Bibi. And, Tanzimat; M. And, Türkiye'de italyan Sahnesi-ltalyan Sahnesinde Türkiye, İst., 1989; ay, "Eski Beyoğlu'nda Tiyatrolar", Devlet Tiyatrosu, (Ekim 1965); S. N. Gerçek, "Üç Naum Tiyatrosu", Perde ve Sahne, (Şubat 1942); R. Tuncay, "Naum Tiyatrosu", BTTD, S. 6 (Mart 1968); G. Heinrich, Die Fossati-Ent-utürfe zu Theaterbauten, Münih, 1989.
METİN AND
Mimari
İtalyan mimarlar Gaspare Fossati(->) ve Gi-useppe Fossati(->) tarafından hazırlanan projeye göre inşa edilmişti. 1848'de tamamlanan yapının tamamen ahşap olan iç tezyinatı da İtalyan asıllı sanatçılar tarafından gerçekleştirildi. Binanın mimarisini belgeleyen iki temel doküman bilinmektedir: İsviçre'de, Bellinzona Cantonale Arşivi'nde bulunan 20 Şubat 1846 tarihli mimari proje ve 1862'de Garibaldi onuruna verilen bir şölenin betimlendiği gravür. Zemin kat planı ve istiklal Caddesi üzerindeki giriş cephesini içeren proje Gi-useppe Fossati imzalıdır. Ancak İtalyan tiyatro mimarisini iyi bilen ve tecrübeli bir mimar olan Gaspare Fossati'nin, tasarımın oluşumunda daha etkin olduğu düşünül-
1İI
i«'-"-1 f.: n1 :rmf
Giuseppe Fossati'nin çizgileriyle Naum
Tiyatrosu.
Cengiz Can fotoğraf arşivi
Naum Tiyatrosu'nun içinden bir görünüm. Ahmet Kuzik fotoğraf arşivi
girişler yer alır. Birinci kat cephe tasarımında her iki yanda söveli ve almlıklı birer dikdörtgen pencere ve prizmatik tabanlara oturan Korint başlıklı pilastrlar kullanılmıştır. Birinci kat döşeme seviyesinde ve saçak hizasında dekoratif taşkın silmeler yer alır. Geride yükselen ikinci ve üçüncü kat cepheleri alt katların doluluk-boşluk ritmini tekrar eden sade ve nötr bir düzenlemedir.
1853'te çıkan bir yangında hasar gören yapı İngiliz mimar William James Smith tarafından yenilenmiştir. Bu onarım sonrasını belgeleyen 1862 tarihli gravürde betimlenen iç mekân özgün Fossati tasarımı ile yakın benzerlikler göstermektedir. Yapının Fossati tarafından planlanan İtalyan stilini yenileme sonrası devam ettirmesi, Smith'in kısa süren uygulamasında orijinal planlamaya sadık kaldığını düşündürmektedir.
Bibi. G. Heinrich, Die Fossati-Entıvürfe zu Theaterbauten, 1989; C. Can, "istanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları", (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s. 154-157.
CENGİZ CAN
NAZAR
Toplumlarda yaygın bir inanış olan nazar olgusu İstanbul halkının yaşayışında da önemli bir yere sahipti. Eski İstanbul'da hayranlık duyulan, kıskanılan bir kişiye yönelen beğeni, imrenme veya haset dolu bakışların "nazara uğrama"ya neden olacağı inancı hâkimdi. İnsanların yanında diğer canlılar ve nesneler de nazardan etkilenebilirdi.
Nazar inancı yalnız halk arasında değil, saray yaşantısında da etkiliydi. II. Mah-mud döneminde (1808-1839) padişah şehir içinden geçerken nazardan korunması için, başlarında gösterişli sorguçlar bulunan muhafızlar, padişahın çevresini sararak bir paravan görevi üstlenir ve padişahın görünmesini engellerdi. Padişah geçerken özellikle kadınların kendisine hayranlıkla bakmalarını yasaklayan, bakacak olurlarsa kendilerinin ve kocalarının cezalandırılacağım bildiren bir ferman bulunduğuna ilişkin halk arasında yaygın bir inanış vardı.
Eski İstanbul halkı arasında Hz Mu-hammed'in sahabeleriyle bir mezarlıktan geçerken "Bu mezarlıkta kaç kişi yatıyorsa, mutlaka yarısından çoğu nazardan ölmüştür" şeklindeki sözlerinin nazarın korkunçluğunu gösterdiğine inanılırdı. Bu düşünceye bağlı olarak "nazar insanı mezara, hayvanı kazana, sokar" denilir.
Nazar değmesini önlemek, nazarın kötü etkilerinden korunmak amacıyla; tüt-süleme, kurşun dökme, okutma ve vücudun görünen bir yerine nazarlık takma gibi tedbirlere başvurulurdu.
Nazar değen bir kişinin okunması üfürükçü hocalar yoluyla yapılırdı. Üfürükçüler şehrin çeşitli yerlerinde sanatlarını açıkça icra ederlerdi. Okuma, kısmet açma, kaybolan eşyayı bulma, karı kocayı bir araya getirme ya da ayırma gibi durumların yanında nazarı önlemek için de yapılır;
ardından muskalar yazılır, rüyalar yorumlanırdı. Nazara karşı en etkili önlemlerden biri de, değişik çeşitleri bulunan nazarlıktı.
Nazarın özellikle güçsüz ve savunmasız olmaları nedeni ile yeni doğan çocukları etkileyeceğine; nazara uğrayan çocukların hastalanıp ölebileceğine inanılarak tüt-süleme, kurşun dökme, okuma ve nazarlık takma önlemlerinin yanında başka uygulamalara da başvurulurdu.
Çocuk çamaşırı hazırlanırken gebe kadın bunları evin erkeğine göstermekten çekinir, çocuk doğuramayan kadınların ve nazarı değeceğinden korkulan kişilerin yanında çocuk çamaşırı dikilmezdi.
Yeni doğan çocuğun yüzüne mavi yemeni örtülür, mavi elbise giydirilirdi. Küçük çocuklara kırmızı ve sarı elbise giy-dirildiği takdirde nazara uğrayacaklarına ve bu sebeple onaya çıkan rahatsızlıkların geçmeyeceğine inanılırdı.
Nazara uğramayı engelleyici tedbirler arasında "Maşallah", "Allah bağışlasın", "Allah nazardan saklasın" gibi ifadeler de önemli yer tutardı. İngiliz yazar, J. Pardoe eski İstanbul ile ilgili gözlemlerini aktarırken bu ifadelerin kötü ruhların kudretini yok ettiğine inanıldığını söylemektedir.
İstanbul'da yaşayan Rumlar ise birisi sağlık ve geçim durumlarının iyiliğinden söz ettiğinde hemen göğüslerine tükürür gibi yapar ve bu şekilde nazarı önleyeceklerine inanırlardı.
Eski İstanbul halkı bir yandan nazarın olumsuz etkilerinden korunmaya çalışırken, diğer yandan nazarı değeceği düşünülen mavi gözlü, sarı saçlı, keskin bakışlı kişilerle karşı karşıya gelmemeye özen gösterirdi.
Bibi. M. H. Bayrı, "İstanbul'da Doğum ve Çocukla ilgili Âdetler ve İnanmalar", HBH, S. 113 (Mart 1941), 99; J. Pardoe, Yabancı Gözüyle 125 Yıl Önce İstanbul, İst., 1967, s. 93-94; H. B. Ülgen, "Eski İstanbul'da İnanış ve Âdetler", Yeni Gazete (Kasım 1970, 14 sayılık dizi ya-
Z1SÛ' NİHAL KADIOĞLU
Dostları ilə paylaş: |