Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə74/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   90

Çakıl meni? gösterir bir acâib nümayiş Hattâ göbek çukuru meydandadır bayağı

Perçem kâkül tararlar sokaklarda şûhâne Filiz filiz zülüfler sarmış taze yanağı

Levendâne edalar bıçkın cilve çalımı

İtlik sânı olacak hepsinin var bıçağı

Kimi nevtıras f et â kimi mürâhik oğlan Haylazlıkda harcanır ilim tahsil! çağı

Yeni zengin babanın baldırı çıplak oğlu Çakırcalı Efenin san sikirdim uşağı

Görür bir hacı ağa Ayvazım dir yaklaşır Çarpar kise cüzdanı virüp itçe gözdağı

Hepsinin altın adı kızıl balar olmuşdur

Zahirde gül göneesi tıynet katırtırnağı

Sanma kınalı kuzu yağlı kara hîz dilber Ona nisbet beyzade Kaptanpaşa çıplağı

ÇIPLAK AYAK — (08.: Ayak; Ayak: İstanbulda çıplak, yalın).

ÇIPLAK AYAKLI KONTES — (Asıl adı ile comtesse de Defeals) hayatı film konusu olmuş, ayrıca güzelliği ile de tanınmış fransız asilzadesi bir kadın, 1962 yılı mayısının ilk haftaları içinde îstanbula ' geldi; aşağıdaki satırları Cumhuriyet Gazetesinden alıyoruz:

«Ünlü fransız kontesi Defeals, iki yakın dostu üe birlikte gelirimize gelmiştir. Turist olarak İstanbula geldiğini bildiren kontes, Avrupa sosyetesinde güzelliği ve oriünal giyimi ile ün salmış bir kimsedir. Hâlen 45 "yaslarında bulunan kontesin y'a-şsdvrh oriünal hayat bir filme konu olmuş ve Amerikalı sinemacılar «Çıplak Ayaklı Kontes^ isimli filmi çevirmişlerdir.

«Türkiyede de gösterilen bu filimde hatırlanacağı üzere kontesi, ünlü Amerikan yıldızı Ava Gardner canlandırmıştı.

«Dün kendisiyle .görüştüğümüz .fransız kontesi Defeals, yalın ayak dolaşmasına sebep olarak insan sıhhatine çok favdaJU olmasmı göstermiştir. Kontesin ifadesine göre, kendisi her zaman, ve her yerde değil, ancak evinde ve samimî dostları arasındaki toplantılarda çıplak ayakla dolaşmak-

ÇIPLAK KABADAYI

— 3926


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

3927

ÇIPLAK MODEL





ger o yalının küçükbeyi de ressam imiş, çekine çekine, korka korka, utancımdan kızara kızara çırılçıplak soyundum ve karşılarında durdum. Genç beyler resim mektebine gidip modellik yapar isem kayık-çılıkdan fazla para kazanacağımı söylediler, mektebin yerini tarif ettiler. O gün iki mecidiye yerine bir altın verdiler ve bir saat yerine yalıda üç saat kaldım, türlü vaziyetlerde pek çok resmimi yapdılar, bir tanesini bana vermek istediler, almadım, arkadaşlarım görür, rezil olurum, adım da kötüye çjkar diye korkdum. Bunun üzerine küçük bir masa örtüsü verdiler, belime sardım, Nazmi Ziya Bey, benim öyle bir resmimi yapdı, arka tarafa da bir kayık başı çizdi ve bana o resmi hediye etti. Ertesi sene hürriyed ilân edilmişdi, birgün beş parasız kaldım, aklıma resim mektebi geldi; git-


Sarı Hafız ve Sandalcı Hristo

(Anonim tijir desen ile Nazmi Ziyanın deseninden) Sabiha Bozcalı eli ile)


Çıplak Ayaklı Kontes

Aya -Gardner (Resim : S, Bozcalı)

tadır. Fakat, dün Hilton Otelinde müşteriler, kontesi, odasında olduuğ kadar, koridorlarda da yalınayak dolaşırken görünce oldukça garipsemişlerdir.

«(Kontes Defeals ve yakın ahbapları Mösyö ve Madam Malard, bu gün uçakla Izmire' gidecekler, perşembe günü de yurdumuzdan ayrılacaklardır. (Nadir Dayı, Cumhuriyet'Gaietesi, 11 nisan 1962).

.. ÇIPLAK KABADAYI — 1963 yılında Ali Sevinç adında ayak takımından bir adamdır ki, dünyânın her-tarafında olduğu gibi îstanbulda da günlük toplum hayatının derdlerinden bir evsâhibi - kiracı geçimsizliği çekişmesiride ev sahibinin hesâ-

bina emsali görülmemiş rezilâne iz'aç âleti olma zilletini kabul etmişdir; ve bu vak'a dolayısile ismi ve resmi îstanbulun en üstün trajlı gazetesi Hürriyet'in birinci sayfasına «Çıplak Kabadayı» lâkabı ile geç-mişdir.

Beyoğlunda Aşmalı Mescidde Sofyalı Sokağında 20 daireli büyük Hamsun Apar-tımanın sahibi Gabriyel Gabriyeloğlu kiracıları ile geçinememektedir; onları iz'aç etmek için bu işsiz ve pervasız fakat irLya-rı adamı bulmuş ve onu apartımamn çatı katına yerleştirmişdir; içki de kullanan pervasız kabadayı, gündüzleri değişik zamanlarda anadandoğma çırılçıplak soyu-nuk olduğu halde apartıman merdivenlerinde dolaşmaya başlamışdır; rastladığı çocuklara sataşmış, rastgele kapı zillerini çalarak kapuyu açmaya gelen kadınları da dehşet içinde bırakmıştır (B.: Cihangir Cinayeti) . Bir kiracının tarifi ile «insanların en korkuncu» olan Çıplak Kabadayı nihayet zabıtaya şikâyet edilmiş ve polis tarafından yakalanmışdır (Hürriyet Gazetesi, 18 mayıs-1963).



ÇIPLAK MODEL (Safiyii Neftse Mektebinde) — istanbul Sanayii Nefise Mektebinin (zamanımızın istanbul Güzel Sanatlar Akademisi) resim bölümünün ilk talebeleri insan vücûdunu model olarak konulan çıplak bir Venüs heykelinden etüd etmişlerdir ve hâricde giyimli canlı modellerden resim yapmışlardır; mektebde çıplak canlı modelden ilk resim 1907 senesi mayıs, ayında, bu yılın mezuniyet imtihanında ya-pürmsdır; mektebe model olarak bulunup getirilen ve soyulan da, talebe tarafından ((Sarı Hafız» adı verilmiş Beyazıd Medresesi softalarından 19-20 yaşlarında pehlivan vaDüı fakir bir genedir, asıl adı öğre-. nilemedi: imtihan resminin tamamlanması bir ay kadar sürmüş ve bu fakir softa bu müddet zarfında her.gün mektebe .gelerek soyunmuş.dur; ilk günlerde, delikanlıya maç yoya benzer dar ve kısa bir don .giydirilmiş; -sonra o örtü de attırılıp genç. hafız tamamen üryan durdurulmuşdur, Ö -imtihan yılı mezunlarından ve emekli r esini-öğretmenlerinden Bay Celâl Kocura bu ilk canlı çıplak model hakkındaki hâtırasını , nakleder iken şunları söylemişdir« Çok fakir olduğu için bu işi kabul etmişdi, ter bı-

yık, pehlivan yapılı, atölyede soyunmaya başladı; o utanır, biz utanırız; üstündekileri tamamen çıkardı, fakat karşımıza geçip duramıyacağı anlaşılınca, hem onu ve hem de bizi alışdırmak için ilk günleri kısacık bir don-mayo giydirdiler, veçhen dilber bir gençdi ve vücud yapısı da güçlü, kuvvetli idi. Pehlivan-atlet yapısı idi; her-gün 10-15 kuruş arasında bir para verilirdi.»

İkinci çıplak model 1908 senesi derslerinde devamlı durmaya başlamış olan Ar-navudköyü Rum Kilisesi yangın sandığı tulumbacılarından ve bu köyün iskele kayıkçılarından yine 19-20 yaş arasında Hris-to adında bir Rum gencidir.

Kayıkçı Hristo, 1958 de 70 yaşında öldü. Tophane kahvelerinde dolaşır pek perişan bir hâneberduş, bir ayyaş olduğu halde hafızası zinde idi,



o da şöylece dir:

modelliğini nakletmiş-

«Bir gün nöbetde iken elinde bir tahta kutu ile genç bir bey geldi. Beylerbeyine götürmek üzere sandalıma aldım, meğer ressam imiş, adı da Nazmi Zivâ Bey imiş. Sonra çok meşhur olmuşdur. Kutusunun yanına bağlı bir kâğı.d tomarından bir kâğıd. aldı, yolda ben kürek çeker iken resmimi yapdı, tıbkı tıkışına benzedi; benim 'bir de çıplak resmimi yapmak istediğini "ve karşısında bir saat kadar çıplak durursam- bana iki mecidiye vereceğini söyledi, on sekiz yaşlarında bir gene idim, içime türlü sübheler girdi, fakat paranın yüzü sıcak, kabul ettim; Beylerbeyi'nde bir yalıya gittik, me-




3929

3928 —
tim, aradım, buldum ve niçin geldiğimi söyldim, hemen alıb talebelerin çalışdığı yere götürdüler, yalıda bir sefer soyunmuş olduğum halde yine çok sıkıldım, iki bey bir altın vermişdi, burada elbet daha çok para verirler dedim, fakat yine tam üç saat çıplak durduğum halde bir mecidiye verdiler. Soyunmadan önce pazarlık etmediğim için ses çıkarmadım, içimden bir daha gelmem dedim ama ertesi gün yine gittim Balkan Harbinde asker oldum, Harbi Umumîde asker oldum, Kafkas cebhesinde bulundum, mütârekede Yunanistana gittim, fakat İstanbul hasreti ile yaşayamadım. kumar ve içki ile günden güne batağa b~ güldüm mahvoldum. Ressam mektebinin fındıklıda olduğunu öğrendim, iki sene kadar evvel idi, oraya gittim, niçin geldiğimi söyledim, kapucu kovdu; meğer dedim itibar hep gençliğe ve güzelliğe imiş.»

Sanayii Nefîse Mektebi ile Güzel Sanatlar Akademisinde diğer çıplak modellerin isimleri öğrenilemedi; hiç şüphesiz ki, bunların içinde güzel vücud ve güzel yüz sahibi o-larak kadın ve erkek bu ansiklopedide tesbite değer simalar ola-cakdır.

1959 yılında da Çıplak Model konusunda İstanbul basınında şöyle bir haber intişar etmişdir:

«Yirmi yaşın-. da ve lise mezunu İrfan Tekes Güzel Sanatlar Akademisinin erkek model bul-makda çekdiği güçlüğü öğrenince, bu işe tâlib olduğunu bildir-misdir. Dün Tıp Fakültesi kabul imtihanına giren

İrfan Tekeş (Resim: S. B.v

İSTANBUL


İrfan Tekeş, bu işle tahsil parasını sağlıya-cağı ümidinde olduğunu söylemişdir.» (Hürriyet Gazetesi). Aynı gazete, bu bendin yanında İrfan Tekesin bir kısa siyah donla çıplak resmini de neşretmişdir. Çok satan günlük gazete tarafından hüviyeti bu kadar açık yazılmış bir gencin Güzel Sanatlar Akademisinde çıplak modelliği tıb tahsili veya herhangi diğer bir meslek-de yüksek tahsili bağdaşdırabileceğini zan etmiyoruz.

ÇIPLAK RESİMCİLER — Dünyanın her tarafında her büyük şehirde olduğu gibi îstanbulda da fotoğrafın icadı ile yayılmasından zamanımıza kadar, çırılçıplak, müstehcen kadın ve erkek resimleri satışı hayâsız güruhu için kârlıca geçim yolu ol-musdur. Fotoğrafçılığın çok ilerlemiş bulunduğu su zamanımızda ise müstehcen çıplak resimlerin Avrupadan ve Amerika-dan gümrük ve ahlâk zabıtası kaçağı olarak gelenleri içinde, aynı zamanda sanat eseri kıymetini yaşıyanlan vardır. Bu resimler erkek ve kadın olarak ikive ayrıldık-dan başka, tek, çift ve çok figürlü müsteh- ... cen portre ve müstehcen kompozisyonlar olarak tasnif edilebilir. Hâlen vitrini çok zengin, alıcısının ekseriyeti şımarık yeni zenginler, mantar gibi milyonerlerin oğul ve kızları «âsi gençlik», satıcıları da kibar ve zarif sosyete meyhanecileri, kiralık ni-ptâr ve civan simsarlarıdır; idhal malı çıplak resimler sâdece gözler için, yerli resimler ise görüb beğendikten sonra resmin sahibini de getirtmek üzere satın alınır-ip.r Hâlen bu cesid resimlerden orta tabaka eline düsebilenler alelade idhal mallarıdır Yerli malı resimler, kalantor seks prodüktörlerinin satış ve tevzi inhisârındadır.

Yakın gecmişde ise, çıplak resimcilik bayağı avamî bir iş idi. Sermed Muhtar Alus böyle resim satıcılardan bir; mûseviyi şöyle anlatıyor:

«Sirkecinin Ali Efendi, Süslü; Nefaset gibi lokantalarında; İştaynbruh ve îs-tasiyon birahanâlerinde; Haleb,'Meriç, Edirne otelleri ile benzerleri otellerin kahvehanelerinde arşın surat/ ölü benizli, M burunlu, avurdu avurduna çökük, fakat kılık kıyafeti düzgünce bir burma bıyıklı mekik dokur, elinde camlı bir kutu, esanslar, lavantalar, bıyık kozmatiği, bıyık tarağı, ceb aynası falan satardı. Lûgatlar paralar,

ANSİKLOPEDİSİ

bülbül gibi fransızca konuşur, azametin-,den de geçilmez, velâkin yere bakar, yürek yakarlardan; adamını gördü mü derhal gözleri parlar, yanına damlar, usulca bir göz işmarı ile:



  • Yuzel karpostallarım var, vereyim
    mi yozum!?... diyerek ceketinin iç cebin
    deki Kâğıdhâne, Göksu, Sultanahmed'de-
    ki Alman Çeşmesi gibi bir kaç kartpostalın
    arasında sakladığı çıplak kadın resimlerini
    gizlice gösterir, yüz buldu mu:

  • Daha ekstrasını istersin yozum?...
    öyleysem buyur yüz numaraya, orada ra
    hat rahat bak!... diyerek alış verişi yapıve
    rirdi...»

Bu konuda Vâsıf Hiç'in verdiği notlar ise gaayetle şayanı dikkattir, Hoca merhum şöyle anlatıyor:

«Gençliğimde, 1885 ile 1890 arasında müstehcen çıplak resim satan üç adam tanıdım, biri Turşucu David, akşamları bir boy Kumkapu meyhanelerinde görünür, oradan Gedikpaşa üstünden Sirkeciye, Ba-lıkpazarına iner, ve geç vakte kadar oralarda kalırdı, ikincisi yine bir mûsevi, seyyar lavantacı, tarakçı, aynacı Avram; Gala-tada Rıhtım boyunda, Tophane Caddesinde, Tersane Caddesinde, Domuz sokağı ve emsali sokaklarda dolaşırdı. Üçüncüsü de Beyoğlunda rum Tomas Efendi... siyah melon şapkalı, altın kelebek gözlüklü, fransız kesimi keçi sakallı, meyhane meyhane, birahane birahane dolaşır; tezgâh başında demlenir, gören bir yabancı herifi doktor, diplomat sanırdı; herkesden iyi muamele görür ve belli müşterileri tarafından:

— Müsü Tomas.. gel bakalım birer tek atalım!., diye bir masaya çağırır ve cebindeki resimler de o zaman meydana çıkardı. Tomas'ın diğer resimcilerden farkı, resimlerinin hepsinin yerli, sahibli oluşu idi. Tutulduğu bir sikirdim veya kahbenin: «A-man yeni bir resmi çıkdı mı?» diye avuçlar dolusu para sayarak bir kişinin çıplak resimlerinden koleksiyon yapanlar çokdu, bu meraklılardan biri de Üsküdarlı Âşık Râ-zi idi, Galatada Sakallı Yorgo'nun balozunun sermâyei şenaati Karadağlı Mirko adında bir dilberin üryan resimleri için şu kadar altın verdiğini söylerdi ki, Mirko'-nün kendisini satsalar o paranın onda biri etmezdi...»

çıplak resim çekdirenler

ÇIPLAK KESÎMLERlNl ÇEKDlEEN

UYGUNSUZLAR (1880 - 1890 arasında) -—

Geçen asrın ikinci yarısında İstanbulda fotoğrafçılıkla geçim yoluna ilk atılanlar er-meniler olmuşdur (B.: Abdullah Biraderler; Gülmez Biraderler; Febüs), onları bir kaç rum tâkib etmişdir. Bu güzel sanat, isimlerini tesbit edemediğimiz bir kaç rum tarafından fuhuş yolunda çıplak resim ticâretine dökülmüş, bâzı rum fahişeleri ile yine rum milletinden uygunsuz mürâhik delikanlıların tamamen üryan boy resimleri çekilerek birahanelerde, meyhanelerde erbabına satılmış, hem şenaat yolundan bir kazanç temin edilmiş, hem de resimleri satılan hizan ve kahbegâna reklâm olmuşdur. Üsküdarlı halk şâiri, geçen asır İstan-bulunun en büyük rindi ve kalenderi Âşık Râzi'nin evrakı metrûkesi arasında 1880 ile 1890 arasında çekilmiş bu resimlerden beş aded portreye rastlanmışdır; ikisi kadın,

Çıplak Despina (Resim: S. Bozcalı)



L.

ÇIKA

3930 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3931

ÇIRAĞ




hamisinin verdiği sermâye ile Çiçekçi ismi ile mâruf ve bir dârülnedvei haşaratı rum olan meyhaneyi açmış ve işletmişdir (B. : Çiçekçi).

ÇIRA, ÇIEACILAR — «Çerağ, çırağ» dan bozma, aynı anlama kullanıldığı gibi (B.: Çırağ) halk ağzında tahsisen, çam ağacının yağlı ve sakızlı yerinin adı olmuşdur; sakızlı yağlı çamdan el el, yâhud çubuk çubuk kesilerek bir yeri ışıklandırmak için yakılan, ocak, soba tutuşturmada kullanılan yongalara da çıra denilir; çıranın bu şekli istanbul çarşılarında kınabla bağlanmış küçük desteler hâlinde bakkal dükkânlarında tartı ile satılır; mahalle aralarında sokak sokak dolaşan Anadolu köylüsü kıyafetinde seyyar çıracılar da vardır. Yüksek sesle: «Çıra!... yağlı çıra!...» diye bağırırlar ve mallarını ekseriya büyükçe bir kulplu sepete doldurmuş olurlar, çırayı, onlar da tartı ile satarlar. Günlük geçimin




Papazın Dimo ve Bıçaklı Panayot (Resim: S. Bozcah)
üçü delikanlı resmidir; resimler gündüz kâğıdına basılmış, zaman ile çok solmuş aynı zamanda da çok yıpranmış bulunuyorlardı; Âşık Râzi bu beş resmin arkasına sahiblerinin kısa hal tercernelerini de yaz-mışdır. Son derecede dikkate değer hususiyetleri olduğu için bu resimlerden bâzı batı yayınlarının içinde aynı pozların tam benzerleri ile gereği kadar giyimli canlandırmak istedik. Bu resimlerin hususiyeti, üzerlerine sahiblerinin isimlerinin, hem rum, hem lâtin harfleri ile, bî perva yazılmış olması, isimlerin altına da fransızca olarak «La beaute grecque de Constanti-nople» (İstanbulun rum kadını güzeli) ve «Le beau garçon de Galatha d'origine grec» (Galatalı güzel rum oğlanı) cümleleri ilâve edilmiş, gerek kadınların gerekse oğlan ların ellerine kâğıddan yapılmış birer yunan bayrağının verilmiş olması; tamamen üryan olan mürâhiklerin başına da birer fes oturtulmuş bulun m a s ı-dır. Zaman ile yok olma derecesinde solmuş resimler ressamımızın kalemi ile canlandırılır iken yunan bayrakları kaldırılmış, hîz oğlanlar i-ie zen kahbe-nin elinde birer bayrak çu-buku bırakıl-mışdır. Resimlerin sahiblerinin isimleri Despina, Eleni, Dimos (Dimo), Panayotis (Pa-nayot) ve îs-telyo'dur (B. : Despina, Çıplak ; Eleni, Çıplak; Dimo, Papazın; Pa-nayot, Bıçaklı; îstelyo, Çıplak); bunların arasında Çıplak îstelyo, bir

çok güç, 300 gram ekmeğin 75 kuruş olduğu zamanımızda her gün bütün mallarını satsalar kazançları ile nasıl geçinirler-bilinmez. «Elkâsibü habîlullah» sırrına mazhar olmuş esnafdandır.

İstanbulun kenar mahallelerinin ayak takımından yosmaları gözlerinin sürmelerini çıra isinden yaparlardı:

Her sabah yağlıca çıranın isi Nigâhı işmarlı gözün sürmesi Kenarın dilberi deyub geçme sen Sultanlarda yokdur küskün memesi

Parmaklar kınalı gümüş topuklu Ya lâ'li lebinin şekerlemesi

Şırfıntı yosmanın bir daveti var Bir «Horozum, canım buyur!...» demesi Zeberdest fetâlar taş olsa erir Kapunun ardında yokdur sürmesi.

i (Âşık Râzi)

Çıra üzerine şu manzumede geçen asır sonlarının eşsiz büyük halk şâiri Âşık. Hâzinindir:

Sana çıra gibi yandım da çapkın ,

Sürme alamadım gamzeli göze

Terki vahşet ile yakın gel yakın Hasreti baharın çıkarmaz güze

Magrûri hüsn olma edebin takın Aha uğramasan gelirsin göze

İbretle etrafa şöyle bir bakın Nice şehbaz tosun dönmüş öküze.

ÇIRACI CtVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf gü-zeleri arasında Çıracı civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış «Hûbannâ-mei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Çıracı Civanı şu beyitlerle övülmüştür:

Çıracı civanı hüsün «erağı üşşâkın gönlünde eritir yağı

Bülend avaz ile sokak be sokak Dolaşan ayağı öpülür elhak

Nezâket yok amma yakar hem yanar Âşık kadri bilür ol garibanlar.

ÇIRACIOĞLU — Geçen asırda yaşamış, hayatı mutlak karanlık içinde namlı bir dama oyuncusu; Çıracıoğlu açmazı di-

ye çok meşhur bir açmazı vardı. Bibi: Dama Risalesi.

ÇIRACI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinde Galatada Tophane Kemankeş Kara Mustafa Paşa Mahallesi sokaklarından, Kemankeş Caddesi ile Kılıç Ali Paşa Mescid Sokağı arasında uzanır (adı geçen rehberde pafta 15, no. 133). Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964).

ÇIRAĞ, ÇIRAK — Aslı farsca olan bu kelimenin fasih telâffuzu «Çerağ» dır; fakat konuşma dilinde ekseriya çırağ, kaba ağız ile de çırak denilir; mum, kandil, anlamındadır.

Yazanı meçhul güzel bir beyit:

Şem'i ikbâlini târ eylemesün dirse felek Kişi yakdığı çerağ üstüne pervane gerek.

Ayni kelime şenlendirilmiş, uyandırılmış ocak ve ışık anlamına gelir; ev bark verilerek evlendirilmiş cariyelere; bir işe, memuriyete yerleştirilmiş gençlere, man-mîlere, bendelere de çırağ (çırak) denilir (B.: Çırağ Edilmek). Bir sanat öğrenmek için usta yanına konmuş çocuğa verilen çırak adı da buradan gelir (B.: Çırak).

«Lehçei OsmanÎK müellifi Ahmed Vefift Paşa bu kelimenin bilâkis türkçeden fars-çaya geçtiği kanaatindedir; çam ağacının sakızlı, yağlı yerlerine türkçede çıra denilir, tutuşdurulduğunda isli bir alevle yanar; buradan çırak ismi yayılmışdır; çırak hem kandil anlamındadır, hem de usta yanına verilen çocuğun unvanıdır; kandil konulan yerlere de çırakma, çırakman denilir; kelime kâtib dilinde çırağ şeklinde telâffuz edilib aynı anlamda farsca «çerağ» a benzetilmişdir.

Eskiden çırağ'a bir kudsiyet verilirdi; yakmak ve döndürmek fiillerinde bir nevi şeamet görüldüğü için Osmanlı sarayında ve camilerde, tekkelerde «çırağı yak» yerine ((çırağı uyandır», «çırağı söndür» yerine de «çırağı dinlendir»: denilirdi.

M, Zeki Pakalın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri)) isimli eserinde «çerağ» maddesinde şunları yazıyor:

<(Bektaşi meydanlarındaki mumlara verilen isimdir. Hassatan mutfakta yakılan,

ÇIR AĞAN ÂLEMLERİ

3932


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3933

ÇIRAĞAN CADDESİ




mum ve lâmbaları uyandırmak için kullanılan kandile çerağ denilirdi. Kandilin kudreti temsil ettiği kanaati vardı; diğer tarikatlerde de kandile çerağ denilirdi.);

ÇIRAĞAN ÂLEMLERİ — «Çırağan, mumlarla, kandillerle yapılan gece donanması; eskiden bâzı vüzeâra ve selâtin lâle bağçelerinde ve çiçekler arasında mumlar yakılarak geceleri yapılan tenvirat» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati). İstan -da Boğaziçinde yalı kâşanelerin bağçelerinde yapılan çırağan âlemlerini pek çok muharrir ve hattâ tarihî sohbet yazarları Lâle Devrine (1718 - 1730) mahsus bir lüks eğlence, orji sanmışlardır; türlü muhayyel tasvirler arasında kaplumbağaların sırtlarına mumlar diktirerek o hantal ve çirkin hayvanı çiçekler arasında dolaşdırma gafletine düşmüşlerdir.

Türk çiçekçiliği en revnaklı devirlerim XVI asırda Kanuni Sultan Süleyman ve XVII. asırda Dördüncü Sultan Mehmed devirlerinde idrâk etmiş, türlü külfet ve zahmetlerle elde edilmiş nâdîde çiçeklerin geceleri de temaşa safâsını sürmek için, büyük servet, onların pek zarif bir şekilde ışıklandırılması imkânını sağlamışdır; Lâle Devrinden sonra hükümran olmuş, Birinci Sultan Mahmudun (padişahlığı 1730-1754) sır kâtibi Salâhi Efendi bu pâdişâhın günlük hayatı üzerine tuttuğu bir defterde «çırağan». adı verilen bu çiçek tenviratını da anlatmışdır; küçük billur tabaklardan yüzlerce kandil yapılmış, çiçeklerin araşma onlar konmuş ve kandillerin ışıkları, yerden yukarıya, çiçeklere doğru, kandillerin yanına konulan billur prizmalar (menşurlar) ile aksettirilmiştir.

Çırağan âlemleri hatırlandığında gözleri hemen Lâle Devrine çevirten Nedim'in şiirleridir; meselâ Nef'î, şu beytinde çırağan âlemlerinin Lâle Devrinden bir asır evvel Dördüncü Sultan Murad zamanında da yapıldığını açıkça göstermektedir:

Her seher tâ ki döne cem gribi camı hurşîd Her gice tâ kim ola bezmi çırağan felek.

Pek hazindir, Nedim Dîvânının en güzel baskısını yapdırmış olan şâir Halil Ni-had Bey (B.: Boztepe, Halil Nihad) dîvanın sonuna koyduğu bir lûgatçede Çırağan maddesinde büyük hatâlara düşmüşdür,

tarih bilgisi yoksulluğu fecî bir şekilde sı-rıtmakda, hayal muvazenesizliği de gülüne bir hâle ulaşmaktadır:

«Kaplumbağaların kabuklarına rengârenk ziyalar neşreden meş'aleler yapıştırılarak lâlezâra salıverilir (mum da de-ğiil, meşale, o bîçâre hayvan meşaleyi taşıyabilir mi?... meşale çiçekleri kavurmaz mı?), lâleler arasına türlü türlü renklerde şekerler konulur ve bunların da araları kandiller ve meşaleler (?) ile donatılırdı; sazende ve hanendelerin ve uzak yakın koruluklardaki bülbüllerin sesleri arasında cariyeler perişan saçlarını dökerek bil-lûrî ve câzib kahkahalarla lâleler ve ziyalar içinde koşuşur, şeker kapışmak için bi((bu curcuna içinde çiçek mi kalır?). Âlem o âlem idi, zaman o zaman idi...» (Nedim Divânı, İkbal ve Sadâkat Kütübhâneleri, 1340 = 1921).

Lâle Devri şâirlerinin hiç birinde me-şaleli kaplumbağalara, şeker talanına, ve hattâ câriye adına rastlanmaz, işte o devri tek başına temsil eden Nedim'in ap açık


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin