I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə11/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   129

ABDÜLHAMİD H CAMİt

bak. SAHRAYICEDİD CAMİİ



ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

Beşiktaş ilçesinde, Barbaros Bulvarı'nın doğusundaki askeri lojmanların girişin-dedir.

Çeşme, isminden de anlaşılacağı gibi, II. Abdülhamid tarafından 1306/1888 yılında yaptırılmıştır. Her cephedeki son beyitlerin tarih mısraları ebcedle çeşmenin inşa tarihini vermektedir.

Zemini yükseltilmiş bir sofa üzerinde yer alan çeşmeye kuzey ve güneydeki merdivenlerle çıkılır. Batısında eski bir çınar ağacı mevcuttur. Günümüzde suyu akmamasına rağmen oldukça iyi durumdadır. Sarı renkli maltataşından inşa edilen çeşmenin aynataşı, yalak, sütun ve kitabe gibi öğeleri beyaz mermerdendir. Kare planlı ve dört yüzlü olan bu çeşmede bütün cepheler birbirinin eşidir. Birinci Ulusal Mimarlık Üslubu'nun (Türk neoklasik üslubunun) erken fakat başarılı bir örneği olan bu çeşmede ikili sütun grupları ile cepheler üç eşit parçaya ayrılmıştır. Sütunların altında ve üstünde kum saatleri yer almaktadır.

Cephelerde, orta bölümde dikdörtgen bir aynataşı, hemen bunun üzerinde mukarnaslı bir silme, rumili bir süsleme, ortası rozet şeklinde olan stilize istiridye kabuğu biçiminde bir dolgu bulunmaktadır. Yanlarda ise, üç yüzlü mihrap görünümde, mukarnas kavsaralı birer niş ile bunların üzerinde enine dikdörtgen, boş birer çerçeve görülmektedir. Bütün bunların üzerinde, kum saatlerinin hizasında mukarnaslı bir silme yatay olarak uzanmakta, onun da üzerinde, her cephede üç bölüm, her bölümde bir beyitlik kitabe levhaları yer almaktadır. Sadece doğuya bakan cephenin orta bölümünde kitabe yoktur. Burada, sonradan kazınmış bir tuğranın yer aldığı varsayılabilir. Hattın cinsi ta'lik olup kitabelerin, zamanında varak yaldızlı olduğu anlaşılmaktadır.

Kitabelerin üzerinde dilimli kaş kemer şeklinde ikiz nişler sıralanır. Yalnızca batı cephesinin orta bölümünde

n.

Abdülhamid

Çeşmesi,

Kâğıthane

Nevsâl-i Servet-i Fünûn, 1893 Nuri Akbayar

bu ikiz kemerler bulunmamaktadır. Düz kagir saçak, sütunların hizasında ikili gruplar halinde yer alan madeni konsollara oturmaktadır. Çeşmeyi, düşey yivlerle işlenmiş madeni bir alem taçlandırır.



Bibi. Raif, Mir'at, 313; Tanışık, istanbul Çelmeleri, II, 221-225; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 167, 185; S. Eyice, "Çeşme", DtA, VIII, 277-287.

BELGİN DEMÎRSAR



ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

Kâğıthane'de Cendere yolu kenarında, Anadolu Meslek Lisesi'nin yanındaki parkın ortasındadır.

Şair Feyzi tarafından yazılan kitabesinden 1310/1894 tarihinde II. Abdülhamid tarafından yaptırıldığı anlaşılır. H. Tanışık'ın İstanbul Çeşmeleri 'nde Kâğıthane Çayırı ortasında olduğu belirtilen yapı 1983'te bugünkü yerine getirilmiştir. O zamana kadar iki cepheli olduğu bilinen çeşme burada dört cepheli, haz-neli bir biçime dönüşmüştür. Lions Kulübü tarafından yeniden şekillendirilen yapının ana cephesi batı yönündedir. Bu cephe ve doğuya isabet eden cephe orijinal malzemeleri ihtiva eder. Kitabe oymanın üzerinde altı satırdır. Ayna, ampir üslubunda, stilize bitkisel süsle-melidir. Doğu cephesindeki ayna da aynı süslemeye sahiptir. Ancak bunda kitabe yoktur. Yapının ana gövdesi ve çatı betonarmedir. Üzeri tümüyle mermer kaplanmıştır. Bu mermerler yer yer dökülmeye yüz tutmuştur. Saçak ise alçı kaplamadır ve kasetlidir. Doğu ve batıdaki yalaklar köşeli büyük mermer blokların birleşmesiyle oluşmuştur. Orijinaldirler. Kuzey ve güney cepheleri sade mermer kaplıdırlar ve buradaki yalaklar istiridye biçiminde yekpare mermerden oyulmuş kurnalardır. Bugün çeşmenin muslukları kopartılmış olup, akmaz durumdadır. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 344.

ZİYA NUR SEZEN



ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

Maçka'da, Maçka Silahhanesi'nin (eski İTÜ Maden Fakültesi) karşısındadır. II. Abdülhamid tarafından 1319/1901'de İtalyan mimar Raimondo d'Aronco'ya yaptırılan bu çeşme, 1957 yılında yol genişletme çalışmaları sırasında asıl yeri olan Tophane'deki Nusretiye Camii



n. Abdülhamid Çeşmesi, Maçka

OnurDirikan, 1993

önünden sökülerek bugünkü yerine taşınmıştır.

Tamamı mermerden inşa edilmiş olan dört yüzlü, ufak boyutlu bir meydan çeşmesidir. Çeşmenin cephelerinden ikisi dar, ikisi geniştir. Üzerinde kagir, kenarları dilimli, iki kademeli, kurşun kaplı geniş bir saçak vardır. Köşelerde, beyzi madalyonlu kaideler üzerinde yükselen, üst kesiminde, düşey yivli bileziklerle donatılmış ve perde motifli başlıklarla sonuçlanan ince sütunlar yükselir. Sütunların alt ve üst hizalarında, ayrıca saçak altında yer alan silme grupları cepheleri yatay olarak kat eder. Gerek geniş gerekse dar cepheler iç içe dikdörtgen çerçevelerle donatılmış, ortaya son derecede süslü aynalar, bunların altına yalaklar yerleştirilmiştir. Sütun kaidelerinin hizasında bulunan yalaklar geniş ve dar cephelerde farklı tasarımlar gösterir. Cephelerin üst kısmında, sütun başlıklarının hizasına kabartmalı pilastrlar, pilastrlarm arasında kalan yüzeylere kitabenin birer beyti yerleştirilmiştir. Ta'lik hatlı kitabenin manzum metni Üsküdarlı Ahmed Talat'a (1858-1926) aittir.

Beyzi madalyonlar, perde kıvrımlı sütun başlıkları, cephelerin çeşitli yerlerindeki S ve C kıvrımları, çiçek sepetleri, alınlık hizasında başlayan madeni şebekeler vb tasarım ve süsleme öğeleri barok üslubun özelliklerini yansıtır. Osmanlı mimarisinde barok üslubun çoktan terk edilmiş olduğu 20. yy başların-

da inşa edilmesine rağmen, önünde yer alması düşünülen Nusretiye Camii ile uyum sağlaması için bu üslupta tasarlandığı anlaşılmaktadır.

Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 229-231; Unsal, Eski Eser Kaybı, 6-61; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 171, 179-180; S. Eyice, "Çeşme", DlA, VIII, 277-287.

BELGİN DEMÎRSAR



H. Abdülhamid Çeşmesi, Sirkeci

Nazım Timuroğlu, 1993

ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

Sirkeci'de, Demirkapı civarındadır. 19. yüzyılın barok süslemelere sahip tipik çeşmeleri içinde yer alır. Cephe yüzeyi üçe ayrılarak orta bölüm bir niş şeklinde düzenlenmiş, yan yüzeyler ise barok üsluba uygun şekilde, büyük boyutta yüksek kabartmalarla hareketlendiril-miştir.

Çeşmenin taç kısmında dışa kıvrılmış formda, plastik değeri yüksek üç adet iri yaprak bulunmaktadır. Bunlardan soldaki süsleme, bugün mevcut değildir. Ortadaki büyük panoda ise Osmanlı saltanat arması ve üzerinde büyük bir hilal içine yerleştirilmiş olan II. Abdülhamid'in tuğrası vardır.

Yan bölümlerin alt kesimlerindeki birer adet yatık dikdörtgen pano, baklava motifli olup, beşer adet su deliğine sahiptir.

Çeşmenin on dört satırlık nestalik kitabesi Sikkeken Abdülfettah Efendi'ye aittir. Çeşme, askerlik dairesinin bitişiğine inşa ettirildiğinden, tarih mısraı şu şekildedir: "Askerine çeşme yaptırdı se-niy Abdülhamid (1294/1877)".

Büyük boyutta bir yalak teknesi olan çeşme, günümüzde Ulaştırma Birliği'nin konuşlandırıldığı surlarda, Demirka-pı'nın hemen solundaki burca gömülmüş durumdadır. Suyu kesik olup, onanma muhtaçtır. Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 286.

DOĞAN YAVAŞ

ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

bak. SİNAN PAŞA ÇEŞMESİ



ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ

bak. ERTUĞRUL TEKKESİ



ABDÜLHAMİD H EVLADI TÜRBESİ

bak. YAHYA EFENDİ TEKKESİ



ABDÜLHAY EFENDİ

(?, Edirne - 16 Kasım 1705^ istanbul) Celvetî şeyhi ve mutasavvıf. Babası, Aziz Mahmud Hüdaî(->) halifelerinden Saçlı İbrahim Efendi'dir (ö. 1664). Eğitimini tamamladıktan sonra babasından Celvetî hilafeti aldı. Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde bulunan Akçakı-zanlık'taki Alâeddin Efendi Tekkesi'nde şeyhlik yaptığı sırada babasının vefatı üzerine Edirne'ye gelerek ondan boşalan Selimiye Camii vaizliğini ve Dizdar-zade Tekkesi meşihatini üstlendi. Bu görevlerini İstanbul'daki Sokollu Meh-med Paşa Tekkesi'ne atandığı 1686'ya kadar sürdürdü.

Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi şeyhi Kadızade Mustafa Efendi'nin vefatıyla dergâh meşihatine geçen Abdülhay Efendi, 18ö7'de Yeni Cami vaizliğine atanarak her iki görevi birlikte yürüttü. Daha sonra Selâmı Ali Efendi'nin yerine 1691'den vefatına kadar Aziz Mahmud Hüdaî Asitanesi(->) postnişinliğini üstlendi. Mezarı Üsküdar'da Sadrazam Halil Paşa Türbesi yanındadır.

Abdülhay Efendi, 16. yy sonlarında Aziz Mahmud Hüdaî (ö. 1623) tarafından kurulan ve 17. yy boyunca İstanbul'daki en yaygın tarikatların başında gelen Celvetîliğin, şehir hayatında kökleşmesini sağlamış bir mutasavvıftır. Mensubu bulunduğu şeyh ailesi, tarikatın İstanbul'dan Balkanlar'a uzanan örgütlenme ağını kurmada büyük rol oynamıştır.

Abdülhay Efendi'nin babası Saçlı İbrahim Efendi, kurucu şeyh Hüdaî tarafından hilafet verilerek Rumeli'ye gönderilen Dizdarzade Ahmed Efendi'den (ö. 1623) sonra gelen ikinci önemli Celvetî halifesidir. Dizdarzade'nin Edirne'de kurduğu tekkede önce kendisi sonra oğlu şeyhlik yapmış ve bu gelenek Abdülhay Efendi'nin halifesi olup, Hüdaî Asitanesi postnişinliğini üstlenen Şeyh Yusuf Efendi (ö. 1740) ile 18. yy'da da devam etmiştir.

İstanbul'un 17. yy mistik hayatını şekillendiren Halveti, Bayramî ve Gülşenî tarikatlarına mensup Edirneli şeyhler gibi Abdülhay Efendi'nin de aynı kökene bağlı bulunması Celvetîlik(-+) ile söz konusu tarikatlar arasındaki kültürel ilişkiyi güçlendirici bir özellik olarak dikkati çekmektedir. Özellikle Rumeli kökenli Halvetîler tarafından kurulan Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi'nin gene aynı kökenden gelen Abdülhay Efendi aracılığıyla Celvetîlerin denetimine geçmesi, bu ilişkinin tipik bir göstergesidir.

-l—

ABDÜLKADİR BELHÎ

45

ABDUIMEOD

Abdülhay Efendi'nin güçlü mutasavvıf kişiliği, döneminin üstün bir müfessi-ri ve şairi olmasından kaynaklanır. Bûsi-rî'nin Kaside-i Bürdetsini tercüme etmiş ve Fethü'l-Beyân li-Husûli'n-Nasrî ve'l-Fethi ve'l-Emân ile Tefsir-i Ba'z-ı Suver-i Kur'aniye adlı eserlerinde başlıca surelerin tefsirini yapmıştır. Bunların yanı sıra Şerh-i Gazel-i Hacı Bayram-ı Velî başlıklı bir risalesi de vardır. Şairliği ise, Hüdaî'nın etkisinde kalarak yazdığı ve çeşitli yazma mecmualarda dağınık şekilde bulunan tasavvufi şiirlerinde kendini gösterir. Bu şiirlerinden bazıları Hafız Post ve Gülşenî şeyhi Şîrüganî Dede tarafından bestelenerek istanbul tekkelerinde yaygın şekilde okunmuştur. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 199; Ayvansa-rayî, Mecmuâ-i Tevârih, 222; Şeyhî, Veka-yiu'l-Fuzalâ, II, 414-415; Sicül-i Osmanî, III, 307; Salim, Tezkire, ist., 1315, s. 462-463; Osmanlı Müellifleri, I, 125-126; Hocazâde, Ziyaret, 124; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 9, 73; Vassaf, Sefine, III, 21; Ergun, Türk Şairleri, I, 227-229; Ergun, Antoloji, I, 54; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyi ve Celvetiyye Tarikatı, ist., 1980, s. 262-263; ISTA, \, 116; N. Özcan, "Abdülhay Celvetî", DlA, I, 227-228.

EKREM IŞIN

ABDÜLKADİR BELHÎ

(1839, Kunduz - 17 Mart 1923, İstanbul) Nakşibendî tarikatına mensup mutasavvıf ve Melamî/Hamzavî kutbu.

Asıl adı Gulâm-ı Kadir'dir. Aile kökeni Belh'de bir süre hükümdarlık eden Burhaneddin Kılıç tarafından Şah Hüseyin'e dayanır. Eğitimini babası Nak-şî/Müceddidî şeyhi Süleyman Hüseynî Efendi'nin (ö. 1877) yanında tamamladı. 1855'te Belh'de baş gösteren Afgan ayaklanması üzerine babasıyla birlikte önce iran'a, ardından Irak yoluyla Anadolu'ya gelerek 1859'da Konya'ya yerleşti. Burada yaklaşık dört yıl boyunca Muhyieddin Arabi'nin eserlerim inceledi ve Mevlevîlerle kurduğu yakın ilişki sayesinde Anadolu sufiliğiyle tanıştı.

Abdülkadir Belhî, babası Şeyh Süleyman Efendi'nin Abdülaziz tarafından davet, edilmesi üzerine önce Bursa'ya, sonra da istanbul'a geldi. Şeyh Süleyman Efendi'ye Üsküdar'da tahsis edilen konakta bir süre kaldı ve babasının 1867'de Murad Buharî Tekkesi(-») post-nişinliğine atanmasıyla Eyüp'e taşındı. Şeyh Süleyman Efendi'nin vefatıyla 1877'de dergâh meşihatini üstlenen Abdülkadir Belhî, bu görevini 1923'e kadar sürdürdü. Mezarı, Murad Buharî Tekkesi haziresindedir.

Abdülkadir Belhî, istanbul'un Cumhuriyet öncesi mistik hayatından derin bir iz bırakan ve şehrin Osmanlı dönemi boyunca gelişen zengin tasavvuf kültürünü, mensubu bulunduğu Nakşî-lik ve Melamîlik bünyesinde temsil eden bir mutasavvıf olarak dikkati çeker.

Nakşî/Müceddidî icazetini babası Şeyh Süleyman Hüseynî Efendi'den almıştır. Nakşîliğin Horasan kökenli kla-

sik tasavvuf anlayışına bağlı kalarak 18. yy İstanbul'unda gelişen Müceddidîliğin özellikle 19. yy boyunca tarikatın Hali-dîlik kolu tarafından geri plana itildiği görülmektedir. II. Abdülhamid döneminde Kürt kökenli şeyhlerin denetiminde yaygınlaşan ve devletin doğu politikası gereği bürokrasi içinde belirgin bir siyasi güç odağına dönüşen Ha-lidîlik (bak. Nakşibendîlik) karşısında Abdülkadir Belhî'nin temsil ettiği Mü-ceddidîlik, varlığım istanbul'daki kalen-derhaneler ile Şeyh Murad Buharî Tekkesi'nde sürdürmüştür. Söz konusu bu tekkeler, 17. yy sonlarından itibaren Sarı Abdullah(->) aracılığıyla başlayıp 18. yy'de Şeyh Murad Buharî ve La'lîzade Abdülbâki ile devam eden Melamî-meş-rep Nakşîliğin başlıca merkezleridir. Abdülkadir Belhî, Eyüp Nişancası'ndaki Murad Buharî Tekkesi'nde bu köklü tasavvuf geleneğini babasından sonra yarım yüzyıla yakın bir süre devam ettirmiş ve oğlu Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1933), bu anlayışın Cumhuriyet dönemindeki son temsilcisi olmuştur.

Abdülkadir Belhî, Nakşibendî tarikatına bağlı bulunmakla birlikte istanbul hayatı üzerindeki asıl önemli etkisini Melamî/Hamzavî kutbu olarak yapmıştır. 16. yy başlarında ismail Maşukî(->) tarafından istanbul'a getirilen ve 1561'de katledilen Hamza Bâlî'den sonra Hamzavîlik (bak. Melamîlik) adıyla süren Bayramî Melamîliğinin 19. yy'deki temsilcisi, Bekir Reşad Efendi'dir (ö. 1875). Aslen Morali olan ve Rumeli Me-lamîierinin kutup olarak tanıdıkları Reşad Efendi, Abdülkadir Belhî'ye Melamî/Hamzavî icazeti vermiştir. Böylece Horosan ve Rumeli kökenli tasavvuf akımları, Abdülkadir Belhî'nin kişiliğinde birleşmiş, bu akımların istanbul'daki temsilcileri de kendisini "kutup" olarak tanımışlardır. Bunlar arasında en başta Mevleviler ve Bektaşîler gelir.

Çelebilik makamını temsil eden Ab-dülhalim Çelebi (ö. 1925) ile Yenikapı Mevlevîhanesi postnişinlerinden Meh-med Celâleddin Dede (ö. 1908) ve Abdülbâki Dede (ö. 1935), Galata Mevlevîhanesi postnişini Ahmed Celâleddin Dede (ö. 1946) ve Bahariye Mevlevîhanesi postnişini Hüseyin Fahreddin Dede (ö. 1911), Abdülkadir Belhî'ye bağlanan Mevlevî şeyhleridir. Ayrıca münte-sipleri arasında bulunan Sütlüce Tekkesi şeyhi Münîr Baba ile Rumelihisarı Şehitlik Tekkesi şeyhi Nafi Baba aracılığıyla son dönem Bektaşîleri üzerinde de önemli etkisi vardır.

istanbul'daki Melamî örgütlenmesi içinde ikinci devre Melamîlerince "kutup" olarak tanınan Abdülkadir Belhî, çağdaşı Seyyid Muhammed Nur'un geliştirdiği ve üçüncü devre Melamîliği olarak adlandırılan tasavvıff akımına katılmamış, kendi bağımsız çizgisini korumuştur. Aslen Arap olan Muhammed Nur (ö. 1888), Balkanlar'daki Nakşı ve Melamî zümrelerini birbirleriyle kaynaş-

tırarak oluşturduğu tarikatının çatısı altında bütün Melamîleri birleştirmek ve Abdülkadir Belhî'yi kendisine bağlayarak "gavsiyyet" makamını, temsil etmek istemiş ise de, başarılı olamamıştır. Bu amaçla birkaç defa istanbul'a gelmiş, misafir kaldığı Murad Buharî Tekkesi'nde Abdülkadir Belhî ile görüşmüş, fakat arzuladığı sonuca ulaşamamıştır. Böylece 19. yy'nın sonlarında istanbul'un mistik hayatı içinde birbirinden farklı iki Melamî zümresi faaliyet göstermiştir. Bunlardan Abdülkadir Belhî'nin temsil ettiği akım, tarikatın geleneğine bağlı kalmış ve esnaf tabaka içinde güçlü bir örgütlenme ağı kurarak II. Meşrutiyet sonrasında ittihat ve Terakki'nin canlandırmaya çalıştığı lonca sisteminin kültürel çerçevesini oluşturmuştur.

Eserlerinin büyük bir kısmını Mesne-vî tarzında kaleme alan Abdülkadir Belhî'nin Farsça Esrarü't- Tevhîd'i (1331, İst.) müritlerinden Selanik Valisi Meh-med Nazım Paşa tarafından tercüme edilmiştir. 1902 tarihli Yenâbü'l-Hikem, 1905'te tamamladığı Künûzü'l-Ârifîn ile Gülşen-i Esrar başlıklı eserleri kaynaklarda zikredilmekle birlikte nerede oldukları bilinmemektedir. Ayrıca tasavvufi şiirlerini, D»«n'mda toplamıştır.

Bibi. Vassaf, Sefine, II, 227-230; Gölpmarlı, Melâmîlik, 181-186; Ergun, Türk Şairleri, I, 229-233; inal, Türk Şairleri, I, 7-8; N. Aza-mat, "Abdülkadir-i Belhî", DİA, I, 231-232; T. Zarcone, "Histoire et croyances deş dervic-hes Turkestanais et Indiens â istanbul", Ana-toliaModema, II, (1991), s. 145.

EKREM IŞIN



ABDÜLKADİR BEY

(23 Ekim 1785, İstanbul - Eylül 1846, İstanbul) Kazasker ve hattat. Rumeli kazaskerlerinden Emin Bey'in oğludur. Medrese öğrenimi gördü. 1822'de Eyüp mollası oldu. 1826'da Mekke payesini aldı. Mekke'de kadılıkta bulundu, istanbul kadılığı payesini aldı. 1829'da Anadolu kazaskeri payesiyle Rusya ile yapılan barış görüşmelerinde ikinci temsilci olarak bulundu. 1834'te fiilen Anadolu kazaskeri oldu. 1836'da Rumeli kazaskeri payesi verildi. Bir yıl sonra da Mec-lis-i Vâlâ müftüsü olan Abdülkadir Bey'in ölümünde, Eyüp Camii civarına gömüldüğü zannolunmaktadır.

Resmi görevleri dışında ta'lik yazı ile uğraşan Abdülkadir Bey'in usta bir hattat olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır, ilk yazı derslerini kendisi gibi usta bir hattat olan babası Emin Bey'den aldı. O tarihte şöhreti gittikçe artan Yesârîzade Mustafa Izzet'ten de ders almış olabileceği akla gelmektedir.

Abdülkadir Bey'in yazılarında, 19. yy başlarına kadar etkisi sürmüş olan Iran ta'lik üslubunun en büyük temsilcisi Esad Yesârî'nin tesiri görülür. Başka bir ifade ile Abdülkadir Bey Iran üslubu ta'lik yazının son temsilcilerindendir. Eserleri yaygın değildir. Öğrencileri çoktur.

ALi ALPARSLAN



Abdülmecid'>Abdülmecid

W. J. Edwards'm deseninden gravür.



Celsus Picture library

ABDÜLMECİD

(25 Nisan 1823, İstanbul - 25 Haziran 1861, İstanbul) Osmanlı padişahı (l Temmuz 1839 - 25 Haziran 1861). Sultan II. Mahmûd ile Bezmiâlem Kadıne-fendi'nin oğludur. Tanzimat Devri ve Sultan Mecid Zamanı denen döneminde, Batılılaşma süreci hızlanmış, yenilikler en çok istanbul'u etkilemiştir.

Abdülmecid, babası II. Mahmud'un öngördüğü ıslahat (reform) çabaları ortamında, ilk kez Batı eğitimi alan şehzade ve taht adayı olarak dikkati çeker. Din eğitimi de gören Abdülmecid, diğer yandan Avrupa prensleri gibi yetiştirilmiş, özel hocalardan Fransızca ve Batı müziği dersleri almıştır. Kişiliği bakı-



Abdülmecid

döneminde

Tophane

semti

Kırım Savaşı

nedeniyle

askeri merkez

konumundaki

Tophane'de

Fransız

komuta


heyeti, geri

planda


Tophane-i

Âmire, önde

Hünkâr Kasrı,

Nusretiye

Camii ve saat

kulesi.


Ara Güler

mından hassas, yönetimde hoşgörüden yana, kan dökmekten nefret eden karakteri ve özgürlüğü sevmesi sonucu, saray çevresinde ve istanbul'da değişik bir gençlik yaşamıştı. Paris'te yayımlanan, Debas gazetesi ile Illustration dergisine aboneydi. Çağdaş düşüncelere açıktı ve kadınların serbestliğinden yanaydı. Fakat, II. Mahmud'un beklenmedik bir zamanda ölmesi ile henüz çocuk denebilecek bir yaşta tahta çıktı. Cülus töreni Topkapı Sarayı'nda yapıldı. Eyüp Sultan'da kılıç kuşandı.

O sırada Osmanlı devleti ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı: Avrupa devletlerinin ağırlaşan baskısı ve uyanan ulusçuluk hareketleri devletin dağılmasını kaçınılmaz kılarken, ordu, Nizip Sava-şı'nda Kavalalı Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine yenik düşmüş, donanma, Mısır'a kaçırılmıştı. Üst yönetim kadrosundaki çekişmeler, Sırbistan, Eflâk-Boğ-dan, Hicaz, Suriye bölgelerindeki ayaklanma ve karışıklıklar, eyaletlerdeki kötü yönetimler, işsizlik ve ekonomik buhran sürüp gidiyordu. Bu nedenlerle Abdülmecid'in 22 yıllık saltanatı, iç ve dış siyaset ağırlıklı geçti. Mısır ve Boğazlar sorunlarının çözümü (1840-1841), Suriye olaylarının yatıştırılması (1848) Eflâk-Boğdan sorununda geçici barış sağlanması (1849) Kırım Savaşı (1853-1856) bunların başlıcalarıdır.

1839'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile açılan Tanzimat dönemi ve 1856'da yayımlanan Islahat Fermanı, istanbul'da ve bir oranda da ülkede etkili olduğu gibi, dışarıda da yankılar uyandırdı. Her iki girişimin gerektirdiği yenilikler, istanbul'un yepyeni bir çehre kazanmasını sağladı ve Avrupa'da bu kente yönelik ilgiyi arttırdı. Kurumsallaşma ve kişisel buyrukçuluktan tüzel kararlara yö-

nelme olgusu, Osmanlı başkenti istanbul'un geleneksel tüm kurumlarını ve makamlarını etkiledi. Babıâli'nin ve buraya bağlı, ya da buranın yanında yer alan Meşihat, Serasker Kapısı, Nezaretler, Şehremaneti örgütlerinin bulunduğu asıl istanbul, mekânsal bir değişim sürecine girdi.

Sivil ve askeri sanayi tesisleri Haliç ve Tophane semtlerinde gelişme ortamı bulurken para piyasası ve dış ekonomik ilişkiler için Galata ve Karaköy çevresi merkez oldu. Dersaadet (Suriçi istanbul) ile Bilad-ı Selâse (Eyüp, Galata, Üsküdar) eski düzenlerinden, yönetsel ve yaşamsal pratiklerinden uzaklaşarak yeni oluşan semtlerle bütünleştiler. Kent, Bakırköy'den Teşvikiye'ye, Kadıköy'den Bostancı'ya, Boğaziçi'nin iki yakasında, Beykoz'a ve Sarıyer'e değin çok geniş bir yayılma olanağına kavuştu. Eski iskân yasaları ve yasaklamaları yürürlükten kalktı.

Tanzimat ve Islahat fermanlarından en çok yararlanan gayrimüslim cemaatler, bir oranda da yabancı uyruklu yerliler, getirilen mülk edinme olanaklarından yararlanarak bu açılış dönemi boyunca, Batı tarzı yapılaşmaya ve yaşamaya öncülük ettiler, istanbul, aynı yılların Avrupa kentlerindeki barok, rokoko, ampir ve neogotik üslupların karışımını yansıtan seçmeci formlarda, resmi, özel, askeri hattâ dinsel yapılarla değişik bir görünüm almaya başladı. Abdülmecid'in isteğiyle Dolmabahçe Sarayı, büyüklü küçüklü birçok köşk ve kasır inşa edildi. Yüksek rütbeli sivil ve askeri erkân, gayrimüslim zenginler, yabancı devlet temsilcilikleri de görkemli konaklar, sahilhaneler, yalılar yaptırma yarışına girdiler. Buna bağlı olarak iç mekânlarda ve donatımlarda da resmi da-

ABDULMECtD

46

47

ABDÜLMECİD

irelerden başlayarak geleneksel tertipler ve eşya terk edildi. Lüks düşkünlüğü, sanatsal arayışlar, mobilyadan müziğe, resme ve dekorasyona değin her alanda Batıya özentiyi öne çıkarttı. Tüm bunlarda ise, doğrudan doğruya Abdülme-cid'in yetişme tarzının, yaşam anlayışının ve babası II. Mahmud'dan devraldığı Batılılaşma tutkusunun payı büyüktü. Kendisi her ne kadar atalarının koyduğu merasim kurallarına bağlı olduğunu, dışa yansıyan törenlerde vurgulamakta idiyse de saray yaşamında köklü değişiklikleri benimsedi.

Osmanlı hanedanına yaklaşık dört yüzyıl mekânlık eden Topkapı Sarayı, bu dönemde tamamen terk edildi. Kırım Savaşı yıllarında (1853-1856) İstanbul'a gelen ingiliz, Fransız, İtalyan birlikleri ile subay ve diplomatlarının getirdikleri alafranga görenekler, İstanbul'un orta halli ailelerini bile tüketiciliğe ve lükse yöneltti. İstanbullular bir süre alaturka ve alafranga yaşama tarzlarını iç içe sürdürdüler. Örneğin, eskiden yaz başlangıcında Boğaziçi'ne göçülürken hararlara minderler, makat örtüleri, yastıklar doldurulup pazar kayıklarına yüklenirken artık bunlann yanında koltuk, kanepe, konsol da götürülmeye başlandı. Alafranga takımlar ramazanda kaldırılıyor, bir ay boyunca alaturka sofra düzenine dönülüyordu.

1850'ye doğru, İstanbul yeni bir olgu yaşadı. Mısır Valisi Abbas Paşa'nın (hd 1848-1854) reformlara ve Batılılaşmaya karşı çıkışı, Mısır'ın soylu, zengin ve Batı yanlısı elit zümresinin İstanbul'a göçmelerine neden oldu. Bunlar, bir ayakları Avrupa'da ailelerdi. Cevdet Paşa, Maruzât'ta, "Mısır döküntüleri" olarak nitelendirdiği bu gelenlerin, başkentin ahlakını bozduklarını vurgular. Yüksek fiyatlarla konaklar, yalılar almaları, bunların donatımı için lüks eşya getirtmeleri, sefahate dalıp bol para harcamaları ile Osmanlı yüksek zümresini de kendileriyle yarışa sürüklediklerini anlatır. Sultan Efendilerin (padişah kızları, kız kardeşleri) ise hiçbirinden geri kalmamak için hesapsız harcamalara yönelmeleri, kadınefendiler arabalarla dış dünyaya açılmakla kalmayarak alışveriş tutkusuna kapılmaları da bu dönemdedir.

Abdülmecid'in kadmefendileri, ikballeri, kızları, arabalarda piyasaya çıkıp Beyoğlu kuyumcularında, mağazalarında alışveriş yapacak kadar özgürlük kazandılar. Vezir eşlerinin, yüksek sınıf ailelerinin de onlardan kalır yanı yoktu. Abdülmecid'in saray masraflarının dışarıya yansıyan üç yıllık borcu üç milyon keseyi geçmiş bulunmaktaydı. Dışalım öylesine artmıştı ki, saraya Amerika'dan buz getirtiliyordu. Kadınlar, eski giyim alışkanlıklarını bırakarak Avrupa'dan gelen iç çamaşırlarını, korseleri, şemsiye ve eldivenleri tercih etmekteydiler.

Cevdet Paşa, Mâruzât'ta bu dönemin İstanbul'unu anlatırken ilginç nok-

talara değinir. Kadın erkek ilişkilerinin geliştiğini ve doğallığına kavuşmaya başladığını, İstanbul'da, bu kente özgü garip birtakım "muaşaka" (işaretlerle sevişme, anlaşma) yöntemlerinin yaygınlaştığını anlatır ve önemli bir başka hususu da belirtir. Abdülmecid dönemine değin, kadınların sokağa çıkmalarına son derece sınırlı izin verilegeldiğinden bu yasaklamanın eseri sayılması gereken eşcinselliğin birdenbire ortadan kalktığını itiraf eder: "Zendostlar çoğalıp mahbublar azaldı, Kavm-i Lût sanki yere battı. İstanbul'da öteden beri delikanlılar için mâ'ruf ve mu'tad olan aşk u a'lâka hâl-i tabiîsi üzere kızlara mün-takil oldu" der. Tüm bu sosyal açılım ve değişme ortamında, Kâğıthane, Lale Devri'nden sonra yeniden rağbet buldu. Orada veya Beyazıt'ta halk, artık kadınlı erkekli, hıncahınç piyasadadır. İstanbullular Boğaz'da "serv-i simin seyri" denen, mehtapta kayıkla gezmeye meraklıdırlar. Bu, müzik eşliğinde kadınların da katılım ile Büyükdere koyundan Bebek kıyılarına, Kandilli yakasına kadar Boğaziçi'ne yepyeni bir canlılık getirmiştir.

1860'a doğru, İstanbul'da sayfiye (yazlık) ve şitaiye (kışlık) olmak üzere iki yarı semtte, iki ayrı mekânda yaşamak âdet oldu. İstanbul ve Beyoğlu kışlık semtlerdi. İlkbahar sonunda padişahın göç fermanı yayınlanınca, Boğaz yalılarına, Kadıköy'e ve Adalar'a sayfiyeye çıkılıyordu. Boğaz'ın her iki yakasında satılık ya da kiralık ev, konak, yalı bulmak oldukça zordu. Bir zamanlar Baltalimanı'nda 40 bin kuruşa satılan bir yalının, mevsimlik kirası aynı miktara çıkmıştı. Çünkü, Mısırlılar gibi, kentin yerli zenginleri, gayrimüslim kuyumcular, bankerler, kibar takım ve devlet ricali de yazın Boğaziçi'nden başka yerde oturmayı düşünmemekteydi. Henüz Kadıköy, Adalar, bayındır değildi. Kızıltop-rak diye bir semt bilinmiyordu.

Anlatılan hızlı değişimde, Kırım Savaşı yıllarında (1853-1856) İstanbul'da su gibi para harcayan İngiliz, Fransız askerlerinin de rolü oldu. Fakat, bu kalabalıkların çekilmesi, iç ve dış borçlanmalar sonucu devletin aylıkları ödeyemez duruma gelmesi ardından İstanbul birdenbire ekonomik bunalıma sürüklendi. Çünkü, İstanbul esnafının dayandığı aylıklılar sınıfı parasız kalmıştı. Önceleri birkaç misli yükselen fiyatlar 1860'ta ani düşüşlerle eski düzeyini dahi koruyamadı. Bir yüzlük altın 160 kuruşa çıktı. Bu bunalım bir dizi olaya neden oldu. Örneğin, saraydan alacaklı gayrimüslim esnaf, önce Babıâli'ye başvurdu. Geri çevrilince bir vapura dolup Dolmabahçe Sarayı'nın önüne gittiler. Buradan da bekledikleri cevabı alamayınca Fransa'nın, İngiltere'nin ve Rusya'nın İstanbul'daki elçiliklerine şikâyette bulundular.

1845'te Halic'in iki yakasının, Kara-köy-Eminönü meydanları arasında ikin-

ci bir köprüyle bağlanması, ticaret yaşamını olduğu kadar günlük yaşamı, öteden beri ayrı dünyalar olan Dersaadet ile Galata arasındaki farklılıkları da etkiledi. İlmiye sınıfı ve bir ölçüde de geleneksel tezgâhlan çalıştıran esnaf dışında, iş hayatında ve gündelik ilişkilerde kaynaşma görüldü. 1847'de bir fermanla köle ticaretinin yasaklanması ve Avrat Pazarı'nın yıktırılması, İstanbulluları yeni arayışlara yöneltti. Anadolu'dan ve Rumeli'nden gelen yanaşmalar, aile topluluklarına katılacak düzeyde İstanbul'da iş ve barınma olanağı bulmaya başladılar. Kentin yüzyıllardan beri başlıca sorunlarından olan ve işsizlikten kaynaklanan hırsızlık olayları hemen neredeyse unutuldu. Fakat cariye edinme alışkanlığı daha uzun zaman kaçak yollardan sürdü. Saray bile haremin gereksinimi olan cariyeleri kaçak olarak ve Kafkasya'dan sağlıyordu. Bu dönemde İstanbul konakları, Ermeni ayvazlar, Çerkez, Gürcü cariyeler, Habeş bacılar ve haremağaları, Arnavut bahçıvanlar.'., ile renkli birer dünyaydı. 19- yy ortasında kentteki bu tür insanların 40-50 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor ki, bu da şehir nüfusunun yüzde 10-12'si düzeyindedir. Zenciler, bu oran içinde en az sayıyı oluşturmaktaydılar.

Öte yandan Abdülmecid dönemi İstanbul'u yabancı gezgin ve araştırmacıların uğrağı olmuştu. Gerek bunlar, gerekse onlar gibi giyinen Levantenler, özellikle Beyoğlu semtlerine bir Avrupa kenti havası vermekteydiler. 1850'de Şirket-i Hayriye'nin kuruluşu ve pazar kayığı taşımacılığının önemini yitirmesi, 1854'te eski kent yönetimi örgütlerinin yerini şehremaneti (belediye) örgütünün alması, Kırım Harbi sırasında İstanbul'un müttefik güçler için bir üs konumunda olması, Fransa kentleri örnek alınmak suretiyle yeni bir yönetim sistemini de gündeme getirdi. İhtisap Nezareti kaldırıldı. Kent güvenliğinden Zaptiye Nezareti'nin, esnaf işlerinden Ticaret Nezareti'nin sorumlu kılınması, İstanbul'un doğrudan Babıâli ile ilgisinin azaltılması yoluna gidildi. Kentsel sorunlar ve çözümleri için Şehremeni'nin başkanlığında bir meclis oluşturuldu. Fakat asıl belediyecilik hizmetleri 1857'de belediye dairelerinin, özellikle de Altıncı Daire-i Belediye'nin kurulmasından sonra gündeme geldi. 1845'te oluşturulan Zaptiye Nezareti'nin başlıca görevi İstanbul'un güvenliğini sağlamaktı. Yeni birçok karakol yapıldı. Abdülmecid, Beşiktaş sırtlamadaki ıssız ve korkulu alanları, buraya bir cami ve karakol inşa ettirerek (Teşvikiye Camii ve Karakolu) modern ve güvenlikli bir semt yapmayı amaçladı. Mecidiyeköy de bu sırada göçmenler için, iskâna açılmıştır.

Abdülmecid, saltanatı boyunca Rauf, Mustafa Reşid, Âli paşaları yönetimin ve diplomasinin başında tutarak genç ve aydın bir vezirler kadrosu ile imparator-

Abdülmecid'in

Avrupa

kentlerindeki



egemen

mimari


üslupları

örnek alarak

inşa ettirdiği

Dolmabahçe

Sarayı'nın,

arkasına otel

binası

yapılmadan



önceki

görünümü.



Ara Güler

luğa, Tanzimat denen bir tür meşruti monarşiyi yerleştirmek istemişti. Bu ülküsüne herkesten çok kendisi uymuştur. İstanbul dışına gezi amacıyla çıkması, İzmit, Mudanya, Bursa, Çanakkale ve Gelibolu'ya gitmesi, Silistre'ye kadar Tuna yalılarını, Girit'i ziyaret etmesi, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yla uzlaşıp onun 1846'da İstanbul'a gelmesine olanak tanıması, saray kapıları önünde vezirlerin ya da eşkıyanın kesik başların sergilenmesine son vermesi, kendisini bir kamu görevlisi gibi görüp Babıâli'de hazırlanan Daire-i Hümayun'a arada gidip çalışması, bürokratları tanıması, kişiliği konusunda bir fikir verir. Fakat her gün sızacak derecede içmesi, kadınlara düşkünlüğü, haremindeki dokuz kadınefendisi ve dokuz ikbalinden ayrıca çok sayıdaki cariye ile ilişkisi zayıf bünyesini kısa zamanda yıpratmıştır. Bu yıpranışta, karşılaştığı siyasal sorunların da payı vardır. Tanzimat'ın getirdiği yeniliklerden zarar gören ya da rahatız olan kesimlerin ikide bir kayıklara salapuryalara dolup sarayı önünde gösteriler yapmaları, Kırım Savaşı başlarken Rus ajanların tahrik ettiği imam, vaiz, müderris bir kısım softanın "keferelerle (İngiltere, Fransa, İtalya) anlaşıp ehl-i küffara savaş açmanın dinsizlik olduğunu" ileri sürüp eyleme geçmeleri, medrese ortamlarında barınan ve çoğunun okumakla ilgisi bulunmayan suhtelerin ikide bir "talebe-i ulum" ayaklanmaları başlatmaları, Kuleli Olayı vb gelişmelerin de payı vardır.

Bununla birlikte, Abdülmecid dönemi İstanbul'u, halk açısından renkli ve

istikrarlı geçmiştir denebilir. İstanbul'da İngiltere Büyükelçisi sıfatıyla bulunan ve padişahla randevusuz görüşebilen Lord Canning de anılarındaki açıklamalarla bu yargıyı doğrular. Canning'in vurgulamalarına göre İstanbul, artık doğal güzelliği yanında insan ilişkileri bakımından da uygar bir kent olmuştu. Örneğin, elçiliğin sayfiye sarayındaki bir baloya İstanbullu Türk gençleri katılmışlar ve serbestçe dans etmişlerdi.

1845'te çiçek aşısının uygulandığı, 1855'te İstanbulluların ilk kez telgraf olanağına (Edirne-Şumnu hattı) kavuştuğu, padişahın annesi Bezmiâlem Valide Sultan'ın halk hizmeti için ilk vakıf hastanesini (1843-Vakıf Gureba Hastanesi) tesis ettiği bu yıllar boyunca, kültürel, sosyal, askeri, dini birçok önemli kurumun hizmete sokulduğu saptanıyor. Mekteb-i Harbiye, Ulum-ı Harbiye, Fünun-ı İdadiye olarak ikiye ayrılarak çağdaş bir askerlik eğitimi başlatılmış, bu büyük kurum 1847'de yeni binasına taşınmış ve Fransa'dan uzman öğretmenler getirtilmiştir. Maarif-i Umumiye Meclisi (1846), bundan 11 yıl sonra da Maarif Nezareti oluşturuldu. Başkentte bir dizi yeni okul açıldı. Erkek ve kız rüştiyeleri, Mülkiye Mahreç Mektebi, Ziraat Mektebi, Telgraf Mektebi, Darülma-arif, Darülmuallimin, Orman Mektebi ve Ebe Mektebi bunlardandır. Abdülmecid, şehzadesi Murad'la (V) kızı Fatma Sul-tan'ı ellerinden tutup okula götürerek öğretmene teslim edecek düzeyde olgunluk göstermiş ve halka örneklik etmişti. 1845'te Darülfünun'un (üniversite) temelleri atıldı. Bu kurumun hizme-

te girmesi uzayacağından 1851'de Encü-men-i Dâniş, ilk bilim akademisi kimliğinde çalışmaya başladı.

Abdülmecid, toplumu yeniliklere özendirmek için, kurum açılışlarına, okul sınavlarına ve derslerine, kışlalardaki tatbikatlara katılıyordu. İmparatorluk başkentine yeni bir düzen getirme ve yönetsel kurumlan yenileme konusunda da önemli adımlar atıldı. 1840'ta Babıâli örgütü düzenlendi. Meclis-i Maliye (1855), Meclis-i Âli-yi Tanzimat (1853), Meclis-i Ahkâm-ı Adliye ve Ziraat (1839), Nafıa, Maarif (1857) Nezaretleri kuruldu. İlk nizami mahkemeler açıldı. Buna karşılık ilmiye sınıfının hiyerarşisine, medreselerin bozulan düzenine, bir yarar sağlamayacağı gibi yeniliklere de zararı dokunabileceği kaygısıyla ilişilmedi.

1844'te genel bir nüfus sayımı yapıldı ve halka, mecidiye denen ilk kimlik belgeleri verildi. Bu uygulama İstanbul'dan başlayarak tüm imparatorluğa yaygınlaştırıldı. Halk, nüfus tezkirlerine fesin altında saklandığı için "kafa kâğıdı" adını daha o zaman vermiştir. Yine, 1844'teki büyük para operasyonu (tas-hih-i sikke) onluk sisteme dayalı altın ve gümüş para birimlerinin kullanımını sağladı. Yeni paralara mecidiye adı verildi. 1854'e değin dış borçlanmaya gitmemekte direnen Abdülmecid, Kırım Savaşı'nın getirdiği ekonomik yük ve başta Dolmabahçe Sarayı'nın yapımı olmak üzere kendi adını taşıyan kışlalarla okulların, ordunun gereksinimi için İngiltere ve Fransa'dan borç alınmasına izin verdi. 1855, 1858 ve 1859'daki



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin