I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə49/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   139

ESAD EFENDİ KÜTÜPHANESİ 198

199

ESEKAPI MESCİDİ

yuvarlak kemerli köşk kısmı ile garip, o-ransız bir görünüm arz eder. Doğu yönünde bulunan ahşap vaaz kürsüsü, II. Ab-dülhamid dönemi saray mobilyalarım hatırlatan süslemeleri ile dikkati çeker. Özellikle kürsünün, cemaatin dağılımına göre icabında kendi ekseni etrafında dönebilecek şekilde imal edilmiş olması ilginçtir.

Cami-tevhidhanenin cephelerinde, alttakiler dikdörtgen açıklıklı, üsttekiler yuvarlak kemerli olmak üzere, iki pencere grubu sıralanmaktadır. Pencereler arasında kalan yüzey ahşap silmelerle yatay dilimlere ayrılmış, bazıları damlalık frizleri ile donatılmış olan bu silmelerin yanısıra yuvarlak kemerli yalancı pencereler tasarlanmıştır. Ahşap çatıyı gizleyen kalkan duvarının son onarımda değişikliğe uğradığı, bazı süsleme ayrıntılarının yok edildiği anlaşılmaktadır.

Yapının kuzeybatı köşesindeki girintiye yerleştirilmiş olan kagir minare ile ahşap yapı kitlesi arasında herhangi bir organik bağ bulunmamaktadır. Sonradan eklenmiş olan minarede malzeme olarak tuğla ve taş kullanılmış, kesme taş işçiliği arz eden konsollu şerefe dolgusu ve profilli külah dışında kalan kesimler sıvanmıştır. Pabuç kısmı olmaksızın doğrudan kaideye oturan sekizgen prizma biçimindeki gövdenin yüzeyleri silmelerle çerçevelenmiştir.

Şeyh Zafir Türbesi ile kütüphane ve çeşme konumlan, malzemeleri ve tasarımları ile, kendi içlerinde, ahşap tekke binasından tamamen bağımsız bir bütün oluşturmaktadır. Her ikisi de iki katlı olan ahşap harem dairesi ile kagir misafirha-

ne binası, inşa edildikleri dönemde İstanbul'un hemen her yerinde benzerlerine rastlanan konaklardır. Söz konusu yapılarda, pencereleri taçlandıran üçgen alınlıklar, Korint başlıklı pilastrlar gibi neorö-nesans ve ampir üsluplarına bağlanan cephe ayrıntıları teşhis edilmektedir. Bibi. Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 3; Raif, Mir'at, 297; Ihsaiyatn, 22; Öz, istanbul Camileri, II, 63; Sözen, Mimar Sinan, 339; A. Batur, "Yıldız Serencebey'de Şeyh Zâfir Türbe, Kitaplık ve Çeşmesi", Anadolu Sanatı Araştırmaları, I, 1968, s. 103-138; H. Göktürk - H. E. Eraktan, "Ertuğrul Camii ve Tekkesi", İSTA, X, 5230-5232; H. R. Ergezen, "Ertuğrul Camii Restorasyonu", Rölöve ve Restorasyon Dergisi, I, 1974, s. 69-85; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İst., 1986, s. 458-459.

M. BAHA TANMAN

ESAD EFENDİ KÜTÜPHANESİ

Ayasofya yakınlarında, Yerebatan Cadde-si'ndedir. Vakanüvis Mehmed Esad Efendi (ö. 1848) tarafından konağı yanında 1263/1845'te inşa edilmiştir.

Esad Efendi müderrislik ve kadılık görevlerinden sonra 28 Eylül 1825'te Şâni-zade Atâullah Efendi'nin(->) yerine vaka-nüvisliğe getirilmiştir. 1831'de Takvim-i Vekayi nazırlığına tayin edilen Esad Efen-di'nin başlıca eserleri Esad Efendi Tarihi, Üss-i Zafer (ist., 1243, 1293), Ziba-iTeva-rih, Bahçe-i Sefa Enduz, Münşeat ve Di-varidu. Mezarı, Esad Efendi Kütüpha-nesi'nin bahçesinde bulunmaktadır.

Mimarı bilinmeyen Esad Efendi Kütüphanesi tek katlı bir yapıdır. Asıl mekân 6 m ölçüsünde bir kare olup, her iki yandan ikişer sütun ile ayrılan 1,95 m genişliğinde



Esad Efendi Kütüphanesi

Araş Neftçi, 1993

kanatlarla genişletilmiştir. Asıl mekân üstü kiremitli çatı ile örtülü, yarım yuvarlak kubbelidir. Yandaki kanatların yarım tonozlu çatısının 1,60 m üstünde, kubbe gövdesinde bulunan yarım yuvarlak pencereler iç mekânı aydınlatır. Okuma yerleri olması gereken yanlardaki kanatlarda da dörder pencere bulunmaktadır.

Asıl mekâna bir ön girişten geçilerek ulaşılır. Giriş, yoldan dört basamak yüksektedir. Dış ve iç mimarisi süslemesiz cilan Esad Efendi Kütüphanesi'nin 0,50-0,75 m kalınlığındaki duvarları sadece sıva ile örtülmüştür. Bina strüktür olarak Romanesk mimariyi anımsatır.

Esad Efendi Kütüphanesi'nin, özellikle tarih ve edebiyat bakımından çok zengin olan kitapları 1914'te Sultan Selim ve 1918'de de Süleymaniye Kütüphanesi'ne nakledilmiştir. Uzun süre matbaa olarak kullanılan bina bugün halıcı dükkanıdır.



Bibi. M. Münir Aktepe, "Es'ad Efendi", lA, IV, 363-365; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 384-386; Unsal, Kütüphaneler, 100-101; H. Dener, Süleymaniye Umumi Kütüphanesi, ist., 1957, s. 41-42.

istanbul esâfil-i şark

istanbul'da, Mekteb-i Mülkiye (şimdiki Siyasal Bilgiler Fakültesi) içinde gelişen, 1955'e kadar belirli ilim, fikir, sanat, edebiyat, kültür adamlarım bir araya getiren, hiçbir resmi sıfatı olmamakla birlikte, bu tarz sohbet toplantılarına öncülük etmiş topluluk.

istanbul'un henüz fazla kalabalık olmadığı, eğlence âleminin çok kısıtlı bir çevrede geliştiği bir zamanda kurulan topluluk, güzel konuşan, anlatan, etrafmda-kileri kendisine bağlayan kişilerden oluşmuştu ve günümüzde kaybolan "dinleme alışkanlığı" bulunan kişilerin de çokluğu topluluk içinde her bir konuşmaya değer kazandırmıştı. Topluluğun önde gelen üyeleri Nazmi Acar, Mükrimin Halil Yinanç, avukat Afif Şakir, Halil Vedat Fı-ratlı, Emin Âli Çavlı, avukat Mehdi Sait, Halit Güleryüz, Hamamizade ihsan gibi aydınlardan oluşmuş, bunlara devrin gazetecileri, öğretmenleri, sanatçıları da zaman zaman katılarak güncel konulan tartışmışlardı. Toplandıkları esas yer, Baye-zid Camii yakınındaki Çınaraltı idi. ilkbahar ve yaz mevsimlerinde bu mahalde gelişen sohbetlere devrin meraklı gençleri de katılır, büyük bir nezaket içinde konuşmaları dinlerlerdi. Topluluk kış ve sonbahar mevsimlerinde birisinin evinde toplanır, geniş bir aile atmosferine bürünen sohbetlere; güncel ilim, kültür ve sanat konularına yer verilir, gecenin geç saatlerine kadar uzayan sohbetlere katılanların hatıralarında geniş izler kalırdı. Konuşmaların en renkli siması Nazmi Acar idi (heykeltıraş Çetin Kuzgun Acar ile piyanist Pıtırcık Acar'ın babası) ve her bir konuya esprili kişiliği ile karışan N. Acar'sız hiçbir toplantının tadı olmazdı, nitekim onun vefatından (1957) sonra da topluluk dağılmaya yüz tutmuştur. Toplantıların canlı geçtiği yerlerden birisi de tbnülemin

Mahmud Kemal lnal'ın(->) konağıydı. Engin bilgi ve kültürü ile kendisi ile konuşanları her zaman hayran bırakan Inal'ın evi aynı zamanda Türk musikisi için ocak mahiyetinde idi. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, avukat Afif Şakir'in evleri de üyelerin büyük bir samimiyetle katıldıkları ortamlardı. Saatlerce süren sofra toplantılarında günlük siyasetin dışında olmak şartıyla, bir konu ortaya atılır, sırayla söz alan üyelerin verdikleri bilgiler, ileri sürdükleri görüşler konuya yeni açılımlar sağlardı.

Esâfil-i Şark topluluğu, II. Dünya Sava-şı'nın sıkıntıları sırasında bir dayanışma i-çinde iken, savaş sonrasının değişen şartları yüzünden fazla devam edemedi; geçim kaygılarının artması, istanbul'un kalabalıklaşması ve en mühimi dinleme alışkanlığı ve terbiyesinin bozulmaya başlamasından sonra dağıldı; çok küçük gruplar geleneği devam ettirdi. Kâzım ismail •Gürkan tarafından yaratılan "Çarşamba Toplantıları", Muzaffer Esat Güçhan'ın girişimi ile kurulan "Edebiyat ve Kültür Toplantıları", Feridun Dirimtekin ile Arif Mü-fid Mansel tarafından evlerinde, Haldun Taner'in tasvirini yaptığı "Altılar Toplantısı" tarzındaki buluşmalar Esâfil-i Şark'ın bir çeşit devamı sayılabilir.



Bibi. Adnan Giz-Midhat Sertoğlu, "Gülmek için Kurulmuş Bir Topluluğun Hikâyesi: Esâfi-li Şark'ta Kimler Vardı, Neler Konuşulurdu", Hayat, S. 21 (19 Mayıs 1977), s. 27, S. 22 (26 Mayıs 1977) s. 27, S. 23 (2 Haziran 1977), s. 28, S. 24 (9 Haziran 1977), s. 19, S. 25 (16 Haziran 1977), s. 19, S. 26 (23 Haziran 1977), s. 19, S. 27 (30 Haziran 1977), s. 19; S. 28 (7 Temmuz 1977), s. 19, S. 29 (14 Temmuz 1977), s. 19, S. 30 (21 Temmuz 1977), s. 19, S. 31 (28 Temmuz 1977), s. 19, S. 32 (4 Ağustos 1977) s. 26, S. 33 (11 Ağustos 1977), s. 26; A. Tarlan "Mükrimin İçin", Yeni İstanbul, (Şubat 1962); O. S. Orhon "Mükrimin Halil Yinanç", Son Havadis, (25 Aralık 1962), (bu makaleler sonradan şu kitabın içine alınmıştır: Mükrimin Halil Yinanç'tan Sohbetler, ist., 1962, der. R. Al-payer-Ş. Özatalay, s. 46-48, 76-78).

MAHMUT H. ŞAKlROĞLU



ESAYAN KIZ ERMENİ LİSESİ

Beyoğlu ilçesi, Taksim Meşelik Sokağı'n-da bulunan Ermeni azınlık lisesi. Kayserili Hovhannes ve Mıgırdiç Esayan kardeşlerin, bahçesindeki kiliseyle birlikte yapım masraflarını üstlendikleri karma ilkokul 1895'te açıldı.

Beyoğlu Ermenilerinin eğitim kurumu açma çalışmaları 1701'e kadar uzar. Bu tarihte Harutyun Amira Bezciyan tarafından kızların mesleki eğitimi için açılan okul 1870'e kadar faaldi. Canik Amira Papaz-yan'ın öncülüğünde ise 1830'da kızlar için Surp Hıripsimyantz ve Surp Kayyanyantz, erkekler için de Surp Eçmiadzin ve Surp Lusavoriç okulları açılmıştı. 184ö'da Misak Amira Naregyan, Naregyan Okulu'nu yaptırdı. 24 Mayıs 1870'teki büyük Beyoğlu yangınında bu semt okulları yandı. Bağışlarla, yangın sonrasında nüfusu artan Dolapdere'de 1875'te, Arşagunyan Okulu açıldı.

Esayan Ilkokulu'nun açılması ise 1895 yılındadır. Beyoğlu'na egemen Batı kül-

Esayan Kız Ermeni Lisesi'nin girişi.

Silva Kuyumcuyan koleksiyonu

türünün etkisinde bir eğitim veren okula, 1899'da Esayan Ilkokulu'na, 3 yıllık rüştiye (ortaokul) de eldendi, orta kısma devam eden kızlardan yetenekli olanlar meslek atölyelerinde, biçki-dikiş, el sanatları öğrenmişlerdir, ilk kısımdan ayrılan erkek öğrenciler ise Getronagan Mektebi' ne devam ediyorlardı.

L Dünya Savaşı yıllarında okulun bir bölümünde askeri harita-kadastro öğrencileri ders gördüler. Ayrıca bir bölümü de darüleytam yapıldı ve 130 kadar çocuk barındırıldı. Cumhuriyet'in ilanı ile Esayan Okulu verimli bir döneme girdi. Cumhuriyet hükümetinin de desteğiyle lise kısmı 1930'da açıldı. Dört yıllık bir süreden sonra ara verilen lise öğretimi, 1951-1952'de

Esekapı


Mescidi ve

Medresesi'nin

planı.

AH Saim Ülgen

tekrar başlatıldı. Okul 1941'den sonra karma oldu. 1948-1973 arasında okul müdürlüğü yapan Hermine Kalustyan, 1961'de Kurucu Meclis üyesi oldu.

1967'deki onarımla modern bir iç yapıya kavuştu. 1993-1994 öğretim yılındaki mevcudu 402 olan Esayan Lisesi'nde ortaokul öncesi hazırlık sınıfı da vardır. 1993-1994'te tüm bölümlerde karma eğitime geçilmiştir. Okul bugüne kadar 3.217 ilk, 1.905 orta, 1.485 lise mezunu vermiştir.

Bibi. T. Azadyan, Esayan Ortaokulunun Tarihi, İst., 1945; BadmutyunEsayan Varjarani 1945-1955, (Esayan Okulu'nun Tarihi), ist., 1955; Esayan Kız Lisesi (1955-1970), ist., 1970.

SlLVA KUYUMCUYAN



ESEKAPI MESCİDİ VE MEDRESESİ

Cerrahpaşa semtinde Kocamustafapaşa' ya uzanan caddenin kenarında yer alır.

Aslında Isakapı olan adının halk dilinde Esekapı'ya dönüştürüldüğü kabul edilir. Eskiden burada Bizans döneminden kalma büyük bir kemer bulunduğundan, Isakapı ya da Esekapı adını bu kemerden almıştır. Kemerin 1509 depreminde yıkıldığı bilinmektedir.

Hadım ibrahim Paşa (ö. 1562) tarafından 1560'a doğru mescide çevrilen yapı 14. yyin ilk yarısında yapılmış olması gereken ve adı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesidir. Mimar Sinan, kilise harabesini mescide dönüştürürken, etrafına bir de medrese inşa ederek burada küçük bir külliye meydana getirmiştir. Mescit daha sonra Sabih Ali Efendi (ö. 1769) tarafından minber koydurularak camiye çevrilmiştir.

Esekapı Mescidi 1894 zelzelesinde çok büyük ölçüde zarar görmüş ve o tarihten günümüze kadar da bir harabe halinde kalmıştır. Son yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin Adli Tıp bölümü bu tarihi eseri duvarları içine almıştır. 1993 Eylül' ünde de içinde bir temizlik yapıldığı görülmüştür.

ESENLER İLÇESİ

200

201


ESİR TİCARETİ

Nuruosmaniye'de esir ticaretini betimleyen Bartlett'in bir deseninden gravür, 19. yy. Galeri Alfa

Esekapı Külliyesi dışarıdan yüksekçe bir duvarla ayrılmış bir avlunun içinde bir mescit ile bir medreseden oluşmuştu. Avlu kapısının dışında. Kapıağası Ahmed Ağa tarafından yaptırılmış klasik üslupta bir çeşme bulunmaktadır. Mimar Sinan tek şahımı ince uzun bir yapı olan kilisenin güney duvarının ortasına bir mihrap yaparak kilise aksını 90 derece döndürmüş, hiçbir izi kalmayan kuzey duvarına da, mihrap karşısına gelmek üzere esas girişi yerleştirmişti. Bu girişin yan dikmeleri 19401ı yıllara kadar durmaktaydı. Doğuda kilisenin esas apsis çıkıntısı düz bir duvarla kapatılmış, soldaki (kuzey) yan apsisin üstüne de kısa gövdeli bir minare oturtulmuştu. Esekapı Mescidi'nin bu şekli ile 1877'deki mamur halini gösteren gravürü Paspatis'in kitabında görülür. Minare, eski bir fotoğraftan anlaşıldığına göre, gövdesinin büyük kısmı ve şerefesi ile Sinan'ın yaptığı minare değildi.

Medrese, avlunun bir kenarına ve mescidin dışına inşa edilmiştir. A. Sami Ülgen' in (1913-1963) çizdiği bir rölevesine göre, ortada büyük kubbeli bir dershane ile, önlerinde kubbeli revaklar bulunan, her biri kubbeli ve ocaklı, biri küçük olmak üzere 11 hücreden oluşmuştu. Bu küçük hücrenin yanındaki göz, önündeki revak bölümü sonradan duvarlarla kapatılarak su haznesine dönüştürülmüştü. Dershane, mescidin karşısına düşüyordu. Medrese taş ve tuğla dizileri halinde inşa edilmiştir. Revaklarındaki mermer sütun başlıkları baklavalı tiptedir. Baklavalar arasın-a değişik tiplerde güller (rozetler) işlenmişti. Dershanenin kapı kemeri mermerdendir ve çift renkli taşlardan geçmeli olarak yapılmıştır, içeride duvarları yerden 1-1,20 m kadar yükseklikten çepeçevre dolanan, sıva üzerine baskı olarak yapılmış bir tezyinat şeridi uzanıyordu. Bu şeridin bir parçası istanbul Vakıflar Müzesi'nde-dir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, l, 203; Meriç, Mimar Sinan, 90-96; A. G. Paspatis, Byzanti-naiMeletai, İst., 1977, s. 361-363; Ziya, istanbul ve Boğaziçi, I, 44. II, 80; Schneider, Byzanz, 5-7; Janin, Eglises et monasteres, 264; Eyice, istanbul, 90; Eyice, Bizans Mimarisi, 39-42; S. Eyice, "Mimar Sinan'ın Külliyeleri", VI. Vakıf Haftası Kitabı, ist., 1989, s. 173-176; Müller-Wiener, Bil4lexikon, 118-119; Kütükoğ-lu, İstanbul Medreseleri, 65; M. Kütükoğlu, Darü'l-Hilâfe, 166; Kuran, Mimar Sinan, 311, 338; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 166; Fatih Camileri, 159-160.

SEMAVİ EYÎCE



ESENLER İLÇESİ

İstanbul'un batı yansında yer alan en yeni ilçesi. 29 Aralık 1993'te yürürlüğe giren 3949 sayılı kanunla kurulmuştur.

İlçeyi doğudan Bayrampaşa ve Zeytin-burnu; güneyden Güngören; batıdan Bağcılar; kuzeyden Gaziosmanpaşa ilçeleri çevrelemektedir. 16 mahalleden meydana gelen ilçenin bağlı bucağı ve köyü yoktur. Esenler İlçesi'ni oluşturan mahalleler, Birlik, Çiftehavuzlar, Davut Paşa, Fatih, Fevzi Çakmak, Habibler, Havaalanı, Karabayır, Kazım Karabekir, Kemer, Men-

deres, Mimar Sinan, Namık Kemal, Nine Hatun, Turgut Reis, Yavuz Selim'dir.

Esenler İlçesi kurulmadan önce bu saha Bakırköy İlçesi sınırlarına dahildi. 1992' de Bakırköy İlçesi'nin bölünerek yeni ilçelerin oluşturulması sırasında, bölge yeni kurulan Güngören İlçesi içinde kalmış, daha sonra yapılan çalışmalarla 1993'ün son günlerinde Esenler bölümü ayrı bir ilçe olmuştur.

Esenler İlçesi'ni oluşturan mahallelerin 1985 nüfusu 135.373, 1990 nüfusu ise 235.328'dir. İstanbul'un yakın yıllardaki gelişmesi sonucunda ortaya çıkan Esenler, daha çok ikamet bölgesidir. Bununla birlikte imalathaneler ve küçük sanayi tesisleri, son yıllarda Esenlerin yeni çehresinin oluşumunu sağlamaktadır. İlçenin ortasından Trakya Otoyolu-E-5 Bağlantı Yolu güneybatıdan kuzeydoğuya doğru geçmektedir.

SEDAT AVCI

ESER-İ İSTANBUL

19. yy'da İstanbul'da üretilmiş bir cins porselen eşya. Beyaz zeminli, üzeri 19. yy Avrupa porselenlerinde görülen boyama iri çiçeklerle bezenmiş olan; tabak, sürahi, kâse, kapaklı sahan tipi örneklerdir. Desensiz olarak, sadece kreme kaçan beyazın hâkim olduğu parçalar da vardır. Özellikle sürahi veya kapların kapaklarında kabartma çiçekler veya sebzeler bulunmaktadır. Bazı örneklerde bu kabartma motifler ayrıca altın yaldızla boyanmıştır.

Günlük kullanım eşyası yanında duvar kaplaması olarak yapılmış örnekler de vardır. Boyutları geleneksel çini karolardan

Eser-i İstanbul damgalı sahan ve tabak, 19. yy. Maçka Mezat Koleksiyonu

ufaktır. Kabe veya manzara kompozisyonları yansıtan parçalar bulunmaktadır.

Eser-i İstanbul imalatının en belirgin özelliği parçaların dibinde siyah, kırmızı veya mavi renkte yazılmış veya baskı olarak çıkarılmış, çerçeve içinde veya çerçevesiz Osmanlıca "Eser-i İstanbul" damgasının bulunmasıdır. Bu tür parçaların İstanbul'da nerede imal edildiği kesinlik kazanmamıştır. Bir grup araştırmacı Beykoz-İncirköy'de 1845'te kurulan bir fabrikada imal edildiklerini, bir grup araştırmacı ise Eyüp-Balat bölgesinde yapıldıklarını yazar. Bu örneklerin damgalı olmaları örgütlü ve standart bir üretimi kanıtlamaktadır. "Eser-i İstanbul" tipinde damgasız örnekler de vardır. Bunlar değişik özel atölyelerde yapılmış parçalar olabilir.

Eser-i İstanbul damgalı eserler, özel koleksiyonlarda, Topkapı Sarayı Müzesi ile İstanbul Belediyesi Şehir Müzesi'nde bulunmaktadır.

FİLİZ YENİŞEHİRLÎOĞLU



ESİR KEMAL MESCİDİ

bak. TATLIKUYU MESCİDİ



ESİR TİCARETİ

II. Meşrutiyet'e (1908), doğal uzantıları ile de 1940'lara değin İstanbul'un ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamında etkili olan insan alım satımı. Esirciler, esirci gemileri, esir pazarları, Esirci Hanı (Esirhane), e-sir kaçakçılığı, esir ticaretinin başlıca öğeleriydi.

İstanbul'u fetheden Türkler, burada yüzyıllardan beri kurumlaşmış bir köle ticareti buldular. Zenci köleler, Yukarı Nü bölgesinden ve Çad'dan gemilerle getiriliyordu. Osmanlılar döneminde bu sevkıyat içinde Habeşistanlı köleler giderek daha fazla yer almaya başladı. Getirilenler ya memleketlerinde veya uzun deniz yolculuğu sırasında hadım edilmekteydiler. Bu operasyonu Hıristiyan ve Yahudi sünnetçiler yapmaktaydılar. "Sandali" denen penisi kesilenler, "spadones'ler (husyeleri alınan) ve "castrati'ler (tam temizlenmiş: Penisi ve husyeleri alınmış) ile "tilbiye" (husyeleri ezilmiş) denenlerin, İstanbul'un sosyal yaşamındaki hizmet alanları farklıydı. Kentin esir pazarlarında Kırım yoluyla getirilen Çerkez, Gürcü kızları da satılmaktaydı. Bunlar, çalınma, avlanma, ailelerinden satın alınma kölelerdi. Kentte ayrıca köleleri evlendirip bunların çocuklarını satarak gelir sağlayanlar vardı. Irak'tan, Suriye'den yerli ve melez dilberler, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Yunan adalarından, hattâ Avusturya'dan dahi savaş tutsağı ya da kaçırılma köleler getiriliyordu. "Üsera sefinesi" denen ve salt köle taşıyan gemiler dışında, kente, deniz veya karayoluyla kaçak köleler de sokulmakta ve daha ucuz fiyatlarla satılmaktaydı. Ancak bunlar, bedesten civarındaki esir pazarlarında değil, kentin dış mahallelerinde ve buralardaki evlerde pazarlamyordu. Esir yüklü gemilerin gelişiyle piyasada ani fiyat düşüşleri olur, yönetim ise sokaklarda, dükkân önlerinde köle satışı yapılmasını önleme-

ye çalışırdı. Çoğu zaman da köleler kente salgın taşımaktaydılar.

Pazarlarda sergilenen köleler, cinsiyetlerine, ırklarına, yaşlarına, vücut özelliklerine ve yeneteklerine göre pazarlıkla fakat daha çok açık artırma yöntemiyle satılıyorlardı. Kafkasya'dan gelen cariyeler(-t) ucuza giderdi. Bunları, İstanbul'un orta halli aileleri bile alabilirdi. Birkaç altın karşılığı temin edilen bu cariyeler, düğün hediyesi dahi olabiliyordu. Esirin becerilerinin olması, saz çalması, dil bilmesi, ev işlerine yatkınlığı, fiyatım yükseltiyordu. Kadın kölelerde ilk aranan, gençlik ve güzellikti. Erkeklerin demircilik, saraçlık, hayvan bakıcılığı, denizcilik bilenleri daha çok para ediyordu. Bir dişin noksanlığı bile fiyatı düşürürken kellik, boy ve boyun kısalığı, düztabanlık uğursuzluk belirtileri sayıldığı için böylelerinin müşterisi zor çıkardı. Esirciler, kölelerin saçlarını özel yağlarla parlatırlar, yürüyüş, kırıtma öğretirler, uysal gözükmesi için önlemler alırlardı. Alıcının, her türlü kontrol hakkı vardı; yürütür, dişlerine bakar, vücudunu inceler, göğüslerini, bacaklarını muayene edebilirdi. Son bir muayeneyi ise hekim ve ebe yapardı. Beğenilen bir kölenin muhayyer olarak ve bir pey akçası karşılığında eve götürülüp uykusunda denenmesi doğaldı.

İstanbul'daki esir ticareti, pek çok a-maca dönüktü: Afrika kökenliler, harem hizmetleri için bacı ve haremağasi; cariyeler ise hizmet halayığı, odalık olarak veya ticari amaçla müşteri buluyorlardı. Hizmet halayıklarının çirkinlerine "molada" deniyor ve en düşük fiyatlarla pazarlanıyorlar-dı. Kentte bu sektör için iki önemli pazar yeri Bizans döneminden beri, Eski Bedesten ve Yeni Bedesten'di. İlkinde cariyeler, ikincisinde erkek köleler satılıyordu. Ayrıca Kapalıçarşı'ya yakın bir de Esirhane diğer adıyla Esir Ham vardı. Kent nüfusunun artmasına ve ekonomik düzeyin yükselmesine bağlı olarak Fatih'te, Kocamus-tafapaşa'da, Tophane'de ve Üsküdar'da da yeni esir pazarları oluştu. Tophane'deki Karabaş Mahallesi ile Üsküdar'daki İm-rahor, son dönemlere değin bu işlevlerini sürdürmüşlerdir.

Kendi mallarından başka, sahipleri tarafından bırakılan cariye ve köleleri de komisyon karşılığı pazarlayan İstanbul esirci esnafı müselsel kefalete bağlanmıştı. Diğer esnaf örgütlerinde olduğu gibi bu zümrenin de bir şeyhi, kethüdası, çavuşları ve tellalları vardı. Satışlarda nafaka ve tellaliye, devlet adına 1/10 oranında vergi alınırdı. Esirhane Emaneti adlı örgüt ve bunun başında da esir emini vardı. Esir eminliği iltizam yoluyla satılırdı. Bu görevi üstlenen, kamu hazinesine yılda 100 kese (50.000 akçe) toplu ödemede bulunurdu. İstanbullu gayrimüslimlerin esirci-lik yapmaları pazarlardan esir almaları yasakken, Müslüman gözüken (dönme) Yahudiler, bu alanda önemli bir yere sahiptiler. Zengin Hıristiyanlar ise gizli olarak evlerinde esir bulunduruyorlardı.

Kentte esirci denen ve kendi evlerinde eğittikleri köleleri pazarlayan bir züm-

re daha vardı. Yine aynı adla fuhuşa hizmet eden bir grup bulunuyordu. Bunlar, pey verip aldıkları veya ucuza kapattıkları dul cariyeleri Levantenlere, kapıkulu askerlerine, bekâr uşaklarına birkaç geceliğine pazarlarlardı. Aynı işi, esir pazarı ve Esir Hanı tellalları da yapmaktaydılar. Yönetim ise bu geleneği yasaklar koyarak ve ağır cezalar uygulayarak önlemeye çalışıyordu. Özellikle esirci kadınlar son derece becerikliydiler. Bunlar, uğradıkları evlerde gözlerine kestirdikleri cariyeleri, "İyi bir müşterim var, bir defa göstereyim", diyerek ve pey akçesi verip alırlar; İstanbul'un zengin gayrimüslimlerine, Eflâk ve Boğdan elçiliklerine götürürler; yüklü bir ücret karşılığında birkaç gece kapatırlar; sonra beğenilmedi diye geri getirip sahibine teslim ederlerdi. Kimi esirci kadınlar da tüccarla müşteri arasında aracılık yaparlardı. Bunlar, esir tüccarındaki cariyeleri tanıdıktan sonra kapı kapı dolaşıp tanıtımım yaparlardı. Esirci kadınların İstanbul'da tanımadıkları aile ve karakter yoktu. Her türlü aldatma yöntemlerini de bilirlerdi.

İstanbul'daki esir ticareti, İslam hukukunun köleliğe ilişkin hükümleri gereği din bilginlerini de her dönemde ilgilendirmiş ve bu konuda pek çok fetvalar verilmiştir. Örneğin Ebussuud Efendi(-0 gayrimüslimlerin kul ve cariye edinimlerini önleyen fetvaları yeni bir fetva ile pekiştirdiği gibi, kölenin isteği olmaksızın hadım edilmesini, çocuk yaştaki kölenin kiliseye götürülüp Hıristiyanlaştırılmasım yasaklayan fetvalar da vermiştir.

1640'a ait Narh Defteri'nde, 17. yy'ın ortalarında İstanbul'daki esir ticaretine ilişkin sayılara da yer verilmiştir. Buna göre 100'den fazla erkek ve kadın esircinin bir kısmının kaçak çalıştıkları, hileli işler yaptıkları, Müslüman cariyeleri Hıristiyanlara götürüp fuhuşa aracı oldukları anlaşılmak-

tadır. Sonuçta adları ve mahalleleri verilmek suretiyle 33 esir tüccarının 8 esirci kadının, 19 esir tellalının, birbirlerine kefil olmak koşulu ile esir ticareti yapmalarına izin verildiği görülmektedir. Bunların genellikle Kapalıçarşı muhitinde, Mahmut Paşa, Gezeri Kasım, Peykhane, Balaban Ağa, Gedik Paşa mahallelerinde, Firuzağa' da, Tophane'de Tomtom Mahallesi'nde, bir kısmının ise Langa ve Kocamustafapa-şa'da oturdukları saptanmaktadır.

Evliya Çelebi ise aynı döneme ilişkin daha farklı sayılar ve bilgiler verir. "Es-naf-ı Emanet-i Esirhane" başlığı altında, Tavukpazarı'ndaki iki katlı, 300 hücreli demir kapılı Esir Hanı'nı tanıtır. "Esnâf-ı bâzirgân-ı esirciyân" denen esir satıcılarının 2.000 kişi olduklarını, Gürcistan'dan, Abazistan'dan, Çerkezistan'dan ve Kırım' dan savaş malı olarak gelen kul ve cariyeleri süsleyip el ele tutuşturup esnaf alaylarına kattıklarını, "nice bin pak ve paki-ze esir kızları ile sülün gözlü münevver yüzlü esir oğlanların satırlar önünde saf saf yürüdüklerini" anlatır.

Osmanlı tarihlerinde ve arşiv belgeleri arasında İstanbul'daki esir ticaretini ilgilendiren bilgiler de yer alır. Bu sektörün en parlak yıllarının III. Murad döneminde (1574-1595) saraydaki eğilime koşut olarak yaşandığı saptanır. Parası olan herkesin cariye ve erkek köle edinmeye istek duyduğu bu dönemin unutulmayan sloganı "kesesine güvenen borazancıbaşı" deyimidir. Ancak, kentteki esir ticaretinin giderek birtakım yolsuzlukları da kapsaması ve bir yönüyle fuhuşa hizmet etmesi de bu dönemde başlamıştır. 1560'lar-dan itibaren gayrimüslimlerin köle almaları yasaklanırken İstanbul kadılarına bu yönde hükümler yazıldığı görülür. Tarih-i Selanikî'de, 1586'da İstanbul Kadısı Mevlânâ Ali'ye yazılan hükme göre, Yahudilerden şeriata aykırı olarak cariye e-



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin