KIBRISLI
BİR BEKTAŞİ BABASI
MUSTAFA BABA
Adamızın, bazı çevrelerin çok sevdikleri deyişle, Bektaşiyye tarikatı ile olan ilişkisi, her nedense, unutulup gitmiştir. Oysa Kıbrıslı Türkler'in islam anlayışını gözlediğiniz, atasözleri, fıkralar özetle geleneklerini ele aldığınız zaman, bu o kadar açık birşeydir ki! Zaten, işin ta başında adada kalmış şu kadar bin yeniçeri ile Anadolu'dan göçürülen Ahi kökenli esnaf, bunlara eklenen Alevi göçleri ve 18.yy'daki Yörük sürgünü dikkate alınsa, bu konuda konuşulacak hiçbirşey kalmazdı.
NEDEN UNUTULDU
Bunlara rağmen, sorulması gereken en önemli soru, dede / baba örgütlenmesinin, neden korunamadığı dır. Aslında, bu da yanıtı çok basit olan bir sorudur. Bu örgütlenme modeli korunmamıştır çünkü; köylere sürülen Alevi / Türkmen ahalinin, sürülüş nedeni, Anadolu'da bir türlü kontrol altına alınamaması olduğundan, başlarında bu türden toplumsal / dinsel önderler olmamasına özel bir dikkat gösterilmemesi, devletin sürgün amaçları ile çelişmekteydi. Bu bakımdan, köylerde bu kültürün en üst düzeyde ve bir örnek yaşatılması, Anadolu'da bile mümkün değilken, yaşatılamaması için Kıbrıs'a sürülen cahil köylülerin bunu başarması, beklenemezdi.
Kentlerde ise, 1832'de ll. Mahmut'un yeniçeri ocağını dağıtması ile birlikte, Bektaşi Tekke'lerinin de basılarak dağıtıldığı, yazılı eserlerinin imha edildiği, tekke binalarının da onların en önemli karşıtı olan Nakşibendiler'e verildiği, bilinmeyen birşey değildir. Bu eylem, yeniçerilerin toplumsal desteğini ortadan kaldırmak üzere sergilenirken, Kıbrıs'ta; 1804'den itibaren, katledilme korkusu ile yaşamakta olan ada Türkleri arasındaki Bektaşiler'in, ll. Mahmut'a karşı çıkamayacağı, gözlerden kaçırılıyor. O tarihten sonra, adada Bektaşi Tekkesi bulmayı, kim bekleyebilir? 1830'dan itibaren, birbuçuk yüzyıldan fazla bir zaman, şehirli kolu da illegaliteye itilmiş olan bir dini anlayışın, cahil köylüler arasında gelenek düzeyinde yaşamış olması bile, beklenemezdi. Oysa o gelenekler, yaşayagelmiştir.
MUSTAFA BABA
Bugün ulaşabildiğimiz son Bektaşi Babası, 1790' larda doğup, 1870'li yıllarda öld Ramazan ile ilgili fıkralarda, minarede " ne çabuk gittin ey ramazan" diye ilahi okuyan müezzine, " doyamadınsa ardına düş" diye bağırması, " ramazan geliyor" diye kendine sözde müjde verene sinirlenmesi, iftar yemeğine davet edildiğinde, namazı uzun bularak, yarı yolda kalkıp kaçması, yine bir iftar yemeğine katılmamasından, oruç tutmadığının anlaşılması, kendisine " aşk olsun" diye selam verilmesi, delikanlılığında evli kadın ayarlayıp zina etmekten kaçınmaması, karısı ve kızının canları istedikçe çarşı endiğimize göre, Mustafa Baba, yaşı yetmişi geçtikten sonra bile, kahve içer, tütün ve enfiye çeker, üstüne üstlük bir de afyon yutardı.
Baba, torunundan öğrendiğimize göre, Korkut Efendi Mahallesi'nda oturmaktaymış. Üstad Haşmet Gürkan'ın Dünkü ve Bugünkü Lefkoşa adlı eserinde, Lefkoşa'da bu adı taşıyan bir mahalleye rastlanmıyor. Muhtemelen, burası Korkut Hamamı'nın da bulunduğu, bugün bizim Yediler diye andığımız bölge olup, babanın burada oturması da son derecede akla yakındır.
Kaytazzade Nazım Efendi, " ced" dinin, hem mevlevi ve hem de bektaşi " salikanından" olduğunu ileri sürüyor. Bize kalırsa bu, biraz zorlama, bir temize çıkarma gayretidir. Zira bilindiği gibi, üst tabakaların tarikatı olan Mevlevilik ile halkın yolu olan Bektaşilik'i, başlangıcında Mevlana'nın kendisi de heterodoks olduğu halde, birbiri ile bağdaştırmak, son derecede zordur.
BU NASIL MEVLEVİ
Sayın Fedai'nin Kaytazzade'den aktardığı, Mustafa Baba fıkralarına bir göz gezdirmek, bunu anlamaya yeter. Özellikle baba'nın Ramazan ile ilgili fıkralarda, minarede " ne çabuk gittin ey ramazan" diye ilahi okuyan müezzine, " doyamadınsa ardına düş" diye bağırması, " ramazan geliyor" diye kendine sözde müjde verene sinirlenmesi, iftar yemeğine davet edildiğinde, namazı uzun bularak, yarı yolda kalkıp kaçması, yine bir iftar yemeğine katılmamasından, oruç tutmadığının anlaşılması, kendisine " aşk olsun" diye selam verilmesi, delikanlılığında evli kadın ayarlayıp zina etmekten kaçınmaması, karısı ve kızının canları istedikçe çarşı ve pazara gitmelerine hiç itiraz etmemesi, mevlevilik'e pek benzememektedir. Ya şu aşağıdaki olay?
BABA KİMİ "ADAM " BULMUYOR
Mustafa Baba bir gün, çarşıdan aldığı bir tabak kaymakla evine gitmekteyken, aniden bir fırtına çıkmış ve babanın elindeki tabak, rüzgarın etkisi ile, düşüp kırılmış. Buna çok sinirlenen baba, yandaki demirci dükkanına girdiği gibi, bir parça demir alarak, tekrar sokağa fırlamış. Demiri sallamaya başlayarak, başını havaya kaldırmış ve bağırmaya başlamış:
" Adam isen bunu kııırrr... Adam isen, bunu kırrr..."
Böyle mevlevi mi olur Allahaşkınıza? İşte adam, basbayağı Bektaşi... Torunu, bektaşi olduklarını hiç gizlemeyen Namık Kemal ve Recaizade Ekrem ile dost olmaktan gurur duymakla birlikte, kendisi bir Mevlevi olduğundan, dedesinin de her iki tarikata birden mensup olduğunu ileri sürmüş olmalı. İlginç olan, Kaytazzade'nin torunu Nazım Efendi'nin de Nakşibendi şeyhi olması...
Böylece, Osmanlı'nın istediğine nasıl nail olduğu görülüyor. Büyük dede Bektaşi, onun torunu Mevlevi, onun torunu ise Nakşibendi! Aile, uç bir örnek olsa da bireyleri uçta yaşayan seçkin insanlar olduğu için, başı ile sonu arasındaki bağlantıyı ortaya koyabiliyoruz.
Böylece, " n'oldu o gelen Bektaşiler?" diye soranlara da " çoğunluğu olduğu gibi duruyor, bir kısmı da işte böyle oldu!" diyebiliyoruz.
Üstad Gürkan, Tanti'nin Hamamı'nın karşı sokağında Kadiri Tekkesi'nin son yıllara kadar yaşadığını; rahmetli Hizber Hikmetağalar da adanın son Rufai şeyhinin kendi dedesi olduğunu yazmaktadırlar.
Sonradan ne olmuşsa olmuş, işe rufailer mi karışmış ne? Hepsi kaybolmuşlar... O islamın Türk yorumları, ortadan kalkmış...
KÖROĞLUZADE HÜSEYİN ATAULLAH EFENDİ
İNGİLİZ ADADA
İngiliz yönetiminin adayı devralmasından sonra ilk düzenlemeler, 1882 yılında yapılan yeni Kıbrıs Anayasası ve buna uygun olarak ertesi yıl açılan Kavanin Meclisi vasıtasıyla yapıldı. Adanın egemenliğinin henüz Osmanlı İmparatorluğu'na ait olduğu bu dönemde, İngiliz sömürge makamlarının, kurulacak mecliste, 9 Rum üyeye karşılık sadece 3 Türk üyeye yer vermesi, ada Türkleri arasında, tepkilerin doğmasına neden oldu. Zira ada hala Osmanlı egemenliği altındaydı ve Osmanlı düzeninde müslümanlar ve hristiyanlar, İdare Meclisi'nde eşit sayıda temsilci bulundurmaktaydılar. İngilizler'in bu tasarrufu,ada müslümanlarının durumunun kötüleşmesi anlamına gelecekti. Türk önde gelenler, seçimleri ve meclisi boykot edeceklerini ilan ettiler.
Fakat sonradan ne olduysa oldu, Türkler bu boykot kararından vazgeçtiler. Bugün, İstanbul'daki TC Başbakanlık Arşivi'nde bulunan Kamil Paşa Evrakı'nı inceleyenler, bu büyük hemşehrimizin, Muzurus ve Zarifis Paşa'lar aracılığı ile bu sorunu Lord Granville ile uzun süre görüştüğünü saptayabilirler. Bütün yaşamı boyunca, dış politika anlayışının temelini İngiltere ile iyi geçinmek üzerine bina eden Kamil Paşa'nın, ayni dönemde Kıbrıs'taki etkisinin sonsuz olduğu da hesaba katılırsa, bu yumuşak başlılığın asıl mimarı olduğu, anlaşılabilinir. Kamil Paşa Evrakı arasında, paşanın kayınbiraderlerinin durumları ile olan ilgisinin, İngiliz döneminde de sürdüğünü gösteren örneklere rastlamak, mümkün. Bu bakımdan, paşa ile adanın ilişkisinin, sürekli olduğu anlaşılıyor.
Dostları ilə paylaş: |