I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə8/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   129

BibL Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 4; Âsitâ-ne, 10; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 74-75, no. 132; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 7; Raif, Mir'at, 26; Vassaf, Sefine, V, 271; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 74; S. N. Ergun, Bektaşî-Kızılbaş-Alevî Şairleri ve Nefesleri, III, İst., 1956, 311-315; A. B. Turnalı - E. Turnalı, "Celvetilik üe Bektaşîliği birleştiren ilgi çekici bir dal: Hâşimîyye kolu ve Üsküdar'da Bandırmalı Tekkesi", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 66 (Haziran 1990), 111-120.

M. BAHA TANMAN



ABDÜLEZEL PAŞA CADDESİ

istanbul'un önemli caddelerindendir. Atatürk Köprüsü'nün Unkapanı'nda Atatürk Bulvarı ile birleştiği noktadan başlar, Fener vapur iskelesine kadar uzanır. Cumhuriyet öncesinde Cibali, Ayakapı ve Fener caddelerinden oluşan bu yola, Abdülezel Paşa Caddesi adı cumhuriyet döneminde verilmiştir. Fener vapur iskelesine gelmeden ikiye ayrılır: Kuzeyde, Mürsel Paşa Caddesi olarak devam eder; güneyde, Bulgar Kilisesi önünde yine Mürsel Paşa Caddesi adını alır. Eyüp'e doğru, iki yol birleşerek önce Demirhisar, devamında da Ay-vansaray caddeleri olarak uzanır.

Bedrettin Dalan'ın belediye başkanlığı döneminde (1984-1989) Haliç kıyılarındaki yapılar yıkılıp yöre yeşil alan haline getirildikten sonra, Tepebaşı'ndan bakıldığında bütün caddeyi açık seçik görmek mümkündür. 1960'larda verilen plansız imar izinleri ve bilhassa 19801er-deki yıkım dolayısıyla hem caddenin kuzey (sağ) tarafındaki eski eserlerin bazıları ortadan kaldırılmış, hem de güney (sol) taraftaki bazı tipik ahşap yapılar çirkin bir biçimde betonlaşmıştır. Caddenin çehresi 1980'lerdeki bu yıkımdan sonra değişmiş; Gazi Meydanı'ndan Ci-bali'ye kadar birbirini izleyen keresteciler, kereste depoları, bıçkı atölyeleri, imalathaneler, değirmenler, ticarethaneler ortadan kalkmış; yoğun imalat ve ticaret merkezi görünümü kaybolmuştur.

Bugün, Abdülezel Paşa Caddesi ile güneyden kesişen sokaklar, sırasıyla, köprüye yakın Cemalettin Efendi Sokağı, Cibali Tütün Fabrikası'ndan sonra Sivrikoz Sokağı ve Odun iskelesi So-kağı'dır. Fener Iskelesi'ne gelmeden Haraççıbaşı Sokağı, Ayakapı Caddesi ve Miralay Nazım Bey Caddesi, üçü birden bu caddeye açılır, hareketli bir çarşı ve meydan oluştururlar.



ABDÜLFETTAH EFENDİ

30

ABDULHAMIDI

musevi hastsnesi

,|j«tfLJ

Abdülezel Paşa Caddesi

istanbul Ansiklopedisi

Abdülezel Paşa Caddesi'nin güney kesiminde Bulgar Kilisesi'nin vakfı olan bitişik nizam kagir evler; eski İstanbul'un ilk yoksul apartman örnekleri sayılan ve Yahudhane denilen bir iki yüksek ahşap bina ile Aya Nikolaos Kilisesi

önemli yapılardır. Paralel olan Mürsel Paşa Caddesi ile Abdülezel Paşa Caddesi arasındaki binalar hemen tamamen yıkıldığından, dar bir yeşil alan iki yolu birbirine bağlar görünümdedir. Abdülezel Paşa Caddesi'nin kuzey yanındaki önemli yapılar, yıkımdan sonra sayıları iyice azalan eski konaklardır. Çoğu 16-17. yüzyıldan kalma bu yapılar Fenerli Rum beylerinin konaklarıdır. Bu civarda, I. Dünya Savaşı'nda değirmen olarak kullanılmış bir binanın Türk musikisi ile ilgili çalışmalarıyla da ünlü Kante-miroğlu'nun(-0 olduğu; oğlu Antiok-hos'un da (1709-1744) bu konakta doğduğu söylenmekle birlikte, bu konuda kesinleşmiş bilgi yoktur. 19. yüzyılda inşa edilen Bulgar Kilisesi de(->) bu taraftadır. Bundan sonra Tur-ı Sina Manastırı Temsilciliği ile İoannes Prodro-mos Kilisesi(->) yer alır.

Caddeye adı verilen Abdülezel Paşa, Osmanlı askeri tarihinin en ilginç komutanlarından biridir. 1831'de Konya'nın Hadim İlçesi'nin bir köyünde doğmuş, 1853-1856 Kırım, 1876 Sırp, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında bulunmuş; er olarak girdiği orduda generalliğe kadar yükselmiş, Nisan 1897'de Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Pı-nartepe'de şehit düşmüş ve Alasonya'ya gömülmüştür.

İLBER ORTAYLI

ABDÜLFETTAH EFENDİ

(1814, Sakız Adası [bugün Yunanistan'da] - 16 Ekim 1896, İstanbul) Sülüs, nesih, ta'lik, divani ve rıka hattatı.

Aslen Rumdur. Gençliğinde Müslüman olmuş ve Sadrazam Husrev Paşa tarafından yetiştirilmiş ve okutulmuştur. Eskiden köleler ve mühtedilerden çoğunun babalarına Abdullah adı verilirdi. Nitekim kendisinin nüfus tezkeresinde babasının adı Abdullah olarak yazılıdır.

Husrev Paşa'nın seraskerliği zamanında Daire-i Askeriye'ye kaydettirilerek burada devrin bilgileri arasında geometri, hesap, Arapça, Farsça okudu, ayrıca hat dersleri aldı. Bu daireyi bitirdikten sonra çeşitli devlet işlerinde görev yapan Abdülfettah Efendi, önce Husrev Paşa'nın hizmetinde bulunduktan sonra 1831'de kurulan Sıbyan Alayı öğretmenliğine getirildi. Burada tabur kâtiplerine günlük yazışmalarda kullanılan rıka yazısını öğretti. 1839'da Sadaret Mektubi kalemine girdi. 1845'te Eyüp ve 1846'da Şehzade Camii'nin vakıf işleriyle meşgul oldu. Daha sonra Sivas, Amasya ve Aydın evkaf müdürlüğü ile Saruhan ve Kastamonu mal müdürlüğü yaptı. Üç ay Kastamonu vali vekilliğinde bulunduktan sonra Selanik vilayeti meclis reisliğine ve mal müdürlüğüne getirildi. 1857'de ser-sikkeken (madeni para ressamlarının ve para kalıpları yapanların başı) oldu. 1860'ta filigran yapımını öğrenmek için Viyana ve Paris'e gitti.

1878'de İmha-yı Kavâim Komisyo-nu'nda da vazife gören Abdülfettah

Efendi, bu görevleri dolayısıyla 1879'da birinci rütbe Mecidi ve birinci rütbe Os-mani nişanlarını aldı.

Abdülfettah Efendi sülüs ve nesihi Şakir Efendi'den öğrendi ve 1832'de icazetname aldı, ta'lik yazıdan da 1846'da Yesârîzade Mustafa İzzet Efendi'den icazet almayı başardı.

Yazıları çoktur. 1855 Bursa depreminde Ulucami'de harap olan yazıları tamir için oraya gittiğinde hem mevcut levhaları hem de duvarlarda sıva üstüne yazılmış olanları tamir ettiği gibi ayrıca büyük boyda yazılar yazdı. "Besmele", "Allah hu", "Huve Kur'anı Mecîd" levhaları bunlardan birkaçıdır. Abdülfettah Efendi bu levhaları tahtadan yaptığı geniş ağızlı kalemle yazmıştı. Ulucami'in yazılarının tamiri sona erince bu geniş ağızlı kalem camiin mihrabının yanına asıldı. Son yıllara kadar orada asılı durmaktaydı.

Diğer önemli eserleri arasında, Kastamonu'da Şabân-ı Veli'nin kabri üstündeki örtüleri ile etrafında yatanların ör-tülerindeki kelime-i tevhit, İstanbul'da Süleymaniye Camii'nin eski tarzda yazılmış yazıları, Abdülmecid'in yaptırdığı binalardaki yazılar, Abdülaziz'in tamir ettirdiği Fatih Türbesi'nin örtüsü ile etrafındaki yazılar, Aksaray'da Pertevniyal Valide Sultan Camii'nin dış kapısındaki çeşmenin yazıları, Beylerbeyi Sara-yı'ndaki ayet, kaside ve kıtalar, Yıldız Hamidiye Camii ile Beşiktaş Ertuğrul Camii'ndeki levhalar ve çeşme kitabeleri, Talimhane'de yapılmış olan büyük



Abdülfettah Efendi

Malumat, 1896 Nuri Akbayar

şadırvanın yazıları, İngiltere'de islam Cemiyeti ile Girit'teki camie hediye edilen levhalar, o tarihlerde Girit mahkemeleri için yazdığı 44 tuğra, Bursa'da Osman Gazi Türbesi'nin örtüsü üstündeki yazılar sayılabilir. Bunların dışında müzelerde ve hususi koleksiyonlarda yazıları vardır.

Sülüs ve nesihte Hafız Osman; celi sülüste Mustafa Rakım; talikte Yesârîza-de Mustafa İzzet ekolüne bağlıdır. Divani ve rıka yazılarında ise Divan-ı Hüma-yun'da takip edilen üslup yolundadır. Bibi. Habib, Hat ve Hattatan, İst., 1306, s. 180; İnal, Son Hattatlar, 24-28; Malumat, no. 63 (19 Kânunuevvel 1312), s. 296-298; Sictil-i Osmant, IV, 802; Rado, Hattatlar, 230; DİA, I, 203; ISTA, I, 80-81.

ALİ ALPARSLAN



Abdülhak Molla

Ana Yayıncılık Arşivi

ABDÜLHAK MOLLA

(22 Aralık 1786, istanbul - 19 Mayıs 1854, İstanbul) İstanbul'un hekimbaşılı-ğa kadar yükselmiş ünlü hekimlerin-dendir. Divan-ı Hümayun'dan Mehmed Emin Şükûhi Efendi ile Hekimbaşı Büyük Hayrullah Efendi'nin kızı Nefise Ha-nım'm oğlu, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin kardeşi, Hekimbaşı Küçük Hayrullah Efendi'nin babası ve şair Abdülhak Hamit Tarhan'ın dedesidir.

Önce dini bilimler sonra da Süleyma-niye Medresesi'nde tıp tahsil ederek 1801'de müderris oldu ve Eski Saray'da hassa (saray) hekimi olarak görevlendirildi. Dönemin nüfuzlu kişilerinden Sadaret Kethüdası Halet Efendi hakkındaki olumsuz sözleri nedeniyle ağabeyi Mustafa Behçet Efendi ile birlikte 1821'de Keşan'a sürüldü. Keşan'da bir yıl kaldıktan sonra küçük kardeşi Hızır İlyas Efendi sayesinde affedilerek İstanbul'a döndü. Abdülhak Molla önce Saray-ı Cedide-i Amire (Yeni Saray, Topkapı Sarayı) hekimliğine getirildi, daha sonra da Asakir-i Hassa hekimbaşılığına atandı. Ağabeyi Mustafa Behçet Efendi'nin ölümü üzerine 1834'te hekimbaşı ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı oldu. 1836'da hekimbaşılık görevinden azledildi. 1839-1845 arasında ikinci ve 1848-1849 yıllarında da üçüncü defa hekimbaşılık yaptı. 1852'de reisü'l-ulema un-

vanı verilen Abdülhak Molla İlmiye sınıfında da sırasıyla Selanik Mollası (1827), Mekke Kadısı (1829), İstanbul Payesi (1832), Anadolu Payesi (1836), Anadolu Kazaskerliği (1839) ile 1842 ve 1848'de iki kez Rumeli Kazaskerliği'ne yükselmişti. Ayrıca 1848'de Meclis-i Maarif Reisliği yapmıştı.

Abdülhak Molla 14 Mart 1827'de açılan Tıphane-i Âmire'nin bir süre sonra Avrupa'daki okulların gerisinde kaldığım fark etmişti. Nazırlık görevi sırasında okulun hocalarından İstefenaki Karate -odori ile birlikte II. Mahmud'un dikkatini okulun öğretim düzeyinin yükseltilmesi için Avrupa'dan hoca getirilmesi gereğine çekmişlerdi. Bunun üzerine Avusturya'dan Dr. C. A. Bernard davet edilmiş ve okul 1839'da yeniden yapılandırılarak modernize edilmiştir. C. A. Bernard'ın Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane'de uygulamaya koyduğu yeniliklerde o dönemde nazır olan, Abdülhak Molla'nın büyük payı vardır. Ayrıca nazırlığı döneminde karantina teşkilatı kurulmuş ve çiçek aşısının yapımı zorunlu hale getirilmiş ve hasta müşahedelerinin çok iyi tutulmasını emretmiştir.

Bebek'teki yalısında (bak. Hekimbaşı Behçet Efendi Yalısı) ağabeyi Mustafa Behçet Efendi'nin kurduğu bir botanik bahçesi vardı. Abdülhak Molla'nın yalıdaki eczanesinin giriş kapısında yazılı "Ne ararsan bulunur derde devadan gayri" mısraı ünlüdür. Saray eczanesinin kapısında ise şu beytin yazılı olduğu bir levha asılıydı: Çâresâz olsa he-kîm-i mutlak / Bula her derde deva Abdülhak.

Ağabeyi Mustafa Behçet Efendi halk hekimliğine ait bazı ilkel tedavi yöntemleri ve inanışlarını, Hezâr Esrar adı altında madde madde toplamaya başlamıştı. Ölümünden sonra 850. sırdan itibaren Abdülhak Molla'nın devam ettirdiği bu eser oğlu Hekimbaşı Küçük Hayrullah Efendi tarafından 1862'de tamamlanmış ve daha sonra da yayımlanmıştır (İstanbul, 1283). Eser günümüzde Türkçe ilk tıbbi folklor denemesi olarak kabul edilmektedir.

Hekimliği yanında güzel şiirler de yazan Abdülhak Molla ne yazık ki şiirlerini bir divanda toplamamıştır. Kalender Kasrı'nda II. Mahmud'un tavuğun nasıl pişirildiği sorusu üzerine padişaha takdim ettiği kaside ilginçtir.

Asakir-i Hassa hekimbaşısı olduğu sırada, II. Mahmud'un 1828'de ordusu ile Rami Kışlası ve Tarabya'ya gittikleri tarihten İstanbul'a dönünceye kadar geçen zaman içindeki olayları günü gününe yazmıştır. Tarih-i Liva adını taşıyan bu eseri R. Ekrem Koçu tarafından sadeleştirilerek tefrika edilmiştir.

II. Mahmud'un ölümü ile ilgili olarak hazırladığı rapor da Feridun Nafiz Uzluk tarafından yayımlanmıştır. Abdülhak Molla, II. Mahmud'a duyduğu bağlılık nedeniyle Abdülmecid'in iradesiyle II. Mahmud türbesinin avlusuna defnedilen ilk kişidir.

Bibi. Mecmua-i Fevâid, Millet Ktp., no. Yz (A) 2064, 28b; Rıza Tahsin, Mir'ât-ı Mekteb-i Tıbbiye, Birinci Kitap, İst., 1327, s. 5, 8; İkinci Kitap, İst., 1320, s. 306; Abdülhak Hamid, "Üstâd-ı Azam Abdülhak Hamid'in Hayat ve Hatıraları", ikdam, 21 Cemaziyülâhır 1342/1923; İnal, Türk Şairleri, I; İzzet, He-kim-başı Odası, ilk Eczane, Baş-Lala Kulesi, İst., 1933, s. 26; R. Ekrem Koçu, "Hekimbaşı Abdülhak Mollanın Hatıraları", Yeni Sabah, 14 Şubat 1941-28 Şubat 1941; A. Süheyl Ün-ver, "Abdülhak Molla", Tedavi Kliniği ve La-bomtuvan Meç., c. X (1941) s. 2; F. Nafiz Uzluk: "Sultan Mahmut-u A(d)li'nin Vefatı Hakkında Hekimbaşmm Raporu", İbni Sina, Yıl l, S. l (Şubat-Mart 1950), s. 5662; F. Nafiz Uzluk, Hekimbaşı Mustafa Behçet, Ankara (1954), s. 105; F. N. Uzluk: "Abdülhak Molla'nın Tıp Terimleri", Dirim, S. 11-12 (1967), s. 278-279; N. Uzluk, "Hekimbaşı Yalısı", VD, IX (Ankara 1971), s. 251-259; A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (haz. A. Kazancıgil-S. Tekeli) İst., 1982, s. 217-218; Arslan Terzioğlu, "Hekimbaşı Abdülhak Molla" Bifaskop, Yıl 5, S. 14 (Eylül 1984), s. 13-17; Bedi N. Şehsuvaroğlu-A. E. Demirhan-G. C. Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984, s. 154; Rengin Dramur, "Abdülhak Molla'nın Sultan II. Mahmud'a Yazdığı Reçeteler", Tıp Dünyası, c. 59, S. 3 (1986), s. 61-78.

NURAN YILDIRIM



ABDÜLHALİM EFENDİ TEKKESİ

bak. KOZYATAĞI TEKKESİ



ABDÜLHAMİDI

(20 Man 1725, istanbul - 7 Nisan 1789, İstanbul) Osmanlı padişahı. Sultan Ab-dülhamid Han-ı evvel, Hamid-i evvel adlarıyla da bilinir. III. Ahmed ile Şermî Râbia Kadın'ın oğludur. Oğlu II. Mah-mud'dan başlayarak Osmanlı hanedanı I. Abdülhamid'in soyundan yürümüştür. Abdülhamid, babası III. Ahmed tahttan indirildiği zaman (1730) henüz beş yaşındaydı. Topkapı Sarayı'nın Kafes

I. Abdülhamid'in Young Albümü'nde yer alan portresi. Londra, 1808 Galeri Alfa



ABDÜLHAMİD I

33

ABDÜLHAMİDI

canıyor ve İstanbul'a kesik başlar geldikçe seviniliyordu.

I. Abdülhamid döneminde yakalanıp idam edilerek başları İstanbul'a gönderilen ünlüler arasında Müderris Osman Paşa, Bolu Voyvodası Araboğlu, ser-eş-kıya Muslu, Sağıncalı Veli, Yahya, Bayındır Voyvodası İvaz Mehmed Ağa, Bağdat Valisi Ömer Paşa, Boğdan Voyvodası Ligor, Sivas Valisi Ali Paşa da vardı. İstanbul'da ise ribahor denen tefeciler türemişti. Bunların en tanınmışı Sultan Selim Camii'nin imamıydı. Bu adam, Aziz Mahmud Hüdaî Asitane-si'ne mürit olmuş, şeyhe hediyeler vererek faizle edindiği serveti tekkenin bir hücresine saklamıştı. Olay ortaya çıkınca şeyhle birlikte sürgüne gönderildi. Din adamı görüntüsünde bir başka tip Lâleli Camii Selâtin Vaizi Mardinî Şeyh'ti. Bu adam servete, türlü kaynak-

I. Abdülhamid'in Topkapı Sarayı'ndaki yatak odası.

Kasrı'ndaki bir dairede gözetim altında büyüdü ve yüzeysel bir öğrenim gördü. Saraydaki tutukluluğu tahta çıkıncaya kadar 44. yıl sürdü. Bu bakımdan, dünya görüşü kıttı, istanbul'u da yeterince tanımıyordu. Ağabeyi III. Mustafa'nın ölümü (21 Ocak 1774) ardından sarayda yapılan cülus töreniyle tahta oturdu. 27 Ocak 1774'te Eyüp Sultan'da kılıç kuşandı. O sırada Osmanlı-Rus cephe savaşları devam ettiği, ordunun seferde olduğu, İstanbul'da ise iaşe sıkıntısı çekildiği gerekçe gösterilerek cülus bahşişi dağıtılmadı.

I. Abdülhamid, hassas, sevecen, yardımsever olmasına, kamu işleriyle ilgilenme isteğine karşılık, hiçbir sorunu çözebilecek fikir donanımına ve deneyime sahip değildi. Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Ruslara yenik düşüp geri çekilmesi Küçük Kaynarca Antlaşması'nın imzalanması (21 Temmuz 1774), Avusturya ve İran'ın da Osmanlı Devleti'ne savaş açmaları, onun ilk saltanat yılındaki en önemli olaylardır, istanbul'da ve tüm ülkede de ekonomik bunalım yaşanıyordu. Dağılan ordudan kaçan askerlerden 7-8 bin atlı, çapul yaparak Balkan-lar'a, oradan da İstanbul'a doldular. Fın-dıklılı Süleyman Ağa bunların "Beşiktaş iskelesine geldiklerinde ahaliyi dehşet alub Üsküdar'a uburdan (geçişten) men' edülüb ekmek vefa etmeyecek (yetişmeyince) kasabayı ateşe yakarız!" dediklerini ve Üsküdar'a geçirildiklerini yazar.

Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya'nın İstanbul'da ortaelçi düzeyinde ve yetkili bir temsilci bulundurmasını ve bu elçinin devlet törenlerinde öteki elçilerin sırasında yer almasını da öngörmekteydi. Bunun yanında, Rus elçisinin bütün tercümanlarına da dokunulmazlık tanın-

mıştı. Ayrıca, Rusya'ya, Boğazlar'dan geçiş hakkı, İstanbul'da ve diğer limanlarda her türlü emtiayı pazarlama olanağı, İngiltere'ye ve Fransa'ya daha önceki anlaşmalarla tanınan tüm ticari haklar da veriliyordu. Galata cihetinde "Beyoğlu" denen mahallenin yolunda, Rusya Devleti'nin bir kilise yaptırması da antlaşmada yer almıştı. Koşullara göre bu kilise halka açık olacak, Russo-Greque Kilisesi adıyla anılacak, İstanbul'daki Rus elçilerinin koruması altında, müdahaleden uzak olarak güvenlik altında tutulacaktı. Antlaşma ile Osmanlı Padişahı (Abdülhamid) "Müminlerin İmamı ve Müslümanların Halifesi" sanlarıyla anılmaktaydı. İstanbul'daki yabancı gözlemcilerin ve Avusturya Büyükelçisi Baron de Thugut'un yorumuna göre, Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya'nın, başkent İstanbul'u ve Osmanlı devletinin her ülkesini, her an ele geçirebileceğinin bir belgesiydi. Buna karşılık İstanbul'daki ve cephedeki Türk yönetici ve diplomatlar, bunu sezebilmekten uzaktılar. Diğer yandan, sanki ordu bir zaferden dönüyormuş gibi, I. Abdülhamid, görkemli bir alayla saraydan Davutpaşa ordugâhına giderek Şumnu'dan getirilen Sancak-ı Şerifi karşıladı. O günlerde İstanbul, anlamsız bir coşku yaşadı.

Antlaşmanın sağladığı 13 yıllık barış devresi boyunca İstanbul'da ileriki tehlikeyi önleyici hiçbir hazırlık yapılmadı. Gücünü ve etkinliğini yitirmiş Kapıkulu Ocakları'nın yanısıra geleneksel kurumlar da olanca yetersizlikleri ile korundu. Savaş ve önemli bir iç sorun olmadığı halde Abdülhamid sık sık sadrazam değiştirerek icraat yaptığını sanmaktaydı. Örneğin, Sadrazam İzzet Mehmed Paşa 1775'te, Kırım elçisine Dolmabahçe Ça-yırı'nda verilen resmi ziyafette şeyhülislamla tartıştığı için hemen azledilmişti.

I. Abdülhamid, sadaret makamına, Halil Hamid Paşa dışında bilgisi yetersiz, İstanbul'un ve ülkenin sorunlarını kavramaktan uzak kişileri getirdi. Başkentteki en güçlü ve yetkin devlet adamı Cezayirli Gazi Hasan Paşa idi. Fakat Hasan Paşa, sadaret görevini kabul etmeyerek kaptan-ı derya olarak kaldı. Kişisel girişimleriyle İstanbul'un su ve savunma sorunlarına el attı. Kasımpaşa'da ve Boğaz semtlerinde birçok çeşmeler yaptırdı. Kasımpaşa ve Galata'daki bekâr odalarında barınan sefil ve disiplinsiz kalyoncular için Tersane içinde bir kışla inşa ettirdi. İstanbul Boğazı'nın güvenliği için Karadeniz çıkışında, Anadolu yakasında Poyracık, Poyraz Limanı, Rumeli yakasında Cedid Fener kaleleri berkitildi. Buralara dizdarlar ve mustahfızlar yerleştirildi. "Kavak" denen boğaz istihkâmları onartıldı. Kavak nazırı, bostancı ustaları atandı. Kavak muhafızlarına barut ve işaret fişeklerinin kullanımı öğretildi.

Sadrazam Silahtar (Kara Vezir) Mehmed Paşa, 1779'da göreve geldiğinde İstanbul'un önceki yangınlarda harap olmuş semtlerinin imarına çaba gösterdi. Öte yandan, Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsız olan Kırım'daki iktidar mücadelesine Rusya'nın ve Babıâli'nin müdahaleleri yeni bir savaş olasılığı doğurdu. Rusya, 1777'de Şahin Giray'ın han olmasını desteklemişti. I. Abdülhamid ise İstanbul'da oturan Selim Giray'ı han ilan edip Kırım'a gönderdi. Selim Giray, Şahin Giray'a yenilerek İstanbul'a döndü. Gerginleşen Rusya-Osmanlı ilişkisi, Fransa elçisinin arabuluculuğu ile düzeldi ve 1779'da İstanbul'da Aynalı Kavak Tenkihnamesi imzalandı. Bununla Osmanlı padişahının tüm Müslümanların halifesi olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. Rusya'nın ve İstanbul'daki Ortodoks Patrikhanesi'nin baskısı sonucu, Katolik Ermenilerin istanbul'da ayrı bir patrik seçmeleri de yasaklandı.

Sadrazam Halil Hamid Paşa, iki yıldan fazla süren görevinde (1782-1785) 300 mevcutlu sürat topçularının 2.000 kişilik büyük bir birlik olarak yeni bir düzene bağlanmalarını sağladı ve eğitimlerine önem verdi, istanbul'un iaşe sorununa eğildi. Kıtlıkları önlemek için zahire stoklamaya çalıştı, istanbul'daki ulufeli askerlerin tam bir yoklamasını gerçekleştirdi ve kapıkulu mevcutlarını dondurmayı amaçladı. Kentte ulufe alım ve satımını yasakladı. Kayırılmış kişilerle çarşı esnafının "iratçı" adı altında kul ulufesi almalarını kaldırdı. Tüm bu köklü girişimleri sonucu karşıtları bir iftira kampanyası başlattılar. L Abdülhamid, Halil Hamid Paşa'nın kendisini tahttan indirip Selim'i (III) padişah yapmaya hazırlandığı iddiasına inandı ve onu idam ettirdi.

İstanbul'daki Rus elçisi Potemkin, Babıâli'yi yeni ödünler beklentisiyle sıkıştırdıkça yeni bir savaş da kaçınılmaz olmaktaydı. İngiltere ve Prusya ise kendi çıkarları açısından Osmanlı yönetimi-

ni buna teşvik etmekteydiler. Yaşlı ve öngörüden yoksun I. Abdülhamid yine de bir savaşın getireceği sıkıntıları düşünebilmekte "İbadullah ayaklar altında çiğnenecekse ben öleyim, daha iyi!" demekteydi. İstanbullular arasında ise Abdülhamid'in kerametine inanmayan yoktu. Oysa, şeyhülislam konağında ve Babıâli'de yapılan meşveretlerden sonra savaş kararı çıktı ve padişah, "Moskof gemileri Sarayburnu'nda bekliyor!" denilerek kandırıldı.

Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Yusuf Paşa komutasındaki Ordu, Maıt 1786'da İstanbul'dan tuğ ve sancak çıkartma törenleri yapılarak uğurlandı. 1787'de Rusya'ya ve Avusturya'ya savaş ilanı, İstanbul'da öncekilere oranla daha ağır bir buhranın doğmasına yol açtı. Cephelerden gelen bozgun haberleri ise kentteki sıkıntıları unutturacak düzeydeydi. I. Abdülhamid üzüntüler içinde 7 Nisan 1789'da öldü. Yerine yeğeni III. Selim tahta çıktı.

I. Abdülhamid, on beş yıllık saltanatı boyunca istanbul'u tanımaya çalıştı. Bu amaçla kentin her semtine ya biniş düzenler ya da değişik kıyafetlere girerek tebdil çıkardı. Kendisini tanıyan bir risale yazarı, I. Abdülhamid'i, kılıç alayından 40-50 gün sonra At Meydanı'nda ulema kavuğu üzerine yeşil destar sarmış olarak gördüğünü, oradakilerce tanındığını, peşinden gittiğini; kulluk (karakol) yeniçerilerine altınlar dağıttığına tanık olduğunu anlatır. O, böyle şerif, seyyid, derviş kıyafetleri ile çarşıları, pazar yerlerini dolaşır, çeşmeleri, sokakları, iskeleleri denetler, saraya dönünce gördüğü aksaklıkları, sadrazama veya sadaret kaymakamına yazardı. Şeyhülislamın, sadrazamın davetlerini kabul ederek konaklarına gider, yemek yer, hokkabaz, canbaz, lubiyat, tuluat izlerdi. Örneğin, Beykoz'da İshakağa Bah-çesi'nde Gümrükçü ismail Ağa'nın davetine gidecek kadar alçakgönüllü olan padişah, 1776'da sadrazamın verdiği ziyafette "mah-peyker, rânâ, dilber çengilerin, lâtife ile lâtif cünbüşlerini" izleyip neşeleniyordu. Bu sırada, İstanbul'un bir başka semtinde, Rûz-i Hızır'da atlar çayıra bırakılırken, Mir-âhûr-ı Evvel Ağa da, Mirahor Köşkü'nde Enderun halkına "âdet-i kadim üzere tablalar ile peynir ve yoğurt" döşetip ikramlarda bulunuyordu.

I. Abdülhamid, aşırı dindarlığından şeyhlere, hocalara güveni sonsuzdu. Şeyhülislamın salık vermesi üzerine, Bursa'daki Kadiri Dergâhı şeyhini İstanbul'a getirtmiş, keramet sahibidir diye Berat gecesi huzurunda vaaz verdirtmiş, nasihatim dinlemiş ve memleket için dua ettirmişti. Fakat, ne İstanbul'da, ne de ülkede huzurdan eser vardı. Anadolu ve Rumeli, soyguncu eşkıya gruplarının, kendi bölgelerim haraca kesen ve angaryaya koşan ayanların, taşra vezirlerinin baskısı altındaydı. Valiler sık sık ayaklanmaktaydılar. Olanaklar elverdiğince bunların tepelenmesine çaba har-

lardan para kazanmaya doymuyordu. Herkes onun eleştirisinden çekinerek yanına değerli hediyelerle gidiyorlardı. Bu adam, Cezayirli Gazi Hasan Paşa'ya da dalkavukluk ederdi. Lâleli vaizlerinin bir görevleri de Enderun'da vaaz etmekti. O, bu görevinde de ileri geri konuşur, Hasan Paşa'yı göklere çıkarır, başka herkesi kötülerdi. Kendisi her hafta yeni bir "avret alup cerrarlık ettiği" ayıbını görmezdi. Din kurallarını anlatmak gerekirken kürsüde siyaset yapardı. Sonunda Mardin'e sürüldü.

İstanbul Kadısı Hayatizade Mehmed Said Efendi, muhtekirleri cezalandırma-. dığı, kentteki zahire kıtlığına çare bulamadığı, gelen malların toptancıdan perakendeciye el değiştirip pahalanmasına göz yumduğu için 1775'te azledilmişti. Mısır'a ve başka üretim bölgelerine becerikli mübaşirler gönderilerek ürün

22 Şubat 1776 günü Vezir Kethüdası Mustafâ Efendi Eyüb'deki Valide


Yalısı'nda Moskof Elçisine ziyafet verdi. 29 Şubat günü Yeniçeri Ağası Bahariye
Yalısı'nda, 7 Mart günü de Defterdar Recaî Efendi Kâğıthane'de yine adı geçen
elçiye ziyafetler verdiler. Dördüncü ziyafet, Reis (Dışişleri Bakanı) ismail
Beyefendi 14 Mart günü Küçüksu'da tertip etti, : : ;

Çünkü, ziyafet olunan Büyükelçi misafir (geçici) olup ayrılmak üzereydi.


Âsitâne'de (İstanbul'da) oturacak Orta-elçi rütbeli Istekfi adlı general bu esnada
gelmişti. 19 Mart 1776 Salı günü Divân-ı Hümayun'da nâmesini (güven mek
tubu) İslâm Padişahına (Abdülhamid) sundu. :.';.'.'• :

9 Nisan 1776'da kar yağdı. Kıştan bu güfte kadar kar ve don eksik


olmadığından, bu sene meyve hiç olmayacak denebilir. Üzümden gayrisi ateş
pahasmadır. : '•'..";

Tersane emini, kalyon amelelerinin icâre denen üç aylık toplu ücretlerini;


veremediğinden;, Tersâne'de yapılmakta olan kalyonun ameleleri 14 Nisan
günü toplandılar: . . ;.

-Tersane emini icâre vermiyor, hele sayla-sal. diyerek ileri geri sözler ettiler.


Emin, kalabalığın dağıtılması için zabitler gönderinçe kavga çıktı. Hemen o saat
Kaptan-ı Derya: Cezayirli Hasan Paşa erişti. Olası ayaklanmayı bastırdı ye
Paşakapısı'na bildirdi. Tersane emini Selim Efendi -azledildi,: Yerine Serdarlar:
Kâtibi Mustafa Efendi getirildi. : .'•'.-/•

15 Nisan Paz|r gecesi gayrimüslimlerin paskalya gecesi idi. Q gün öylesine bir sıcak ve baskın hava oldu ki eyyam-ı bahurda görülmemiştir. Ama bundan sonra yine kış günleri yaşandı. 24 Nisan 1776'da Moskof Elçisi Röbnin memleketine dönerken yüzden fazla hademesi Müslümanlığı kabul edip burada:

Laleli Câmiin'de vaiz olan Mardinî es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed Efendi,: pek çok kapılardan servet ve ücret edinmişti. Onun dilinden ve ithamından korkanlar, sözde duasını almaya giderlerken atiyyeler, hediyyeler götürüp gönlünü hoş etmeye çalışırlardı. Kendisi Kaptan Paşa'ya (Cezayirli Gazi Hasan Paşa) yardakçılık edip o istanbul'da iken yanından: ayrılmamaya dikkat edercti. Lâleli Camii vaizinin cuma geceleri Enderun'da vaaz vermesi usûl olduğundan Mardinî Efendi de orada, diğer kürsülerdeki gibi uluorta :bazan halkın gidişatına, bazan ileri gelenlerin yaşayışlarına, hattâ devlet işlerine atıp tutar,- -Kaptan Gazi Hasan Paşa gibi vezir varken sadrazamlık mührü ehliyetsiz ve alçak kimselere verilir mi? İyiyi kötüyü fark eden çengi oğlanı, iş ve siyaset bilene tercih ediliyor!.. Demekten çekinmezdi. Oysa haftada bir avret almak, kapı kapı para dilenmek gibi kendi ayıplarını görmezlikten gelirdi. Vaizlerin vazifesi, din, aMâk ve fazilet dersleri vermek iken p, halkı fitneye kışkırtan sözler söylerdi. 30 Temmuz İ776'da bir Hatt-ı hümayun (padişah buyruğu) ile evinden alınıp Mardin'e sürgün edildi, îkibin akçalık gündeliği imtihan ile hak edenlere tevcih olundu. Borçlularında ve Bezazistan'da altmış: kese akçası çıktı. Bu paraya ve evindeki eşyasına el konuldu

Mür'i't-Tevarih,m, haz. M. M. Aktepe, ist, 1981,-s. 38-39, 41-42


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin