İçimden hayranlık içinde ayaklarına kapanmak geliyordu! Ama o anda böyle bir şey yapacak olursam, bunu sadece Mitya'yı kurtaracaklarına sevindiğim için yaptığımı sanacağım düşündüm. (Muhakkak öyle düşünecekti!) Bunu sanmakla, bana karşı ne kadar haksızlık etmiş olacaktı; bunu düşününce gene sinirlendim ve ayaklarına kapanacak yerde, onunla kavga etmeğe başladım. Ah, bu huyumdan ötürü ne kadar mutsuzum! Ama ne yapayım, karakterim öyle benim! Kötü, berbat bir huy işte! Göreceksiniz daha neler yapacağım. Şimdiden biliyorum, öyle şeyler yapacağım ki, eninde sonunda beni bir başkasının uğruna, birlikte daha rahat yaşı-yabileceği bir başkası uğruna bırakacak. Tıpkı Dimitriy'in yaptığı gibi. Ama o zaman... evet, o zaman artık buna dayanamam! Öldürürüm kendimi! Geldiğinizde size seslendiğim, ona da geri dönmesini söylediğim vakit, sizinle birlikte içeri girdiği anda, bana öyle bir nefretle, öyle bir kinle baktı ki, bunu görünce öfkeden deli gibi oldum! Birden bağıra bağıra katilin Dimitriy olduğuna onun beni inandırdığını söyledim. Mahsus iftira ettim! Tek onu bir daha iğnelemek için! Oysa, o hiç bir zaman bana katilin ağabeyi olduğunu' Söylememişti. Aksine bu kanıyı onda ben uyandırmak istemişimdir! Ah, her-şey, benim bu huysuzluğumdan oluyor! Evet, mahkemedeki o uğursuz sahne de benim yüzümden oldu. İvan bana ne kadar vicdanlı olduğunu, onun ağabeysini sevdiğim halde, gene de, ona karşı kin ve kıskançlık duyarak, Dimitriy'i mah-vetmiyeceğini göstermek istedi. İşte mahkemeye onun için çıktı... Bütün bunların nedeni benim, suçlu olan yalnız benim!
Katya o zamana dek, Alyoşa'ya bu çeşit açıklamalarda bulunmamıştı. Alyoşa onun, şimdi gururlu bir insan için gerçekten katlanması zor bir an yaşadığını, kendi gururunu çiğnediğini, yerlere kapanacak hale geldiğini ve müthiş açı çektiğini hissediyordu. Ayrıca o anda genç kadının çektiği bu acının bir nedeni daha vardı ve Alyoşa onu da biliyordu. Katya, Mitya'nın mahkûm oluşundan sonra bu nedeni ne kadar saklamaya çalıştıysa da, Alyoşa onu gene de sezmişti. Ama nedense hissediyordu ki, genç kadın o anda kendini yere atarak ona bu nedeni açıklayacak olsa, müthiş bir üzüntü duyacaktı! Katya mahkemede Dimitriy'i ele verdiği için acı çekiyordu ve Alyoşa anlıyordu ki, duyduğu vicdan üzüntüsü o kadar şiddetliydi ki, o anda ağlaya ağlaya, bağıra bağıra, çırpına çırpına kendini suçlamak isteğini duyuyordu, içindeki duygu kendisini buna zorluyordu. Ama Alyoşa böyle bir anın gelip çatmasından korkuyor, üzüntü içinde kendini mahveden genç kadını böyle kendini perişan etmekten korumak istiyordu. Bu yüzden oraya gelirken üzerine almış olduğu görev ona daha da ağır geliyordu. Bunun üzerine gene Mit-ya'dan söz açtı. Katya inatla ve kesin bir tavırla:
— Ziyanı yok, ziyam yok, siz onun için korkmayın! Onda herşey bir anlıktır. Ben onu bilirim! Onun nasıl bir yürek taşıdığını çok iyi bilirim ben. İnanın, kaçmaya razı olacaktır. Hem zaten bu şimdi olmıyacak ki, daha karar vermek için epey zamanı var! O vakte kadar İvan Fiyodoroviç iyi olacak ve işi kendisi idare edecektir. O zaman benim için yapılacak bir şey kalmaz! Üzülmeyin, kaçmaya razı olacaktır. Zaten razı olmuştur da: Hiç o yaratığı bırakabilir mi? O kadını Sibirya'ya bırakmazlar. Böyle olunca, kaçmayıp da ne yapacak? Aslında hep siz ahlâk bakımından onun kaçışım doğru bulmazsınız diye korkuyor. Evet, bundan korkuyor, ama bu konuda sizin karar vermeniz o kadar gerekli bir şeyse büyük bir cömertlik göstererek onun bunu yapmasına izin vermelisiniz.
Katya, bunu mahsus kinle söylemişti. Bir süre sustu, sonra alaylı alaylı gülerek gene söze başladı:
— Orada söylenip duruyor! İlâhiler okuyacakmış, taşıyacağı bir hac varmış, falan filân! Artık hatırlamıyorum neler dediğini. İvan Fiyodoroviç, bana o zaman birçok şeyler söylemişti. Ah!'Ne kadar çok şey söylemişti bir bilseniz!
Katya bunu birden karşı duyulmaz bir heyecanla ve yüksek sesle söylemişti.
— Bir bilseniz! Bana bunları söylediği sırada; zavallıyı ne kadar sevdiğini: aynı zamanda ondan ne kadar nefret ettiğini bir bilseniz! Bana gelince, ah, ben o vakit anlattıklarını da, gözyaşlarını da gururlu, alaylı bir gülüşle karşıladım! Allah beni kahretsin! Asıl âdi yaratık benim! İvan benim yüzümden beyin hummasına tutuldu! Öbürüne, mahkûm olana gelince, o da şu anda ileride çekeceği tüm acılara hazır mı sanki? Zaten öyle bir adam acı çeker mi? Onun gibi insanlar hiçbir zaman acı çekmezler.
Katya sözlerini sinirlilik içinde bitirmişti. Söylediklerinde artık bir nefret, çirkin bir küçümseyiş seziliyordu. Oysa Dimitriy'i kendisi ele vermişti. Alyoşa içinden: «Kimbilir belki de şimdi kendisini onun karşısında ne kadar suçlu hissediyordur. Belki de zaman zaman ondan nefret ediyordur» diye düşündü. İçinden bu nefretin sadece «zaman zaman» olmasını diliyordu. Katya'nın son sözlerinde bir meydan okuyuş sezmişti. Ama bu meydan okuyuşa karşılık vermedi. Katya daha da şiddetli bir şekilde çatıyormuş gibi:
— Sizi bugün buraya onu bu işe razı etmeniz için çağırttım! dedi. Yoksa siz de mi kaçmayı şerefsizce, yakışıksız ya da... insanlığa uymayan bir şey sayıyorsunuz?
Alyoşa:
— Hayır, ben bir şey demiyorum. Ona söylediklerinizin hepsini söyliyeceğim, diye mırıldandı.
Sonra kesin bir tavırla genç kadının gözlerinin içine bakarak birden:
— Ağabeyim sizi oraya çağırıyor, dedi.
Katya birden irkilerek, oturduğu divanın üzerinde geriye çekildi. Sapsarı olmuştu:
— Beni mi?... Öyle şey olur mu? diye mırıldandı.
Alyoşa ısrarla ve sanki yeniden canlanmış gibi:
— Olur ve olmalı, dedi. Onun asıl şimdi size çok ihtiyacı var. Eğer bir zorunluk olmasaydı, sizi vakti gelmeden üzmek ve bundan söz etmek istemezdim. Ağabeyim hasta. Neredeyse delirmiş gibi. Hep sizi istiyor. Ama barışmak için çağırmıyor sizi. Tek gelin, sadece ona kapının eşiğinden görünün, yeter Ağabeyini o günden bu yana çok şeyler geçirdi. Sizin karşınızda ne kadar suçlu olduğunu ancak şimdi anlıyor. Ama bağışlamanızı dilemiyor. «Beni bağışlaması imkânsız» diyor. Aynen öyle söyledi. Yalnız kapıda görünmeniz...
Katya:
— Beni birden... diye mırıldandı. Zaten ben tüm bu günlerde bana böyle bir şey söylemek için geleceğinizi hissediyordum... Beni çağıracağım biliyordum! Ama bu imkânsız bir şey!
— İmkânsız olsun! Siz gene bunu yapın! Düşünün ki, size ne büyük bir hakaret yapmış olduğunu hayatında ilk kez olarak anlamış ve şaşkınlık içinde kalmıştır. Şimdi hayatında ilk kez olarak kavrıyor bunu. Bugüne kadar hiç bir zaman bunu tam olarak kavramış değildi! «Eğer gelmeyi reddederse, o zaman ömrümün sonuna dek mutsuz kalacağım.» diyor. İşitiyor musunuz? Sibirya'ya yirmi yıl kürek mahkûmu olarak gidecek olan bir adam, hâlâ mutlu olmaya hazırlanıyor. Bu acınacak bir şey değil de nedir? Bakın, eğer oraya giderseniz, hiç suçu yokken, mahvolan bir insanı ziyaret etmiş olursunuz !
Bu sözler Alyoşa'nın dudaklarından bir çağrı gibi dökülmüştü :
— Onun elleri temizdir. Kana bulanmış değildir! İleride çekeceği o sonsuz acılar uğruna ağabeyimi şimdi ziyaret etmelisiniz! Gelin, onu bu karanlık yolculuğa uğurlayın... Eşikte bir an durun, yeter... Bunu yapmalısınız, yapmalısınız!
Alyoşa sözlerini bitirirken, «yapmalısınız» kelimesi üzerinde şiddetle durmuştu. Katya inler gibi:
— Yapmalıyım, ama... yapamam, dedi. Onunla göz göze geleceğiz... Bunu yapamam.
— Onunla gözgöze gelmelisiniz, eğer şimdi buna karar vermezseniz, ömrünüzün sonuna dek nasıl yaşıyacaksınız?
— Ömrümün sonuna dek acı çekeyim, daha iyi. Alyoşa gene itiraz kabul etmez bir sesle:
— Gitmelisiniz, gitmelisiniz! dedi.
— İyi ama, neden bugün, neden hemen gitmeliyim? Hastayı bırakamam ki!
— Bir dakika için bırakabilirsiniz. Bir dakikadan bir şey olmaz. Fazla değil ki. Eğer gitmezseniz, ağabeyimin bu gece ateşi yükselir, kendisi de yatağa düşer. Bilirsiniz ki, size yalan söylemem ne olur, acıyın ona!
Katya acı acı:
— Asıl siz bana acıyın, diye sitem etti ve ağlamaya baş ladı.
Alyoşa ağladığını görünce kesin bir tavırla:
— Demek gideceksiniz, dedi. O halde şimdi geleceğinizi gidip kendisine söyleyeyim.
Katya korku içinde:
— Hayır, hayır, sakın söylemeyin! diye bağırdı. Gideceğim, ama kendisine bunu önceden söylemeyin. Belki giderim, ama içeri girmem... daha karar vermedim.
Sesi kesiliverdi. Güçlükle soluk alıyordu. Alyoşa gitmek için ayağa kalktı. Genç kadın gene sarararak yavaşça:
— Peki ya orada biriyle karşılaşırsam? diye söylendi. Alyoşa ısrarla:
— İşte onun için şimdi gitmeniz gerekiyor. Hiç kimseyle karşılaşmamanız için! Merak etmeyin, gittiğiniz zaman orada kimse olmayacak! Doğru söylüyorum. Bekleriz! diyerek kapıdan dışarı çıktı.
YALAN BİR AN İÇİN GERÇEK OLMUŞTU... '
Alyoşa aceleyle hastaneye gitti. Mitya şimdi orada yatıyordu. Mahkeme kararını bildirdikten sonra, ikinci günü sinirleri bozularak ateşi yükselmiş, bu yüzden de bizim kent hastanesinin mahkûmlara mahsus bölümüne gönderilmişti. Ama doktor Varsinskiy, Alyoşa ile birçok başka kişilerin ricası üzerine (bu başka kişiler Hohlakova, Liza gibi kişilerdi) Mityaryı mahkûmlarla birlikte değil de, ayrı bir yere, bir vakitler Smerdyakov'un yattığı küçücük odaya yatırmıştı. Bununla birlikte koridorun sonunda bir nöbetçi vardı, pencere de parmaklıydı. Varvinskiy'in ona böyle ayrı bir muamele yaptığı için vicdanı rahat olabilirdi; gerçi bu davranışı pek yasaya uygun değildi ama, kendisi iyi yürekli ve başkalarının acısını paylasabilen bir gençti. Mitya gibi bir insan için, birden katillerin; hırsızların bulunduğu bir topluluğa girmenin ne kadar ağır olduğunu ve buna önce alışması gerektiğini anlıyordu. Akrabalarla tanıdıkların ziyaretlerine ise hem doktor, hem cezaevi müdürü, hem de emniyet amiri izin vermişlerdi; hepsi zaten oradaydı. Ama o günlerde Mitya'yı yalnız Alyoşa ile Gruşenka ziyaret etmişlerdi. Bu iki kez Rakitin de onu görmek istemişti ama; Mitya ısrarla Varvinskiy'den onu içeri bırakmamalarını rica etmişti.
Alyoşa içeriye girdiği vakit, Mitya'yı yatağının üzerinde oturmuş, sırtına hastanenin beylik sabahlıklarından birini . geçirmiş, biraz ateşi yükselmiş, basma da sirkeye batırılmış bir havlu sarmış olarak buldu. Mitya içeriye giren Alyoşa'ya gözlerinde belirsiz bir anlamla baktı. Bu bakışta korkuya benzeyen bir duygu belirip kaybolmuştu. Zaten mahkemeden ba yana çok düşünceli olmuştu. Bazen yarım saat kadar sustuğu oluyordu. O zaman sanki zihninin tüm gücünü toplayarak müthiş bir üzüntü içinde bir şeyler düşünüyor, o sırada yanında bulunanı da unutmuş görünüyordu. Düşüncelerinden sıyrılıp konuşmaya başlayacak olsa bile, daima söze garip bir şekilde birdenbire başlıyor ve muhakkak asıl söylenmesi gereken şeyle hiç bir ilgisi bulunmayan bir konudan söz açıyordu. Bazen kardeşine üzüntüyle bakıyordu. Gruşen-ka'nm yanında iken Alyoşa ile olduğundan daha az üzüntü duyuyor gibiydi. Bununla birlikte, onunla hemen hemen hiç konuşmuyordu. Ama genç kadın içeriye girer girmez yüzü sevinçle aydınlanıyordu. Alyoşa, hiç konuşmadan yatağın üzerine, yanına oturdu. Mitya onu bu sefer endişeyle beklemişti. Ama bir şey sormaya cesaret edemedi. Katya'nın gelmeye razı olacağını düşünmeyi bile olmayacak bir şey sayıyordu. Öyleyken hissediyordu ki, eğer Katya gelmeyecek olursa, o zaman daha da müthiş şeyler olacaktı. Alyoşa düşüncelerini anlıyordu.
Mitya önemli bir şey söylüyormuş gibi: — Baksana, diyorlar ki; Trifon Borisiç tüm hanını alt üst etmiş, diye söze başladı. Döşemeleri kaldırıyor, tahtaları söküyormuş. Söylediklerine göre, tüm «galerisini» paramparça etmiş. Hep hazineyi arıyormuş, işte o parayı, savcının oraya sakladığını söylediği bin beş yüz rubleyi arıyormuş. Gelir gelmez hemen dört bir tarafı araştırmaya başlamış. Oh olsun keretaya! Buranın gardiyanı dün anlattı, kendisi oradan geldi de. Alyoşa:
— Bak bir şey söyleyeceğim, dedi. Katya gelecek. Yalnız ne zaman geleceğini bilmiyorum. Belki bugün, belki önümüzdeki günlerde. Bilmiyorum. Ama gelecek, muhakkak gelecek, bu artık kesin!
Mitya irkildi, bir şey söyleyecek oldu, ama söylemedi. Bu haber ona müthiş bir etki yapmıştı. Belliydi ki, Alyoşa'nın Katya ile yaptığı konuşmaların ayrıntılarını öğrenmek istiyordu. Ama o sırada gene ona bir şey sormaktan korkuyordu. Katya'nın acımasız, onu küçümseyen, nefretli bir karşılık verdiğini öğrenmesi o anda ona bıçak vuruşu gibi etki yapabilirdi.
— Şunu da söyleyeyim ki, Katya eğer kaçarsan vicdan üzüntüsü çekmemen için seni teselli etmemi istedi. Eğer o zamana dek İvan iyi olmazsa, bu işi kendisi üzerine alacakmış.
Mitya düşünceli bir tavırla:
— Bunu, bana zaten daha önce söylemiştin, dedi. Alyoşa:
— Sen de hemen Gruşa'ya haber verdin değil mi? dedi. Mitya:
— Evet, diye itiraf etti. Gruşa bu sabah gelmeyecek. Bunu söylerken çekingen bir tavırla kardeşine baktı:
— Ancak akşama gelecek. Ona bu iş için Katya'nın uğraştığını söylediğim vakit, bir şey söylemedi ama, dudaklarını büktü. Yalnız «varsın uğraşsın!» dedi. İşin önemli olduğunu anladı. Onu daha fazla üzmek istemedim. Herhalde şimdi artık Katya'nın beni değil de İvan'ı sevdiğini anlamıştır, değil mi?
Alyoşa elinde olmayarak:
— Acaba? dedi.
— Belki de anlamıyordur, kimbilir?
Mitya bunu söyledikten sonra tekrar acele ile:
— Ama ne olursa olsun bu sabah buraya gelmeyecek, dedi. Ona bir görev verdim... Sana bir şey söyleyeyim mi, îvan ağabeyim herkesi geride bırakacak. Asıl yaşamaya o lâyıktır, biz değil! Hastalığı geçecek, iyi olacak. Alyoşa:
— Gerçi Katya onu niçin korkudan tiril tiril titriyor ama, iyi olacağından hemen hemen hiç şüphe etmiyor.
— Öyleyse muhakkak öleceğini düşünüyordur. İyi olacağına inanmış görünmesi korkusundan ileri geliyor.
Alyoşa endişeyle:
— Ağabeyim sağlam yapılıdır! Ben de aynı şeyi umut ediyorum, inşallah iyi olur!
— Olacaktır! Göreceksin, iyi olacak. Ama ne yaparsın, Katya öleceğine inanıyor. Ne de çilesi varmış kadının...
Bir sessizlik oldu, Mitya, çok önemli bir şeye üzülüyor gibiydi. Birden neredeyse ağlamaklı, titrek bir sesle:
— Alyoşa, Gruşa'yı çok seviyorum! dedi. Alyoşa hemen:
— Gideceğin yere bırakmazlar onu! diye karşılık verdi. Mitya garip, tiz bir sesle söze devam etti.
— Bak, sana bir şey daha söyleyeceğim! Eğer yoldayken ya da orada bana dayak atmaya kalkarlarsa, kendimi dövdürmem. Dayak atmaya kalkanı öldürürüm. O zaman beni kurşuna dizerler. Düşünsene yirmi yıl bu! Daha şimdiden benimle burada senli benli olmaya başladılar. Gardiyanlar bile bana: «Sen diyorlar. Bu gece yattığım yerde hep kendimi sınadım: Hayır bu işe hazır değilim! Böyle bir şeyi yüklenmeye gücüm yok! Tanrıya «övgü»ler söylemek istiyordum, ama şimdi gardiyanların benimle senli benli oluşuna bile dayanamıyorum! Gruşa uğruna her şeye katlanabilirim, her-şeye... Dayaktan başka herşeye. Ama onu oraya bırakmazlar ki!
Alyoşa hafifçe gülümsedi:
— Dinle ağabey, sana ilk ve son kez olarak söylüyorum: Şimdi bu konuda düşüncelerimi açıklayayım sana. Biliyorsun değil mi? Sana hiç yalan söylemem. Onun için dinle: Sen bu işe daha hazır değilsin! Zaten böylesine büyük bir çileye katlanmak sana göre değil. Bundan başka, senin gibi bu işe hazır olmayan birinin büyük çilelere seve seve katlananlara özgü bir ceza çekmesi gerekmez! Eğer babamı öldürmüş olsaydın, o zaman cezanı kabul etmiyorsun diye üzülürdüm. Ama sen suçlu değilsin ki! Böyle bir ceza senin için aşırı bir şey olur. Biliyorum, çile doldurarak kendi içinde bambaşka bir insan yaratmak istiyordun! Ama bence, nereye kaçarsan kaç, sadece ömrünün sonuna dek içinde yaratmak istediğin o başka insanı unutmaman bile yeterli. Bu büyük çileyi kabul etmemiş olman, sadece daha da büyük bir borç hissetmene yol açacaktır... Bundan böyle ömrünün sonuna dek bu borcu hissederek kendini yeni bir insan olarak yaratmak için daha çok imkân bulacaksın; belki de oraya gitmiş olsaydın, bu kadarını yapamıyacaktım. Çünkü oraya gidince başına gelenlere de dayanamayacak, isyan edecek, belki de sonunda «borcumu ödedim artık!» diyecektin. Avukat, bu konuda doğru söyledi. Böyle ağır yükler herkesin harcı değil. Hatta bazılarına göre taşıması imkânsız şeylerdir. İste merak ediyorsan bu konudaki düşüncem bu. Kaçışından ötürü başkaları sorumluluk altında kalacak, subaylardan, erlerden hesap sorulacak olsaydı, kaçmana «izin vermezdim.» Alyoşa bunu söylerken gülümsemişti:
— Ama diyorlar ki, hem de bunu kesin olarak söylüyorlar (Hatta bunu İvan'a kafile başkanının kendisi söylemiş) pek fazla sorgu sual etmeyeceklermiş. İş ustalıkla yapılırsa, belki de ulak tefek şeylerle geciştirilebilirmis. Tabii rüşvet vermek, böyle bir durumda bile doğru olmayan bir davranıştır. Ama bu konuda bir yargıda bulunacak değilim. Çünkü İvan'la Katya bu işte senin için uğraşmak görevini bana vermiş olsalardı biliyorum ki, ben de rüşvet verirdim. Bunu sana açıkça söylemek zorundayım. Onun için davranışını yere-mem. Yalnız şunu bil ki, seni hiç bir zaman suçlamam! Hem zaten bu işte ben seni nasıl yargılayabilirim? Garip şey! Herneyse... galiba artık bu konuda herşeyi belirtmiş oldum.
Mitya:
— Asıl cezayı kendime ben vereceğim! Ben! diye bağırdı. Kaçacağım! Zaten bu iş bana sorulmadan kararlaştırılmış. Hiç Mitya Karamazov kaçmadan durabilir mi? Ama bunu yaparsam, kendimi suçlu hissedeceğim ve orada, ömrümün sonuna dek günahlarımın kefaretini ödemeye çalışacağım! Cizvitler öyle derler değil mi? İşte şu anda ikimizin de yaptığı gibi öyle değil mi?
Alyoşa hafifçe gülümsedi:
— Öyle.
Mitya rahatlayarak güldü:
— Beni neden severim, bilir misin? Daima gerçeği olduğu gibi söylediğin, hiç bir şeyi gizlemediğin için! diye bağırdı. Demek, eninde sonunda bizim Alyoşa'yı Cizvitler gibi düşünürken yakaladım! Bunu söylediğim için yanaklarını öp-meliyim! Eh madem öyle, şimdi gerisini de dinle. Sana içimde gizlediğim diğer şeyleri de açıklayayım. Bak, neler düşündüm, nelere karar verdim: Eğer kaçarsam, yanımda para da, pasaport da olsa, hatta Amerika'ya da kaçsam; bana moral gücü verecek olan tek şey şudur; ben oraya sevinç içinde ve mutlu bir hayat yaşamak için kaçmayacağım. Orası gerçekten benim için bir başka sürgün hayatı olacak. Hatta belki oradaki hayatım öbüründen hiç de daha rahat ol-mayacak. Orası, buradan aşağı kalmaz Aleksey! Doğru söylüyorum, aşağı kalmaz! O Amerika'dan daha şimdiden nefret ediyorum. Gruşa yanımda olsa bile, aynı şeyi duyacağım. Bir kez baksana ona: Hiç Amerikalı kadına benziyor mu? Tepeden tırnağa Rustur o! Vücudunun her bir parçacığı Rus-tur! Orada ana vatana özlem çekmeye başlayacaktır. Ben de bu özlemi benim yüzümden çektiğini, böyle bir çileye benim için katlandığını her an, her saat göreceğim. Oysa onun bunda suçu ne? Sonra ben oradaki pis heriflere dayanabilecek miyim? Hatta hepsi benden iyi olsa bile. Evet Amerika'dan daha şimdiden nefret ediyorum! Amerikalıların hepsi her biri teknikte şaşılacak kadar ileri olsalar bile... yerin dibine batsınlar. Benimle aynı kanda, aynı ruhta olan insanlar mı? Ben Rusya'yı seviyorum Aleksey! Benim Tanrım Rusların Tanrısıdır! Kendim alçağın biri olsam bile! Orada geberir giderim be!
Bunu gözleri birden çakmak çakmak olmuş bir halde bağırarak söylemişti. Sesi ağlamaklıydı. Duygularını bastırarak gene söze başladı.
— Onun için şu kararı verdim, Aleksey: Gruşa ile craya geldik mi, hemen toprağı sürmeye başlayacağız. Yaban ayılarının dolaştığı yerlerde çalışacağız. Mümkün olduğu kadar uzak bir yerde, yalnızlık içinde yaşıyacağız. Orada da uzak' bir yer bulunur herhalde! Diyorlar ki, oralarda hâlâ kızılderililer yaşıyormuş. Tâ cehennemin bucağında bir yere gideriz. Oraya yerleşiriz, son Mohikan'ların yaşadığı yere. Sonra hemen dil öğrenmeye başlarız, Gruşa da ben de çalışırız. Bir taraftan iş, bir taraftan gramer. Üç yılı böylece geçiririz. Bu üç yıl içinde, İngilizceyi tıpkı İngilizler gibi öğreniriz. Öğrenir öğrenmez de elveda Amerika! Hemen buraya Amerikan vatandaşı olarak Rusya'ya koşup geliriz. Merak etme, bu küçük kente gelecek değiliz. Uzaklarda bir yerde, kuzeyde ya da güneyde saklanırız. O zamana dek tabiî değişirim... Gruşa Amerika'da bambaşka olur. Doktorun biri yüzüme bir ben yapar. Boşuna teknikte ileri gitmediler ya. O da olmazsa, bir gözümü kör ederim, bir arşınlık sakal bırakırım. Kırlaşmış bir sakal (Rusya'nın özlemini çekerken sakalım ağaracak tabiî) Bir de bakarsın, beni burada tanımazlar. Tanırlarsa da, varsın sürgün etsinler. Ne yapayım? Demek «kısmet değilmiş!» derim. Burada da ıssız bir yerde toprağı işlerim. Ömrümün sonuna dek Amerikalıymışım gibi rol yaparım. Buna karşılık, hiç değilse ölümümüz ana vatanda olur. İşte benim planım bu! Artık bundan vazgeçmem. Nasıl beğendin mi?
Alyoşa ona itiraz etmek istemediği için:
— Beğendim! dedi.
Mitya bir an sustu; sonra birden:
— Ama mahkemede ne dolap çevirdiler! Nasıl oyun oynadılar?
Alyoşa içini çekti:
— Böyle dolap çevirmemiş olsalardı, gene de seni mahkûm ederlerdi, dedi.
Mitya üzüntüyle:
— Evet, buranın halkı artık benden bıktı! Eh, Tanrı görsün hallerini! Ama gene de bu iş bana öyle ağır geliyor ki! diye inledi.
Gene bir dakika kadar sustular. Sonra Mitya birden:
— Alyoşa, şöyle; indir hançeri göğsüme! diye bağırdı. Söyle Katya şimdi gelecek mi, gelmeyecek mi? Sana ne dedi? Neler söyledi?
Alyoşa çekingen bir tavırla ağabeyine baktı:
— Geleceğini söyledi, ama bugün gelir mi, bilmiyorum. Durumu kolay değil ki!
— Tabiî kolay değil. Kolay olur mu? Alyoşa, vallahi bunu düşündükçe deli olacağım. Gruşa hep bana bakıp duruyor. O da anlıyor. Ah Tanrım, beni uysal bir hale getir. İstediğim şey ne? Katya'nın buraya gelmesini istiyorum! Ama bunu neden istediğimi anlıyor muyum? Bu da Karamazov'lara özgü bir aşırılıktan, bir arsızlıktan başka ne ki! Hayır, ben çile dolduracak insan değilim! Alçağın biriyim! ben! Benim için bundan başka hiç bir şey söylenemez! Alyoşa:
— İşte geldi! diye bağırdı.
O anda eşikte birden Katya göründü. Genç kadın bir an için durakladı. Garip, şaşkın bir bakışla Mitya'yı tepeden tırnağa süzüyordu. Mitya birden ayağa fırladı. Yüzünde korku belirmişti. Sarardı, ama hemen sonra dudaklarında yalvaran, çekingen bir gülümseyiş titredi ve genç adam kendini tutamayarak her iki elini de Katya'ya doğru uzattı. Katya bunu görünce, hemen ona doğru atıldı. Mitya'nın iki elini tuttu ve onu hemen zorla yatağa oturttu. Sonra kendisi de yanına oturdu. Hâlâ ellerini bırakmıyor, onları sinirli sinirli sıkıyordu. Birkaç kez ikisi de birbirlerine bir şeyler söylemek istediler. Ama hemen sonra gene susarak sanki gözlerini birbirlerinden ayıramıyorlarmış gibi ve dudaklarında garip bir gülümseyişle bakıştılar. Böylece iki dakika kadar -bir süre geçti. Sonunda Mitya:
— Beni bağışladın mı? diye kekeledi ve aynı anda Alyo-şa'ya doğru dönerek, sevinçten yüzü kırış kırış olmuş bir halde ona: «Bak ne Koruyorum, işitiyor musun? İşitiyor musun?» diye bağırdı.
Katya birden elinde olmayarak, ta yürekten gelen bir sesle:
— Zaten seni cömert bir yüreğin olduğu için seviyordum! dedi. Sen benden değil, ben senden özür dilemeliyim! Ama bağışlasan da, bağışlamasan da, ömrümün sonuna dek kalbimde bir yara olacak kalacaksın. Ben de senin içinde öyle kalacağım. Zaten hakettiğimiz de bu...
Soluk almak için bir an sustu, sonra gene heyecanla ve 'acele ederek söze başladı:
— Buraya niçin geldim? Ayaklarına kapanmak, ellerini sıkmak için. Canını acıtırcasına elini sıkmak istiyorum! Hatırlıyor musun, Moskova'da nasıl sıkmıştım? Sana gene şu-
.nu söylemek için geldim! Sen benim Tanrımsın, sen benim tek sevincirnsin! Bunu söylemeye geldim sana! Buraya, seni canım gibi sevdiğimi söylemeye geldim!
Bunu acı çekiyormuş gibi, inlercesine söylemişti. Birden müthiş bir heyecanla dudaklarını Mitya'nın eline yapıştırdı.
Gözlerinden yaşlar fışkırmıştı. Alyoşa, hiç bir şey söylemeden utanç içinde duruyordu; o anda böyle bir şeyi görmeyi hiç beklemiyordu.
Katya tekrar söze başladı:
— Artık sevgi geçti Mitya! Ama geçmişe gömülen bu duygu benim için, onu andığım vakit acı duyacak kadar değerlidir. Bunu ömrünün sonuna dek unutma! Şimdi, hiç olmazsa bir an için, vaktiyle olabilecek şeylerin olmasını istiyorum...
Bunu hüzünlü bir gülümseyişle, ama gene sevinçle gözlerinin içine bakarak kekelemişti:
— Şimdi sen bir başkasını seviyorsun. Ben de bir başkasını seviyorum. Öyleyken gene de ömrümün sonuna dek, seni seveceğim! Sen de beni seveceksin. Bunun böyle olacağını biliyor muydun? Bak dinle: Beni sev, ömrünün sonuna dek sev!