Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə73/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   90

l — Otel kısmı: Otelde 120 oda mevcut olup, ayrıca 5 adet de hususî dâire vardır. Bu kısım sırasiyle geniş bir antreyi,

kapıcı bürosunu, danışma servisi ve kasayı, bekleme ve istirahat salonlarını, telefon kabinelerini, asansör methallerini, P.T.T. ve servis kısmını ihtiva etmektedir. Apartman şeklindeki dairelere hususî bir itina gösterilmiş olub modern bir şekilde lüks möble ile tefriş edilmiştir. Ayrıca her dairede, mevsime göre ayarlanan «Air Condition» tertibatı vardır. Personeli odaya kadar çağırmak, ışık ve telefon vasıtasiyle mümkün olmaktadır. Her odanın gömme banyosu, duş ve sıcak - soğuk su tertibatı mevcuttur. 1963 de bir gece için yatak ücreti 70-90 lira idi. Otelde bir kadın-erkek berberi vardır. Çamaşırhane kısmı ise, modern yıkama, temizleme ve ütüleme araçları ile mücehhezdir. Ortalama olarak otelde 250 müstahdem çalışmaktadır.

2 - Plaj kısmı: Otel müşterileri ile kısmen dışardan gelecek seçkin müşterilerin yaz mevsiminde denize girme ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmışdır. Plaj in kabineleri, aile kabinesi şeklinde olub, gömme banyo hâriç olmak üzere, otel odalarında bulunan bütün tesisat mevcuttur. Sahilde uzun beton bir iskele, bir tramplen vardır; sahilden biraz açıkta da «raft>.-- tâbir edilen ve birkaç kişinin rahatça üzerinde durup güneşlenebileceği üç adet sal mevcuttur. Küçük çocukların istifade edebilmesi için kumsalda, küçük bir havuz vardır. Her türlü deniz sporunu yapabilmek için, müşteriler geniş imkânlara sahiptirler. Bu arada otelin, l kotrası, 2 (arkadan takma) deniz motoru ve sandalları vardır. Plajın hususiyetlerin den biri de, soyunma odalarının (ki sayıları 3-4 ü geçmemektedir), gardrop şeklinde kullanılmasıdır; müşterilerin elbiseleri, vestiyerdeki tel kafesler içinde muhafaza edilmektedir ki, bu suretle, hem temizlik, hem de emniyet temin edilmiş olmaktadır. Plajda yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılamak üzere, bir büfe-restoran mevcuttur. Ay rica, denize ve plaja hâkim olan bir gazino bu kısımdadır. Plajda, herhangi bir vak'ada derhal müdahale edebilecek bir doktor, bir hemşire ve cankurtaran ile bütün tıbbî ve fennî malzeme bulunmaktadır.

Plaj duhuliyesi 10 lira, kabine ücreti 12 saatliği 40 liradır (1963).

3 — Restoran Kısmı: Otelde, restoran olarak yapılmış bir çok salon vardır, ki başlıca odaları: Marmara Restoran, Mehtap Teras ve Roof olup bu salonlar cem'an

çınar vak'âsî

— 3920 —


İSTANBUL



— 3921
1200 kişiyi aynı zamanda ağırıyabilecek du rumdadır. Bunlara ilâveten 3 teras, 3 bar., l pavyon ve bir de «Lobby» tâbir edilen geniş bir çay salonu otelin muhtelif kısımlarında yer almaktadır. Restoran olarak kullanılan bütün salonlarda servis, müşterinin arzusuna göre İngiliz, Fransız, Rus ye Beynelmilel olmak üzere 4 şekil ve tarzda yapıl-makatdır. Bir de «Room Service)) vardır ki, bu şekil, müşterinin odasına yapılan yemek servisine verilen isimdir. Her gece, saat 20 den, müşterilerin arzularına göre icabında sabaha kadar açık tutulan pavyon kısmında, umumiyetle yabancı orkestralarla yabancı atraksiyon artistleri yer almaktadır (Eylül 1962).

Bibi.: H. Akbay, Not; H. Göktürk, Not.



ÇINAK VAK'ASI — Dördüncü Sultan Mehmed'in ilk saltanat yıllarında, Sarayda büyük nüfuz sahibi harem ağalarına karşı askerî bir ihtilâle verilmiş isimdir ki, 1656 yüı martının 4-8 inci günleri, beş gün devam etmiş olan bu kanlı vak'aya târihimizde «Vak'ai Vakvâkiye» adı da verilir.

ihtilâl 4 Mart 1656 ve 7 Cemâziyel evvel 1066 cumartesi günü, askere ulufenin ayarı bozuk akçe ile ödenmesi yüzünden çıkdı. Vak'anüvis Naimâ Efendi bu ihtilşli «Zuhuri fitne ve Vak'ai Çınar» başlığı altında şöylece anlatıyor:

«Sadrıâzam Süleyman Paşanın askere dağıttığı ulufe (başda yeniçeriler kapuku askerine üç aydan üç aya verilen üçer aylık ücret) nin yarısı kırkık, ayarı bozuk .akçe idi. Öbür yarısını da zabitler ayarsız akçe ile değişdirmiş, neferlerin eline tamamen ayarsız, bozuk sikkeler geçmişdi (Süleyman Paşa bu parayı dağıttıktan az sonra 28 şubatta azledilmişti).

«Neferler çarşılıdan bir şey alıp parasını verecek oldukda esnaf o bozuk paralan almadılar. Asker de:



  • Biz ulufeden bunu aldık, size çil ak
    çeyi nerede bulalım!... diyerek keselerini
    esnafın akçe tahtalarına boşalttılar; esnaf
    ise parayı ikrahla karıştırıp:

  • Bunlarda alınacak akçe yok!... der
    lerdi.

«Neferlerden bazüarı gazaba gelir, aldığı şeyin bedelini kendine verilen paradan bırakır, akçe tahtasını da esnafın, dükkân sahibinin kellesine vurur giderdi; her gün yüz yerden ziyade böyle kavgalar çıkardı.

«Yeniçeriler odalarında (kışlalarında) toplandüar, bu ne olmayacak haldır, aldığımız ulufe akçesini esnafa aldıramayız, doğup sövsek biz kötü oluruz diye söylendiler. Bir fitne zuhur etmek üzere idi.

«Giridden gelen bir kaç yüz başı açık ayağı çıplak yeniçeriler Ağakapusuna giderek:

— Sultânım!... feryâd işidümez, o


adada yastığımız taş, döşeğimiz toprak, di
ni mübin uğruna gaza eyledik!... hâlen do
kuz taksit ulufemiz verilmedi; halimize
merhamet buyurun, hakkımız olan paramı
zı verin!... diye ağlaşarak bağrışdılar.

«Lâyık olan onlara şefkat ile muamele eylemek iken Kulkethüdâsı Osman Ağa hiddet ve şiddet ile:

- — Bre erkânsız edebsizler!... Ağakapusuna böyle güruh ile gelip zorbalık etmek ocağımızda var mıdır!... nerede bunların odabaşıları, götürün bu edebsizlerin haklarından gelin, uslanmayanları Boğaz-/ kesen Kalesine gönderip hakkından gelelim!... diye tehdid yoluna gidince canından bezmiş bir alay mihnet kesîde yeniçeri Et Meydanına varıp kethüdâbeyden gördükleri cefâyı yoldaşlarına anlattılar. Ayarı bozuk akçe meselesinden ciğerleri zâten kan olan yeniçeriler onlarla' ağız birliği yapdı. «Sipahilerin ulufesi de henüz tamamen verilmemişdi; yukarıdaki vak'a duyulunca Hezarpâre Ahmed Paşanın iç mehterleri iken sipahi olmuş Hasan Ağa ve Şamlı Mehmed Ağa adında iki derbeder ile Galata voyvodalığından sefâheti yüzünden atılmış Karakaş Mehmed ve bunlar misâli birkaç söz bilir kimseler zorbabaşı olup:

— Yarımız ulufe aldı, yarımız almadı,


almayanlara defter kapandı, üç ay daha
bekleyin derler... nasü bekleriz, han köşe
lerinde aç ve muhtaç bekleşiriz, alacağı
mız para hancıya olan borcumuza yetmez,
bu iş böyle yürümez, varalım yeniçeri yol
daşlarımızla ittifak derek derdin çâresini
görelim!... dediler.

«Cemâziyelevvelin altıncı cuma günü yeniçeri meydanına varıp yeniçerilerle fitne üzerine konuşdular, size ve bize yapılan bunca eziyetlere pâdişâhımızın rızası yok-dur, bu işler mal toplama sevdasında olan pâdişâhımızın devletine ortak olmuş ta-mahkâr devlet erkânınındır, onların vücudunu ortadan kaldırıp devlete nizam verelim, dediler. O gece sipahileri kışlalarında misafir eden yeniçeriler sabaha kadar on-

ANSİKLOPEDISİ

îarla meşveret ettiler, ve padişahdan bir ayak divânı istemeye karar verdiler. Bu ayak divânında isteklerini pâdişâhın kendisine şifahen arz edecekler ve Enderundan ve dışardan otuz kadar tanınmış kimsenin bir defterle idamlarını istiyeceklerdi.

«Cumartesi günü sabahı erkenden saraya haber gönderilip padişahtan ayak divânı istendi. Bu soğuk haber saraya gelince âciz ve kötü tedbirlerinden ötürü yeniçeri-ağası Mehmed Ağa ile kethüdâbey Osman Ağa azledildiler, ikisi de korkularından kaçıp saklandılar. Yeniçeri ve sipahilere na-sihatçılar gönderildi, ayak divânı isteğinden vaz geçmediler. Cuma sabahından itibaren istanbul çarşıları kapandı, .vüzerâ, ulemâ, ayan güruh güruh sarayı hümâyuna geldiler. Nihayet pazar günü sabahı sipahilerle yeniçeriler Et Meydanından kalkıp dalga dalga At Meydanına gelip dol-dular.

«O pazar sabahı ilk kanlı vak'a Şeyhülislâm Hüsamzade tarafından arabulucu olarak gönderilen Kara Abdullah Efendinin sipahiler elinde kılıç üşürülerek paralanması oldu; vücudunun her bir parçasını o civarda bulunan Mehterhanenin trabzan-lanna astılar.

ccBunun üzerine Dördüncü Sultan Mehmed Alay Köşkü penceresinde ayak divânına çıkmaya mecbur oldu (B.: Alay Köşkü: Ayak Dîvânı). At Meydanından Alay Köşküne kadar bütün o havali, sokaklar, demir zırhlı sipahiler, slpâhizadelerle doldu. Pâdişâh köşk penceresinde görününc^ ihtilâlcilerden Mehter Hasan Ağa, Şamlı Mehmed Ağa ve Karakaş Mehmed ileri çık o'i.lar. Hasan Ağa çok düzgün bir lisanla duaya başladı, o dua ettikçe derya misâli asker bir anızdan âmin derdi. Yine o Hasan Ağa duadan sonra uzun bir nutuk irâd etti, suistimalleri acı bir dille sıralayıp anlattıktan sonra Harem ve Enderunu Hû nıâyundaki saray erkânını padişahı aldatmak, geniş hırsızlık've ö yolda hükümet işlerine müdahale ile suçlayarak bir defterden otuz kişinin adını okudu ve onların idamlarını istedi. Çaresiz, padişah da def-terdekilen idam edilmeleri için gereken fermanı yazdı. Hemen o anda Kızlarağası Behram Ağa (zencî hadım),: Kapuağası Bosnalı Ahmed Ağa (beyaz hadım) ve Raco İbrahim Ağa sarayda idam olunarak cesed-leri saray duvarı üstünden ihtilâlcilere atıldı; onlar tarafından At Meydanına götü-

ÇINÇINLI HAMAM SOKAĞI

rüldü ve çırılçıplak soyularak ayaklarından başaşağı meydanın en ulu çınarının dallarına asıldılar.

Bu üç kişiyi Hasodabaşı Hasan, Hoca Bilâl ve Haznedar Yusuf Ağanın, Valide sultan nedimelerinden Melekî Kadının, ve onun kocası Şaban Halifenin idamları ta-kib etti ve onlar da aynı şekilde aynı çınar ağacına asıldılar.

Çok yayılmış bir şark masalında, mey-vaları insan başına benzeyen ve «Vakvak Ağacı» adını taşıyan bir ağaçdan bahsedilir; At Meydanındaki o ulu çınara da bu vak'adan sonra «Vakvak Ağacı» adı kondu ve ihtilâle de «Vak'ai Bakvâkiye» denildi. Aşağıdaki beyit bir istanbullu şâirin bu vak'a üzerine söylediği kıt'adandır:

Bağibâm Felek-i kîne güzârl seyr et

At Meydanına dikdi Şecerei Vakvâkı.

«Kaçıp saklananlardan Kethüdâbey Osman Ağa saklandığı evde ipek bir şalvar uçkuru ile boğulmuş bulundu, getirip çınara asdılar.». (Nâima Tarihi, Cild VI).

ÇINÇINLI ÇEŞME SOKAĞI — Balat-da Mollaaşkı Mahallesi sokaklarından; Su-rullah Efendi Caddesi ile Demirhan Caddesi arasında uzanır. Püskülcü sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir ve Kahkaha Sokağı ile kavuşağı vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 8/113).

Sunul!ahefendi Sokağı ile olan kavuşağı başında kesme taşdan kitâbesiz bir çeşme vardır ki sokağın adı bu çeşmeye nisbet ile verilmiş olacakdır; bir araba geçebilecek genişlikde, kabatas döşeli olarak baslar, bir parçası yine kabatas döşeli ve bozuk-bir merdivenli yol olup tatlı bir meyil ile iner ve bir toprak yol olur; Demirhan Caddesine bağlanan son parçasının da iki yanı kabatas ve ortası paket taşı döşelidir (Mart, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇINÇINLI HAMAM SOKAĞI — Üskü-darda Toptaşında'dır; Bağlarbaşi Caddesi ile Çavuşdere Caddesi arasında uzanır; Küçük Osman Paşa Sokağı ile bir kavuşağı vardır. Köprülü Fadıl Paşa Sokağı ile de dört yol ağzı yaparak kesişir.

Çavuşdere Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geeçbilecek genişlikte ve kabatas döşelidir; sağ tarafta Kösem Sultanın Dârülkadiri ve Çinili Hamamı sol taraf tada da Çinili Cami vardır; az me-



İÜI

ÇINDAROĞLU (Müjgân)

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

— 3923


ÇINGIRAKLI TATAR


yil bir yokuş olarak Bağlarbaşı Caddsine
iner; birer ikişer katlı evler arasından ge
çer, binalar ahşab, kagir karışıkdır, kapu
numaraları 7-47 ve 8-44 dür (Kasım, 1963),
) Hakkı GÖKTÜRK

Suiukule Güzeli

Müjgân (Resim : Ömer Tel)



ÇÎMDAKÖĞLU (Müjgân) — 1964 de henüz on altı yaşında kıbti bir dansöz, «Su-lukule Güzeli» diye şöhret bulmuşdur; babasına nisbetle soy adı Kocamemiş olub, 1963 de evlendiği Vedad Çındaroğluna karşı açtığı boşanma dâvası istanbul basınında günün haberleri arasında birinci sayfada yer almışdır. Kavim ve kabilesine has cild rengi, çizgiler ve serbest tavırları üs pek alâka toplayıcı bir tip olan rakkase, iri gözlü Mü] ganin kocası V. Çındaroğlu da Sulukuleli ve yakışıklı, süslü bir delikanlı olub, mahkemede: «Karım Müjgân çok terbiyesiz bir kadındır» demiş, açdığı boşanma dâvasına darbukacı, kemancı ve cümbüşçüden mürekkep saz takımı ile gelen küçük rakkase de: «Bir sene önce beni kaçırdığı gün hayıtımm ideal erkeğini bulduğumu zannetmiştim; işi gücü yokdur, hem de asker kaçağıdır; şarkı söyler, oynar, göbek atar para kazanırım, o yer; üstelik metresi var, : metresinden bir de oğlu var, onlara bakmak için de beni zorlayınca artık dayanamadım» diye anlatmıştır; ve bu dâvaya bakan istanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesi boşanma kararı vermişdir (Hürriyet Gazetesi, mayıs 1964).

Muhakeme esnasında kocasının yüzüne bakmayan rakkaase boşanma kararından. sonra .pür neş'e çıkıp giderken süslü Vedad Cındaroğlu: «Hâkim huzurunda dilim tutuldu, konuşamadım; Müjgânı kaçırdığım zaman bir hiç idi, onu ben yetiştirdim, dansöz yaptım; hem kocası hem de meneceri idim; iş güç tutmazmışım, işim gücüm onu yetiştirmek oldu, nankör kadın» diye derd yanmışdır.

Ahmed, GÜRELİ

ÇINGAR, ÇINGAR ÇIKARMAK — Hâ-nebe-rduşlar, ve külhanbeyler argosunda

«ortalığın, bir yerin, muhitin huzurunu bozacak kavga, gürültü»; her tabakadan halkın gündelik diline de girmişdir; misaller:

Bir içkili lokanta, gazinoda, meyhanede münakaşa sertleşir, karşılıklı hakaaret-ler, küfürler başlar; onlarla ilgisi olmayan

biri arkadaşına:

— Hesabı görüb gidelim, şimdi çıngar çıkacak!...

* Peruz'un hicazkâr kürdî kantosu:

Çocuk getir düz rakı Şarab bira mastika

Benediktin viski cin Haydi çocuk çabuk Ha.ydi arkadaşlar Atalım biz çakalını biz Zevkimize zevkimize bakalım biz Semai divan çal Çal çalgıcı dinleyelim Çıngar çıkarmadan Şöylelikle böylelikle Şu sabahı şu sabahı idelim

* Şu beyit de Mehmed Akif'indir:
Yolcular bafrayı tellendirivermez mi sana?
Kaçıver, belli ki c'mgfar çıkacak, durmasana!

ÇINGIRAK — Çanın ufağı (B.: Çan). Elektrikli zillerden önce kapularda tokmak (B.: Kapu tokmağı) ile çıngırak kullanıl-mışdır; bâzı ev, bağçe, bostan kaplılarında hâlâ rastlanır; çıngırak münâsib görülen yere asılır ve bitime bağlanan ip de kapu-ya kadar uzatılır ve ipin o ucu ya münâsib bir yerden, yahud kapu kanadında açılan bir delikden sokağa çıkarılır, tekrar içeri kaçmaması için o ucuna uygun bir cisim bağlanır; gelenler tarafından ip çekildiği zaman da çıngırak bulunduğu yerde ses verir.

istanbul ağzında taze, körpe sesleri ile tannan konuşan gençlere «çıngıraklı kız», «çıngıraklı oğlan» denilir; R. E. Koçu bir yazısında: «Bilhassa yazın, yalın ayaklı ve tülü başlı gazete satıcısı çocuklar çıngıraklı sesleri ile Köprünün eski Kadıköy vapurları iskelesinin bir süsü idi» diyor. İstanbul ağzında eski bir oyundan kalma pek si r in bir tekerleme vardır:


  • Seke seke ben geldim!

  • Çıngırağım, hoş geldin!

Gelenin bir baş tacı dilbaz sevgili olduğu derhal anlaşüıyor.

Kalender halk şâiri Merdivenköytü Tevfik Karkan Kasınıpaşalı genç bir tulumbacıyı şöyle tasvir ediyor:

Kaptanpaşahlar, tulumbacıdır Eli hem maşalı hem ba.yrakhd.ir Nalçası gümüşden kamerçininde Müşekkel topuklar sımsıraklıdır Tıkır tıkır yürür köçek misâli Çapkınım zillidir, çıngıraklıdır. Kas gözle, el ayak, boy bos, giyimi Nakşı nümayişi tumturaklıdır

Çatık kaşlarına bıçkınlık şâm Kâkül serpmesine pek meraklıdır.

ÇINGIRAKLI BABA — ikinci Sultan Mehmed devrinde büyük şöhret sahibi bir meczûb; Beşiktaşda Köyiçinde bir kulübede otururdu, başında kadı kavuğu, sırtında aba, yalın ayak dolaşır, kimse ile konuşmaz, bellediği sakatçılardaıı akciğer toplar ve yine bellediği yerlerdeki kedilere dağıtırdı; koynunda bir çıngırağı vardı, yolda bir güzele rastlayıp da beğendi mi, hemen çağırır, çıngırdatırdı.

ÇINGIRAKLI BOSTAN SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre (Pafta 6, mahalle numarası 41 - 42) Fatih Merkez nahiyesinin Baba Hasan alemi ve Gu-rebâ Hüseyin Ağa mahallesi arasında sınır sokakdır, Mustafa Kemal Caddesi (Atatürk Bulvarı) ile Horhor Caddesi arasında uzanır; Aksaray külhanı sokağı, Aksaray Hamamı Sokağı, Hasan Pasa Çeşmesi Sokağı, Oyunbozan Sokağı, Doğarak Sokağı, Vezir-çesmesi Sokağı, Oruçbozan Sokağı, Meçhul Asker Sokağı ve Hacı Halid Efendi Sokağı ile kavusakları olan uzun bir yoldur. Aksaray haritasını tamamen değiştiren 1957-1958 istimlâklerinden sonra yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tes-bit edilemedi (1964).

ÇINGIRAKLI DEĞİRMEN — îstanbu-lun kadim ve meşhur bir değirmeni idi, Ci-bâli Kapusu içinde idi, bir adı da Horozlu Değirmen idi, hicrî 13 ramazan 1196 (M. 22 Ağustos 1782) büyük Cibâli Yangını bu değirmenin bitişiğinde Mavunacı Ali adında'bir adamın evinden çıkmısdı (B.: Cibâ H Yangınları, Cild'7, Sayfa 3557).

Çıngıraklı. Değirmen hicrî 17' rebiülâ-hir 1249 (M. l temmuz 1833) de Cibâli ka-pusu civarında Tüfenkhâneden çıkan sekizinci büyük Cibâli yangınında yandı (B.: Cibâli Yangınları, cild 7, sayfa 3559).

Tahmin ediyoruz ki, bu meşhur değirmen yangından sonra tekrar yapümadı.

ÇINGIRAKLI HAMAM PEŞTEMAL-

LARI — On sekizinci asrın ilk yarısında Üçüncü Sultan Ahmedin Sadrıâzamların-dan «Kalaylı»; yâhud «Kalaylıkoz» lâkabı ile meşhur Kayserili Ahmed Paşanın türlü garabetlerinden biridir.

İstanbul Kadüığı tarafından îstanbul-un çarşı hamamları için tanzim edilmiş nizâmnâmelerde aşırı taassub eseri olarak gayri muslini müşteriler için şu kayıdlar konulmuşdu (h. 1040 = m. 1630 - 1631 ve h. 1050 = m. 1640 - 1641 tarihli nizâmnâmelerden):

Peykelerde soyunub giyinemezler, kafes yanında (yıkanmış peştemal ve havluların kurutulduğu ahşab çatkı, B.: Kafes) yere bir boğça serip onun üstünde soyunur giyinirlerdi.

Ayaklarına nalın verilmezdi, yıkanmaya yalın tabanla basıb giderler, yıkandık-dan sonra da öyle çıkarlardı.

içerde halvetlerde ve orta sofada yıka-namazlardı, diğer sofaların birinde belli bir kurnada yıkanırlardı.

Peştemallarma alâmeti farika olarak birer küçük demir halka dikilmişdi; havluları, peşkirleri de ayrı idi.

Temizlik usturaları ayrı idi.

Kalaylıkoz Ahmed Paşa avamfirib bir adamdı (B.: Ahmed Paşa, Kalaylı, cild l, sayfa 414). 1693 de İstanbulda sadâret kaymakamı oldu (Ahmed II. devri, pâdişâh ve Hükümet erkânı daimî sûretde Edirnede bulunuyordu, B.: Ahmed II.); yapdığı işlerden biri de, çarşı hamamlarında gayri müslimjer için yukarıdaki kayidleri kâfi görmeyerek, hamamlarda gayrı müslimle-re verilen peştemallardaki demir halka yerine o peştamalların alt kenarlarına birer çıngırak bağlatmak oldu. Bu kepazeliğin ne kadar sürdüğünü bilemeyiz, fakat Ka-lavkıkoz Paşanın kaymakamlıktan .ayrılmasından, sonra çok devam etmediği kanaatindeyiz (B.: Peştemal; Hamam).

ÇINGIRAKLI TATAR — 1872 de İstanbulda yayımlanmış bir mizah gazetesi, sahibi daha önce yine bir mizah gezetesi olan «Diyojen» i çıkarmış, Teodor Kasab'dır (B.: Diyojen). Aynı yıl içinde siyasî sebeb-lerle kapatdmışdır.


ANSİKLOPEDİSİ


İSTANBUL


3924 —

Hüseyin Paşa Çıplaklarının Tersanede bir hizmet yerleri de beş çifte flikâsı idi, biri başda vardacı-kancacı idi, ikisi kıçda sancak yanında durur, on çıplak da, ikişer ikişer oturaklara oturur kürek çekerdi, kayığın her küreğini bir kişi çekerdi; yine Ali Çamiç.Ağa, yalnız resimlerini gördüğü o eski Tersane Çıplakları için de, yukarda kaydettiğimiz filika hizmetini zikrederek şu manzumeyi yazmışdır:

Tersane Çıplağı bir hoş civelek Pırpırı kalyoncu zeyninde melek Pek de açmış şu al kadife yelek Medhideyini size o laz oğlunu

Beş çiftede biri vardacı durur İk'sı kıçda sancağı korur Oıı küfekde dahi onu oturur Seyret kanun edeb erkân yolunu

Al fesinde sarkmış mavi püskülü Bıçkınlık nişanı giimrah kâkülü Hele nümayişi gör bak ne türlü Topuk vurup sallayarak kolunu.

Kıyafeti efradın aynı «Çıplak Çavuşu» unvanını taşıyan bir zabitin kumandasındaki bu kıt'a 1792-1793 arasında ihdas edilmiş, 1808 de Alemdar Mustafa Paşanın kısa diktatörlüğü sırasında kaldırılmışdır.

Hüseyin Pasa çıplaklarının Tersânede-dekî sehbazlık nümayişi uzun sürmediği halde ismi unutulmamış, halk ağzında deyim olarak kalmış, yersiz ve lüzumsuz soyunan,, yalın ayak,, göğüs bağır açık: dolaşanlara, çıplaklık lâubaliliğinden •'sıkürm-yanlara «Hüseyin Paşa Çıplağı», «Kaptanpaşa Çıplağı» denilmisdir; Meselâ bir babr-sabahleyin evin içinde bir pijama panta-lonu ile gövdesi çıplak ve yalın ayak dolaşan oğluna: «Hüseyin Paşa çıplağı gibi dolaşmaya utanmıyor musun?» -diye çıkışır.

Zamanımızda, avamdan ve türedi varlıklılardan sayıları pek çok bıçkın meşreb delikanlılar yardir ki, ökçelerini basdürian pabuçlarım yalın ayak "giyerler, 'çıplak'"ten üzerine geçirdikleri' gömleklerinin 'düğmelerini ilikierheyıp eteklerini de pantalon dışında bırakırlar, pantolonlarının kemerini de göbek altına düşürürler, memeleri ve göbek çukurlarını it nümayişi ile göstererek en küçük utanç duymadan sokaklarda, çarşı ve pazarlarda dolaşırlar ve aralarm-

sından seçme toplatmış idi. Bizzat Kaptanpaşa tarafından tesbit edilmiş kıyafetleri de pırpırı, tanı bıçkm kıyafeti idi: kısa bir diz çakşırı giyerler, bellerine al kuşak sararlar, kuşaklarında da bir çift tabanca ile uzun bir bıçak taşırlardı; çıplak gövdelerine al çuhadan kolsuz bir yelek giyerlerdi; serpuşları da mavi top püsküllü kırmızı Cezayir fesi idi; ayaklar yalın, baldır bacak çıplak, sîne üryan, kollar çıplak, Divanhanede «dayı reftârı» ve ~ «levend nümayişi)- ile topuk- vurarak dolaşırlardı; garibdir ki, donanmaya ve tersaneye fevkalâde ehemmiyet veren ve o uğurda hiç tereddüt etmeden hâzineler harcamış olan Üçüncü Sultan Selim sık sık uğradığı Tersanede bir gün Hüseyin Paşanın çıplakları tarafından selâmlandığında bu pırpırı merasim kıt'asını gaayetle beğenmişdi.


Hüseyinpaşa Çıplağı ve Çıplak Çavuşu (Resim : S. Bozeah)
ÇINGIRAK SOKAĞI

Çıngıraklı Tatar haftada iki defa olarak 4 sayfa çıkarılnıışdır. 89 sayı çıkmış-dır.

BibL: Türk (İnönü) Ansiklopedisi

ÇINGIRAK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinde Fâtih Kazasının Şehremini nahiyesinde Melekhâtun Mahallesi sokaklarından; Dingil Sokağı ile Mimar acem Camii Sokağı arasında uzanır; Bıçkı Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir, Za -ğarcıbaşı Sokağı ile kavuşağı vardır (Adı geçen rehberde pafta 10, no 71); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964).

ÇIPLAK — Onsekizinci asır sonunda bir sınıf Tersane askerinin adı; Üçüncü Sultan Selim zamanında 1792 den 1803 yılına kadar on iki sene kaptanpaşalık yapan ve o makamda iken ölen Küçük Hüseyin Paşa tarafından ihdas edildiği için halk ağzında «Hüseyin Paşa Çıjlağı» denilmisdir;

çıplaklar, meşhur


kaptanpaşalık sara
yında bir nevi me
rasim kıt'ası idi;
bundan ötürü

«Kaptanpaşa Çıplağı» diye anılırlardı.

Esir pazarından satın alınmış bir köle iken açık bahtı ile muazzam bir imparatorluğun en büyük makamlarından birine kadar yükselmiş olan Hüseyin Paşanın pek yakışıklı ve dilber bir simaya sâhib olduğu, alâyiş ve nümayişe de gaa-yetle düşkün olduğu •söylenir; ve yine hakkındaki rivayetler arasındadır, boylu boslu, kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün, bıçkın, meş-•reb pırpırı gençlere karşı aşırı-bir" teveccühü varmış; çıplak ayakları o boydan delikanlılar ara-

— 3925 — ÇIPLAK AYAKLI KONTES

da edeb ve haya dışı el şakaları yaparlar ki, asır dîde halk şâiri Ali Çamiç Ağa o gençleri şöyle hicvetmiştir:

Şehrî delikanlılar kaptanpaşa çıplağı Sineler! küsâde yahıı şehbaz ayağı


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin