KARAMAZOV KARDEŞLER
407
— Bu lâfları liberalizmi eleştirmek için söyledi. Ondan korkuyor!
— Zaten avukattan da korkuyor.
— Orası öyle, bakalım Bay Fetyukoviç ne söyleyecek?
— Ne derse desin, bizim köylüleri kandıramaz.
— Öyle mi sanıyorsunuz?
Dördüncü grupta da şu konuşmalar duyuluyordu:
— Troykadan söz ederken güzel konuştu! Hani milletlerden söz ettiği yerde.
— Gerçekten de doğru söyledi, hatırlıyor musun, hani milletler beklemeyecek diyordu ya, gerçekten doğru.
— Ne olmuş ki?
— Canım, İngiliz parlamentosunda geçen hafta bir milletvekili nihilistler konusunda bakanlığa soru yöneltmiş. «Bu barbar milleti ele alıp uygarlığa kavuşturmanın zamanı gelmedi mi?» demiş. İppolit onu kastetti, biliyorum. Ondan söz etti. Daha geçen hafta bunu söylemişti.
— O çaylaklara burası uzak gelir.
— Hangi çaylaklara? Hem neden uzak gelir diyorsun?
— Çünkü Kronştad'ı kapatırız ve onlara ekmek vermeyiz. O zaman ekmeği nereden bulacaklar?
— Amerika yok mu? Şimdi Amerika'dan buğday alıyorlar.
— Atma!
Ama bu sırada çıngırak çaldı ve herkes yerine koştu, Kürsüye Fetyukoviç çıktı.
SAVUNMA AVUKATININ KONUŞMASI
İki ucu sivri değnek
Konuşmacının ilk sözleri duyulduğu vakit, herkes sustu. Salonda bulunanların hepsi, gözlerini ona dikmişlerdi. Kendisi söze dosdoğru, gösterişsiz ve güvenli bir tavırla, hiç züppelik taslamadan başlamıştı. Güzel lâflar etmek, sesine karşısmdakilerde acıma uyandıracak bir ton vermek, karşısındakiler! duygulandıran kelimeler kullanmak gibi şeylere408
KARAMAZOV KARDEŞLER
başvurmuyordu. Sadece, yakınlık beslediği ve söylediklerine ilgi gösterecek kişilerin arasında konuşan bir insan gibiydi Sesi çok güzeldi. Gür ve cana yakındı. Tonunda bile içten gelen, candan bir anlam vardı. Ama herkes hemen şunu anladı ki, konuşmacı birden gerçekten dramatik bir yüksekliğe tırmanabilir ve oradan «beklenmeyen bir şiddetle yürekleri altüst edecek bir darbe» indirebilirdi.
Belki de İppolit Kirilloviç kadar düzgün konuşmuyordu. Ama uzun cümleler yapmıyor ve daha kesin konuşuyordu. Yalnız bir tek şey bayanların hoşuna gitmemişti: konuşur-ien, özellikle sözlerinin başlangıcında, hep iki büklüm eğilip duruyordu. Bunu selâm veriyormuş gibi değil, dinleyicilerine doğru atılıyormuş, daha doğrusu yaklaşmak istiyormuş gibi yapıyordu. Sanki ince uzun sırtının ortasında yerle tam bir dik açı meydana getirebilecek şekilde eğilmesini sağlayan bir yay vardı.
Başlangıçta, garip bir şekilde sanki hiç bir düzeni yokmuş gibi, olayları karmakarışık bir şekilde ele alarak konuşuyordu; ama sonunda sözlerinden bir bütün ortaya çıktı. Konuşmasını iki bölüme ayırmak mümkündü: Birinci yarısı, bir eleştiriydi, savcılık makamının iddialarını çürütüyordu ve bazen öfkeli ve alaycı sözlerle doluydu. Ama konuşmasının ikinci bölümünde, birden tonunu, hatta kullandığı metodu değiştirdi ve birden dramatik yüksekliklere tırmandı. Salondakiler de bunu bekliyorlarmış gibi heyecandan titremeye başlamışlardı.
Doğrudan doğruya dava konusu olayı ele alarak söze başladı ve önce aslında Petersburg'da çalıştığı halde, sanıkları savunmak için Rusya'nın başka kentlerine gidişinin ilk olmadığını, bunu daha önceden de yaptığını, ama yalnız suçsuz olduklarına inandığı ya da suçsuzluklarım tahmin ettiği kişilerin savunmasını üzerine aldığını belirtti.
— Şimdi de aynı şey oldu, diye anlattı. Daha gazetelerde çıkan ilk röportajlarda sanığın lehine olan ve beni olağanüstü şaşırtan bir şey îarketmiştim. Sözün kısası beni herşeyden önce, hukuk prosedüründe sık sık tekrarlanan, ama bana öyle geliyor ki, hiç bir zaman şimdi üzerinde tartıştığımız davada olduğu kadar, dolgun ve böylesine karakteristik özelliklerle belirmemiş bir nokta ilgilendirdi. Bu noktayı ancak konuşmanın sonunda, sözlerimi bitirirken
KARAMAZOV KARDEŞLER
409
malıydım. Öyleyken düşüncemi daha başlangıçta açıklayacağım. Çünkü benim âdetim, etkileyeceğim hiç bir şeyi ertelemeden, izlenimleri azar azar kullanmaya çalışmadan, doğrudan doğruya konuyu ele almaktır. Bu belki benim tarafımdan hesaplı bir davranış olmaz, ama buna karşılık içten gelen bir şeydir. Düşüncem, daha doğrusu zihnimde tasarladığım plan şu: İleri sürülen olaylar özetlenirse, ezici bir çoğunluğu sanığın aleyhindedir. Öyleyken, bu olayları teker teker ele alıp, birbirlerinden ayrı olarak eleştirirsek, böyle bir eleştiriye dayanabilecek bir tek delil bulamayız! Söylentileri ve gazeteleri izledikçe, düşüncem gittikçe daha da kuvvetleniyordu. İşte o zaman birden sanığın akrabalarından onu savunmam için bir davet aldım. Hemen buraya hareket ettim. Buraya gelince de artık bu konuda tam olarak bir kanıya vardım. İşte, bu olaylar arasındaki korkunç bağı kırmak ve sanığı suçlayan her bir delilin, hiç bir şey ispat etmediğini, fantastik bir şey olduğunu göstermek içindir ki, bu davada savunmayı üzerime aldım.
Sözün burasında savunma avukatı, birden sesini yükseltti:
— Sayın jüri üyeleri! Ben buraya yeni gelmiş bir insanım. Bütün izlenimlerimde hiç bir ön yargı yoktur. Karakter bakımından öfkeli ve duygularında aşırı olan sanık, bu kentte belki yüzlerce insana yaptığı gibi, beni daha önceden kırmış değildir. (Oysa birçokları, onlara karşı iyi davranmadığı için, önceden ona karşı ön yargılar beslemektedirler). Tabiî şunu da kabul ederim ki, burada toplumun ahlâk duyguları haklı olarak gerçekten zedelenmiştir; sanık, azgın ve sınır tanımayan bir kişidir! Öyleyken sosyetede, hatta çok yüksek yetenekleri olan sayın savcının ailesinde bile çok iyi karşılanıyordu. (Not: Bu sözler üzerine halk arasında iki üç kişinin gülüştüğü duyuldu. Gerçi bu gülüşmeler hemen kesildi, ama herkes onları farketmişti) Bizde herkes biliyordu ki, savcı Mitya'yı kendi isteğine aykırı olarak, sadece son derece iyiliksever ve saygıdeğer, ama olmayacak şeyler yapan, daima kendi kafasına göre hareket eden ve bazı durumlarda, özellikle önemsiz şeylerde kocasına karşı koymaktan hoşlanan karısı ilgi çekici bulduğu için, evine kabul ediyordu. Bununla birlikte Mitya, onlara pek sık gitmezdi.
Savunma avukatı:
— Ama cesaretimi hoş görün, şunu belirtmek isterim ki,410
KARAMAZOV KARDEŞLER
hasmım gibi hiç de etki altında kalmayan bir zekâya ve haksever bir karaktere sahip olan bir insanda bile, müvekkilim konusunda bazı yanlış ön yargılar uyanmış olabilir, diye devam etti. Evet, bu çok tabiî bir şeydir: o mutsuz adam kendisine karşı daima bir ön yargı beslemesine hak kazanmıştır. Moral bir hakaret, hatta estetik duygusunun zedelenmesi, bazen insanları karşılarındakine hiç acımamaya yöneltir. Demin savcılık makamının o parlak konuşmasında sanığın karakterinin ve davranışlarının kesin bir tahlilini işittik. Dava konusu olayın sert bir şekilde eleştirildiğini duyduk. Asıl önemlisi, işin özünü bize anlatmak için, gözümüzün önüne öylesine psikolojik derinlikler serildi ki, sanığın kişiliğine karşı önceden birazcık olsun belirli bir niyet ile öfkeli bir ön yargı olmasa, böylesine derinliklere inmeye imkân yoktur. Ama bu gibi durumlarda, bir davaya önceden öfkeli ve önceden niyet besleyerek bakmaktan daha kötü, hatta daha kahredici şeyler vardır.
Özellikle, diyelim ki, varlığımızı sanatçıya yakışır bir oyun gösterme hevesi sararsa, içimizde bir sanatçı olarak bir şeyler yaratmak, ortaya bir roman çıkarmak ihtiyacı uyanırsa; hele bir de psikolog olarak Tanrı vergisi sahip olduğumuz zengin yeteneklerimiz de varsa... Daha Petersburg'da iken daha buraya gelirken öğrenmiştim ki, (zaten bunu öğrenmeden de biliyordum) burada hasım olarak uzun bir süredir bu özelliği ile, henüz yeni gelişen hukuk dünyamızda, belirli bir ün kazanmış olan derin görüşlü ve ince bir psikologla karşılaşacağım. Ama psikoloji, derin olmakla birlikte, gene de iki ucu sivri olan bir değnektir. (Halk arasında gülüşmeler oldu.) Evet, tabiî ki, bu basit kıyaslamamdan ötürü beni bağışlarsınız; ben çok güzel konuşmasını bilmem. Bununla birlikte, şimdi savcının konuşmasından rastgele bir örnek alayım. Sanık, gece vakti, bahçede koşarak kaçarken, duvarın üzerine tırmanıyor ve bakır bir havaneliyle, ayağına sarılan uşağını yere seriyor. Hemen sonra da gene bahçeye atlıyor ve tam beş dakika yere serilmiş olanın başında uğraşarak, onu öldürüp öldürmediğini anlamak istiyor. Sayın savcı, sanığın ihtiyar Grigoriy'in yanına, ona acıdığı için atlamış olduğunu söylerken, doğru söylemiş olduğuna bir türlü inanmak istemiyor. «Hayır, öyle bir anda insan bu kadar duygululuk gösterebilir mi, anormal bir şeydir. Aksine sanık yap-
KARAMAZOV KARDEŞLER
411
mış oduğu kötülüğün tek sanığı sağ mı, yoksa ölü mü, bunu anlamak için yere atladı. Böylece de o kötülüğü işlemiş olduğunu ispatlamış oldu. Çünkü bahçeye herhangi bir başka nedenle, içinden gelen bir eğilimle ya da bir duyguya kapılarak atlıyamazdı.» diyor.
İşte, psikoloji budur. Ama aynı psikolojiyi aynı olaya, bu sefer öbür ucundan tutarak uygulayalım, göreceksiniz ki, gene tam anlamıyla mantıklı bir sonuç çıkar. Katil, ihtiyatlı davranmak isteği ile olayın tek sanığı sağ mı, yoksa ölü mü diye anlamak için yere atlıyor. Oysa öldürmüş olduğu babasının çalışma odasında (gene savcının kendi ağzı ile belirttiği gibi) üzerinde içinde üç bin ruble bulunduğu, yazılı, yırtık bir paketin kâğıdını unutarak aleyhinde müthiş bir delil bırakmış oluyordu. «Eğer bu paketi alıp götürseydi, dünyada hiç kimse böyle bir paketin bulunduğunu, içinde para olduğunu, bu paraların da sanık tarafından çalındığını bilmeyecekti.» Bu sözleri savcının kendisi söylemiştir. Demek ki, bir tek şeye ihtiyatlığı yetmemişti. Adamcağız kendini kaybetmiş, korkmuş ve yerde bir delil bırakarak kaçıp gitmişti. Öyleyken bir de bakıyorsunuz, iki dakika sonra bir başka insanı vuruyor, onu öldürüyor ve tam bu sırada içinde en acımak bilmez, en soğukkanlı ve hesabı insana yakışacak bir ihtiyatlılık duygusu uyanıyor!
Her neyse, ziyam yok, ziyanı yok, diyelim ki öyle oldu. Zaten psikolojinin inceliği de buradadır: Bazı koşullarda insan, bir Kafkas kartalı gibi kana susamış ve keskin bakışlı iken, hemen ondan sonraki anda köstebek gibi ürkek ve kör olur. Ama eğer duvardan sadece acaba aleyhimde tanıklık yapacak tek adam sağ mı diye öğrenmek için yanı başına atlayacak kadar kana susamış ve acıma bilmez derecede so-ğukkanlıysam, o halde ne diye bu yeni kurbanımın başında belki de yeni yeni tanıkların dikkatini çekmek ihtimali varken, tam beş dakika kadar uğraşıp didineyim? Neden mendilimi ıslatıp, yerde yatan adamın başındaki kanı şileyim? Sonradan aynı mendil benim aleyhime delil olarak kullanılsın diye mi? Hayır! Eğer herşeyi hesaba katıyorsak ve acıma bilmeyecek derecede katı yürekliysek, yere atladıktan sonra baygın yatan uşağın başına bir kez daha, sonra bir kez daha aynı havanla vurup işini bitirmemiz, tanığı ortadan kaldırmamız böylece yüreğimizdeki tüm endişeleri sil-412
KARAMAZOV KARDEŞLER
memiz daha doğru olmaz mıydı? Hem sonra aleyhimde tanıklık yapacak adam sağ mı, değil mi diye bakmak için yere atlıyorum, hem de aynı yerde yolun üzerinde bir başka delili, iki kadının evinden almış olduğum o bakır havane-lini bırakıyorum. Oysa, o iki kadın her zaman için sonradan bu havanelini tanıyabilir ve onu kendi evlerinden almış olduğuma tanıklık edebilirlerdi. Hem de onu yolun üzerinde unutmuş olmam, dalgınlıktan ya da kendimi bilmeyecek bir durumda bulunduğumdan ötürü düşürmüş olmam da söz konusu olamaz. Evet, işte silâhımızı uzağa fırlatıyoruz. Öyle olmuştur diyorum, çünkü o bakır havaneli Grigoriy'in yere serildiği noktadan on beş adım kadar ilerde bulunmuştur. O halde sorarım size: Neden öyle davrandık? Bu sorunun asıl karşılığı şudur: o havanelini fırlattık, çünkü yüreğimiz yanmıştır; çünkü bir insanı, ihtiyar bir uşağı öldürdük. Bu yüzden umutsuzluk içinde kendi kendimize lanet ederek o havanelini bir cinayet âleti olduğu için, öfkeyle fırlatıp attık. Başka türlü olmasına imkân yoktur. Onu böyle var gücümüzle uzağa fırlatmamızın başka nasıl bir nedeni olabilir? Eğer içimizde bir insan öldürdüğümüz için pişmanlık ve acıma duyuyorsak, demek ki, babamızı öldürmüş değiliz. Eğer babamızı öldürmüş olsaydık, yere serdiğimiz insana acıyarak duvardan aşağıya atlamazdık. O zaman içimizde bambaşka bir duygu olurdu. Acımaya vakit bile bulamazdık. Yalnız kendimizi kurtarmayı düşünürdük. Bunun tersini söylemeye imkân yoktur.
Tekrar ediyorum: daha önce cinayet işlemiş olsaydık, uşağın kafatasını iyice parçalardık. Başında beş dakika uğraşıp durmazdık. İçimizde acıma ve temiz bir duygu uyandıy-sa, sadece daha önce vicdanımız lekelenmediği için öyle olmuştur. Demek ki, bu artık başka çeşit bir psikoloji oluyor. Sayın jüri üyeleri, şimdi karşınızda mahsus psikolojiye başvuruyorum; amacım sadece, size, psikolojinin yardımıyla her çeşit sonuca varmanın mümkün olduğunu göstermektir. Bütün sorun, o psikolojinin kimin elinde bulunduğundadır. Psikoloji en ciddî insanlarda bile bir roman yaratmak isteğini uyandırır. Hem de bu, kendiliğinden olur, yani demek istiyorum ki, aşırı derecede psikoloji yapmanın, bazı bakımlardan onu kötüye kullanmanın zararı olur.
Burada gene halk arasında savcı ile alay eden ve avü-
KARAMAZOV KARDEŞLER
413
katı destekleyen gülüşmeler duyuldu. Savunma avukatının tüm konuşmasını ayrıntılarıyla ele almayacağım. Yalnız içinden bazı yerleri, en önemli noktaları alacağım.
XI
ORTADA PARA DA YOKTU, HIRSIZLIK DA YAPILMAMIŞTI
Savunma avukatının konuşmasında, herkesi hayrette bırakan bir nokta vardı: bu da o uğursuz üç bin rublenin varlığını kesin olarak inkâr edişi, böylece ortada hırsızlık diye bir şeyin bulunmayışını ileri sürüşüydü.
Sözlerine:
— Sayın jüri üyeleri! diye başladı. Ele aldığımız davada önceden bir yargısı olmayan ve yeni konuya değinmiş her insanı şaşırtacak karakteristik bir özellik var. O da bir hırsızlık yapıldığı ileri sürüldüğü halde çalınmış olan şeyin ne olduğunu elle tutulur bir şekilde ispat etmenin imkânsızlığıdır. Çalman şey nedir? Diyorlar ki, para çalınmış. Evet, üç bin ruble çalınmış. Ama bakalım bu paralar gerçekten var mıydı? Bunu hiç kimse bilmiyor. Siz de düşünün: ortada üç bin ruble olduğunu nasıl öğrendiniz? Bunları gözleriyle kim gördü? Paraları gören ve üzerine yazı yazılmış bir pakete yerleştirildiğini açıklayan tek kişi Smerdyakov'dur. Bunu daha felâket meydana gelmeden önce, sanığa ve kardeşi îvan Fiyodoroviç'e bildiren de yine odur. Bayan Svetlova da bunu öğrenmiştir. Ama bunların her üçü de, bu paraları kendi gözleri ile görmemişlerdir. Paralan gene yalnız ve yalnız Smerdyakov görmüştür. Ama burada karşımıza bir soru çıkıyor: Eğer böyle bir para bulunduğu ve Smeröyakov'un onu gördüğü doğru ise, o zaman acaba onu son olarak ne zaman görmüştür? Ya efendisi bu paraları yatağının altından almış ve Smerdyakov'a haber vermeden çekmecesine koymuşsa? Dikkat ediniz, Smerdyakov'un söylediğine göre paralar, yatağın altında, şiltenin içindeydi. Demek ki, sanık onları şiltenin altından çekip almak zorundaydı. Öyleyken yatak hiç de bozulmamıştı. Bu nokta titizlikte zapta geçirilmiştir.414
KARAMAZOV KARDEŞLER
Peki, nasıl oluyor da sanık, bunu yatağı hiç bozmadan, üstelik elleri hâlâ kanlı olduğu halde, tam da o gün yatağa serilmiş olan, tertemiz, incecik çarşafları hiç kirletmeden yapabilmiştir? Ama bize: «peki ya yerdeki paket ne oluyor?» diye soracaklar. İşte, asıl bu paket üzerinde durmaya değer.
Biraz önce, sayın üstadımız bu paketten söz ederken, birden kendiliğinden, işitiyor musunuz sayın baylar, kendiliğinden, cinayetin Smerdyakov tarafından işlenmiş olduğunu ileri sürmenin saçma bir şey olacağını söylerken: «Bu paket olmasaydı, kâğıdı bir delil olarak yerde kalmasaydı, hırsız onu birlikte götürmüş olsaydı, dünyada hiç kimsenin böyle bir paketten ve içinde para bulunduğundan haberi olmazdı, kimse bu paraların sanık tarafından çalınmış olduğunu da bilmeyecekti.» dedi, o vakit hayretler içinde kaldım.
Demek, sanığın hırsızlıkla suçlanmasına yol açan şey kendi ağzıyla bile açıklamış olduğu o üzerinde yazı bulunan bir parça kâğıttır. «Başka türlü olsaydı, kimse hırsızlık olduğunu, hatta belki de ortada bir para bulunduğunu bilemeyecekti.» diyorlar. İyi ama, o kâğıt parçasının yerlerde sürüklenmesi, daha önce içinde bir para bulunduğuna ve bu paraların çalındığına delil olabilir mi? Bana «ama paraların pakette olduğunu Smerdyakov gördü» diyerek karşılık veriyorlar. Peki, Smerdyakov bu paraları son kez olarak ne zaman görmüştür? Ne zaman? Benim sormak istediğim şey bu işte. Ben Smerdyakov'la konuştum. Kendisi bana bu paraları felâketten iki gün önce görmüş olduğunu söyledi! İyi ama örneğin şöyle bir düşünmeme engel olacak bir şey var mı? Ya, ihtiyar Fiyodor Pavloviç. evinde kapıyı içerden kilitleyerek oturduğu sırada, sevdiği kadını sabırsızlık içinde, sinirli sinirli beklerken, yapılacak bir şey bulamayıp, birden paketi çıkararak açmaya karar verdiyse? Ya: «Belki de paketi görünce inanmaz, ama bir deste içinde otuz yüzlük görürse, herhalde daha çok etkilenir, ağzının suyu akar,» diye düşündüyse? Bir an için öyle oldu diyelim. Diyelim ki, zarfı parçalıyor, içinden paralan çıkarıyor, zarfı da, tabiî artık delil bırakmamak korkusu olmadan, serbest davranan bir ev sahibi hareketiyle yere atıyor. Söyleyin, sayın jüri üyeleri, böyle bir tahminde bulunmaktan, böyle bir olayın meydana gelmiş olduğunu ileri sürmekten daha akla yakın bir şey olabilir mi? Neden böyle bir şey imkânsız olsun? Eğer, buna
KARAMAZOV KARDEŞLER
415
benzer herhangi bir şey olmuşsa, o zaman hırsızlık yapıldığı suçlaması kendiliğinden ortadan kalkıyor. Madem ortada para yoktu, o halde hırsızlık da yapılmamıştır. Bu paketin içinde daha önce para bulunduğunu gösteren bir delil olarak yerde kaldığı ileri sürülüyorsa, neden ben tam aksini ileri sürmeyeyim? Neden paketin artık içinde bir şey bulunmadığı için yerde olduğunu, paranın daha önceden ev sahibinin kendisi tarafından alındığını ileri sürmeyeyim?
Diyeceklerdir ki: «Peki ama, eğer parayı Fiyodor Pavlo-viç'in kendisi almışsa, o halde bu para nerde? Evet, onu evinde arama yapılırken bulamadıklarına göre, nerdedir? Bir kez, hemen söyleyeyim ki, çekmecesinde paranın bir kısmı bulunmuştur. İkincisi Fiyodor Pavloviç onları daha sabahleyin almış olabilirdi. Hatta nereye kullanacakları konusunda daha bir gün önceden emirler vermiş, onları birine teslim etmiş, birine göndermiş, sözün kısası düşüncesini, daha doğrusu hareket planını temelinden değiştirmiş olabilir ve bu konuda önceden Smerdyakov'a bilgi vermeyi gereksiz bulabilirdi. Böyle olunca yani böyle bir tahmini ileri sürebilirsek, o zaman bu kadar ısrarlı ve bu kadar kesin olarak, sanığın cinayeti hırsızlık amacıyla işlemiş olduğu ve böyle bir hırsızlığın gerçekten yapıldığı nasıl söylenebilir? Böyle tahminler ileri sürersek, romanlara konu olacak hikâyeler uydurmuş oluruz. Bir şeyin çalınmış olduğunu iddia etmek için, her-şeyden önce o şeyi göstermek, ya da hiç olmazsa kesin olarak, daha önce var olduğunu ispatlamak gerekir. Oysa, söz konusu olan şeyi hiç kimse görmemiştir.
Geçenlerde Petersburg'da genç bir adam, hemen hemen çocuk denecek, on sekiz yaşlarında bir işportacı, güpegündüz elinde baltayla bir sarraf dükkânına girdi ve alışılmamış tipik bir cüretle dükkânın sahibini öldürerek, bin beş yüz rubleyi çaldı. Beş saat kadar sonra, kendisini yakaladılar. Üzerinde yalnız on beş rublesi eksik olan bütün parayı buldular. Bin beş yüz rubleden ancak on beşini o arada sarfet-meye vakit bulmuştu. Ayrıca cinayetten sonra dükkâna dönen satıcı polise çaldığı paranın ne çeşit olduğunu da bildirdi. Yani aralarında kaç tane ne renk banknot olduğunu, kaç tane mavi, kaç tane kırmızı kâğıt para vardı, ne kadarı altındı, hepsini tek tek açıkladı. Tevkif edilen katilin üzerinde de aynı çeşit paralar bulunmuştu. Üstelik katil içtenlikle cinayeti kendisinin işlediğim ve bu paraları alıp götür-416
KARAMAZOV KARDEŞLER
düğünü açıklamıştı. İşte, benim delil dediğim şey,, budur sayın jüri üyeleri! Bu olayda paraları görüyor, onlaıra elle dokunabiliyorum ve artık öyle bir paranın olmadığımı söyleyemiyorum. Oysa, bu davada öyle mi ya?
Ama söz konusu olan bir insanın hayat memat meselesidir. Bir insanın kaderidir. Diyeceklerdir ki: «İyi ama, kendisi aynı gece âlem yapmış paralan har vurup, inarman sa-vurmuştu. Bin beş yüz rublesi olduğu meydana çıkmıştı. Bu paraları nereden aldı?» İyi ama, işte topu topu bin beş yüz ruble var ortada. Paranın öbür yarısını bulmalarıma, meydana çıkarmalarına imkân yok. Bu da gösteriyor ki, belki de sanığın üzerindeki paralar hiç bir zaman, hiç bir pakete konmamış paralardır. Zamanı hesap edersek, (ki bu da dakikası dakikasına yapıldı) daha önce yapılan soruştuırmada, anlaşıldı ki, sanık hizmetçilerin yanından koşarak çıktıktan sonra memur Perhotin'in evine gitmişti. Kendi evime uğramamıştı. Zaten başka bir yere de gitmemişti. Ondanı sonra hep göz önünde bulunmuştu. Böyle olunca, üç bin nubleden bin beş yüz rubleyi ayırıp da, kentte herhangi bir yere saklamasına imkân yoktu. İşte para bulunmadığı içindir ki, sayın savcı, sanığın bunları Mokroye köyünde herhangi bir yerde sakladığını ileri sürdü. Sakın sanık bu paraları Udolph şatosunun bodrumlarından birine saklamış elmasım? Ama bu biraz hayali aşan, oldukça romantik bir tahmini olur, değil
nü?
Şuna da dikkat etmenizi rica ederim: eğer 'bu ileri sürülen tahmin, yani paraların Mokroye'de saklanıdığı düşüncesi yanlış çıkarsa, sanığın hırsızlık ettiğine dair ileri sürülen suçlama da boşta kalmış olur. Çünkü o zaman, o bin beş yüz ruble nereye gitmiştir? diye sorulacaktır. Madem sanığın hiç bir yere uğramadığı ispat edilmiştir, o halde bu paralar nasıl bir mucizeyle ortadan yok olmuştur? işte biz böyle uydurmalarla şu anda bir insanın hayatını mahvetmeye hazırlanıyoruz! Diyeceklerdir ki: «Ne olursa olsun!! Sanık üzerinde bulunan bin beş yüz rubleyi, nereden bulmuş olduğunu söyleyemedi. Bundan başka herkes o geceye dek p>arası bulunmadığını biliyordu.» Peki öyle olduğunu kim biliyordu? Sanık, üzerinde bulunan paraları nereden almış olduğunu açıkça ve kesin olarak söyledi. Bana kalırsa sayın jüri üyeleri, bana kalırsa, söylediğinden daha akla uygun bir şey olamaz.
KARAMAZOV KARDEŞLER
417
Hatta sanığın karakterine ve içinde bulunduğu ruh haline bundan daha çok uyan bir şey bulunamaz. Savcılık makamı, kendi uydurduğu roma.ndan çok hoşlanmıştır: ama sanığın sözlerini kabul etmemiştir: Nişanlısı tarafından kendisine bu kadar utanç verici bir1 şekilde teklif edilmiş olan paraları, kabul eden zayıf iradeli bir adam, bu paraların yarısını ala-mazmış da, onu bir bez parçasına koyup dikemezmiş de, dikmiş olsa bile o bez parçasının dikişini iki günde bir söküp açarmış da, paraları yiüzer yüzer alırmış da böylece hepsini bir ay içinde tüketirmiş de... Hatırlayınız, tüm bunlar, hiç bir itiraz kabul etmez bir sesle söylenmişti.
Peki ya herşey hiç de bu uydurduğunuz roman gibi olmamışsa, ya o uydurduğunuz romanda canlandırdığınız tip bambaşka ise? Asıl sorun burada iste! Gözlerimizin önünde bambaşka bir tip canlandırdınız. Belki de sözlerime itiraz ederek: «Sanığın felâketten bir ay önce bayan Verhovtze-va'dan almış olduğu tüm o üç bin rubleyi Mokroye köyünde bir çırpıda, sanki elinde bir tek kuruşmuş gibi sarfettiğini belirten tanıklar var. O halde bu paraların yarısını ayıramazdı!» diyeceklerdir. Peki ama kimdir bu tanıklar? Bu tanıkların sözlerinin ne derece doğru olduğu zaten mahkemede meydana çıkmıştır. Ayrıca başkasının yuttuğu lokma, insana daima büyük görünür. Son olarak da şunu söyleyebilirim: bu tanıklardan hiç biri bu paraları kendisi saymamış, sadece göz kararı ile o kadar olduğunu sanmıştır. Tanık Maksi-mov, sanığın elinde yirmi bin ruble olduğunu belirterek ifade vermedi mi? Görüyorsunuz ki, sayın jüri üyeleri, psikoloji iki ucu sivri bir değnektir. Bu bakımdan izin verirseniz, ben bu değneğin öbür ucumu uygulayayım, bakalım ortaya ne çıkacak?
Felâketten bir ay önce sanığa postayla gönderilmesi için Bayan Verhovtzeva tarafından üç bin ruble veriliyor. Yalnız burada şunu sorabiliriz:: bu paraların burada demin açıklandığı gibi böylesine küçük düşürücü bir tavırla, böylesine rezil edici bir şekilde verildiği doğru mu acaba? Bayan Ver-hovtzeva'nın bu konudaı vermiş olduğu ilk ifade, hiç de öyle değildi. İkinci ifadesinde ise, sadece kulağımıza öfkeli sesler, intikam çığlıkları, çoktandır gizli tutulan bir nefretin çığlıkları geliyordu. Ama bayanın birinci ifadesinde doğruyu söylememiş olmasa, bize ikinci ifadesinin de belki doğ-418