44-KUL MUDUR HÜR MÜ?
İçerden yükselen müzik sesleri, o evde büyük bir eğlence düzenlendiğini belli ediyordu. İçerde bir içki sofrası açılmış, içkiler peş peşe yudumlanıyordu. Küçük hizmetçi kız, evi süpürmüş, çıkan çöpleri atmak için dışarı çıkmıştı. İbadet ve uzun secdelerin yüzünden okunduğu, bir adam oradan geçiyordu. Küçük hizmetçiye :
-Bu evin sahibi kul mudur hür müdür? Diye sordu.
Küçük kız:
-Hürdür, diye cevap verince adam:
-Hür olduğu belli. Eğer kul olsaydı sahibi ve maliki olan Rabbinden korkar ve bu meclisi kurmazdı, dedi.
Küçük hizmetçiyle o adam arasındaki konuşmalardan dolayı hizmetçi biraz geç kalmıştı. Eve döndüğünde sahibi :
-Niye bu kadar geç kaldın? Diye sordu.
Küçük kız, dışarıda yaşananları, sorulan soruyu ve verilen cevabı tek tek ev sahibine anlattı.
Bu olayı duyan ev sahibi, biraz düşünceye daldı. Özellikle de “Eğer kul olsaydı sahibi olan rabbinden korkardı” sözü ok gibi kalbine saplanmıştı. Bir an ayağa kalktı, ayakkabılarını bile giymeden o sözün sahibini bulmak için dışarı çıktı. Koşarak kendisini sözün sahibi yedinci imam Hz.Musa Kazım’a(as) yetirdi. İmamın eliyle tövbe şerefine nail oldu. Artık yalın ayak tövbe şerefine nail olduğu için bir daha da ayakkabı giymedi. O güne kadar Buşr B. Haris B. Abdurrahman Muruzi ismiyle meşhurdu. Tövbe ettikten sonra, Hafi(Yalın ayak) lakabını aldı ve Buşru Hafi ismiyle meşhur oldu. Hayatta olduğu sürece ahdine vefa etti. Bir daha günah peşinde koşmadı. O güne kadar ayyaşlar kafilesinde olan Buşr, o günden sonra takvalılar kafilesine katılmıştı.53
45-MİGAT’DA
Medine’nin meşhur fakihi malik B.Enes, bir yıl Hac yolculuğunda İmam Sadık(as) ile beraberdi. Mikat’a yetiştiler. İhram elbisesi giyip, telbiye( Lebbeyk Allahumme lebbeyk) söyleme zamanı geldi. her kes , her zamanki gibi bu zikri söylüyordu. Malik B. Enes, İmam Sadık’a(as) dikkat ettiğinde, İmamın halinin değiştiğini gördü. Bu zikri söylemek istediğinde imam, farklı bir halete giriyor, duyguları boğazında düğümlenerek bineğinden düşecek gibi oluyordu. Malik, imamın yanına gelerek:
-Ey Resulullah’ın oğlu! Dedi. Bu zikri bir şekilde söylemelisiniz.
-Ey Ebi Amir’in oğlu! Hangi cesaretle lebbeyk diyeyim. Lebbeyk : “Allah’ım, sen bana ne emrettiysen tamamen kabul ediyorum ve her zaman kulluğa hazırım.” Demektir. Neye güvenerek ve hangi cesaretle kendimi , hizmete hazır bir kul olarak tanıtayım? Eğer cevabımda “La lebbeyk” denilse ne yaparım? 54
46-HURMA AĞACINI YÜKLENMEK
Ali B.Ebi Talip(as), evinden çıkmış her zaman olduğu gibi bağlara doğru gidiyordu. Yanında taşıdığı bir şey de vardı. Adamın biri sordu:
-Ya Ali, yanındaki ne?
-Hurma ağacı inşallah…
-Hurma ağacı mı?...
Adamın ve orada bulunanların merakları ancak, Ali’nin(as) yanında götürdüğü hurma ve bağa ektiği hurma tohumlarının filizlenmesiyle giderilmiş oldu. 55
47-ALIN TERİ
İmam Kazım(as), kendisine ait toprağında çalışıyordu. Çok çalıştığından dolayı sırılsıklam ter içinde kalmıştı. Ali B. Ebi Hazma Betaini İmamın yanına gelerek:
-Sana feda olayım, bu işi neden başkalarına yaptırmıyorsun? Dedi.
İmam şöyle buyurdu:
-Benden daha üstün olan insanlar bu işi yapmışken, ben niye başkalarına yaptırayım?
-Kimler mesela?...
-Allah resulü, Emirel Müminin ve babalarımın hepsi… Aslında toprakta çalışmak, peygamberlerin, vasilerin ve Allah’ın salih kullarının sünnetidir.56
48-BİTEN DOSTLUK
Bu dostluğun biteceğini ve birbirlerinin gölgesi gibi olan bu iki arkadaşın gün gelip ayrılacaklarını hiç kimse zannetmezdi. Öyle bir arkadaşlık ki, birinin adı , diğerini çağrıştırır olmuştu artık. Herhangi birinden bahsedilecek olsa, asıl adından çok, “falancanın arkadaşı” diye zikredilirdi.
Evet o, İmam Sadık’ın(as) arkadaşı olarak tanınmıştı. O gün, ayakkabı pazarına girdiklerinde, oradan ömür boyu bir daha karşılaşmamak üzere büyük bir kırgınlıkla çıkacaklarını kim tahmin edebilirdi?
O gün, her zaman olduğu gibi imamla beraberdi. Beraber ayakkabı pazarına girdiler. Siyah kölesi de onun arkasından geliyordu. Pazarın orta yerinde, arkasına dönüp baktığında kölesini göremedi. Birkaç adım attıktan sonra tekrar arkasına baktığında yine kölesini göremedi. Üçüncü kez arkasına baktığında , yine kölesini görememişti. Çünkü kölesi, etrafa bakındığından , efendisini kaybetmiş ve ondan ayrı düşmüştü. Dördüncü kez arkasına bakındı, köleyi görünce öfkeli bir şekilde kölenin annesine küfrederek:
-Neredeydin? Diye bağırdı.
Bu cümle adamın ağzından çıkar çıkmaz imam(as), şaşkın bir halde elini alnına vurarak şöyle buyurdu:
-Süphanallah! Annesine küfredip, kötü şeyler mi nispet veriyorsun? Ben seni takvalı bir adam biliyordum. Şimdi sende takva diye bir şey olmadığını gördüm.
-Ey Resulullah’ın oğlu! Bu köle, Sind’lidir. Annesi de oralıdır. Kendin de biliyorsun ki onlar Müslüman değiller. Bu kölenin annesi, Müslüman değil ki ben ona iftira etmiş olayım.
-Annesi kafirse kafir… Her topluluğun kendi kanun ve kuralına göre bir evlenme tarzı vardır. O kurallara uydukları zaman zina yapmış sayılmazlar ve çocukları da zina zade sayılmaz.
İmam , bu açıklamadan sonra :
-Artık benden uzak dur , dedi.
O günden sonra ölüm onları tamamen ayırıncaya dek onları, yan yana yürürken gören olmadı.57
49-BİR KÜFÜR
İran’lı meşhur yazar ve alim Abdullah B.Mukaffa’nın kölesi, sahibinin atının yularından tutmuş, Basra valisi Süfyan B.Muaviye Mehlebi’nin evinin dışında eve dönmek için sahibinin gelmesini bekliyordu. Çok uzun süre beklemesine rağmen İbni Mukaffa gelmemişti. Ondan sonra valinin yanına gidenler çıkmışlardı ama, İbni Mukaffa’dan her hangi bir haber yoktu. Köle içeriden çıkanlara sahibini sormaya başlamıştı. Kimisi haberinin olmadığını söylüyor, kimisi de kölenin kıyafetine bakıp, cevap bile vermeden yoluna gidiyordu. Vakit geç olmuştu. Köle tedirgin ve ümitsiz bir şekilde İsa ve Süleyman’ın (Ali B. Abdullah B.Abas’ın oğulları ve zamanın halifesi Mensur Devaniki’nin amcaları ki İbni Mukaffa onların katibiydi) yanına giderek durumu onlara anlattı. İsa ve Süleyman, İbni Mukaffa, yetenekli bir yazar ve mütercim olduğu için onu seviyor ve onu koruyorlardı. İbni Mukaffa da onların himayesinde olduğu için, insanları incitmekten çekinmeyen, acı dilli ve küstahtı. Halifenin amcaları İsa ve Süleyman’ın onu koruyor olması, daha da küstahlaşmasına neden olmuştu.
İsa ve Süleyman, İbni Mukaffa’yı Süfyan İbni Muaviye’den istediler. O, bu meseleyi inkar ederek:
-İbni Mukaffa benim evime gelmedi, dedi.
Ama İbni Mukaffa’nın valinin evine girdiğini her kes apaçık görmüştü. Onu görenler şahitlik ettiler ve artık inkar edilecek bir durum kalmamıştı.
Basit bir mesele değildi. Mesele İbni Mukaffa gibi meşhur bir şahsiyetin öldürülmesi idi. Davalı olan Basra valisi, davacı olan ise halifenin amcalarıydı. İster istemez mesele Bağdat’ta halifenin sarayına kadar yayıldı. Her iki taraf da şahitlerini alarak Mansur’un huzuruna gittiler. Mahkeme başladıktan sonra , şahitler dinlendi. Şahitlerin dinlenmesinden sonra Mensur, amcalarına dönerek:
-Süfyan’ı İbni Mukaffa’yı öldürme suçunun zanlısı olarak öldürmek, benim için problem değil, dedi. Ama Süfyan’ı öldürdükten sonra İbni Mukaffa’nın hayatta olduğu anlaşılır ve bu kapıdan sağ salim içeri girerse, o zaman Süfyan’a karşılık hanginizi öldüreyim?
İsa ve Süleyman, çok şaşırdılar. Kendi kendilerine : “İbni Mukaffa hayatta olabilir. Süfyan onu Halifenin huzuruna bile göndermiş olabilir” diye düşündüler. Mecburen davadan vazgeçip oradan ayrıldılar.
Aradan uzunca bir süre geçmesine rağmen İbni Mufakka’dan her hangi bir haber alan olmamıştı. Bu olay da artık yavaş yavaş unutulmaya başlamıştı.
Çok sonraları, sular iyice durulduktan sonra anlaşıldı ki , İbni Mukaffa her zaman Süfyan B. Muaviye’yi diliyle incitirdi. Hatta bir gün topluluğun önünde Süfyan’ın annesine küfretmişti. Süfyan da bunun üzerine her zaman intikam almak için bir fırsat kolluyordu. Ama halifenin amcaları İsa ve Süleyman’dan korktuğu için, böyle bir işe cesaret edemiyordu. Sonunda bir hadise gerçekleşti.
Bir gün Mensur’un diğer amcası Abdullah B.Ali için bir Güvence mektubu yazılacaktı ve Mensur da onu imzalayacaktı. Abdullah B.Ali, İbni Mukaffa’dan bu mektubu yazmasını istedi. İbni Mukaffa da o mektubu düzenleyerek yazdı. O mektupta, bazı şartlardan bahsedildikten sonra kan döken Abbasi halifesi Mensur hakkında iğneleyici bazı sözler vardı. Mektup Mensur’a ulaştığında çok öfkelendi. Bu mektubu kimin düzenleyip yazdığını sorduğunda, İbni Mukaffa cevabını aldı. Mensur da tıpkı Süfyan gibi, İbni mukaffa hakkında kötü emeller beslemeğe başladı.
Mensur, gizli bir şekilde Süfyan’a bir mektup yazarak:
- İbni Mukaffa’yı ikaz et, dedi.
Süfyan, fırsat kollamaya başladı. Bir gün İbni Mukaffa, bir iş için Süfyan’ın evine gitmiş, kölesini ve bineğini dışarıda bırakmıştı. İçeri girdiğinde, Süfyan ve hizmetçi ve korumalardan oluşan bir grup oturmuşlardı. Bulundukları ortamda bir de yanan bir tandır vardı.. Süfyan, İbni Mukaffa’yı görür görmez, o güne kadar onun kendisine yaptığı hakaretler gözünün önüne geldi ve içindeki öfke ve kin, tıpkı yanan tandırın ateşi gibi alevlenmeye başlamıştı. İbni Mukaffa’ya dönerek:
-Anneme küfrettiğin o günü hatırlıyor musun? Dedi. Şimdi intikam zamanıdır.
İbni Mukaffa’nın özür dilemesi pek fayda sağlamadı ve hemen orada en kötü şekilde öldürüldü. 58
Dostları ilə paylaş: |