yazısında mahalle baskısı tartışmalarına değindi. Berkan, “Bugünlerde Türk basınının köşeleri 'mahalle baskısı'ndan ve 'Anadolu'dan söz eden yazılardan geçilmiyor neredeyse. Ama bir şey dikkatimi çekiyor: Yazarlar, 'Anadolu' derken sanki çok uzaktaki bir masal ülkesinden söz ediyormuş havası veriyorlar.” tespitine yer verdiği yazısına şöyle devam etti: “Ve yine aynı yazarlar öyle bir hava veriyor ki, Anadolu'yu bir tek onlar biliyor, başka kimse onlar kadar bilmiyor ve Anadolu 'kötü' bir yer. 'Mahalle baskısı'nı fiziki mekân olan gerçek mahallenin, hadi bilemediniz 'sosyal çevre'nin baskısı olarak görüyor ve bu baskıcı mahalle ya da çevrenin Anadolu'da çok daha etkili olduğunu söylemeye getiriyorlar. Doğru mu bu tespitler, yoksa bütün kötülükleri yeterince bilinmeyenin üstüne yıkma, yani bir çeşit 'demonizasyon' çabası mı? 'Türban serbest kalırsa Anadolu üniversitelerinde neler neler olur'muş. Neler olurmuş? 10 yıl önceye kadar pek çok Anadolu üniversitesinde türban fiilen serbestti. Ne oldu? Oralardan mezun olanlar ne oldu? Oralarda türbansızların zorla örtünmesi için bir 'baskı' mı kurulmuştu?”



21 Eylül 2007 – Paşa türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektir

Hikmet Bila, Cumhuriyet’teki “Vaveyla” adlı köşe yazısında şu görüşü dile getirdi: “Askerle Çankaya arasındaki taktik savaşı sürüyor 4'üncü Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Esenboğa'da, Hayrünnisa Gülle tokalaşmamak için protokolden ayrılmış. Gül açısından bakalım: Üst düzey bir generalle protokolde tokalaşmak, türbanın önündeki son büyük engeli de kaldırmak demektir. Paşa açısından bakalım: Türbanla tokalaştığı an misyonu bitmiş demektir. Bu kadar basit.”



21 Eylül 2007 – Seçmen AKP'ye türban için mi oy verdi?

Vatan yazarı Bilal Çetin, Başbakan Erdoğan’ın başörtüsü konusundaki sözlerini şu görüşleri ileri sürerek eleştirdi: “Acaba bugün gerçekten Türkiye'nin çok acil ve öncelikli konusu yeni anayasa ve üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması mı? AKP'ye oy veren seçmenlerin öncelikli beklentisi bu muydu? Seçim sonuçlarını yüzde yüze yakın bir isabetle tahmin eden Tarhan Erdem'in Kon-da şirketinin yaptığı araştırmaya göre değildi. Erdem'in araştırmasına göre 22 Temmuz'da seçmen tercihlerini etkileyen en önemli faktör, "ekonomik durum ve beklentiler" idi. Seçmenin yüzde 78,3'ü bu beklentiyle oy vermişti, türban için değil...”



21 Eylül 2007 – “Türban yasağı” kalktığında laik rejim gerileme sürecine girecektir

Güngör Mengi, Vatan’daki “Oynamayın” başlıklı yazısında şu görüşleri kaleme aldı: “Türban yasağının kaldırılmasını isteyenlerin bile bir kısmı "mahalle baskısı" dendiği zaman duruyor... Çünkü öyle bir durumda türban baskılarına karşı türban yasağını sığınak olarak kullanan kadınlar, kızlar savunmasız kalacak, direnemeyecek, teslim olacaklardır. Laik cumhuriyetin ölümü buradan başlayacaktır! Laiklik olmayan yerde demokrasi olur mu? Toplum Müslümansa olmaz. Çünkü din-devlet aynımı meselesini Batı çözmüştür ama Müslüman toplumlar çözememiştir. Din devleti bizde bile seksen yıldır pusuda bekliyor, yorulmadan, usanmadan toplumu tarikat, cemaat örgütlüyor. Yani bizde denklemi şöyle kurmak gerekiyor: Türban yasağı kalktığında Türkiye'de laik rejim gerileme sürecine girecek midir? Evet..”



21 Eylül 2007 – “Türban, türban, türban..!”

Vatan yazarlarından Ruhat Mengi, köşesinde “Artık Türkiye'de de her konuşma türbanla başlıyor, türbanla bitiyor” görüşüyle başladığı yazısında şunları ifade etti: “Anayasalar her ülkenin kendi koşullarına göre hazırlanır. Yani başlangıç noktası "hangi ülke ve hangi dönem için"dir. Belirleyici unsur "o ülkenin şart!an"dır. Bu nedenle örneğin Hıristiyan çoğunluklu bir ülkede laikliği koruma konusunda getirilen kurallar, oluşacak baskıların oranı göz önüne alındığı İçin Müslüman çoğunluklu bir ülkeninkinden farklı olabilir. AİHM'den çıkan dava sonuçlarında ve Avrupa insan Hakları Sözleşmesi'nde bu durum göz önüne alınmış ve diğer ülkeler örnek kabul edilmemiştir. Olay budur.”



21 Eylül 2007 – “Türban savaşları” nasıl sonuçlanacak?

Yeniçağ’daki yazısına Selahattin Önkibar, “Kaçıncısı olduğunu hatırlamanın mümkün olmadığı türban savaşları devam ediyor. Yeni Anayasa bağlamında başlayan son savaşın, diğerlerine kıyasla daha keskin olacağı ve de bazı sonuçlara zemin hazırlayacağı güçlü ihtimaldir.” cümleleriyle başladı ve şu iddiayı dile getirdi: “Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, Cumhurbaşkanı Gül'ün türbanlı eşine protokol uygulamamak için tören kıtasından ayrılarak yerini değiştirdi ve tavrını gösterdi. Kuşkusuz bir Korgeneralin bu tavrı şahsi olamaz yani kurumsaldır. Peki asker, Hayrünnisa Hanımı mı protesto ediyor?Hayır... TSK bir zihniyete karşı çıkıyor.. Asker karşı çıkarken de kuralları yani kanunları çiğnemiyor ve gayrimeşru bir pozisyona düşmüyor.. Diyeceksiniz ki bu iş nereye kadar? Aslında Türkiye'nin sorunu da budur.. Kabul edin etmeyin ortada ciddi bir buhran ya da bunalım vardır. Bir kurum, ilkeleri uğruna Başkomutanın eşini simgesel bağlamda bu biçimde protesto ediyor.. Biz hiç temenni etmeyiz ama bu tablonun er ya da geç bazı sonuçlan olacaktır.”



21 Eylül 2007 – Emir-kumanda zinciri bunu gerektiriyor

Rauf Tamer, “İkisi de yanlış” adlı köşe yazısında karşılama törenlerinde yaşanılan asker-Hayrünnisa Gül sorunu için şu yorumu yaptı: “Komutan niye orada bulunuyor? Uçaktan Bayan Gül'ün de ineceğini bile bile niye protokol'de yer alıyor? Elini sıkıp hanımefendiye "hoş geldiniz" demek için mi? Hayır. Sırf kötü muamele yapmak için. Nitekim protokol kuyruğundan çıkıp hemen karşı tarafa geçiyor... Göstere göstere. Hayret bir davranış. Onaylanacak yanı yok. Ama emir-kumanda zinciri bunu gerektiriyor. Pekâla. Onu anladık. Ne var ki, sayın Abdullah Gül'ü hiç anlayamıyoruz. Eşi hanımefendi'ye sürekli "hakaret" ediliyor. Cumhurbaşkanı seçildiği 28 Ağustos'tan bu yana, sürekli hakaret. Hakaret değilse bile her gün bir tavır. Sayın Gül gibi "muhafazakâr" bir Anadolu erkeği, buna niçin katlanıyor? Çankaya'da kalabilmek için mi? İnanmam. Gerçi aşkı veya eşi uğruna tahtını feda eden krallar, artık masallarda yaşıyor ama bu kadar "uysallık" da fazla değil mi? "Buyrun, Çankaya sizin olsun, ben eşimi alıp evime dönüyorum" diyemez mi? Böylece, bütün ülkenin gönlünü fethedemez mi?”



21 Eylül 2007 - Abdullah Gül Çankaya'ya çıkarken eşinin türbanının sorun olacağı belliydi

Milliyet’in köşe yazarlarından Derya Sazak, “Anayasa değişikliğini "türban serbestisine” indirgemenin AKP'nin "yeni" ve "sivil" anayasa yapma iddiasını sakatlayacağı belliydi” diyerek başladığı yazısında şu görüşleri ifade etti: “KKTC'den dönen Cumhurbaşkanı'nın eşi Hayrünnisa Gül ile karşılaşmamak için Ankara Garnizonu ve 4. Kolordu Komutanı Korgeneral Aslan Güner, protokolü terk etti... Abdullah Gül Çankaya'ya çıkarken eşinin türbanının sorun olacağı belliydi. AKP yönetimi şimdi "Gül'ü seçtirdik, madem Cumhurbaşkanının eşi türbanlı, üniversitelerdeki kızlar da başı kapalı okuyabilmeli" diye bastıracak. Bu tartışma Türkiye'de "ılımlı İslam"ın kökleşmesi ve laik cumhuriyetin değişmesi, dönüşmesi kaygılarını tetikleyecek. Erdoğan hükümeti, ikinci dönemini bu kavgalarla tüketmez diye umuyoruz. Yüzde 47 oy, AKP iktidarını aldatmasın; türban sorunu yüzde 2-3'leri aşmaz, toplumun yüzde 90'ı daha iyi bir yaşam, aş ve iş istiyor!”



21 Eylül 2007 – “Kadınlar korkmuş. Örtülmüş, kapatılmış, tesettüre mahkûm edilmiş”

Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk "Kadınlar Korkmasın!.." Ne Demektir?..” başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan’ın “Kadınlar korkmasın!” sözleri üzerine şunları yazdı: “Yalnız bu tümcenin "telaffuzu" bile Türkiye'nin hangi bıçağın sırtında yaşadığını vurgulamaya yeterlidir. Ne demek "kadınlar korkmasın"? Kadınlar zaten korkmuş... Korkutulmuş... Kadınlar korkak... Örtünmüş, örtülmüş, kapanmış, kapatılmış, sinmiş, sindirilmiş, tesettüre mahkûm edilmiş, ikinci sınıf insan, erkekten aşağı yurttaş sayılmış... Kadın gözünü açamıyor, erkeğine biat ile mükellef; dincilerin gözünde sarıp sarmalanması, çuvala sokulması; kaşlarının üstünden çenesine dek açabildiği pencerenin dışında erkeğe görünmesi günah yaratık... AKP'nin Cumhurbaşkanı Gül kendi hanımını korkutmuş. Nasıl? -Aman, sakın ha! Başını açayım deme! Türbanını çıkarma!.. Sonra günah işlersin!,. Cehenneme gidersin!.. Saçının teli erkeğe göründü mü ben seni boşarım!.. Güzelim ülkemizde en başta Abdullah Gül olmak üzere çoğu erkek kendi eşini, hanımını, karısını korkutmuş...”



21 Eylül 2007 – “İş almak isteyen müteahhitlerin eşlerinin örtünmesi normal”

Nuray Başaran’ın AK Parti Kurucu Üyesi, MKYK Üyesi ve Genel Başkan Danışmanı Hüseyin Tuğcu ile yaptığı röportaj, Referans’ta “Devletten iş almak isteyen müteahhidin, eşinin örtünmesi şansını yükseltir” başlığı ile yayınlandı. Tuğcu, Başaran’ın “Son dönemde, devletten iş alacak müteahhitlerin eşlerinin örtünmeye başladığı, hükümetin bu tür uygulamalarında da söz edilen iddialar var bunlara ne diyorsunuz?” şeklindeki sorusunu “Evet tabi ki bunlar olabilir, insanın olduğu her yerde her şey mümkün. Elbette iş alacaksa, iş yapacaksa kendine çeki düzen verecektir insan. Bu yönetimin durumuna göre şekillenecektir.” diye yanıtladı. Bunun üzerine “Yani iş alan müteahhidin kendine çekidüzen mi vermesi gerekiyor. Eşi kapalı olmazsa, olmaz mı?” sorusunu yönelten Başaran’a Tuğcu bu kez şunları söyledi: “Hayır o anlamda değil... Yani düşünün bir öğrenci üniversite mezunu, iş için bir yere başvurduğunda, en azından oraya kravat takması, düzgün gitmesi, konuşması onun ise alınıp alınmamasını etkileyecektir. Tabii bu anlamda insanda gittiğinde, o işi alması ve sonuçlandırması için başarılı olabilmesi için karşısındaki insana göre kendisine çeki düzen verecektir bu anlamda söylüyorum çekidüzeni.”



21 Eylül 2007 – Kadınların korkusu

Ferai Tınç, Hürriyet’teki yazısında Başbakan Erdoğan’ın kadınlara korkmamaları gerektiğini söylemesi üzerine şu görüşleri aktardı: “Ben türbandan korkmuyorum. Türbanlı arkadaşlarımdan, onların dindarlığından da korkmuyorum. Ben, bu türban savunması kılıfı altında kadınların etrafında zaten varolan "baştan çıkartıcı Havva", "erkeğin kaburgasından meydana gelen ikinci sınıf varlık" cenderesinin daraltılmasından ve bunun yol açtığı ve açacağı sonuçlardan rahatsız oluyorum. Bir ucu namus cinayetleri taassubuna uzanabilen muhafazakar zihniyetin, "eşitlik" kavramının da içini boşaltmasından korkuyorum… Türban, kız çocuklarının okula gidebilmelerini sağlıyormuş. Cumhurbaşkanı da böyle söylüyor. Neden? Çünkü örf ve adetler, kızların ve doğurma çağındaki kadınların saklanmasını istiyor. Bu zihniyeti sorgulayacak hiçbir adım atmadan, ona "işte modernleşme budur" diyerek hak veren zihniyet beni endişelendiriyor.”



21 Eylül 2007 – “Türbanın baskıcı bir sistemin parçası olarak ortaya çıkışına karşıyız”

Serdar Turgut, Akşam’daki yazısında başörtüsü konusunda yasağı desteklemediğini ama AKP’nin dikkat etmesi gereken hususlar olduğunu söylerken görüşlerini şöyle açıkladı: “kişisel tercih ve özgürlüğün bir sonucu olarak türbana karşı olmak söz konusu değil. Sadece türbanın çok daha geniş ve baskıcı bir sistemin parçası olarak ortaya çıkışına karşıyız ve bununla mücadele edilmesini istiyoruz. AKP liderliği istediği kadar bu soruna yok desin, bizlerin her gün muhatap olduğumuz mektuplan tehditleri, tavırları bir görselerdi, eminiz ki bu konuyu yeniden düşünürlerdi. Uyanabilecek tehlikeyi kontrol altına almak basta AKP'ye düşüyor. Çünkü yıllardır beklemekte olan, baskı altında tutulmakta olan öfkeler, beklentiler, arzular, AKP sayesinde yeni bir hayat alanı buldu. O yeni hayatın nasıl olacağına, paylaşılan bir yaşam biçimini-kültürü nasıl kuracağımıza AKP yön verecek.”



21 Eylül 2007 – “Türbanlı kızlara değil, türban fikrine karşıyım”

Mehmet Yakup Yılmaz, Hürriyet’teki köşesinde “Türbanlı kızlara değil, türban fikrine karşıyım” başlığı altında şunları yazdı: “Ben türbanlı genç kızlara değil, türban fikrine karşıyım. Kadınların, toplumsal yaşamın içinde yer almalarını bu devirde bile belli örtünme kurallarına bağlayan anlayışa karşıyım. Bunun kadın-erkek eşitsizliğinin kaba bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Kadınları sokağa çıkabilmeleri, okula gidebilmeleri için örtünmeye zorlayanların, yarın bu fikre karşı çıkanları da sessiz bir baskıyla aynı şeye zorlayabileceğine inanıyorum. Bugün türban ile üniversiteye gitmekte ısrar eden genç kızların, yarın bilimin ışığı ile tanıştıkları vakit, bu eşitsizliğe karşı çıkacaklarına da inanıyorum...”



21 Eylül 2007 – “Türban ve "Dindar Cumhurbaşkanı" sloganı kaldıraçtır!”

Arslan Bulut, Yeniçağ’da, AKP’nin din istismarı yaptığı yönündeki görüşlerini şöyle yazdı: “Bana göre, Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin rejimini kökünden değiştirmeye çalışıyor. Türban burada kitleleri arkasına almak için kullandığı bir manivela, bir kaldıraç! Türban bu defa kaldıraç olarak rejimin dibine sokulmamış, aksine balon gibi sisteme bağlanmıştır. AKP sıkıntıya girdikçe, bir üniversitede sorun çıkarılıp türban balonu şişiriliyor. Bu konuda en büyük yardımcıları, kendilerini Atatürkçü-laik olarak tanıtan sözde rejim yanlıları. "Dostlar laiklik eylemi yaparken görsün" mantığıyla ortaya koydukları ucuz ve basit tepkileri geniş halk kitleleri nefretle karşılıyor… Tayyip Erdoğan'ın Anayasa'yı rejimin temellerini sarsacak derecede değiştirebilmek için türbanı kullanması da tam bir din istismarı değil midir?”


21 Eylül 2007 – “Başörtüsü serbest bırakılsın diyemiyorum, bu sefer öbür taraf eziliyor”


İlahiyat Profesörü Beyza Bilgin, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde yönetici olduğu 1988’de başörtüsünün serbest bırakılmasının ardından, fakültede başını örtmeyen tek kız kalmadığını söyledi. Başörtüsü serbest olursa yine çevre baskısı olabileceğini kaydeden Bilgin, "Ancak Malezya’da olduğu kadar ileri gidileceğini düşünmüyorum" dedi. Bilgin şöyle konuştu: 1988’de fakültenin dekan yardımcısıydım. Önce yasak dönemini yaşadık. Okulun bahçesinde çadırlar kuruluyor, siyasiler yasağın kaldırılması için konuşma yapıyorlardı. O dönem başörtüsü yasağı taraftarı değildim. Kızların okuma imkanıdır, dışı örtülü de olsa kafalarının içi açılıyor diye düşünüyordum. Yönetici olarak buna izin veremesem de gönül olarak öyleydim. Ne oldu, başörtüsü çağdaş kıyafettir dendi, olay tersine döndü. Yanlış, yön değiştirdi. Bu sefer bir tek kız kalmadı başı açık. Okumak için saçlarını açıp örgü yapan, toka takan kızlara, erkekler koridorlarda ’Manken oldunuz, niye örtünmüyorsunuz’ diye laf atmaya başladılar. Kızlar şikáyetçi olmadılar. ’Biz kendi rızamızla örtüyoruz’ dediler. Zaten şikáyet de olamaz. Ağabeyler, ablalar vardır. Malezya kadar baskı olmaz, ama bir miktar olacaktır.”

Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin