I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə7/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   129

ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ

26

27

ABDÜLAZİZ EFENDİ

tamamlamışlardır. Fakat Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve üç gün sonra intihar etmesi, ters tepki doğurmuş, bu kez "devr-i Aziz" için türküler yakılmaya, eski günler aranmaya başlamıştır. " Uyan Sultan Aziz uyan / Kan ağlıyor şimdi cihan" ağıtı, o günkü duyguların anısını taşır.

4 Haziran 1876'da Çırağan Sarayı'nın Feriye dairesinde intihar eden Abdüla-ziz, babası II. Mahmud'un Divanyo-lu'ndaki türbesine gömülmüştür.

Abdülaziz, sade giyinmeyi sever, bol biçimli giysileri tercih ederdi. Onun isteğiyle hazırlanan ve Doğu giyim tarzına uyarlanan, ölçüleri bol tutulmuş, pantolonu eski dar şalvarları hatırlatan erkek kostümüne alaturka setre adı verilmiştir. Tipine uygun tabla fes, "azizi-ye" adı ile o zaman moda olmuştu. Protokolden hoşlanmayan Abdülaziz'in Mevlevîliğe eğilimi vardı. Yaz geceleri saray hareminin pencerelerini açıp ney üflerdi. Lavta çaldığı da bilinir. Hicaz sirto, şevkefza bir şarkı, muhayyer bir başka şarkı bestelemiştir.

Abdülaziz'in güreşe merakı ve "huzur güreşleri" yaptırması, valilerden, bölgelerinin namlı pehlivanlarını İstanbul'a göndermelerini istemesi, kendisinin de bir pehlivan olduğu ve güreştiği söylentilerine neden olmuşsa da buna ilişkin bir kanıt yoktur. Döneminde çayırlarda ve mesirelerde sık sık karakucak ve yağlı güreş müsabakaları düzenleniyordu. Halk arasında Abdülaziz'in bir oturuşta bir kuzuyu yediği söylene-gelmiştir. Hemen her gün sokağa çıkıp halk arasında dolaşır, güreşleri izler, kır âlemleri düzenletir, sarayında güreş yaptırtır, horoz dövüştürürdü. Binişlerini daha çok Zincirlikuyu, Hacıosman Bayırı, Tarabya cihetlerine yaptığından bu uzak semtlere o zaman bakımlı şoseler açılmıştı. Göksu ve Kâğıthane mesirelerine gidişi, halkın eğlenmesini izlemesi, bazen bir kır kahvesinin önünde oturup gelip geçenin selamını alması, halk arasında kendisine sempati uyandırmıştı. Fakat saray ve harem yaşamı, kaba eğlenceler eklenerek anlatıldığından kentin tutucu ve kibar kesimlerince sevilmiyordu. Edmondo de Amicis, Ab-dülaziz'i bir cuma selamlığında izlemiş; şişman, ablak çehreli, ak düşmüş çember sakallı, ona hayranlıkla bakanlara karşı ilgisiz, başında sade bir fes, sırtında çenesine kadar düğmeli koyu renk uzun bir palto, ayağında açık renk bir pantolon ve deri çizmeler bulunduğunu vb uzunca anlatmıştır.

Ortaoyununun altın çağı, Abdülaziz dönemidir. Padişah, Rıza Efendi'yi Kara-ğözcübaşı yapmış, hayal ve ortaoyunu-nu teşvik etmişti. İstanbul'un geleneksel mesiresi olan Kâğıthane, Abdülaziz'in özel ilgisiyle son bir kez canlanmıştı. Tahta çıktığı yıllarda cuma selamlıklarını buradaki camide yapmıştı. İlkbaharda, Kâğıthane çayırında, mevkib-i hümayunda görevli askerlere kuzu ziyafeti veriliyordu. Buradaki eski sarayı da yık-

tırıp yerine bir saray yaptırmıştı. Tiyatroyu sevmeyen Abdülaziz'in köçek oynatıp, horoz dövüşü, Karagöz seyretmesi, Batı yanlılarınca eleştirilmiştir. Alafrangaya ilgi duymayan Abdülaziz, doğu esintili üslupları tercih etmiştir. Bu nedenle saltanatı sırasında yapılan anıtsal yapılarda ve saraylarda Batıdan gelme etkileri bir oranda bastıran Doğu üslupları gözlenir. Abdülaziz heykeli yapılan tek padişahtır. İstanbul'da Beylerbeyi Sarayı önüne dikilmek üzere dökülen at üzerindeki Abdülaziz heykeli, sonradan Topkapı Sarayı'na, oradan oğlu Abdül-mecid Efendi tarafından Bağlarbaşı Köşküne, oradan ikinci kez Beylerbeyi Sarayı'na, en son Topkapı Sarayı'na götürülmüştür.

Bibi. Cevdet, Tezâkir, II-IV; Cevdet Paşa, Mâruzât, (yay. Y. Halaçoğlu) ist., 1980; Hüseyin Hıfzı, Sultan Aziz Devri, İst., 1326; İnal, Son Sadrazamlar, I; A. Kemalî Aksüt, Sultan Aziz'in Mısır ve Avrupa Seyahati, İst., 1944; Haluk Şehsüvaroğlu, Sultan Aziz, Hususî, Siyasi Hayatı, Devri ve Ölümü, İst., 1949; Amicis, istanbul; Karal, Osmanlı Tarihi, VII.

NECDET SAKAOĞLU



ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ

Validebağı'ndaki Âdile Sultan Kasrı bahçesinde bulunan ve Sultan Abdülaziz için 1856'da Sarkis Balyan'a yaptırılan küçük av köşküdür. Tavla Köşkü ya da Çinili Köşk olarak da bilinir. Tasarım konsepti ve plan şeması bakımından Ayazağa'daki Av Köşkü'nün benzeridir.

Köşk, iki yanında küçük servis hacimleri bulunan bir giriş bölümü ile yaklaşık 7x7 m boyutunda bir salondan ibarettir. Dört cephesinde, ahşap kolonlarla desteklenen geniş saçakların örttüğü revaklarla çevrilidir. Ancak bu re-vaktaki kolonlar ve üst kısmındaki çatkı sistemi, yapının öteki kısımlarının biçimlenişinden çok farklıdır ve çok geniş tutulmuş olan saçakları desteklemek amacıyla sonradan yapılmış olduklarını düşündürmektedir.

Bu küçük yapı, basit ve yalın planına karşın son derece özgün bir kompozisyon ürünüdür. Balyan atölyesinin neo-ottoman bir üslup arayışını simgeleyen bir deneme olarak değerlendirilebilir.



Abdülaziz Av Köşkü

Nazjm Ttmuroğlu, 1993

Cepheler ayrımsız olarak aynı düzenlemeye sahiptir. Cephenin iç ve dış yüzleri dikdörtgenlerden meydana gelmiş bir çerçeveleme sistemi ile bölümlen-miştir. Pencere grupları bu çerçeveler içinde yer almaktadır. Alt ve üst pencereleri ayıran çerçeveler, sürekli bir çerçeve bandı oluşturur ve geometrik motifli bir bezeme ile süslenmiştir. Alt pencereler arasındaki çerçeveler ise ortası madalyonlu panolar olarak bezenmiştir.

Saçak altlan, giriş ve havuz cephesinde yıldız, yanlarda ise baklavalı motifler yapan çıtalı ahşap kaplamadır. Salon üç kenarında yer alan geniş pencereleri ile aydınlık bir mekândır. Üst pencerelerde kesişen dairelerde ise oluşan sade renkli cam bezeme vardır. Alt pencerelerde ise renkli camlar, çapraz karelerden oluşan bir şerit meydana getirmektedir. Duvarlarda, çerçeveleme sistemi içindeki panolar çini kaplıdır. Mavi ve pembe tonlarındaki çiniler, sekiz köşeli yıldız ve asma yapraklı desenlidir. Döşeme karolarında da çinilere benzer biçimde Osmanlı olmayan malzeme kullanılmış görünmektedir.

Cepheye egemen olan çerçeveleme sisteminin oranları, bölümlemedeki ritim, alt ve üst pencere düzeni ve bütünün verdiği yüzey etkisi, geleneksel Osmanlı mimarlığından alınmış, ama yeniden kompoze edilmiş örüntülerdir. Örneğin, çini kaplama düzeninin ve çerçeveleme sisteminin her cephede yeniden tekrarlanışı hem geçmişe referans veren, hem de yeni olan bir öneridir. Saçak, bir başka referans öğesidir; ama kullanılan eliböğründelerin hem büyüklüğü hem de kafes biçimi dokusu ve uçlarının torna ile profillendirilmesi yepyenidir. Üstelik bu eliböğründeler, torna ile biçimlendirilmiş, bilezikli, taşıyıcı olmayan dekoratif sütuncuklarla birlikte düzenlenmiştir. Bu sütuncuklar, o narin kesitli kafes dokulu eliböğründelerle birlikte alabildiğine maniyerist, hattâ özentili bir görünüm kazanmaktadır. Kuşkusuz, rüstik olmasına çalışıldığı halde, yapının âdeta hiç boş alan bırakılmadan işlenmişlik görüntüsüne sahip oluşunda bu maniye-rizmin payı olmalıdır.

Salonun giriş köşelerinin birinde bir

Abdülaziz Av Köşkü'nün içinden bir görünüm



Erkin Emiroğlu, 1993

kahve ocağı, diğerinde ise küçük bir çeşme vardır. Değişik renk ve motifte (yabancı kökenli) çini ile kaplı olan ocağın minyatür bir çadır örtüsü görünümü veren oryantalist tüteklik örtüsü vardır. Öteki köşeye yerleştirilmiş olan çeşme yalağının ampir ayaklığı ilginç bir parçadır.

Salonun açıldığı bahçede, küçük fıskiyeli bir havuz ve önde girişe yakın rokoko oymalı küçük bir çeşme de vardır.

Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 158-160; Eldem, Türk Evi, 1, 208-209; 1KSA, I, 112.

AFİFE BATUR



ABDÜLAZİZ EFENDİ (Karaçelebizade)

(1591, İstanbul - 11 Ocak 1658, Bursa) Osmanlı şeyhülislamı, şair ve tarihçi.

Ulema yetiştiren Bursalı Karaçelebizade ailesindendir. Babası Rumeli Kazaskeri Hüsameddin Hüseyin Efendi, ağabeyi ise yine kazasker Mahmud Efen-di'dir. Abdülaziz Efendi ağabeyinden ve Şeyhülislam Sunullah Efendi'den aldığı özel derslerle yetişti. I6l2'de Bursa Hay-reddin Paşa Camii'nde müderris oldu. Edirne medreselerinde ders verdikten sonra, 1619'da İstanbul Süleymaniye Medresesi'ne geçti. 1623'te İstanbul'daki ulema ayaklanmasına katıldığı için, Bur-sa'ya sürgün edildi. 1624'te affedilerek Yenişehir'e, lö29'da da Mekke'ye kadı olarak tayin oldu. l627'de İstanbul'a geri döndü. l634'te İstanbul kadısı oldu.

İran seferi hazırlıkları (1634) sırasında baş gösteren yağ sıkıntısı sırasındaki karar ve uygulamaları ile halkın tepkisini çekti. Bunun üzerine dönemin padişahı IV. Murad'ın gazabına uğradı ve boğdurulmak üzere Büyükada'ya yol-landıysa da, son anda Vezirazam Bayram Paşa'nın araya girmesiyle bağışlandı ve Kıbrıs'a sürgüne gönderildi. Bir buçuk yıl sonra padişah tarafından affe-

dildi ve İstanbul'a döndü. 1648'e kadar kendisine görev verilmedi. IV. Murad'ın son yılları ile İbrahim (Deli) dönemi (1640-1648) boyunca Samatya'daki evinde inzivaya çekildi. Aileden kalma mülkleri ve kendisine bağlanan Dime-toka arpalığının geliri ile geçinerek, Arapça ve Farsçadan tercümeler yaptı, şiirler ve tarih kitapları yazdı.

Ağustos 1648'de yeniçeri ağalarının önderliğinde sarayı basarak Sultan İbrahim'i tahttan indiren ulemanın başında yer aldı (bak. At Meydanı Olayı). Altı yaşındaki Şehzade Mehmed'e IV. Meh-med (hd 1648-1687) diye biat eden ilk kişi oldu. İbrahim'in öldürülmesindeki rolü ve yeni padişaha karşı takındığı alışılmışın dışındaki tavır yüzünden, İbrahim'in annesi Kösem Sultan'ın(->) düşmanlığını kazandı.

Abdülaziz Efendi, IV. Mehmed'in cülusundan hemen sonra Rumeli Kazaskeri oldu ve Vezirazam Sofu Mehmed Paşa'nın şiddete dayalı politikalarını destekledi. Çocuk padişah üzerindeki etkisini sınırlamak için Kösem Sultan'ı Eski Saray'a göndermek için uğraştıysa da başarılı olamadı. Vezirazam Sofu Mehmed Paşa'nın azli üzerine yerine geçen Kara Murad Paşa'ya kendisini şikâyet eden Kösem Sultan'ın gazabından kurtulmak için, yeniçeri ağaları ile birlikte yeni sadrazama sığındı.

Şeyhülislam Abdürrahim Efendi'-nin(-0 azli üzerine, en büyük hayali olan şeyhülislamlık makamını elde edeceğini sandıysa da, Kösem Sultan yüzünden bu arzusuna kavuşamadı. Şeyhülislamlık Bahai Efendi'ye verilince, Abdülaziz Efendi'nin tepkisini yatıştırmak isteyen Vezirazam Kara Murad Paşa, o güne dek görülmemiş bir şey yaparak Abdülaziz Efendi'ye şeyhülislamlık payesi verdirdi. Bu durum saray çevresinde rahatsızlık yarattı. Kabul törenle-

ri sırasında Vezir Kenan Paşa'nın kendisini aşağılaması, başkalarına da cesaret verince, şeyhülislamlık payesi geri alındı. Ama Mayıs 1651'de, Bahai Efendi'nin tütün içmenin günah olmadığına dair fetvası ve İngiliz elçisine karşı sert davranışı yüzünden azledilmesi üzerine, Kösem Sultan'a rağmen şeyhülislam oldu. Bu olay dolayısıyla, padişahın annesi Turhan Sultan(->) ile iktidar mücadelesinde yalnız kalmak istemeyen Kösem Sultan Abdülaziz Efendi ile barıştı.

Abdülaziz Efendi beş ay kalabildiği bu görevinde unutulan bazı törenleri canlandırdı, arpalık kullanım kurallarını, vakıfların yönetim koşulları ile ilgili yeni uygulamalar başlattı. Eylül 1651'de, yeniçeri ocağı ağaları ile ittifak yapan saray erkânının baskısından yılan esnafın ayaklanması sırasında halkı yatıştırmak için olaylarda taraf oldu. IV. Mehmed'in olayları bastırmak üzere, Vezirazam Melek Ahmed Paşa'yı azlederek yerine Siyavuş Paşa'yı geçirmesi ve ocak ağalarını cezalandırmayı sonraya bırakmasını fırsat bilen Abdülaziz Efendi, Kösem Sultan ile birlikte padişah aleyhine komploya katıldı. Bunları duyan Turhan Sultan'ın padişahı uyarması üzerine plan uygulanamadı ve Kösem Sultan boğduruldu (Eylül 1651). Abdülaziz Efendi ise eski müttefiki olan ocak ağalarının yanında yer aldı. Ama kendilerine bağlı askerler tarafından bile desteklenmeyen ağaların gücünü fazla abarttığından yanlış tarafı seçmenin bedelini şeyhülislamlıktan azledilerek ödedi.

Ayaklanmanın kan dökülmeden bastırılmasından hoşnut olan padişahın hoşgörüsü sayesinde hayatını kurtaran Abdülaziz Efendi Sakız Adası'na sürüldü. l652'de, Çanakkale Boğazı'nın Venedikliler tarafından ablukaya alınması üzerine, Bursa'ya nakledildi. Bu yıllarda kendisine ait Sakız arpalığını, Mudanya ile değiştirerek aşağılamak isteyen Şeyhülislam Hocazade Mesud Efendi'nin düşmanlığım ustaca savuşturdu. Ömrünün son altı yılını, Bursa'da Setbaşı'nda-ki konağında geçirdi. Şehre, bugün de Müftüsuyu diye anılan suyu getirdi. Kırk kadar çeşme, Büyük Cami'de iki sofa, Setbaşı'nda bir cami yaptırdı. Daha sonra kısa bir süre için Mudanya ve Gelibolu kadılıklarında bulunan Karaçelebizade Abdülaziz Efendi, Bursa'da vefat etti. Mezarı Bursa'da Şeyh Mehmed Deveci Mezarlığı'ndadır.

Abdî mahlası ile şiirler yazmış olan Abdülaziz Efendi'nin en önemli eseri yaradılıştan, 1646'ya kadar gelen Ravzatü'l-Ebrâr(ba.s. 1248) adlı dört bölümlük tarih kitabıdır. Dördüncü bölümü Osmanlı tarihinden söz eden bu kitaba, l646'dan l657'ye kadar olan dönemi anlatan bir ek yazmıştır. Zeyl-i Ravzatü'l-Ebrâr adlı bu ek İstanbul'un o yıllardaki siyasal yaşamına ışık tutan önemli bir kaynaktır. Diğer eserleri ise, Kanuni Süleyman'ın hayatının ve seferlerinin anlatıldığı Süley-manname (bas. 1248), Bağdat ve Revan fetihlerini anlatan Zafername, peygam-

28

ABDÜLBÂKİ

herlerden söz eden Mir'atü's-Safa'âır. Ayrıca ahlak, fıkıh, tefsir ve siyer alanlarında risaleleri vardır.



Bibi. Tarih-i Naima, IV-VI; Ahmed Rıfat, Devha, 57-62; (Altınay), Âlimler, 151; İlmiye, 461; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 224; Altunsu, Şeyhülislamlar, 76; ISTA, I, 69-76.

AYŞE HÜR


ABDÜLBÂKİ (La'lîzade)

(?, İstanbul - 1746. İstanbul) istanbul Kadısı ve Nakşibendî tarikatına mensup mutasavvıf.

Aile kökeni, babası La'lî Mehmed Efendi (ö. 1707) tarafından, Melamî mutasavvıf Sarı Abdullah'a dayanır. Medrese eğitimi gördü. Sadrazam Şehit Ali Paşa'ya hocalık yaptı ve onunla birlikte Avusturya seferine katıldı. Ordunun Va-radin'de bozguna uğraması ve Ali Pa-şa'nın şehit düşmesi üzerine 17l6'da Limni'ye sürüldü. Daha sonra Nakşibendî şeyhi Murad Buharî'nin aracılığıyla III. Ahmed tarafından bağışlanarak İstanbul'a döndü. Lale Devri'ni sona erdiren Patrona Halil ayaklanmasında III. Ahmed'e yakınlığı nedeniyle bir süre gizlenmek zorunda kaldı. Ayaklanmayı izleyen yıllarda devlet yönetiminde görev almayıp, ortalığın yatışmasından sonra 1737'de I. Mahmud tarafından istanbul Kadılığı'na atandı. Anadolu Ka-zaskerliği'ne kadar yükselen La'lîzade Abdülbâki, 1740'ta devlet hizmetinden ayrılarak Eyüp'te yaptırdığı Kalenderha-ne'ye yerleşti ve ölümüne kadar burada tasavvufla uğraştı. Mezarı, inşa ettirdiği tekkenin bahçesindedir.

Aslen Melamî olan La'lîzade Abdülbâki, Şeyh Murad Buharî'ye (ö. 1719)^ intisap ederek Nakşibendîliğe de girmiştir. Melamîlerin 17. yy sonlarında, özellikle Sarı Abdullah'ın kişiliğinde, istanbul'daki Nakşî zümreyi derinden etkilemeleri, aralarında Murad Buharî'nin de bulunduğu pek çok Nakşî şeyhinin Me-lamî-meşrep bir tasavvuf anlayışı geliştirmelerine yol açmıştır. Bu mistik etkij nin yanı sıra, Melamîlerin devlet bürokrasisi içinde örgütlenmeye başlamaları, , hem tarikatın yönetici kadrosundaki klasik mutasavvıf tipinin değişmesine neden olmuş hem de ilmiye sınıfının din yorumunu temsil eden Nakşîlik ile siyasi düzlemde ilişki kurmalarım zorunlu hale getirmiştir. Bu dönemdeki Melamî kutuplarından Paşmakçızade Ali Efendi'nin (ö. 1712) şeyhülislam, Şehit Ali Paşa'nın da (ö. 1716) sadrazam olarak bürokraside görev almaları, bu değişmenin ve her iki tarikat arasındaki ilişkinin çarpıcı birer göstergesidir. 17. yy'da Sarı Abdullah'ın kişiliğinde somutlaşan bu devlet adamı/mutasavvıf tipinin 18. yy'daki temsilcisi ise, La'lîzade Abdülbâki'dir.

Yaşadığı dönem, İstanbul hayatında kültürel ve siyasi açıdan derin bir iz bırakan Lale Devri'dir. Sütçü Beşir Ağa'nın (ö. 1662) katledilmesiyle yerine geçen Bursalı Seyyid Hâşim'e (ö. 1677) küçük yaşta bağlanan La'lîzade, daha sonra Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi ve

ardından Sadrazam Şehit Ali Paşa'ya intisap ederek Melamîlerin Lale Devri'nde oluşturdukları dışa kapalı seçkinci grubun üyeleri arasına girmiştir. Bu grubun içinde Reisülküttab Mustafa Efendi, Ahmed Arifî Paşa, Defterdar Sarı Mehmed Paşa gibi devlet adamları ile Mehmed Raşid, Mustafa Sami, Osmanzade Tâib, Habeşîzade Rahimî ve Nedim gibi dönemin ünlü tarihçi ve şairleri de vardır.

Kendilerini dışarıya karşı Nakşî olarak gösteren bu aydın çevre La'lîzade'nin Melamîlik(->) temeline dayalı tasavvuf anlayışına bağlanmış, grubu himaye eden ve dönemin Melamî kutbu sayılan Sadrazam Ali Paşa bile, onun bu güçlü mistik kişiliği karşısında geri planda kalmayı tercih etmiştir. Ali Paşa'nın Varadin'de şehit düşmesiyle bazı Melamîlerce "kutup" olarak tanınmak istenmiş ise de o, böyle bir teklifi reddetmiş ve sürgün gittiği Limni'den istanbul'a döndükten sonra faaliyetlerini bu defa, kendisi de bir Melamî olan Sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa'nın (ö. 1730) himayesinde sürdürmüştür.



1740'ta devlet hizmetinden ayrılan La'lîzade Abdülbâki, Eyüp'te Kalender-hane(->) olarak anılan tekkesine çekilerek burasını istanbul'un önde gelen Me-lamî/Nakşî merkezlerinden birisi durumuna getirmiştir. Hazire duyarı üstündeki kitabede yer alan ibn-i riyâzü'l-cenne terkibi, ebced hesabıyla 1153/ 1740 tarihini vermekte olup, La'lîza-de'nin vefatını değil, tekkeye yerleştiği yılı belirtmektedir. Diğer yandan tekkeyi kimin yaptırdığı konusunda, birbirleriyle çelişen bilgiler mevcuttur. Genellikle tekkeyi Abdülbâki Efendi'nin inşa ettirdiği kabul edilmekle birlikte, Hadî-ka'da banisinin babası Şeyh Mehmed Efendi olduğu kayıtlıdır.

La'lîzade, kurduğu tekkeyi "kutup" ya da "şeyh" sıfatıyla yönetmemiş, düzenlettiği vakfiyede idaresini, mücerret (bekâr) olmak kaydıyla Melamî-meşrep Nakşî şeyhlerine bırakmıştır. Bu şeyhlerden en önemlisi, daha La'lîzade hayatta iken Kalenderhane meşihatini üstlenen Abdullah Kaşgarî'dir (ö. 1760). Fakat evlenerek mücerretlik erkânını bozduğu için tekkeden ayrılmak zorunda kalmış ve Eyüp İdrisköşkü'ndeki kendi adıyla anılan Kaşgarî Tekke-si'neOO postnişin olmuştur. La'lîza-de'nin Kalenderhane'de yetiştirdiği müritleri arasında özellikle Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi (ö. 1787), kaleme aldığı eserleriyle istanbul'daki Melamîlerin tarihini aydınlatmada birinci derecede rol oynamıştır.

La'lîzade Abdülbâki'nin genel tasavvuf konularına değinen çeviri ve telif eserlerinin dışında, özellikle Melamîlerin Sarı Abdullah'tan sonraki tarihlerini ele alan ve daha çok Sergüzeşt adıyla tanınan Menâkıb-ı Melâmîye-î Bayramî-ye 'si, istanbul'un mistik tarihi açısından büyük önem taşır. Mebde'ü Meâd âe ise Nakşîlik erkânı üzerinde durmuştur. "Yetim" mahlasıyla tasavvufi şiirler de

yazan La'lîzade'nin bu alandaki başlıca eserleri, Sarı Abdullah'ın 105 beyitlik Meslekü'l-Uşşak kasidesine 17l6'da Lim-ni'de sürgün iken yazdığı Hediyetü'l-Müştâk fî Şerh-i Mesleki'l-Uşşak başlıklı şerhi ile, yine aynı kasideye 47 beyit ekleyerek Sadrazam Şehit Ali Paşa'ya ka-darki Melamî kutuplarını bildirdiği Zeyl-i Meslekü'l-Uşşak adını taşıyan zeylidir.



Bibi. Müstakimzade, Menâkıb-ı Melâmiye-i Şuttariye-i Bayramîye, Süleymaniye Ktp, Ab-durrahman Nafiz Paşa, no. 1164; Ayvansara-yî, Hadîka, I, 277-278; Ayvansarayî, Mec-mua-i Tevârih, 268-269; Sicül-i Osmanî, III, 298-299; Osmanlı Müellifleri, I, 159; Gölpı-narlı, Melâmilik, 153-155; Ergun, Türk Şairleri, I, 219-221; Ergin, imaret Sistemi, 28-32.

EKREM IŞIN



ABDÜLBÂKİ ARİF EFENDİ

(1633 ?, istanbul - 28 Ekim 1713, İstanbul) Hattat, şair ve âlim. Kasımpaşa'da doğdu. Tersane-i Âmire kâtiplerinden Ammizade Mehmed Efendi'dir. Medresede okudu. İstanbul'da çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra 1681'de Selanik kadısı oldu. Ancak zevk ve sefaya düşkünlüğü yüzünden saraya şikâyet edildiğinden, IV. Meh-med'in emriyle adı kadılık defterinden silindi. Boşta kaldığı yıllarında hayatını hattatlık yaparak kazandı. Bir müddet sonra affedilerek tekrar kadılığa döndü. 1698'de İstanbul kadısı oldu. 1702'de Anadolu, 1706'da Rumeli kazaskerliğine yükseldi. Sonra tekrar gözden düşünce Bursa'ya sürgüne gönderildi. Affedilince İstanbul'a döndü ve burada öldü. Kabri Eyüp'tedir.

Çok yönlü bir kişiliği olan Abdülbâki Arif Efendi'nin dini konularda Arapça ve Türkçe kitapları ve risaleleri vardır. Türkçe ve Farsça divan sahibi bir şairdir. Türk dini edebiyatının en tanınmış eserlerinden olan Mi'racname'si beste-lenmiştir. Bazı kaynaklarda adı bestekâr olarak da geçer. Hat sanatında da seçkin bir yeri vardır. Usta bir talik hattatı olarak tanınır. Tuhfe-i Hattatın onun Mehemmed-i Tebrîzi adlı bir hattattan yazdığını söylerse de bunun doğruluğunu tahkik etmek mümkün olamamıştır. Devhatü'l-Küttâb ise önceleri Siyahi Ahmed Efendi ile yazı hakkında müzakerelerde bulunduğunu; sonra iranlı hattat Mir Ali Herevî ve İmâd'ın yazılarını elde ederek sanatında geliştiğini, çok güzel yazdığını, hattâ kendisine talikin ikinci kurucusu denmesinin yerinde olacağını bildirir.

Yazısı hakikaten güzeldir. Eserleri müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda olan Abdülbâki Arif Efendi İran okulunun takipçilerindendir.

BibL Şeyhî, Vekaytu'l-Fuzalâ, 358-360; Müstakimzade, Tuhfe, 669-670; Sicül-i Osmanî, III, 297-298; Osmanlı Müellifleri, I, 362-303; Suyolcuzade Mehmed Necib, Devhatü'l-Küt-tab, îst., 1942^ s. 92-93; î. H. Uzunçarşıh, "Değerli Türk Alimi ve Güzel Sanatlar Üstadı Abdülbâki Arif Efendi", Belleten, no. 85, 1958; Rado, Hattatlar, 121; DlA, I, 195-198; TDEA , I, 155.

ALİ ALPARSLAN



ABDÜLBÂKİ EFENDİ TEKKESİ

Kadıköy tlçesi'nde, Kuşdili mevkiinde, Zühtüpaşa Mahallesi'nde, Tahtaköprü Caddesi üzerinde bulunmaktaydı.

Tekkenin ilk banisi ve kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilememektedir. Adını taşıdığı ilk postnişinin Şeyh Abdülbâki Efendi (ö. 21 Muharrem 1223/1808) tarafından 18. yy son çeyreği içinde veya 19. yy başlarında inşa ettirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Sa'dî tarikatından olan Şeyh Abdülbâki Efendi'nin vefatından sonra yerine önce oğlu Şeyh ismail Efendi (ö. 7 Sefer 1264/1848), daha sonra da torunları olan Şeyh Ahmed Hayri Efendi (ö. 11 Cemaziyülevvel 1274/1857) ile Şeyh el-Hac Şerif Mehmed Efendi (ö. l Zilhicce 1275/1859) geçmiştir. Zâkir Şükrü Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'smdaki şeyhler listesi burada kesilmekte, Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin sahipsiz kalarak harap olduğu ve bir müddet sonra ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Nitekim aynı arsa üzerinde, Hasırcıbaşı Hacı Halil'in eşi Ayşe Sıdıka Hanım tarafından 19. yy'nin üçüncü çeyreği içinde (1859-1885 arasında) yeniden bir tekke inşa ettirilmiştir. A. Sıdıka Hanım 550 Osmanlı lirası harcayarak ihya ettiği bu tesisi "Mecidiye Tekkesi" olarak adlandırmış, postuna da yine Sa'dî tarikatından, Eyüp'teki Taşlıburun Tekkesi mensuplarından Şeyh Hoca Tahsin Efendi'yi oturtmuştur.

Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin ikinci kuruluşundan sonra bazı kaynaklarda "Hamidiye Tekkesi" olarak da adlandı-rıldığı görülmektedir. Muhtemelen bu ad, söz konusu ihyanın II. Abdülhamid devrinin başlarında gerçekleşmiş olmasından veya adı geçen hükümdarın, tekkenin inşasına yardımda bulunmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Hoca Tahsin Efendi'den sonra tekkenin postuna, Celvetîliğin, Bektaşî etkileriyle teşekkül etmiş olan Haşimî koluna bağlı Bandırmalızade Şeyh Ahmed Münib Efendi geçmiştir. Haşimî kolunun kurucusu Bandırmalı Şeyh Seyyid Haşim Baba Efendi'nin (1718-1783) neslinden gelen A. Münib Efendi, istanbul tekkelerinin, ayin günlerine göre tasnif edilmiş bir dökümünü içeren 1307/1889-90 tarihli Mecmua-i Tekâyâ'nın müellifidir. Üsküdar'ın İnadiye semtinde bulunan Bandırmalızade Tekkesi'nin türbesinde gömülü olduğu bilinmektedir. Tekkenin son postnişini, A. Münib Efendi'nin oğlu olan Şeyh Yusuf Fahir Baba'dır (Ata-er) (1301/1884-1967). Celvetî-Haşimîli-ğin yanısıra Bektaşîliğe de intisabı olan Y. Fahir Baba aynı zamanda, Haşimî kolunun merkezi (asitanesi ve pirevi) olan Bandırmalızade Tekkesi'nin de son postnişinidir. Son devir tekke edebiyatının tanınmış simalarından olan Y. Fahir Baha'nın naat, kaside, nefes vb türlerde aruz ve hece vezinleriyle kaleme aldığı birçok manzumesi bestelenmiş ve istanbul tekkelerinin son günlerinde revaç

Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin yaklaşık

durum krokisi.

M. Baba Tanman, 1993

bulmuştur. Ayrıca tasavvufa ilişkin birtakım risale ve makaleleri de bulunmaktadır. Vefatında Bandırmalızade Tekkesi'nin yakınına gömülmüştür. Tekkelerin kapatılmasından sonra Abdülbâki Efendi (Mecidiye) Tekkesi'nin harem dairesinde Y. Fahir Baba, ailesi ile bir müddet ikamet etmiş, daha sonra burasını, malikleri olan Ayşe Sıdıka Ha-nım'ın varislerine terk etmiştir. Bakımsızlıktan harap olan tevhidhane 1944 yılında çökmüş, 1979'da da tekkenin haremini, selamlığını ve diğer bölümlerini barındıran kanat, ayrıca çevre duvarı ile cümle kapısı yıktırılmış, böylece tamamen ortadan kalkan tekkenin yerine apartmanlar inşa edilmiştir.

Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin mimari özelliklerini aydınlığa kavuşturacak, çizim ve fotoğraf türünden herhangi bir belge elde edilememiştir. Ancak tekke binalarını hatırlayan, ikinci bani Ayşe Sıdıka Hanını'ın torunlarından Melek Erten ile Prof. Dr. Semavi Eyice'den alınan bilgilerle binaların konumu ve ana hatları tespit edilebilmiştir. Yaklaşık 600 m2 genişliğindeki tekke arsasının doğu yönünde bulunan kitabeli avlu kapısı, çeyrek daire biçimindeki iki duvar parçası ile kuşatılarak çevre duvarından geriye çekilmişti. Söz konusu kavisli duvar parçalarında birer pencere yer almakta, bunlardan sağdaki A. Sıdıka Hanını'ın kabrine açılan bir niyaz penceresi niteliği taşımaktaydı. Avlu kapısından 25-30 m kadar geride bulunan ahşap tekke binası iki kanadı tek bir kitle halinde tasarlanmıştı. Önde, harem dairesini, selamlık birimlerini (şeyh odası, meydan odası, derviş hücreleri vb), mutfağı ve buna bağlı bölümleri barındıran, iki katlı kanat, kıble doğrultusunda uzanan ince uzun bir dikdörtgen alana yayılmıştı. Zemin katta, avlu kapısının aşağı yukarı karşısına gelen yerde cümle kapısının bulunduğu, üst katta, bir koridor üzerinde beş-altı adet mekânın sıralandığı, Kıble yönünde bulunan ve şeyh odası olduğu anlaşılan mekânın

29 ABDÜLEZEL PAŞA CADDESİ

yarım altıgen biçiminde bir çıkmayla genişletildiği bilinmektedir.

Bu kanadın arkasında, iki kat yüksekliğindeki tevhidhane yer almaktaydı. Ufak boyutlu, dikdörtgen planlı ve kırma ahşap çatılı olan tevhidhane iki kapıyla donatılmıştı. Bunlardan birisi doğu duvarında bulunmakta ve harem-selam-lık bölümleriyle bağlantıyı sağlamakta, kuzey duvarında, mihrabın karşısında bulunan diğer kapı ise doğrudan avluya açılmaktaydı. İki katlı mahfillerle donatılmış olan tevhidhane mekânı, ikisi güneye, ikisi kuzeye, üçü de batıya bakan yedi adet pencere ile aydınlanmaktaydı.


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin