“Herkes kendi karakterine göre hareket eder


II. ÖFKE HALİNİN TEŞRİ KAYNAĞI OLUP OLMAMASI



Yüklə 426,14 Kb.
səhifə3/8
tarix27.12.2017
ölçüsü426,14 Kb.
#36157
1   2   3   4   5   6   7   8

II. ÖFKE HALİNİN TEŞRİ KAYNAĞI OLUP OLMAMASI

A. HZ. PEYGAMBER’İN İCTİHÂDI


Allah-u Teala “Sizin için Allah (cc) Rasûlü’nde en güzel örnek vardır.”52 Buyurarak Hz. Peygamber (sav)’i mutlak anlamda bir örnek olarak takdim etmekte herhangi bir ayrıma tabi tutmamaktadır.

Konumuzla ilgili olarak burada akla şöyle bir soru gelebilir. Acaba Hz. Peygamber (sav)’in öfkeli halde iken söylediği sözler, verdiği hükümler de bizim için örnek midir, teşri kaynağı mıdır?

Bu sorunun cevabına gider yol “genelde Peygamberler, özelde Peygamberimiz Hz. Muhammed tüm fiillerinde masum mudur?” Sorusuna verilecek cevaptan geçmektedir.

Allah (cc) gönderdiği dini Peygambere duyulacak güven üzerine bina etmiş, insanlar da evvela o dini getiren Peygamberin doğruluğuna inanmışlardır. Doğru olmayan bir Peygamberin, Peygamberlik iddiasında bulunanın etkili olması düşünülemez53.

Hz. Peygamber (sav)’in vahyin direktifleri ve kişisel tercihleri doğrultusunda hareket ederek yaşadığı hayat tarzı ve gittiği yola genel olarak sünnet tabiri kullanıyoruz54.

Sahabe Hz. Peygamber (sav)’in fiilî ve kavli beyanlarını, vahiy kaynaklı olup-olmaması bakımından ayrıma tabi tutarlar ve “Vahiy kaynaklı mı yoksa kişisel görüş mü” diye sorarlardı. Kişisel görüş olduğunu öğrendiklerinde ise, kendi fikirlerini de söylerlerdi55.

Ashabın bu anlayışı ve tutumu sonraki nesillere de intikal etmiş, başta usulcüler olmak üzere ulema, Peygamber’in söz ve fiillerini bağlayıcı olup-olmaması, vahyi veya ictihâdî olup-olmadığı gibi başlıklar altında değerlendirerek ayrıma tabi tutmuşlardır56.

Beşerî bilgi birikimine dayanan savaş stratejisi ve bazı iktisâdi tedbirler gibi sırf dünyevî sayılabilecek konularda Allah (cc) Rasûlü’nün ictihâd yetkisinin bulunduğu konusunda İslâm Âlimleri arasında görüş birliği vardır57.

Dünyevî meselelerde Rasulullah (sav)’ın ictihâd edebileceğini söyleyen âlimler, dinî meselelerde ictihada dayalı hüküm verme yetkisinin bulunup-bulunmadığı hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Bu konuda temelde üç farklı anlayışın ortaya çıktığı görülmektedir.

1. Usulcülerin çoğunluğu aklî ve naklî delillere dayanarak özellikle vahiy gelmeyen konularda, Rasulullah (sav)’ın ictihâd yetkisinin bulunduğu görüşünü benimsemişlerdir58.

2. İbn Hazm gibi bazı usulcüler, kendilerine göre bazı gerekçeler öne sürerek Hz. Peygamber (sav)’in dinî konularda ictihâd yetkisinin bulunmadığı görüşünü savunmuşlardır59.

3. Bakıllânî ve Gazali gibi bazı âlimlere göre ise, Hz. Peygamber (sav)’in ictihâd ettiğine dair deliller yeterli olmasa da; buna mani bir durum da yoktur. Hz. Peygamber (sav)’in ictihadı, aklen mümkündür60.

Çoğunluğa göre herhangi alan ayrımı gözetmeksizin hakkında vahiy gelmeyen her konuda Allah Rasûlü, ictihâd yetkisine sahiptir. Sıradan bir müctehidin bile her anlamda ictihâd yetkisi varsa; Hz. Peygamber (sav)’in böyle bir hakka sahip olması, önceliklidir61.

Bu konuda önemli nasslardan biri, “Allah (cc)’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma.”62 Ayetidir.

Bu âyet, zımnen Hz. Peygamber (sav)’in Kur’ânî esaslara bağlı kalarak hakkında vahiy bulunmayan konularda kişisel rey ve ictihâdına göre hüküm verme yetkisinin bulunduğunu ifade etmektedir63.

Yine diğer bir delil de “İş hususunda onlar ile istişâre et”64 âyetidir. Bu âyette alan ayrımı yapmaksızın Hz. Peygamber (sav)’e, hakkında vahiy gelmeyen konularda ashabı ile istişâre etmesi emredilmektedir.

Bu konuda önemli delillerden biri de Hz. Peygamber (sav)’in zaman zaman ictihâdî kararlar alması ve itâb ayetleri ile bu kararlarının bazılarında vahiy tarafından65 uyarılarak düzeltilmesidir.

Sünnetten delillerine gelince “Hz. Peygamber (sav)’in harem bölgesi kabul ettiği Mekke’de amcası Abbas’ın talebiyle “izhîr otunu, yasaklanan şeylerden istisna etmesi”66, ezan konusunda sahabe ile istişare etmesi67, bu yetkiyi temellendiren en önemli delillerdendir.

Hz. Peygamber (sav)’in ictihâd yetkisi olmadığı görüşünü savunanlar “O, arzusuna göre konuşmaz. O bildikleri, vahiyden başkası değildir”68 ayeti ile “Ben, ancak bana vahyolunana tabi olurum”69 ayetini iddialarına delil olarak göstermektedirler.

Sünnetten deliller de, Peygamber’in zıhar ve ifk gibi konularda hemen hüküm vermeyip vahiy beklemesidir.

Kıyasî olarak da şöyle bir fikir ileri sürmektedirler: Her Peygamber, vahiy yoluyla kesin bilgiye ulaşabilir. Öyleyse zandan öteye gitmeyen ictihâd yöntemine başvurması, mümkün değildir. İctihadda hata ve yanılma, her zaman mümkündür. Allah (cc) Rasûlü’nün ictihâd ettiğini söylemek, diğer müctehidlere olduğu gibi O’na da muhalefet edilebileceği sonucunu doğurur ki, bu da muhaldir70.

Bizi ilgilendiren sonuçları itibariyle; Peygamberimizin ictihadda bulunduğu görüşünü benimseyen başta Kadı Beydavî ve Râzî olmak üzere pek çok usulcü, O’nun ictihâdî hükümlerinde hata yapmadığını savunmuştur.

Hanefî, Şafiî, Hanbelîler, muhaddislerin birçoğu ve bir grup Mutezile âlimi ise, Rasûlüllah (sav)’ın herkes gibi ictihadında hata yapabileceğini ancak hatası üzere bırakılmayacağını benimsemişlerdir71.

İslâm’da Kur'ân ve Sünnet, dinî hükümlerin aslî iki kaynağı ve belirleyicisidir. Ancak bunların anlaşılması ve yorumlanması; bu konularda Peygamber’in ve diğer Müslümanların rey yoluyla ictihâd etmesi meselesi Usulcüleri meşgul etmiştir. Rey yoluyla ictihâdı caiz görenler, Hz. Peygamber (sav)’in bu yolla görüş beyan ederek ümmete örnek olduğun bildirirler. Diğer bir gurup ise, “İnsanlar arasında Allah (cc)’ın sana gösterdiği ile hüküm veresin diye sana Kitabı hak ile indirdik.”72 “O, Arzusuna göre konuşmaz; o bildikleri vahyedilenden başkası değildir.”73 Ayetlerine dayanarak reyi caiz görmemişler ve Peygamber’in tüm sözlerini vahiy kabul etmişlerdir.74

Fahreddin er-Râzî’ye göre bu ayetler, Peygamber’in ictihâd etmediğinin delili olamaz. Çünkü sabit bir durum vardır ki Tevbe Suresi 43. ve Tahrim Suresi 1. ayetleri, Peygamber’in ictihadının delilleridir75. Ancak bu ictihaddaki hata, vahiyle düzeltilmiştir76.

İşte Peygamberimizin devamlı vahyin kontrolü altında bulunduğu ve hata üzere bırakılmayacağı; hemen tashih edileceği fikri, Allah (cc) Rasulü’nün sıradan müctehidlerden ayrıldığını göstermektedir. Öyleyse Hz. Muhammed, vahiy kontrolünde hareket eden bir beşerdir. O, Allah (cc)’tan aldığı mesajları insanlara ilettikten sonra; başka görevi kalmayan postacı olmadığı gibi bütün tasarruf ve hareketleri vahiy ile belirlenen; vahiy olmadan ne bir adım ileri, ne bir adım geri atmayan beşerî özelliklerinden soyutlanmış kutsal bir varlık değildir77.

Hz. Peygamber, münafıkların reisi, Abdullah b. Ubey b. Selül’ün cenaze namazını kılmak istemesi, Peygamber’in ictihada hata edebileceğine misaldir. Ancak “Allah (cc), Rasûlü’nü hata üzerinde bırakmaz”78

B. HZ. PEYGAMBER’İN MASUMİYETİ


Peygamberlerin günah işlemekten Allah (cc) tarafından korunması anlamına gelen İsmet sıfatı, Peygamberimiz hakkında tüm söz ve fiilleriyle Peygamberlik öncesi ve sonrasını da kapsar mı?

Şunu ifade edelim ki, öncelikle Peygamberler tebliğ ettikleri konularda yalan söylemekten ve vahyi gizlemekten korunmuşlardır79.

Ehl-i Sünnet ve Mutezile’ye göre, İsmet sadece Peygamberlere ait bir sıfattır. Şia gurupları ise, imamların da masum olduğu görüşündedir.

Maturidî, Mutezile ve Şiîlere göre İsmet, Peygamber’i kötü fiillerden caydıran; hayırlı işlere sevk eden bir sıfattır. Yani Peygamber, günahtan korunmuştur. Ama günah işlemekten aciz değildir80.

Fahreddin er-Râzî’ye göre Garânîk ayeti diye bilinen Hacc Suresindeki ayetin81 Peygamberlerin bilerek hata işlemekten korunmuş olsalar da yanılmaktan ve şeytanın vesvesesinden korunmadıklarına, ancak böyle bir durum olduğu takdirde bunun kendilerinden giderildiğine delâlet etmektedir82.

Eş’arîler’e göre Peygamber, hem günah işlemekten korunmuş hem de günah işleme iradesi alınmıştır. Eş’arî’nin bu görüşü, bir bakıma Peygamber’i melekleştirmiştir83.

Peygamberlerin ismetinin başlangıcı hakkında ise, Ehl-i Sünnet’e ve bazı Mutezilî âlimlere göre nübüvvet vaktinden; Mutezile’nin çoğunluğuna göre buluğa ermelerinden; Şia ise, imamlar da dâhil olmak üzere doğumlarından itibaren masumdurlar84

Yine bütün İslâm âlimleri, Peygamberlerin nübüvvetten önce ve sonra küfür ve şirkten korunduğu görüşündedirler85.

Fiil ve uygulamalarındaki ismete gelince; Ehl-i Sünnet’e göre ismet, nübüvvet ile başladığı için nübüvvet öncesi böyle bir şey yapmışlar ise, ilahi irade ile tavırlarını değiştirip; doğru yola yönelmişlerdir. Ehl-i Sünnet Kelamcıları da, Peygamberimiz nübüvvetten önce ve sonra yüz kızartıcı hiçbir şeyi sehven veya amden işlememiştir derler. Diğerlerine göre ise, yanlış şey yaptıklarında düzeltilirler. Mutezile, yanlış şey yapmalarının yanılma veya unutma halinde küçük günah olarak mümkün olabileceğini belirtir86.

Sonuç olarak Peygamberlerin söz ve fiilleri, bazı mezheplere göre ta başından itibaren masumdur (Şia, Zahiriye). Diğerlerine göre ise, Allah (cc) tarafından ya tasvîb edilmiş ya da tashih edilmiştir. Bu yüzden Peygamberimizin söz ve fiilleri, hangi şartlarda olursa olsun teşri kaynağıdır. Buna kızgınlık anında söylediği sözler de dâhildir.



Yüklə 426,14 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin