Sözün Konusunun Özellikleri
Her sözün konusu (hakkında sözü edilen kişi veya şeyler) bir takım özellikler taşır. Bu özelliklerin konuşmacı veya dinleyici tarafından “bilinmesi imkânsız veya bilinmemiş özellikler” ve “bilinebilir veya bilinmiş özellikler” olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Konuşmacı veya dinleyici tarafından bilinmesi imkânsız veya bilinmemiş özellikler, konuşmacının özelliklerinin sözdeki tesirinin ölçüsü konusunda yapılan açıklamada olduğu gibi onun sözünü anlamakta etkin kılınamaz. Çünkü konuşmacı bu özellikleri dikkate almamıştır veya dinleyici konuşmacının sözünü anladığında bu özelliklerden haberdar olmamış ve olamamıştır. Konuşmacı, bu özellikleri kendi sözü için bir karine kılmadığı malumdur. Fakat az bir dikkatle konuşmacı ve dinleyicinin algıladığı, onlar açısından bilinen özellikler söz için muttasıl karinelerden biridir. Konuşmacı bu özelliklerin dinleyici açısından bilindiğini dikkate alarak kendi maksadının beyanında buna itimat eder. Dinleyici de bu özelliklerin konuşmacı açısından açık olduğunu dikkate alarak ve onun da bunları dikkate aldığından yola çıkarak, bunu konuşmacının sözünün mana ve tefsirine dayanıp karine kılar.
Konunun bu özelliklerinin konuşmacı, muhatap ve dinleyiciler için belli ve açık olması veya konuşma anında muhatap ve dinleyicilere malum olmadığı halde pratikte az bir dikkatle aşikâr olması konuşma esnasında mantık sahipleri tarafından uygulanan bir yöntemdir. Zira konuşmacının sözünün yanında onun maksadını anlatma salahiyeti taşıyan her şey konuşma dilinde akil insanlar nezdinde karine olma niteliğini taşır ve akıl erbabı konuşmalarında ondan karine olarak faydalanırlar. Mesela eğer konuşmacı ve dinleyici tarafından “a” şahsiyetinin Kurân ilimleri konusunda uzman olduğu ancak felsefe ve kelam konusunda fazla birikimi olmadığı biliniyorsa ve konuşmacı “a” şahsiyetinin uzmanlığından faydalanmak gerektiğinin zaruretini ifade ederek: “O kanaat sahibidir, uzmandır, onun görüş ve tecrübelerinden faydalanmak gerekir.” diyorsa böyle bir durumda yukarıdaki cümle her ne kadar kayıtsız ve mutlak olsa da dinleyicinin bu söze istinaden felsefe ve kelam konusunda “a” şahsiyetine müracaat etmesi ve konuşmacının sözünden maksadının “a” şahsiyetinin her alanda uzman olduğudur sonucunu alması doğru olmaz. Bu örnekte “a” şahsının uzmanlık alanı dinleyici ve konuşmacı tarafından bilindiği için artık konuşmacının, “O, Kurân ilimleri dalında ihtisas ve görüş sahibidir.” demesine gerek kalmamıştır. Burada dinleyicinin de cümleye konu olan kişinin mutlak olarak her alanda veya Kurân ilimleri dışında bir konuda da uzman olduğu anlamını çıkarması doğru değildir. Çünkü mevzunun konuşmacı ve dinleyici tarafından bilinen özellikleri, onun (a şahsının) Kurân ilimleri konusunda uzman olduğunun kastedildiğine bir karinedir.
Öyleyse Kurân ayetlerinin mevzusuna ait Kurân muhatapları tarafından bilinen özellikler ve ayrıcalıklar514 Yüce Allah’ın maksadını elde etme yolunda birer karine olarak dikkate alınmalıdır. Şunu da söylemek mümkündür: Kurân ayetlerinin sahibi (konuşmacısı), sözünün özelliklerinden hiçbiri kendisine gizli kalmayan Yüce Allah’tır. Bu sözlerin direkt muhatabı ise Allah’ın inayet ve lütfü ile tüm ayetlerin konularındaki özelliklerden haberdar olan Yüce İslam Peygamberidir (s.a.a). Kurân-ı Kerim’de ayetlerin konusuna ait tüm gerçek ve somut özellikler sözün karinelerindendir ve her ayeti anlamak için onun konusuna ait tüm özellikleri bilmek gerekir ve ancak bunları dikkate alarak Kurân’ın anlamına ve Yüce Allah’ın maksadına ulaşılabilir.
Binaenaleyh eğer ayetlerin konusu (geçmiş peygamberler, önceki dinler, geçmişte yaşamış kavimler veya şahıslar ve önceki dönemlerde vuku bulmuş olaylar gibi) tarihi konular olursa bu konulara ait tarihi ayrıntıları bilmek ve ilgili ayetlerin mefhumunu bunların ışığında anlamak gerekir. Eğer ayetlerin konusu (rüzgâr ve yağmur, gök ve yer, ay ve yıldızlar, cenin vb. gibi) doğal fenomenler olursa bu konularla ilgili özellikleri dikkate alarak ayetleri tefsir etmek gerekir. Eğer ayetlerin konusu (Yecüc ve Mecüc’ün seddi ve Zül-Karneyn’in gittiği yerler gibi) coğrafi konular ise bu ayetlerin tefsirinde ilgili coğrafi konumlar ve özelliklerden faydalanmak gerekir. Eğer ayetlerin konusu (Şeytan, cin, melekler ve ölümden sonraki âlem gibi) metafiziki ve görünmeyen şeylerse bu tür ayetlerin tefsirinde gaybı bilenlerden, yani Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehl-i Beytinden (a.s) nakledilen rivayetlerde bu konuların özelliğine dair yapılan açıklamalar dikkate alınmalı, bunların ışığında ayetlerin gerçek maksadı anlaşılmalıdır. Diğer konuları ihtiva eden ayetlerde de aynı minvalde o konularla ilgili özellikler uygun yollardan öğrenilmeli ve ilgili ayetlerin tefsirinde dikkate alınmalıdır.
Bu açıklamalara dayalı olarak Kurân konularının çeşitliliği ve geniş kapsamı da göz önünde bulundurulduğunda ayetlerin gerçek maksatlarının anlaşılmasında bu karineyi dikkate almanın önemli rolü olduğu ortaya çıkmaktadır. Böylece müfessirin pozitif bilimler hususunda, tarih ve coğrafya hakkında bilgi sahibi olmasının, Peygamber (s.a.a) ve hidayet önderlerinden (a.s) nakledilmiş rivayetlerden faydalanmasının Kurâni konuları anlamadaki lüzumu (veya en azından faydası) da anlaşılmış olmaktadır. Müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimler bölümünde bu konuda daha fazla açıklamada bulunacağız.
Dostları ilə paylaş: |