ÇIRAKYAN (Andon Bey) — Sanatsever bir ermeni zengini; şâir Mıkırdiş Beşik-taşlıyan (B.: Beşiktaşliyan, Mıkırdiç) 1856 da bir tiyatro kurarak amatör temsilleri vermek istediğinde bu Andon Bey yalısının bir salonunu şâirin emrine tahsis etmiş ve bu yalıda M. Beşiktaşliyanm riyasetinde ki .bir topluluk bir kaç temsil vermişdi; Andon Bey Çırakyanın hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi,
Kevork PAMUKCİYAN
ÇIRAKYAN (Biran) — Ünlü bir mistik şâir, edip ve ressamdır. Osmanlı' Bankası tahsildarı Arapkirli Kasbar Çırakyan'm oğludur. 1875 de Üsküdarda doğmuş, ilk
tahsilini Surp Haç Mektebinde yapmıştır. Henüz çocukluk çağında iken şiire ve bilhassa resme karşı büyük bir istidad göstermiştir. Bunda, ömrünün bu devresini meşhur ressam Ohannes Umed Behzad'ın (B.: Behzad, Ohannes Umed) evinde, onun eserleri arasında geçirmesinin de büyük tesiri olmuşdur. 1890 yılında Ermeni asıllı büyük Rus deniz ressamı Ohannes Ayva-zovski (1817 - 1900) İstanbula geldiği zaman, Çırakyan, iki sulu boya resmiyle bir-likde kendisine takdim edilmiş, Ayvazovski de bunları tetkik ettikten sonra, Patriğe hitaben:
— Şayet bu küçük ressam sebat ederse Ayvazovski'yi geride bırakabilir, demiştir.
1891 de, Üsküdardaki Berberyan Mektebinden mezun olmuşdur. Burada «Sok-hak); (Bülbül) adlı elyazma haftalık bir gazete neşretmiştir. Müteakiben bir yıl kadar Sanayi-i Nefise Mektebine devam ettikten sonra, takriben iki yıl ressamlıkla meşgul olmuştur. Müteveffa muharrir ve muallim Aram Nikoğosyan'a göre en muvaffak eserleri «Taşdelen yolu» ve ((Bafra yolu» adlı yağlı boya tablolarıdır.
1895 de tahsil için Paris'e gitmişse de, talebelik hayatı kısa sürmüştür. Bir müddet burada gazetelere karikatürler hazırlayarak takdir kazanmışdır. 1898 de Mısır tarikiyle İstanbula avdet ettikten sonra muallimlik hayatına atılmışdır. Bu beyanda. Samsun, Bafra, Adapazarı, Konya, Gelibolu, Malkara ve Adana'da bulunmuşdur. Bilâhare îstanbula yerleşerek, 1915 tarihine kadar Berberyan, Getronakan, Bezazyan ve sair mekteblerde muhtelif branşlarda hocalık yapnıışdır.
Çırakyan'ın karikatürleri bir müddet Serveti Fünun Mecmuasında dercedilmiş ve takdir kazanrmştır. • Bu meyanda büyük şâir Tevfik Fikretle de tanışmış ve onun takdir ve muhabbetine mazhar olmuştur
1914 de savatistliği kabul ettikten sonra edebiyatı bırakarak kendini vaaza hasretmiştir, hattâ büyük bir aşktan sonra 1900 sıralarında evlendiği zevcesini dahi terketmiştir.
1917 de askere çağırılmışsa da Hazretî İsa'nın tenbihlerini hatırlatarak silâh kullanmağı reddetmiştir. Resmî makamlar onun samimi ahdine hürmet ederek Diran
Çırakyan'a İstanbul dâhilinde bir kâtiplik vazifesi vermişlerdir.
Ömrünün son yıllarını kendini tamamen dine ve vaaza vakfetmiştir. İncilin en fazla Apokalips denen kısmını okumuş ve dünyanın sonunun yakın olduğuna kanaat getirmişdir. 1921 de Savatistler tarafından Konyaya gönderilmiştir. Buradan Anado-lunun diğer bazı şehirlerine uğradıktan sonra Diyarbakır'da hastalanmıştır. Bir müddet hastalığının tesiri ile şuurunu da kaybederek intihara teşebbüs etmişse de, arkadaşları tarafından kurtarılmıştır. 1921 yılı haziran ayının başlarında Diyarbakır-da vefat eden Silvan köprüsünün sağ tarafında bulunan bir buğday tarlasının kenarına gömülmüştür.
Diran Çırakyan iki eser bırakmıştır. Bunlardan birincisi «Neraşkhar» (Derunî Dünya) mensurdur ve 1906 da İstanbulda basılmıştır. İkincisi 1908 de yine İstanbulda neşredilen «Nocastan». (Servilik) ise manzumdur ve Fransızların sonnet dedikleri tarzda şiirler ihtiva etmektedir. Şâir bunları Üsküdarda Selâmsızdaki evinin karşısında bulunan eski kabristanın servilerinden ilham alarak yazmıştır. İstanbul Ermeni basınında münteşir manzum ve mensur diğer yazıları da mevcuttur. Bunların büyük bir kısmını, isminin anagramı olan «îndra» mahlâsiyle imzalamıştır.
Kevork PAMUKCİYAN
ÇIRAKYAN (Takvor) <-- İstanbulda yaşamış bir ressamdır. Diran Çırakyan'ın büyük kardeşidir. Tarafımızdan tesbit edil-. diğine göre 1873 de, Üsküdarda doğmuştur. Yedikule Ermeni Hastahanesinin 1903, 1904 ve 1905 yılı salnamelerinde, Ermeni ressamları arasında adı geçmektedir. 1906 yı-lınkinde zikredilmediğine göre, 1905 de îs-tanbuldan ayrıldığı veyahut vefat ettiği tahmin olunabilir.
Müdekkik Keğam Hanamiryan'a göre (B.: «Goçnak» Mecmuası, New York, 1939, s. 763) hoş sohbet zât imiş, Çamlıca taraflarında fotoğrafçılıkla iştigal etmiş, 1905 den sonra ermeni kaynaklarında adına rastlanmıyor; ya ölmüş, yahud İstanbuldan ayrılmış olacakdır.
Kevork PAMUKCİYAN
ÇIEAKYAN (Tavit Efendi) — Ermeni asıllı bir sanatkâr, ressam, 1901 ile 1908 arasında Mektebi Mülkiyede resim hocalı-
ğı yapnıışdır; hayatı hakkında, Yedikule Ermeni Hastahânesi salnâmesindeki bu malûmattan başka bilgi temin edilemedi.
Kevork PAMUKCİYAN
ÇîEA SOKAĞI — Yukarı Boğazın Rumeli yakasında Tarabyanın sokaklarından, Çoban Sokağı ile Tarabya - Kefeliköy yolu arasında uzanır; köyün hemen göbeğinde-dir. Çoban Sokağı bu Çıra Sokağının devamı olarak köyün gerisindeki vadiden sırtlara tırmanır. Çıra Sokağının Küçük Çocuk Sokağı ve Böğürtlen Sokağı ile kavu-şakları vardır (1934 -Belediye Şehir Rehberi, pafta 22, Tarabya); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964)
— Fâtihde meşhur,bir semt; Fâtih Sultan Mehmed külliyesinin kuzeyindeki sahadır ki 1934 Belediye Şehir Rehberinde 6 numaralı paftada 94 numara ile gösterilmiş olan Sinan Ağa Mahallesinin yeridir. Zamanımızda halk ağzında bu semt adı kullanılmaz olmuşdur ve hemen tamamen unutulmuş gibidir.
ÇIBÇIE CAÖDESİ — Fâtih ilçesi merkez nahiyesinin Sinanağa Mahallesi yollarından, Nevşehirli İbrahim Paşa Caddesi ile Haydar Caddesi arasında uzanır; bir başında Nevşehirli İbrahim Paşa Caddesi, Hattat İzzet Sokağı, Parmaklık Sokağı ile, öbür başında da Haydar Caddesi, Atpazarı Sokağı, İbadethane Sokağı ve Hacı Hasan Ağa Sokağı ile birer beş yol ağzı yapar (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 6).
Haydar Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşelidir; bir kavis çizer 2-4 katlı kagir ve ahşab evler arasından geçer; 2 manav, l sobacı, l berber, l kalaycı dükkânı vardır, kapu numaraları 1-23 ve 2-30 olub mahalle muhtarlığı da bu cadde üzerindedir (Haziran 1964).
Hakkı GÖKTÜEK
ÇIKÇIR MESCİDİ — Hadikatül Cevâ-mi şu malûmatı veriyor: «Zeyrek kurbin-dedır; banisi şeyhülislâm Kadızâde Şem-seddin Ahmed Efendidir, 988 (1580) de vefat etmiş olub Küçükkaramanda cadde üzerinde bir yere defnedilmişdir. Bu mescidin mahallesi yokdur.»
3947 —
— 3046 —
ÇIRÇIR SUYU VE MESİRESİ
Çırçır Mescidi o havaliyi tahrib etmiş büyük yangınların birinde yok olmuşdur (1964).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇIRÇIR SUYU VE MESİRESİ — Bo ğaziçinde Sarıyer sularının ve o kaynak başlarındaki mesirelerin en şöhretlisi; (Sa-rıyerdeki diğer suların isimleri : Hünkâr Suyu, Kestane Suyu, Şifâ Suyu, Gürcü Suyu, Fındık Suyu, Ayazma Suyu, Mâden Suyu. Bütün bu isimlere bakınız).
Bu sular ve mesireler en revnaklı devrini geçen asırda yaşamışdır.
Ahmed Râsim, «Malûmat»; Gazetesine yazdığı Şehir Mektublarından birinde Sarıyer Suları ile bu arada Çırçırdan şöyle bahsediyor:
«Sarıyer denildi mi sular hatıra gelir. Fakat kaç su? Fındık suyu, Fıstık suyu, Kızılcık suyu, Çırçır, Hünkâr suyu., artık sayın! Itikadımca oraya Sarıyar denileceğine Suluyar demeliydi. Ama diyeceksiniz ki suluyar sevilmez, kimbilir belki ona da alışırdık. Sarıyar, fakat mevsim hasebile çıban çıkaranlar, fıtık illetine uğrayanlar, beli ağrıyanlar, midesi dolu olanlar, başı dönenler o taktak taktak arabalarına binerlerse güzelce tedbilhâva ederler.
«Ben çırçırı severim. Sâhibleri de nâziktir, terbiyelidir; temiz, mükrimdirler. ince saz da şık, Kemani kirkor, Kanuni şemsi, Hanende Karakaş, gene onun cinsinden ismini bilmediğim top çehre top sakal, yusyuvarlak biri, Udi Selim çalıyor. Hattâ geçen cuma günü bana bir cemile olmak üzere bir uşak faslı okudular ki hakikaten rânâ idi...»
Yakın geçmişin günlük hayatını iyi bilenlerden Sermed Muhtar Alus da Sarıyer Sularını şöyle anlatıyor:
«Sular beş tanedir: Hünkâr, Şifa, Fındık, Kestane, Çırçır... Hepsi de dağlarda ve eteklerinde, hiç bir diyarda eşine rastlanmayan bir bereketle kaynar ve akarlar...
«Yaz kıvamını buldu mu, Temmuz ve Ağustos sıcakları bastırdı mı, istanbullular için artık var mı Sular, yok mu Sulardı.
«Cuma ve Pazar günleri Sarıyere yanaşan vapurlar tıklım tıklım müşteri indirir, oraları Sırat köprüsünün başına döndürürdü.
fSTANBUL
«Caddeyi, dere boyunu tutan tutana... ard arda talikalar, sürü sürü eşekler, alay alay tabana kuvvetler... kimi ilerdeki üç yol ağzından sola kıvrılıp Hünkâr suyuna gidiyor, kimi karşıki Fındık, Kestane sularına vuruyor. Kimi sağı tutup Şifayı, Çırçırı boylayor...
«Gidişteki şevki, cünbüşü görmeyin... talikalarda utlar, şarkılar, türküler. Eşek-lilerde mâniler, semailer; sarıklı ve cübbe-li kesanda, aşır okur gibi ayınları çatlata çatlata gazeller...
«Yanlarında sefer tasları, sepetler, çıkınlar... yayaların feslerinin altında mendil, caketleri omuzlarında, sıcaktan bört-müş haldeler...
«Kaafile kaafile, kadınlar arasında dermanı kesilmiş kocakarılar, al çuha olmuş orta yaşlılar, ve tazeler, elerinde, kucaklarında, memelerinde sibyanlar.
«... Kestane, Fındık, Çırçır suları oldum olasıya basık, havasız yerlerdir... Bunların ilk ikisinde ince saz, hokkabaz' falar pek bulunmazdı... oraların ziyaretçiler kendi aralarında âhenkciler getiren kimselerdi. Çırçır müstesna... oyancağızda da ince saz bulunurdu ama Hünkâr suyu ile yarışacaklardan değil... çırçır müdavimlerinin yüzde sekseni geçkin, saç baş ağartmış, piryol kılıklı kimseler...»
Refi Cevad Ulunay'm da Çırçır içir
çok zarif bir fıkrası vardır: ^
«Hünkâr suyu, dik yokuş olduğu için kırmızı kadife palanlı merkeplerle çıkılırdı, fakat Çırçır düz ayaktı. O zamanlar Çırçırı Alyanak Hüsnü Bey işletirdi. Kadınlar sed üstündeki kafeslerin arkasında otururlar, sultanlar, vükelâ haremleri, saraylılar geldiği zaman Hüsnü Bey onları karşılar, büyük bir nezaketle yerlerine kadar onlara refakat eder, suyu gümüş tepsiler üzerinde altın yaldızlı sürahi ve bardaklarla bizzat götürürdü.
«Çırçır suyunun şifalandırıcı bir hassası vardır.
Bir gün Yıldız Kumandanı Şevket Paşaya bir damacana Çırçır suyu takdim edilir. Paşa:
— Canım, der, herkes Çırçır suyu için şöyle şifalı, böyle şifalı, diye methediyor... Bunun faydası nedir?
Mecliste bulunan bir zât suyun idrar verici bir hassası olduğunu söylemek için:.
ANSİKLOPEDİSİ
— Paşa hazretleri der, Çırçır suyu
müdrirdir!
Paşa:
— Öyle mi? Şundan bana bir bardak
verin bakayım...
Hemen doldururlar, takdim ederler. Paşa alır, içer:
— Evet der, haklısınız, hakikaten müd-
rirmiş...))
Nasıl Boğaziçi Türklerle renklenmiş, şenlenmiş ve bir güzellik diyarını hatırlatan bir isim olmuşsa, bütün bu güzel su larda türklerin su sevgisile içlerinden ak-dığı mermer bir çeşmeye sahip olmuşlardır.
Eski su tesislerimizde daima suların kaynaklarının başına birer nişan taşı dikmek ve bu suretle hem suyun bulunduğu yeri belli etmek, hem de yapanın adını hayır ile yâd ettirmek bir âdet halini almıştı. Fakat zamanımızda Çırçır suyunun başında tarihini tebarüz ettirecek böyle bir kitabe taşı yokdur.
Halbuki «Mir'atı İstanbul);, müellifi Mehmed Raif Bey, Çırçır suyunda iki sütunun mevcudiyetini bildiriyor. Bunlardan birinde şu satırlar yazılı imiş:
Habbezâ Çırçır suyu renkli letafette güher Sahibi elhaç Eâşid Ağa hayratı ol eser
Ki mücessem »urdur âta hayatın aynıdır İçmeyen hacetinden lezeztinden M haher Bir içim sudur letafette yahud ruhî revan Nûş edenler zan eder bu dünyada Kevser içer İster iç ister vuzu'et cismü cana panzehir Lezzeti Kestaneden Hünkâr Suyundan muteber Hastekânın teşnekâıım canına canlar katar Öyle safdır Hâlisâ koymaz gönüllerde keder
Diğerinde suya başka birinin sahip çıkdı-ğı, işin mahkemeye düştüğünü anlatırmış:
Dâvamı hak fasl eyledi Hak hakkı izhar eyledi Bu nutku Said söyledi İhvanı terğib eyledi
Gel Çırçıra iç suyu Şeh Râşide eyle dua Mâ ül-hayattır katresi Her derde bin türlü deva
1308 (1890.1891)
Bugün her iki taşda mevcut değildir.
Suyun kısa galerisi ufak bir hazneye ve buraya kaplanmış mermerlerin oluk taşından dışarı akar. Sarıyer deresinin yata-
ÇIRÇIR YANGIM
ğını çevreleyen ve buraya bakan tepelerden birinin kenarında patika yolu hizasından aşağıda kalmış bu haznenin ufak giriş yeri eski bir demir parmaklıklı kapı ile kapalı ve bu hazne toprak tümseğin üstü de bir kır kahvesi halindedir. Suyun verimi yaz kış değişmez. Yirmi dört saat için bir buçuk metre kübtür. Menbâ haznesinin musluğundan alınan taze bir lezette ve serince organoleptik iyi evsafta olan suyun sertlik derecesi 6,5 olarak bulunmuştur.
Çırçır Suyuna eskiden beri devâî bazı tesirler atfolunur, halk indinde «kum döker» diye bir şöhreti vardır. Gerek idrar yolu organlarının ve gerek karaciğerin taşlarında bu suların iyi edici tesiri görülebilir. Bu uzuvların bâzı hastalıklarında bu suyla yapılacak kürlerin istifadeli oldukları anlaşılmaktadır.
Dr. Saadi Nâzım NİRVEN
ÇIRÇIR YANGINI (Ağustos 1911) — Fâtihin Çırçır semtini mahvetmiş bir ateş âfetidir; çoğu orta halli aile meskenleri olmak üzere 1500 bina yanmış. Fâtih Camii dersiamlarından Konyalı Atıf Efendi, binden fazla aileyi yuvasının külü üstünde bırakarak perişan etmiş bu yangın karşısındaki teessürünü manzum olarak ifade etmiş ve aşağıdaki manzumesi, o devrin büyük kıymet taşıyan dinî mecmualarından «Reyânülhak» da neşredilmişdir:
Beş on gün evvel tâbi lehîbi gaddarın Eliyle hırpalanan hânümâm pür helecan Bu gün şedâidi baranı girye girdârın Mesâibiyle çadırlarda muzdarıb, lerzan. Ya bir cidarı siyahın melâzı bîsûdu Medân tesliyet olmuş nüfûsi aileye Veya harabelerin bir kenarı mesdûdîi Küşâd.e hâne bilinmiş hayâtı hâileye Kışın leyâli sefîdinde müneenıid hâki Firâsı nerme bedel bisteri emel bulmuş Civan külbede bir düzce rengi üemnâki Vesâde şekline koymuş, rehini mevt olmuş. Şitâ, saçar savurur berd ü berfl şiddetle Hava, hücûmi anîfiyle dehri inletiyor Keh ızdırâbı maişetle, keh bürûdetle Zaman, zavallıları göz göre helak ediyor Gelen geçen soğuğun germîi eliminden Bir inziva gelir arama azmider koşarak Gönül ferahlî, leülhatnd evde aile şen Harâbezâre mürüvvetle kim dönüb bakacak. Geçen gün bir seher erkendi çıkdım şevki tâetle Sular donmuş, çamurlar taş kesilmiş, bir mera-
retle
ÇIRÇIR YANĞİINYERİ
3948
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
3949 —
ÇIRPICI
Eser lâyenkatî badi şitâ sabrı sükûn bilmez Bürûdet gayza gelmiş, her dakika artar eksilmez Fenerler ııeşrider bir nuru mühtez rehgüzerlerde Temevvüc rûııümâ her cismi tâbişdârı ahterde Bürünmüşdüm kemâli ihtimâmü fartı verzişle Giderken Fâtihe bir hâli işmi'gâzü lerzişle Sağımda bir arsanın salını kesifinde Konulmuş bî neva bir îuilbeclk... savın nahifinde Barımnk istemiş bir hâne halkı zârü pür şîveıı Yazık bîçâreler evvelce hep me'lûfi râhetkeıı Firâşı istirahâtden hazîzi hâke düşmüşler Kül olmuş muntafî bir âteş üstünde üşüşmüşler Acıklı bir fig-aıı yükseldi: Dondum anne!
Yavrum gel!
Çekil kız, kardeşin gelsin, ısınsın olma git engel! Gel Ahmed... gel ısın yavrum... havalar serd
olur erken
Şu sözlerle kadın ahvâli cümle cümle söylerken
üzaklaşdım fakat kalbimde hâlâ bir teessürdür
Devam eyler... Derim yâ Rab, zaman ağlattı,
i sen güldür!...
ÇIRÇIR YANGINYERÎ — Ra'fet Tev-fik Beyin Üçüncü Galatasaray Resim Sergisinde teşhir edilmiş tablosu; zamanımızda kimin elinde, nerede olduğunu bilmiyoruz; 1911 yılındaki ateş âfetinin hazin sonu bir sanatkârın ifâdesi ile tesbit edilmiş bu tablo, istanbul İtfaiye Müzesine mal edilmesi gereken eserlerdendir.
ÇIRNIK •— Geçen asır sonlarına kadar kullanılmış küçük yelkenli gemilerden; hemen dâima tüccar malı yük taşırlar, bâ-zan yolcu da alırlardı; îstanbulda gayrı resmî ilk türk gazetesi «Tercemanı Ahval» in intişara başladığı 1860 yılında bizde deniz nakliyatı tamamen yelkenli gemilerle yapılmakda idi, o yelkenli gemiler de şekil ve biçim ayrılıklarına göre Brik, Gölet, Bombarde, Çırnık, Lefke, Kütük gibi isimler taşırdı. M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde Çır-nık'ı şöyle tarif ediyor: «Tek ve yekpare direkli, avara serenli, bir yelken ile bir gabya ve üç floku bulunan yelken kayığı, 200 tonilâtoya kadar büyüklükde yapılanları vardır.»
Tercemanı Ahval Gazetesi 1860 yılında her gün istanbul limanına gelen ve İs-tanbuldan giden gemilere geniş yer ayır-mışdır, gemilerin cinsini, adını ve kaptanlarının isimlerini, gelip gitdikleri iskeleleri ve hamulesinin ne olduğunu kaydetmiştir.
Aşağıdaki çırnık isimlerini örnek olarak o gazeteden alıyoruz; 25 kasım - 30 ka-
sım arasında İstanbul limanına 18 çırnık şu malları getirmişlerdir:
Yani Nikole Kaptanın «Mihal» çırnığı Trablus.
dan portakal:
Dimitri Papazı Kaptanın «Merite» çırnığı Sakızdan incir;
Argiri Kaptanın «Ayios Yorgios» cırnığı Midilliden zeytinyağı;
İstrati Kostanti Kaptanın çırnığı Midilliden zey-
tinyaği;
Todori Yorgi Kaptanın cırnığı Midilliden zeytinyağı;
Mihal Anastas Kaptanın çırnığı Bozcaadadan
rakı ve şarab;
Fori Kaptanın çırnığı Midilliden sabun; Praşkeva Kaptanın çırnığı Midilliden zeytinyağı; Bretomoz Kaptanın çırnığı Foçadan kuru üzüm; Hasan Mehmed Kaptanın çırnığı Midillid,en incir;
Andon Aııgeli Kaptanın çırnığı Midilliden zeytin
ve sabun;
Corci Kaptanın «Aleksandros» çırnığı Ayvalık-
! tan zeytinyağı;
Kostanti İstrati Kaptanın çırnığı Bülbülceden
rakı ye şarab;
İstimati Yorgi Kaptanın «Kalitiki» çırnığı Sakız.
dan incir; Yani Kostanti Kaptanın «Ayatriada» çırnığı
Yuadadaıı sabun;
Dimitri Yani Kaptanın çırnığı Ayvalıktan zeytinyağı;
Mehmed Kapdanın «Allahkerim» çırnığı Çeşmeden kuru üzüm;
Yani İstefan Kaptanın «Ayios Nikolaos» çırnığı
Sakızdan çeşitli mal.
Şayanı dikkat olan nokta 18 çırnıkdan yalnız ikisinin türk kaptan idaresinde, geri kalan 16 geminin kaptanlarının da rum oluşudur; bir asır Türkiyede deniz nakliyatının rum gemiciler elinde bulunduğu pek acı olarak görülmektedir.
ÇIRNIK — Hâneberduş pırpılar argosunda «çirkin»;; yalnız insanı kasdederek kullanılır ;misâl:
-
Laz Hasanın yeni dümbeleğini gör
dün mü?
-
Kırmızı kazaklı bir fırlama vardı
yanında, eğer o ise, çırnık...
'Bu kelime hâneberduşlar argosuna ge mici dilinden geçmiştir; çırnık aslında bir çeşit küçük yelkenli geminin adıdır.
Bakmazlarmış çırnık diye yüzüne O civanın Ali sen bak özüne Güzellik yaldızdır maarif cevher İrfâniyle girmiş o kalb gözüne
Ali Çamiç
ÇIRPICI — Çırpıcı, Silivrikapı hâricinde ve Davudpaşa ile Bakırköy arasında, büyük şehrin artık tarihe karışmış bir mesiresi ve iş yeridir. Buraya giden ve 1934 tarihli Şehir Rehberinde «Çırpıcı Caddesi» adı ile gösterilen esas yolunun başlangıç noktası Topkapu dışından başladığı için Çırpıcı ve meşhur çayırı umumiyetle Topkapu hâricinde kabul edilir; aslında Siliv-rikapu dışında ve hizasmdadır.
Çırpıcı adı türk dilinde «çırpmak» kökünden isimdir ki : «boyalı şehleri çırpıp suya vuran» anlamındadır; sureti - imâ hususada inşâ edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve mümasili şeyleri yıkama, yâni suda çırpma suretiyle temizleme mesleği ile iştigal eden kimse demektir. Kelimenin bizim lûgatlarımızda da geçen arabça karşılığı «kassam dır. Eski kayıt ve vesikalarımızda kassar .şekline de tesadüf edilir. Bu gün Çırpıcı'da ne bu havuz kalmıştır, ne de mesire.
Çırpıcı havuzu metruk olarak yakın yıllara kadar mevcud idi. Şimdi yerinde ve civarında kaba kâğıt fabrikası vardır. Mesire yeri de terkedilmiştir. Buradaki zevk-u sefa havuzu bozulmuş, asırdîde çınarlar kurumuş, kahvehane yıkılmış, civardaki köşkler (yalnız bir tanesi müstesna) yok olmuşdur. Eski mesirede bir namazgahın hicrî 1281 tarihli mihrab taşından başka birşey kalmamıştır.
Çırpıcı'nın şark ciheti, yâni surlar tarafı vakti ile yerli çubuk üzüm bağları ile dolu idi. 1310 yılında floksera denilen ve bağlara arız olan hastalık İstanbula sirayet edince bütün bu bağlar mahvoldu. Çırpıcı âlemleri gittikçe sönükleşerek İkinci - Cihan Harbinin zuhuruna kadar devam eyledi.
Çırpıcı'da bu halı vesair yıkama işinin ne zaman başladığını katiyetle tesbit edemiyoruz. Fakat mazisinin eski olduğu anlaşılıyor. Başvekâlet arşivi, Muallim Cevdet tasnifi, Belediye kısmında 1737 numaralı şöyle bir vesika vardır:
«Sultânım, devletlû, inâyetlû efendim. Arzu hâli kulları budur ki Sarayı Cedidi Âmire'de vâki merhum ve mağfur Gazi Sultan Ahmed Han Tâbe Serâhü hazretlerinin kütübhânei lâtifleri evkafı müsakkafatından ve Dârüssâde Ağasının nezaretlerinde olan evkaftan Fazlı Paşa Sarayında ve Lân-ga Yenikapusu hâricinde kâin basmacı es-
nafı kulları olup imâl eylediğimiz dülbend-leri ağırtmak için Çırpıcı Çayırı nam mahalle götürmek için iki bargir Fazlıpaşa'-dan ve üç bargir dahi Lânga Yenikapusu-nun olup dülbendlerimizi tahmil ve mü-rur-u ubûrunda Mekkâribası ve tarafından tâyin eylediği Kapu Kethüdası zikrolunan beş re's bargirlerimizi buldukları mahalde yüklerini hedmedip bargirleri alup götürüb dülbendlerimiz zayi ve telef olup vücuhla mağdur olmamız ile merâhim-i âlilerinden rnercudur ki vakfı şerifi sıyâneten lilvakf zikrolunan beş re's bargirimizi mekkâriba-şı ve kapu kethüdaları gördükleri mahallerde yüklerimizi hedmetmeyip ve bir veçhile dahi ve taarruz etmemeleri için fermanı âlileri rica ve niyaz olunur. Olbabda emri ferman ve lütfü ihsan devletlû, inâyetlû, merhametlû efendim sultânımdır. Bende: Basmacı Esnafı Kullan».
Bu istidanın baş tarafına devrin pâdişâhı Üçüncü Mustafa tarafından şu emir yazdırılmışdır: «Eshâbı arzı hâl istidaları üzre ancak beş aded bargirlerine Mekkâribası tarafından yüklerini indirip taarruz etmemek üzere mürûur ve ubûruna mümanaat olunmaya deyu kalemimden emri şerif yazılmak üzre buyuruldu; 11 sabân 1182 (m. 1768).»
Çırpıcıların kullandığı havuz takriben ve tahminen 5x5 metre ebadında ve 40 santim derinliğinde idi. Havuzun garp cihetinde ve derûnunda 4 adet, birbirine bitişik müstâtili yalaklar vardır. Havuza ge len su önce bu yalaklara akar. Her yalağın kendine mahsus çeşmeleri vardır.
Havuzun ön tarafında yâni surlar cihetinde cephesi kıbleye müteveccih bir çeşme vardır ki kitabesi şudur: «Sâhibülhay-rat velhasenat Seyyid Mustafa Paşa». Çeşmenin târihi 1214 (m. 1799-1800) dür. Bu çeşmenin önünde 1211 tarihli (m. 1796 -1797) mihrap taşını hâvi bir de namazgah vardı.
Havuz, Yeşilköy'deki Ayamama Çiftliği Hümâyûn İdaresince ihale suretiyle kiraya verilirdi. 26 şubat 1914 tarihli İkdam Gazetesinden şu ilânı kısaltarak alıyoruz:
((Ayamama Emlâk-i Hümâyunundan : Çırpıcı Çayırında kilim ve kebe tathirine mahsus havuz kiraya verilecektir. Talip olanların Ayastefanosdaki Ayamama Emlâk-i Hümâyun İdaresine müracaat etmeleri ilân olunur. k
3951
Havuzlar bilâhare Emlâk-i Milliye'ye geçmiştir. Çörekçi ve Veliefendi Çayırlarındaki havuzlar da kezâlik ayni idare tarafından ihaleye çıkarılırdı.
Çırpıcı ile Silivrikapu arasındaki eski bağlar ve çiftliklerin bâzıları şunlardır : Tepe Bağ, Çukur Bağ, Cevizli Bağ, Dutlu Bağ, Kazıklı Bağ. Çiftliklerin başlıcalan ise Rıfat Paşa ve Valide Sultan çiftlikleridir.
Şinasi AKBATÜ
ÇIRPICI CADDESİ — Topkapu dışında, takriben eski ve yeni kale kapuları ortasına tesadüf eden noktasının karşısındaki bir mevkide; Edirnekapu, Maltepe, Da-vutpaşa ve Yedikuleden gelen yolların ka-vuşağında ve arasında idi. Güzergâhı ve istikameti aşağı yukarı yeni açılan Topkapu - Küçükçekmece Bulvarının güzergâhına tekabül eder. 1954'de toprak tesviyesine başlanan bu yeni bulvardan sonra Çırpıcı Caddesi tamamen ortadan kalkdı. Topkapudan Çırpıcıya bu yoldan yayan yarım saatte gidilirdi.
Dostları ilə paylaş: |