-538-
sing'inki büsbütün sönmüştü. Sabırla bekledik ve işçinin çantasını da alıp dışarı çıktığını gördük. Sonra dizleriyle sabitleyerek kapıyı yan açık tuttu ve kilide uygun bir anahtar soktu. En sonunda bunu Lord Godalming'e uzattı ve o da cüzdanını çıkarıp işçiye bir şeyler verdi. Adam selam verip çantasını aldı, ceketini giydi ve uzaklaştı; bütün bu işlemi fark eden tek bir kişi bile olmamıştı.
Adam iyice uzaklaştıktan sonra üçümüz caddeyi geçtik ve kapıyı çaldık. Kapı hemen Quincey Morris tarafından açıldı ve yanında da purosunu yakmakta olan Lord Godalming duruyordu.
"Burası çok berbat kokuyor," dedi Lord Godalming biz içeri girerken. Gerçekten de berbat kokuyordu. Tıpkı Carfax'taki eski şapel gibi. Önceki tecrübelerimize dayanarak, Kont'un burayı sık sık kullandığını anladık. Evi incelemek üzere harekete geçtik, herhangi bir saldın ihtimaline karşı birbirimizden ayrılmıyorduk, çünkü karşımızdakinin ne kadar korkunç ve güçlü bir düşman olduğunu biliyorduk ve Kont'un evde olup olmadığını henüz bilmiyorduk. Holün hemen arkasındaki yemek odasında, sekiz sandık toprak bulduk. Aradığımız dokuz sandıktan yalnızca sekizi! İşimiz bitmemişti ve kayıp sandığı bulana kadar da asla bitmeyecekti. İlk önce; taş döşeli dar bir avluya açılan ve bir ahırın, minyatür bir evin ön yüzü gibi şekil verilmiş boş yüzüne bakan pencerenin kepenklerini açtık. Ahırın bu yüzünde hiç pencere yoktu, bu yüzden gözetlenmekten korkmuyorduk. Hiç zaman
-539-
kaybetmeden sandıklan inceledik. Yanımızda getirdiğimiz aletlerle bunlan teker teker açtık ve eski şapeldeki sandıklara yaptığımız işlemi bunlara da yaptık. Kont'un evde olmadığı açıktı ve ona ait başka bir şey olup olmadığına bakmaya başladık.
Bodrumdan çatı katına kadar bütün odalara gelişigüzel bir göz gezdirdikten sonra, Kont'a ait olabilecek bütün eşyaların yemek odasında bulunduğu sonucuna vardık; bu yüzden her birini dikkatle incelemeye başladık. Hepsi karışık bir şekilde, ama yine de belli bir düzen içinde, büyük yemek masasının üzerinde duruyorlardı. Piccadilly'deki evin tapu senetleri büyük bir deste halinde duruyordu; sonra Mile End ve Bermondsey'deki evlerin alım senetleri; not kâğıtları, zarflar, kalemler ve mürekkep. Tozdan korunmaları için de ince bir paket kâğıdına sarılmışlardı. Aynı zamanda bir elbise fırçası, bir saç fırçası ve tarak, bir sürahi ve içinde kandan kırmızılaşmış kirli su bulunan bir de çanak vardı. Son olarak da türlü türlü büyüklük ve boyutlarda anahtarlann bulunduğu bir deste bulduk, bunlar muhtemelen diğer evlere aitti. Bu sonuncu bulgumuzu inceledikten sonra Lord Godalming ile Quincey Morris, doğu ve güneydeki evlerin adreslerini not edip, anahtar destesini alarak bu evlerdeki sandıklan yok etmek üzere yola çıktılar. Biz de elimizden geldiğince sabırla onların dönmesini bekliyoruz ya da Kont'un gelmesini.
-540-
TİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ
3 Ekim - Godalming ile Quincey Morris'in dönmesini beklerken zaman korkunç derecede ağır geçiyordu. Profesör zihinlerimizi sürekli meşgul ederek bizi uyanık tutmaya çalışıyordu. Zaman zaman Harker'a attığı bakışlardan iyilik dolu amacını anlıyordum. Zavallı adam kahredici bir üzüntüye boğulmuştu. Daha dün gece, güçlü, gençlik dolu yüzü, enerji dolu hali ve koyu kahverengi saçlanyla dürüst ve mutlu görünüşlü bir adamdı. Bugün ise gergin, perişan ve yaşlı bir adam; beyaz saçları; çökmüş alev alev yanan gözlerine ve yüzünün keder dolu çizgilerine uyum sağlıyor. Yine de enerjisi hâlâ yerindeydi; aslında canlı bir alev gibiydi. Bu onun kurtuluşu olabilir, çünkü her şey yolunda giderse, bu onu bu umutsuz dönemde ayakta tutacak ve sonra gözleri, bir şekilde tekrar hayatın gerçeklerine açılacak. Zavallı adam, kendi derdimin çok kötü olduğunu sanıyordum, ama onunki... Profesör bunu çok iyi biliyor ve aklını meşgul etmek için elinden geleni yapıyor. Söylediği şeyler, bu şartlar altında, ilgi çekiciydi. Hatırlayabildiğim kadanyla şöyleydi:
"Elime geçtiklerinden beri bu canavarla ilgili belgeleri tekrar tekrar inceledim ve incele-
-541-
dikçe onun işini bitirmenin ne kadar şart olduğunu gördüm. Bütün bu belgelerin içinde onun ne kadar gelişmiş olduğuna dair işaretler var; sadece gücünün değil, bu konudaki bilgisinin de. Budapeşte'deki dostum Armini-us'un araştırmalarından öğrendiğime göre, hayattayken harika bir adammış. Asker, devlet adamı ve simyacı. Simyacılığı çağının bilimindeki en yüksek aşamaymış. Güçlü bir beyni, kıyas tanımaz bir bilgisi, korku ya da vicdan azabı nedir bilmeyen bir yüreği varmış. Scholomance'ye girmeye bile cesaret etmiş ve zamanında denemediği bilim dalı yokmuş. Beyninin güçleri, fiziksel ölümünden sonra da varlığını sürdürmüş; ama belleği tamamlanmış gibi görünmüyor. Aklın bazı becerileri açısından geçmişte neyse o ve başta çocuksu olan bazı şeyler artık iyice olgunlaşmış. Bir deney yapıyor ve bunu iyi de beceriyor; eğer biz yoluna çıkmasaydık, yolu yaşamdan değil, ölümden geçen yeni bir varlık türünün babası ya da kurucusu olacaktı ki, biz başarısız olursak, yine olabilir."
Harker inledi ve şöyle dedi: "Ve bütün bunlar benim sevgilime karşı saf tutmuş! Ama nasıl bir deney yapıyor? Bunu bilmek, onu alt etmemize yardımcı olabilir!"
"En baştan beri, geldiğinden beri, gücünü deniyor; yavaş yavaş, ama emin adımlarla; o büyük, çocuksu beyni çalışıyor. Bunun henüz bir çocuk beyni olması bizim için iyi; çünkü bazı şeyleri yapmaya en başta kalkış-saydı, çoktan bizim gücümüzün yetemeyece-ği bir yerde olurdu. Bununla birlikte, başan-
-542-
lı olmaya kararlı ve önünde yüzyıllar olan bir adam bekleyip yavaş yavaş yol almayı göze alabilir. Düsturu festina tente* olabilir."
"Anlayamıyorum," dedi Harker bitkin bir tavırla. "Ah, lütfen daha açık konuşun! Belki de üzüntü ve sıkıntı beynimi köreltiyor." Profesör elini şefkatle onun omzuna koyarak konuştu:
"Ah, çocuğum, açık konuşacağım. Bu canavarın son günlerde, nasıl da deneyler yaparak bilgi edindiğini görmüyor musun? Dostumuz John'un evine girebilmek için zo-ofaguslu hastayı nasıl da kullandı; çünkü vampirimiz, sonradan istediği zaman, istediği gibi gelip gidebilmek için bir eve ilk önce, orada yaşayan birinin davetiyle girmek zorundadır. Ama bunlar onun en önemli deneyleri değil. Bu büyük sandıklar ilk önce başkaları tarafından taşınıyor. O zaman bilmiyordu, böyle olması gerektiğini düşünüyordu. Ama bütün bu süre boyunca, onun çocuk beyni büyüyordu ve sandıkları kendi başına da taşıyıp taşıyamayacağını görmek istedi. Bu yüzden yardım etmeye başladı ve sonra, bunu halledebileceğini gördüğünde, hepsini kendisi taşımaya çalıştı. Ve böylece ilerledi, mezarlarını dağıttı ve ondan başka kimse onların nerede saklı olduğunu bilmiyor. Onları toprağın derinliklerine gömmeyi düşünmüş olabilir. Böylece onları yalnızca geceleri ya da biçimini değiştirebileceği zamanlarda kullanabilir; bu da aynı şekilde işine yarar ve kimse bunların, onun saklanma
Ağırdan alarak hızlı git.
-543-
yeri olduğunu bilemez! Ama çocuğum, umutsuzluğa kapılma; bu bilgi ona çok geç geldi! Çoktan sığınaklarından biri hariç hepsini kutsadık; günbatımmdan önce böyle olacak. Sonra gidip saklanabileceği hiçbir yer kalmayacak. Bu sabah emin olabilmek için işe başlamayı geciktirdim. Bizim için tehlikede olan daha çok şey yok mu? O zaman neden ondan daha dikkatli davranmayalım? Benim saatime göre, saat bir ve her şey yolunda gitmişse, dostumuz Arthur ile Quincey buraya doğru yola çıkmışlardır. Bugün bize ait ve yavaş olsa da emin adımlarla ilerlemeli, hiçbir fırsatı kaçırmamalıyız. Bakın! Diğerleri de döndüğünde beş kişi olacağız."
O konuşurken hol kapısının iki kez vurul-masıyla irkildik; telgrafçı çocuğun iki kez vuruşuydu bu. Hiç. düşünmeden hepimiz hole doğru atıldık ve Van Helsing sessiz olmamız için elini kaldırarak kapıya doğru gitti ve açtı. Telgrafçı çocuk bir telgraf uzattı. Profesör tekrar kapıyı kapattı ve adrese baktıktan sonra açıp yüksek sesle okudu:
"D.ye dikkat edin. Şimdi, 12:45'te aceleyle Carfax'tan çıktı ve güneye doğru gitti. Tura çıkmış gibi görünüyor ve sizi görmek isteyebilir. -MINA."
Bir sessizlik oldu, sonra bu sessizlik Jonathan Harker'ın sesiyle bozuldu:
"İşte, Tanrı'ya şükürler olsun, yakında karşılaşacağız!" Van Helsing hızla ona döndü ve şöyle dedi:
'Tanrı zamanı geldiğinde, takdirini istedi-
-544-
ği yönde kullanacak. Korkma, ama henüz sevinme de; çünkü şu anda dilediğimiz şey, kendi mahvoluşumuz olabilir."
"Şu anda hiçbir şeyi umursamıyorum," dedi Jonathan öfkeyle, "bu hayvanı dünya yüzünden silmek dışında hiçbir şeyi. Bunun için ruhumu bile satardım!"
"Ah, sus, sus çocuğum!" dedi Van Helsing, 'Tanrı bu şekilde ruh satın almaz ve şeytan, satın alsa bile, anlaşmaya sadık kalmaz. Ama Tanrı merhametli ve adildir, çektiğin acıyı, sevgili Bayan Mina'ya ne kadar bağlı olduğunu biliyor. Çılgınca sözlerini duysaydı Bayan Mina'nın acısı nasıl katmerlenirdi bir düşün. Herhangi birimizden korkun olmasın; hepimiz kendimizi bu amaca adadık ve bugün sonu göreceğiz. Eyleme geçme zamanı geliyor; bugün" bu Vampir insan güçleriyle sınırlı ve günbatımına kadar değişemeyecek. Buraya ulaşması zaman alacaktır. Bakın, saat biri yirmi geçiyor ve buraya gelmesine daha zaman var, asla bu kadar hızlı olamaz. Lord Arthur ile Quincey'nin ondan önce gelmelerini ummalıyız."
Bayan Harker'ın telgrafını almamızdan yarım saat kadar sonra, hol kapısının usulca, ama kararlı bir şekilde vurulduğunu duyduk. Binlerce beyefendinin vurduğu gibi sıradan bir vuruştu, ama profesörün de benim de kalbimin hızla çarpmasına sebep oldu. Birbirimize baktık ve birlikte hole çıktık; silahlarımız kullanmaya hazır bir biçimde elimizde duruyordu; ruhani olanlar sol, dünyevi olanlar sağ elimizde. Van Helsing sürgüyü çekti
-545-
ve kapıyı yarı açık tutarak, iki eli de eyleme geçmeye hazır biçimde geri çekildi. Eşikte, Lord Godalming ve Quincey Morris'i gördüğümüzde yüreklerimizdeki mutluluk yüzlerimize yansımış olmalı. Çabucak içeri girdiler ve kapıyı arkalarından kapattılar. Holde ilerlerken Godalming şöyle dedi:
"Tamamdır. İki evi de bulduk; her birinde altı sandık vardı ve hepsini yok ettik!" "Yok mu ettiniz?" diye sordu profesör. "Onun açısından!" Bir dakika kadar sessiz kaldık, sonra Quincey konuştu:
"Burada beklemekten başka yapacak bir şey yok. Ama eğer saat beşe kadar gelmezse, buradan ayrılmalıyız; çünkü günbatımından sonra Bayan Harker'ı yalnız bırakmak doğru olmaz."
Not defterine bakan Van Helsing, "Çok geçmeden burada olacak," dedi. "Nota bene* Bayan Mina'nın telgrafına göre Carfax'tan güneye gitmiş, demek ki, ırmağı geçmek zorunda, bunu yalnızca gelgit alçaldığında, yani saat bire doğru yapabildiğine göre güneye gitmesi bizim açımızdan anlamlı. Şimdilik sadece şüpheleniyor ve Carfax'tan sonra, müdahaleyi en az bekleyeceği yere gitti. Siz onun gelmesinden kısa bir süre önce Ber-mondsey'den ayrılmış olmalısınız. Henüz buraya gelmemiş olması da sonra Mile End'e gittiğini gösteriyor. Bu onun biraz zamanını almıştır; çünkü sonra bir şekilde nehri geçmek zorunda. İnanın bana, dostlarım, artık fazla beklemeyeceğiz. Hiçbir şansı kaçırma-
tyi not edin.
-546-
mak için bir saldın planı hazırlamalıyız. Şşş, artık zaman kalmadı. Hepiniz silahlarınızı alın! Hazır olun!" Konuşurken elini uyarır gibi kaldırdı, çünkü hepimiz holdeki kapının kilidine yavaşça bir anahtar sokulduğunu duymuştuk.
Böyle bir anda bile, hâkim alışkanlıkların nasıl ortaya çıktığım görüp hayran olmamak elimde değildi. Dünyanın farklı bölgelerindeki bütün av partilerimizde ve maceralarımızda eylem planını hazırlayan hep Quincey Morris olurdu ve Arthur ile ben de bir şekilde ona uymaya alışmıştık. Şimdi bu eski alışkanlık içgüdüsel olarak yeniden uyanmış gibiydi. Quincey gözlerini çabucak odada gezdirerek hemen saldın planımızı hazırladı ve tek kelime etmeden, bir hareket ile, her birimizi pozisyonumuza yerleştirdi. Van Helsing, Harker ve ben kapının hemen arkasında duruyorduk, böylece kapı açıldığında profesör kapıyı korurken biz ikimiz de içeri giren kişiyle kapının arasına geçecektik. Pencerenin hemen önünde, harekete geçmeye hazır bir biçimde, Quincey önde, Godalming arkada gizlenmişlerdi. Saniyelerin bir kâbus yavaşlığıyla geçmesine sebep olan bir kuşku içinde bekledik. Holden yavaş, dikkatli ayak sesleri geldi; anlaşılan Kont bir sürprize hazırlıklıydı; en azından bundan korkuyordu.
Aniden, tek bir sıçrayış ile odaya daldı ve aramızdan herhangi biri onu durdurmak için elini bile kaldıramadan aramızdan geçti. Bu hareketinde panterlerin hareketlerine o kadar benzeyen, o kadar insanlıkdışı bir şey
-547-
vardı ki, gelişinin şokunu hepimizin atlatmasına sebep oldu. İlk harekete geçen Harker oldu, çabuk bir hareketle kendisini, evin ön tarafındaki odaya açılan kapının önüne attı. Kont bizi gördüğünde yüzünden korkunç, hırlar gibi bir ifade geçti, uzun ve sivri uçlu köpek dişleri göründü; ama kötücül gülümseme geldiği gibi hızla kaybolarak yerini as-lanlannkine benzer, küçümseyen, soğuk bir bakışa bıraktı. Hep beraber üzerine doğru ilerlediğimizde yüzündeki ifade yine değişti. Daha iyi bir saldın planı yapmamış olmamız çok kötüydü, çünkü o an bile bundan sonra ne yapacağımızı merak ediyordum. Öldürücü silahlarımızın bir işe yarayıp yaramayacağını bilemiyordum. Anlaşılan Harker bunu bir denemek istemişti, çünkü büyük Kukri bıçağını hazırlamış, aniden, vahşice sallamıştı. Güçlü bir darbe savurmuştu; Kont'u yalnızca, geri sıçrayışındaki şeytani çeviklik kurtarabildi. Bir an geç kalsaydı, keskin bıçak yüreğine girecekti. Bıçağın ucu ceketinin kumaşını kesti ve açtığı geniş yarıktan bir deste banknot ve bir altın ırmağı döküldü. Kont'un yüzündeki ifade o kadar cehennemiydi ki, bir an Harker için korktum, ama tekrar saldırmak için o korkunç bıçağını bir daha kaldırdığını gördüm. Haçı ve kutsal ekmeği sol elimde tutarak koruma içgüdüsüyle hemen öne çıktım. Bütün koluma çok büyük bir güç yayıldığını hissettim ve her birimiz aynı şekilde ilerleyince canavarın geri çekildiğini görmek beni şaşırtmadı. Kont'un yüzüne yayılan nefret ve engellenmiş kötücüllüğü
-548-
-kızgınlık ve cehennemi bir öfke vardı- kelimelerle anlatmak olanaksız. Balmumu şansı rengi alev alev yanan gözleriyle tezat oluşturarak yeşilimsi bir sanya döndü ve alnındaki kırmızı yara izi, solgun derisinin üzerinde, kalp atışı gibi kabanyordu sanki. Hemen ardından, yılankavi bir dalışla Harker'ın kolunun altından -o daha darbesini indireme-den- geçti ve yerden bir avuç dolusu para alarak odanın karşı tarafına fırladı ve kendini pencereden dışan fırlattı. Parçalanan camların şangırtısı ve panltılan arasında aşağıdaki taş döşeli alana yuvarlandı. Şangırda-yan cam seslerinin arasından, altın paralardan bir kısmının taş döşemenin üzerinde düşerken çıkardığı altın "çınlamaları" duydum.
Koşarak pencereye gittik ve hiç incinmemiş bir şekilde yerden zıplayarak kalktığını gördük. Hızla merdivenleri çıkarak taş döşeli avluyu geçti, ahınn kapısını ittirip açtı. Sonra bize dönüp şunlan söyledi:
"Kasap dükkanındaki koyunlar gibi dizilmiş solgun yüzlerinizle beni durduracağınızı sanıyorsunuz. Hepiniz üzüleceksiniz! Bana dinlenecek bir yer bırakmadığınızı sanıyorsunuz; ama başka yerlerim var. İntikamım daha yeni başladı! Bunu yüzyıllara yaydım ve zaman benim yanımda. O kadar sevdiğiniz kızlar çoktan benim oldu ve onlar aracılığıyla siz de benim olacaksınız, diğerleri de; benim yaratıklanm, emirlerimi yerine getirecek, beslenmek istediğimde çakallanm olacaksınız. Peh!" Küçümseyen bir sıntışla çabucak kapıdan içeri girdi ve arkasından ka-
-549-
pıyı sürgülediği sırada paslı sürgünün gıcırtısını duyduk. Onun ötesindeki başka bir kapı açıldı ve kapandı. Ahırın içinden geçerek onu takip etmenin zorluğunu fark ettiğimiz için hole doğru harekete geçtiğimizde ilk konuşan profesör oldu.
"Bir şeyler öğrendik, epeyce bir şey! Cesur sözlerine karşın, bizden korkuyor; zamandan korkuyor, yoksunluktan korkuyor! Çünkü korkmasa, neden böyle hızlı hareket etsin? Ya ses tonu onu ele veriyor ya da benim kulaklarım yanılıyor. Neden o parayı aldı? Çabuk takip edin. Siz vahşi hayvan avcılarısınız ve böyle düşünün. Bana gelince, geri dönse bile, buradaki hiçbir şeyin ona fayda etmemesini sağlayacağım." Konuşurken yerde kalan parayı cebine koydu, tapu senetlerini Harker'ın bıraktığı gibi deste halinde aldı ve geri kalan şeyleri şöminenin içine süpürerek bir kibritle bunları ateşe verdi.
Godalming ile Morris avluya koştular ve Harker, Kont'u izlemek için pencereden indi. Ama Kont ahır kapısını sürgülemişti ve kapıyı zorlayıp açtıkları zaman, içeride ondan bir iz yoktu. Van Helsing ile ben evin arka tarafında bir soruşturma yapmayı denedik; ama arka sokaklar ıssızdı ve onun gidişini kimse görmemişti.
Artık öğleden sonranın geç saatleri olmuştu ve günbatımına çok kalmamıştı. Oyunumuzun burada bittiğini kabul etmek zorundaydık; profesör şunları söylediğinde ağırlaşmış yüreklerimizle ona katıldık:
"Hadi, artık Bayan Mina'ya geri dönelim;
-550-
zavalh, sevgili Bayan Mina'ya. Şimdilik elimizden geleni yaptık ve en azından oraya gidip onu koruyabiliriz. Ama umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Sadece bir sandık toprak kaldı ve onu bulmaya çalışmalıyız; bu da halledildiğinde her şey yoluna girecek." Harker'ı rahatlatmak için elinden geldiğince cesur bir tavır takınarak konuştuğunun farkmdaydım. Zavallı Harker epeyce çökmüştü; kendini tutamıyor, karısını düşünüyor ve ağzından bas-tıramadığı bir inleme çıkıyordu.
Üzgün yüreklerle evime döndük ve Bayan Harker'ı bizi beklerken bulduk; neşeli görünmeye çalışıyor ve bu da cesaretini ve bencil olmayışını daha da saygıdeğer bir şekilde gösteriyordu. Yüzlerimizi gördüğünde kendi yüzü de ölü gibi bembeyaz kesildi; bir iki saniyeliğine, gizlice dua ediyormuş gibi gözlerini kapadı ve sonra neşeyle şöyle dedi:
"Hepinize ne kadar teşekkür etsem azdır. Ah, benim zavallı sevgilim!" Konuşurken kocasının ak başını ellerinin arasına aldı ve öptü. "Zavallı başını buraya yasla ve dinlen. Her şey yoluna girecek, hayatım. Tanrı, iyi niyetiyle isterse, bizi koruyacaktır." Zavallı adam yalnızca inlemekle yetindi. Katlanıla-maz acısı kelimelerle avunmuyordu.
Birlikte baştansavma bir akşam yemeği yedik ve sanırım bu hepimizi biraz canlandırdı. Belki de bize iyi gelen, aç insanlara da geldiği gibi yiyeceğin hayvani ısısıydı; çünkü hiçbirimiz kahvaltıdan beri hiçbir şey yememiştik; ama belki de dostluk hissiydi; ama ne olursa olsun, mutsuzluğumuz azalmıştı ve
-551-
yarına o kadar da umutsuz bakmıyorduk. Verdiğimiz söze sadık kalarak Bayan Har-ker'a olup biten her şeyi anlattık ve kocasının tehlikede olduğu zamanlan anlattığımızda kar gibi bembeyaz kesilmesine, kocasımn ona bağlılığı ortaya çıktığı diğer zamanlarda da kıpkırmızı olmasına rağmen cesaretle ve sakin bir şekilde dinledi. Harker'ın o kadar korkusuzca Kont'un üzerine atıldığı kısma geldiğimizde kocasının kolunu kavradı ve sanki kavrayışı onu, başına gelebilecek herhangi bir tehlikeden koruyabilecekmiş gibi sıkı sıkı tuttu. Bununla birlikte, hikâyemiz sona erene ve şu zamana kadar olup biten her şey anlatılana kadar hiçbir şey söylemedi. Sonra kocasının kolunu bırakmadan ayağa kalktı ve konuştu. Ah, o sahneye dair herhangi bir fikir verebilsem keşke: o tatlı, iyi kadın, gençlik ve canlılık içinde, parlak bir güzellik içinde; nereden, nasıl geldiğini bilerek ve dişlerimizi gıcırdatarak baktığımız alnındaki o kırmızı yarayla ne kadar aklı başındaydı. Bizim büyük nefretimize karşılık onun sevgi dolu iyiliğiyle; bizim korkularımıza ve kuşkularımıza karşılık onun sevecen inancıyla ve biz, simgeler söz konusu olduğunda, onun bütün iyiliği, saflığı ve inancı ile Tann'nın reddettiklerinden olduğunu bilirken.
"Jonathan," dedi ve bu kelime o kadar sevgi ve şefkat doluydu ki, dudaklarından bir müzik gibi döküldü, "Jonathan, hayatım ve sizler, benim gerçek, gerçek dostlarım, bütün bu dehşet verici zamanlar boyunca bir şeyi aklınızdan çıkarmamanızı istiyorum. Savaş-
-552-
mak zorunda olduğunuzu biliyorum. Gerçek Lucy, ahirette yaşayabilsin diye sahte Lucy'yi yok ettiğiniz gibi bunu da yok etmek zorunda olduğunuzu biliyorum: Ama bu bir nefret görevi değil. Bütün bu üzüntülere neden olan o zavallı adam aslında aramızdaki en acınacak kişi. Kötü tarafı yok edildiğinde ve içindeki iyi tarafı ruhsal ölümsüzlüğe kavuştuğunda ne kadar sevineceğini bir düşünün. Bu, ellerinizi onu yok etmekten alıkoyamayacak olsa da, ona karşı da merhametli olmalısınız."
O konuşurken kocasının yüzünün karardığını ve içindeki öfkenin, varlığını en derinlerine kadar kurutuyormuş gibi kaşlarının ça-tıldığını görebiliyordum. İçgüdüsel olarak karısının elini daha çok sıkmaya başladı, ta ki parmaklarının eklem yerleri bembeyaz kesilene kadar. Bayan Harker çektiğinden emin olduğum acıdan kaçınmadı, ona her zamankinden daha dokunaklı gözlerle baktı. O konuşmayı bitirdiği zaman, Jonathan ayağa fırladı ve konuşmaya başladığında elini neredeyse koparır gibi ondan çekti:
"Umarım Tanrı onu, yok etmeme yetecek kadar uzun süre ellerimde bırakır. Dahası, elimden gelse, onun ruhunu sonsuza kadar yanması için cehenneme gönderebilirdim!"
"Ah, sus! Ah, sus! Yüce Tanrı adına. Böyle şeyler söyleme Jonathan, kocam; yoksa beni korku ve dehşet ile yıkarsın. Sadece bir düşün, hayatım ben bütün gün boyunca bunu uzun uzun düşündüm belki... bir gün... ben de böyle bir merhamete gereksinim duyarım ve senin gibi biri ya da öfkelenmeye se-
-553-
nin kadar sebebi olan başka biri bunu benden esirgeyebilir! Ah, kocam! Kocam, başka bir yolu olsaydı, gerçekten de seni böyle bir düşünceden korurdum; ama Tanrı'ya, çılgınca sözlerini dikkate almaması, bunları yalnızca sevgi dolu, yaralı bir adamın kalbi kırık haykırışları olarak görmesi için yalvarıyorum. Ah, Tanrım, bu beyaz saçları, bütün hayatı boyunca yanlış bir şey yapmamış, ama bunca üzüntü yaşamış olan bu adamın çektiği acıların bir kanıtı olarak gör."
Şimdi, biz erkekler gözyaşları içindeydik. Gözyaşlarına direnmenin bir yolu yoktu ve açık açık ağladık. Tatlı tavsiyelerinin etkili olduğunu görünce Bayan Harker da ağladı. Kocası kendini onun yanına, dizlerinin üzerine attı ve kollarını ona dolayarak yüzünü elbisesinin kıvrımları arasına sakladı. Van Helsing bize işaret etti ve iki âşık kalbi Tann'yla baş başa bırakarak usulca odadan çıktık.
Onlar yatmadan önce profesör, Vampir'in gelme ihtimaline karşılık odayı hazırladı ve Bayan Harker'a huzur içinde uyuyabileceği konusunda güvence verdi. Bayan Harker buna inanmaya çalıştı ve anlaşılan, kocasının hatırı için ikna olmuş gibi göründü. Bu cesur bir mücadele oldu ve sanırım ödülsüz kalmadı. Van Helsing ikisinin de uzanabileceği bir yere, acil bir durumda çalabilecekleri bir çan yerleştirdi. Onlar yattıktan sonra Quincey, Godalming ve ben geceyi aramızda bölüşerek uyanık kalmaya ve felakete uğramış, zavallı kadının güvenliği için nöbet tutmaya karar verdik. İlk nöbet Quincey'nin olduğu için geri
-554-
kalanımız mümkün olduğunca çabuk yatacağız. İkinci nöbet onun olduğu için Godalming çoktan odasına çekildi bile. Şimdi işim bittiğine göre ben de yatacağım.
JONATHAN HARKER IN GÜNLÜĞÜ
3-4 Ekim, gece yarısına yakın - Dünün hiç bitmeyeceğini sandım. Uyandığımda her şeyin çok daha iyi olarak değiştiğini görecek-mişim gibi kör bir inançla uyumak için can atıyordum. Ayrılmadan önce, bir sonraki adımımızın ne olması gerektiği konusunda tartıştık, ama bir sonuca varamadık. Tek bildiğimiz, bir toprak sandığının kaldığı ve bunun yerini bir tek Kont'un bildiğiydi. Eğer gizlenmeye karar verirse, düşüncesi bile korkunç, ama bizi yıllarca atlatabilir ve şimdi bile düşünmeye cesaret edemiyorum. Şunu biliyorum: Eğer tamamıyla mükemmel bir kadın varsa, o da benim haksızlığa uğramış, zavallı sevgilimdir. Dün geceki tatlı merhametinden dolayı onu bin kat daha fazla seviyorum, canavara karşı duyduğum nefreti aşağılık bir şey gibi gösteren o merhamet. Tanrı, dünyanın böyle bir varlığı kaybederek daha da yoksullaşmasına izin vermeyecektir, elbette. Benim umudum bu. Şimdi hepimiz sığ kayalıklara doğru sürükleniyoruz ve elimizdeki tek çapa inancımız. Tanrı'ya şükür! Mina uyuyor, rüya görmeden uyuyor. Arkalarında böyle dehşet verici anılar varken düşlerinin neye benzeyeceğinden korkuyorum. Günbatımından bu yana hiç bu kadar
Dostları ilə paylaş: |