BaşÖRTÜSÜ raporu 2007 Sakarya Başörtüsü Platformu


Eylül 2007 - Başörtüsü altında din düşmanlığı yapılıyor



Yüklə 2,1 Mb.
səhifə59/102
tarix30.10.2017
ölçüsü2,1 Mb.
#22656
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   102

20 Eylül 2007 - Başörtüsü altında din düşmanlığı yapılıyor


Emekliler Birliği Sendikası Genel Başkanı İsrafil Odabaş, laikliğin tehlikede olduğu açıklamaları ile topluma korku verilmesinin büyük bir yanlış olacağını açıkladı. Odabaş, “Üniversitelerimiz, profesörlerimiz ve aydınlarımız ülkemizin kalkınması, çağdaş dünyada gerekli gelişmelerle uğraşmaları gerekirken, genç kızlarımızın kılık, kıyafeti ile uğraşmaları çağdışılıktır. Başörtüsü bahane edilerek din düşmanlığı yapanlara, bilimle ve teknolojiyle uğraşmak yerine kişilerin kendi tercihleri olan giysileri ile kılık kıyafetleri gündeme getirenlere, gelişmelerden bilgilendirme yerine toplumun mahrem yerlerini ifşa etmeyi haber yapanlara, hukukun üstünlüğü ve adaleti tesis edeceklerine vatandaşlar arasında korku ve ayrım yapanlara asli görevlerini hatırlatıyorum.” dedi. (Milli Gazete)

20 Eylül 2007 – Başı örtmenin kökeni taş dönemine kadar iner


Hürriyet’te yayınlanan bir okur mektubunda şu iddialar yer aldı: “Başı örtmenin kökenini etnoloji, taş dönemine kadar indirir. Bu dönemde kişiler, ölümden sonra saç ve tırnakların uzamaya devam ettiğini görerek, onlarda gizli bir kudretin varlığına inanmışlar ve korkmuşlardır… Saçlarda ve tırnaklardaki kudretle, Tanrı'nın karşısına çıkılamayacağına göre, saçlar örtülür, eller de yen içine saklanarak tırnaklar gizlenir; el pençe divan durmanın kökenini burada aramak gerekir. Bu alışkanlık, gelenek halinde tüm dinlere geçmiştir; Budistler, saçları kökünden kazıyarak sorunu çözmüşlerdir… Hz. Muhammed'in, 50 derece çöl sıcağında kadınları sıkmabaş'a mecbur etmiş olacağı düşünülemez; o sıcak ki, onun yüzünden erkekler entari giyerler, içinde ne don ne pantolon vardır.”

20 Eylül 2007 – Türbanın zihniyet coğrafyası

Milliyet yazarı Güneri Civaoğlu, Milliyet’teki köşesinde “Türban, modernlik midir?” diye başladığı yazısında sorunun cevabını şöyle verdi: “Evet. Çünkü... Sadece gözleri açıkta bırakan burkaya, yüzün bir bölümünü açmaya olanak veren kara çarşafa göre elbette modernliktir. Kadının sanki bîr potansiyel günaha çağrı objesi gibi görülerek kumaşlarla sarıldığı, umacıya dönüştürüldüğü uygulamalara kıyasla türban, daha ileri, daha ılımlı bir anlayışı ortaya koyar.” Civaoğlu, yazısında şunları yazdı: “Bir diğer soru: Türban, çağdaş yaşamın geriye sarılması mıdır? Bu açıdan bakıldığında o soruya da "evet", doğru cevap olur. Başı açık, kendini potansiyel günaha çağn objesi algılamalarına bırakmayan, cinsiyet ayrımı olmaksızın tam özgür ve eşit bir dünya insanı olmak elbette daha ileri aşamadır. Modernlik kavramıyla örtüşür. Yani... Hadise "nerede durduğunuza" ve "nereden baktığınıza" endekslidir. Blue jean'i, vücuduna oturmuş dar ceketi, topuklu pabuçlarıyla "türbanlı" bir genç kadın softa zihniyet için "cehennemlik" sayılabilir. Aynı türbanlı kadın, ödünsüz laik kesimde "irtica” olarak algılanır. O nedenle... Türkiye'de "türban", bir sorun sarmalı halinde döne döne yaşanıyor.”



20 Eylül 2007 – Anayasa ve türban

Taha Akyol, Milliyet’teki köşesinde “Prof. Teziç, eskiden beri türban yasağının kaldırılamayacağını savunuyor: Anayasa'nın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmeler milli hukukun üstündedir, anayasa değişikliğiyle dahi türban yasağı kaldırılamaz! Özeti bu.” dedikten sonra görüşlerini şöyle açıkladı: “Hukuki bakımdan mesele şudur: Bir yasağın bir 'üst norm'a uygun olması, o yasağı kaldırılamaz hale getirir mi, getirmez mi?! Sayın Hocam Teziç'e bunu soruyorum. Örnekler... Anayasa Mahkemesi, açılan iptal davalarında, eski 312. maddedeki yasaklan defalarca uygun bulmuştur! "Zana Davası" örneğinde olduğu gibi, AİHM de uygun bulmuştur! Ama 312. madde kaldırıldı! Kürtçe yasağı da öyle!.. Bir yasağın 'üst norm'a uygun olması, onun kaldırılamazlığı anlamına gelmez! Hocam, siz benden iyi bilirsiniz, modem hukukta "içtihat kapısı kapanmaz"; kapandı derseniz hukuku "laik şeriat" gibi anlamış olursunuz! Türban yasağını siyasi ve sosyal gerekçelerle savunabilirsiniz; o zaman tartışma dili siyaset ve sosyolojidir. "Yasak hukuken kaldırılamaz" demek ise sadece yanlış değil, hukuk ilmini küçük düşürmektir!”



20 Eylül 2007 – Rektörler kendi işine baksın

Başbakan Tayyip Erdoğan, üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmak için anayasada değişiklik yapılacağının mesajını verirken bu konuda kurumlarla yüzde 100 mutabakat aranmayacağını söyledi. Erdoğan, "Onay makamı millet" dedi. Erdoğan, Rektörler Komitesi'nin açıklamasının anımsatılması üzerine şöyle konuştu: "Rektörler önce kendi işine baksın, böyle bir hakları yok. Kendi içinde çelişkilidir. Böyle bir çalışma zaten hukuki temel oluşturmak içindir. Kaldı ki, ifade edilen konuyla ilgili olarak bu işin ne kadar temeli olduğu konusu ayrıca tartışmalıdır. Millet de burada kararını verecektir. Hem egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyeceksiniz, ondan sonra birileri çıkacak, bunlar seçkinci takımı, biz ne kadar istersek onu millete götürebilirsiniz, bizim istemediğimizi götüremezsiniz diyecek. Demokrasilerde böyle bir şey olmaz." Erdoğan, Rektörler Komitesi'nin başörtüsünün siyasi simge olduğu, AİHM kararlarına ters düşeceği yönündeki açıklamasının anımsatılması üzerine, anayasaları Rektörler Komitesi'nin değil TBMM'nin yapacağını belirtti.



20 Eylül 2007 – Üniversitelerin eğilimlerinin dikkate alınması şarttır

Okay Gönensin, Vatan’daki “Anayasa kimin derdi?” başlıklı köşe yazısında şu görüşleri kaleme aldı: “Üniversite rektörleri dün bir açıklama yaparak üniversitede türban yasağının kalkmaması gerektiğini söyledi. Başbakan'ın buna cevabı ise "Size ne, yetkili olan Meclistir ve anayasayı halk oylayacaktır" şeklinde özetlenebilecek bir tepkiden ibaret kaldı. Oysa üniversitede türban kavgası ve yasağı üniversite rektörlerini birinci derecede ilgilendiren bir sorundur. Ve bu alanda atılacak her adım öncesinde üniversitelerin eğilimlerinin dikkate alınması şarttır. Bunun demokrasiye aykırı bir yanı yoktur. Fikrini beyan edecek tek bir vatandaşa bile kimsenin "sana ne" deme hakkı yoktur.”



20 Eylül 2007 – Türbana dolaşan yeni anayasa

Hasan Celal Güzel, Radikal’deki köşesinde anayasa tartışmalarıyla ilgili olarak “Herkes, 1982 Anayasası'nın Türkiye'nin önünü tıkadığı ve Yeni Anayasa gerektiği konusunda görüş birliği içerisindeyken, hazırlanan taslak bir anda türbana dolaştırılıp kilitlenmek isteniyor. Böylesine büyük bir projeyi, ne sırf başörtüsü yasağını kaldırmak için hazırlamak doğrudur, ne de başörtüsü yasağını kaldıracak diye karşı çıkmak” dedikten sonra şu görüşlere yer verdi: “Türkiye'de egemenliğin gerçek sahibi olan oligarşik jakoben mahfiller, bu antidemokratik egemenliği kaybetmek istemiyorlar. Bu çevrelerin daha önceki son kale'si Cumhurbaşkanlığı idi. Bu kale düştükten sonra artık hep birlikte 'türban yasağı' üzerinde odaklanmış durumdalar… YÖK Başkanı Teziç, Rektörler Komitesi bildirisini okurken ve türban yasağının kalkması konusunda dehşetengiz hukuk engellerini sıralarken, aslında koltuğun altından kaymasının tepkisi içerisindeydi…”



20 Eylül 2007 – Teziç saçmaladı

Nazlı Ilıcak, rektörler komitesinin yeni anayasa ve başörtüsü konusundaki açıklamasını “Teziç saçmaladı” başlıklı yazısında şöyle eleştirdi: “AİHM, "Üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması, sözleşmeye aykırıdır" diye bir karar almadı ki, elimiz kolumuz bağlansın. Sadece "Yasak, sözleşmeye aykırı değildir" şeklinde bir karar verdi. Aradaki farkı Erdoğan Teziç görmüyor mu, yoksa zihinleri bulandırma görevini mi üstlendi? Okullarda başın örtülmesi sözleşmeye aykırı olsa, AB ülkelerinde neden böyle bir yasak yok? Maalesef eksik veya yanlış bilgiye dayanarak bazı iddialar ortaya atılıyor... Teziç, "türban" yüzünden iki partinin kapatıldığını hatırlatırken, aba altından sopa gösteriyor… Başörtüsünü serbest bırakmak amacıyla yasal düzenlemeye gitmek parti kapatılmasına yol açacaksa, bu maksatla, Yüksek Öğretim Kanunu ek 16 ve sonra da ek 17'nci maddeyi Meclis'ten geçiren Anavatan Partisi niçin kapatılmadı?”


20 Eylül 2007 – Önce "açık giyineni" yasaklarsın, sonra orada duramazsın


Oktay Ekşi, Hürriyet’teki yazısında “Malezya olmak” konusunda şu iddiaları ortaya attı: “Giderek Malezya'laşıp Malezya'laşmayacağımız artık günlük tartışmaların parçası oldu. Önceki günkü gazetelerde yayınlanan fotoğraflı bir haberden öğrendiğimize göre Malezya'nın Kalantan Eyaleti'nde bu yıl ilk kez, "Ramazanda oruç tutmayan kişiler ve onlara servis yapan restoran ve büfelere karşı operasyonlar yürütülmeye" başlanmış… Hoş bu eyalette geçen yıl da "açık giyinen kadınlara para cezası uygulanmakta" imiş. Zaten öyledir. Önce "açık giyineni" yasaklarsın. Sonra orada duramazsın. Çünkü "dinimizin öteki emirlerinin de yerine getirilmesini" isteyenleri tatmin etmenin yolu ve sonu yoktur. Sonra sıra "ramazan polisine" gelir. Derken ya İran'da olduğu gibi "kadınların bisiklete binmesi" ile cinsel güdüleri arasındaki ilişki tartışılıp yasak getirilir veya Suudilerin yaptığı yapılır "kadınların araba kullanması" suç sayılır. Dedik ya... Bu yola bir kere girdiniz mi onun sonu yoktur.”

20 Eylül 2007 – Türban ve siyasi simge!

Vatan yazarlarından Mustafa Mutlu, “Anayasa bahane... Türbanı oylayacağız!” başlıklı yazısında “türban”ın siyasi bir simge olduğuna dair görüşünü şu şekilde açıkladı: “Başbakan’ın dün söylediği "veciz" sözlerden biri de türbanla ilgili "siyası simge" eleştirilerine verdiği yarattı: "Siyasi simge dediğiniz zaman bir partinin simgesi olması gerekir. Baş örtüsü ya da onların deyimiyle türban siyasi simge değil. Bir tek AK Parti'de mi var, hepsinde var... Ama dertleri başka...” Bir simgenin "siyasi" olması için ille de "parti amblemi" olması gerekmez... Örneğin 12 Eylül'den önce bazı gençlerin giydiği parka, bıraktıkları bıyığın şekli hep birer siyasi simgeydi... Onların giyimine, yüzlerine bakarak anlardık hangi dünya görüşünü savunduklarını... Tıpkı şimdi türban takan kadınların siyasi görüşünü anladığımız gibi. Bu yüzden türban bal gibi siyasi simgedir. Bunun için ille de partinizin rengi olan "turuncu" olması gerekmez!”



20 Eylül 2007 – Bu darbe sizi de götürür

Ertuğrul Özkök, Hürriyet’teki köşesinde Malezya ve mahalle baskısı konularını tartışırken şu görüşleri kaleme aldı: “Şerif Mardin gibi ben de türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yanaydım. Ama 22 Temmuz seçiminden sonra gözlediğim "Bolşevik görgüsüzlüğü" kafamda şüphelerin doğmasına yol açıyor... Türban serbest bırakıldığı takdirde, Anadolu üniversitelerinde türbansız kızların mahalle baskısına nasıl direnebileceğini biliyor muyuz? İşte bu noktada Cumhurbaşkanı ve Başbakanın sözü kulaklarımızda çınlıyor. İyi ama, onlara ne kadar güvenebiliriz? Hele hele seçim meydanlarında verilen "uzlaşma" sözünün, ikinci gün unutulduğu gibi bir hatıra hafızamızdayken. Yine de devletin en tepesindeki iki insana güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama beni korkutan, zaten onların tavrı değil. Şerif Mardin gibi ben de, onları bile aşabilecek bir "mahalle ikliminden" korkuyorum. İsterseniz daha açıkça söyleyeyim. Yarın bu şehirlerde türban muhafızlığı yapacak "Ogün'lerin, "Yasin"lerin ortaya çıkmasından korkuyorum… Günlerdir bu tehlikeye dikkati çekmeye çalışıyorum. Darbe dediğim şey budur ve bu askeri darbeden çok daha tehlikeli bir şeydir…”



20 Eylül 2007 – Türban başkomutanı

Cumhuriyet yazarlarından Deniz Som, “Vaziyet” adlı köşesinde “ABD-ullah Gül, Ağustos'un 28'inde cumhurbaşkanı seçildi ve tarafsızlık yemini ederek aynı gün Çankaya Köşkü'ne çıktı. ABD-ullah 18 Eylül'de, kızların türbanla okula gitmesinin türbanla evde oturmasından iyi olduğunu söyledi. Yani, ABD-ullah, Çankaya'ya çıkışının 21. gününde tarafsızlığını bozdu, devletin laiklik ilkesi karşısında türbandan yana taraf olduğunu açıkladı.” dedikten sonra yazısına şöyle devam etti: “Tarafsızlık yemini etmek işe yaramıyor. ABDullah türbandan yana taraf. Nasıl tarafsız olabilir ki? Karısı türbanlı… Kızı türbanlı... ABD-ullah.türbandan yana taraf olmakla kalmıyor türbanı özendiriyor ve "Aynı mahallede başı örtülü bir kızımızla başı açık bir kızımız kol kola yürüyorlar" diyor. Ama nedense bir süre sonra başı açık kızımızın tesettüre girdiğini söylemiyor. Devletle türban hesaplaşması, devletin en tepesinin sağladığı en geniş olanaklarla sürdürülüyor. ABD-ullah, 21. günde türban cephesindeki yerini alıyor ve RTE'nin de önüne geçiyor. Ne de olsa başkomutan! Sorumluluğunu biliyor!”



20 Eylül 2007 – Başörtüsü Müslüman kimlikle ilgili genel bir sorunun parçasıdır

Nuray Mert, Radikal’deki “Türban” başlıklı köşe yazısında başörtüsü sorununu değerlendirdi: “Başörtüsü konusunu bu ülkenin kimliğine ilişkin komplekslerin bir uzantısı olarak gördüğüm için, mağduriyet ötesinde de tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Yanlış anlamaya teşne olanlara karşı hemen söyleyeyim, başörtüsü bu ülkenin kimliğini temsil eder demiyorum. İslami bir sembol olması dolayısı ile bu ülkede Müslüman kimlikle ilgili genel bir sorunun parçasıdır diyorum. Türban konusu, sıradan bir özgürlük, mağduriyet konusu değil, açıkça konuşulmayan, konuşulamayan bir sürü mesele türban sembolü üzerinden konuşulmaya çalışılıyor...”


20 Eylül 2007 – Türbanını başka bir tür başörtüsü ile değiştirerek mesaj vereceğini bekliyordum


Köşesinde “Bir sukut-u hayal yazısı” başlığıyla Gül’ün başörtüsü tavrını inceleyen Cüneyt Ülsever, “Ben, Cumhurbaşkanı'nın eşinin ilk resmi törende türbanını başka bir tür başörtüsü ile değiştirerek topluma, sembolik seviyede de olsa bir kucaklaşma mesajı vereceğini bekliyordum. Bunu da açıkça yazıyordum. KKTC'deki törende ilk adımın atılacağını umuyordum. Yanılmışım! Okurdan özür dilerim.” dedi. Ülsever devamında şöyle yazdı: “Ben Cumhurbaşkanının hanımefendisinden bir jest bekliyordum. Efendim, "öbür köyün" bağnazları anlamazmış. isterlerse anlamasınlar! Uzlaşmak için bir el uzatıldığını dünyada aklıselim sahibi olan herkes anlayacaktı. .. Eğer Cumhurbaşkanı, söz verdiği gibi hepimizin ama hepimizin Cumhurbaşkanı olacaksa, seçimlerden önce büyük şehirlerde mitingler yapan milyonların da Cumhurbaşkanı olmak zorundadır.”

20 Eylül 2007 – Toplumsal çatışma tehlikesi görüyorum

Ünlü bilim adamı Prof. Dr. Vamık Volkan Akşam'a yaptığı açıklamalarda başörtüsü ve laiklikle ilgili tartışmalardan dolayı endişeli olduğunu söyledi. Akşam’ın sorularını yanıtlayan Volkan; “Türban üzerinde konuştuğumuz zaman bir yere gidemiyorsunuz. Türbanın altında ne var onu konuşmanız gerek. Tarihi süreçlerin imajlarına bakmanız lazım. Türban bir semboldür. Daha derinlemesine tarihsel köklerine inmeliyiz...” dedi. Volkan, kimlik ve başörtüsü konusunda ise şunları söyledi: “Büyük bir travmadan sonra kimlikler değişiyor. İstiklal harbinden sonra kimlik ortaya çıkıyor: Türk kimliği. Cumhuriyet'ten yüz sene sonra şimdi bu kimlik değişiyor. Onlara bakmak gerekiyor. Nasıl değişiyor, nereye doğru değişiyor? Yeni bir Türk kimliği gelişiyor. Bütün çatışma buradan çıkıyor… Türban meselesine dönersek… Türk kimliği nedir, sorusuna bakacağız. Niye Atatürk'ün başlattığı yoldan gidiyoruz? Ona bir şeyler eklemeli miyiz, o yoldan dönebilir miyiz, veya niye dönemeyiz. Bunları tartışmak gerekiyor. Türban bütün bunlarla birlikte ele alınacak konudur, tek başına değil.”



Yüklə 2,1 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin