I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə13/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   129

Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 229-237; T. Toros, "Yapı ve Kredi Bankası'mn Bağlarba-şı'ndaki Mecit Efendi Köşkü", Sanat Dünyamız, 31 (1984), s. 2-9; Eldem, Türk Evi, I, 204-207; M. Servet Akpolat, Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury, (Hacettepe Üni., basılmamış doktora tezi), 1991, s. 93-97.

AFİFE BATUR



ABDÜLMECİD MEYDAN ÇEŞMESİ

Üsküdar'da Selimiye Kışlası yakınında, Harem İskelesi Caddesi üzerinde bulunmaktadır.

Sekiz beyitlik uzun kitabesinden anlaşıldığı üzere 1257/1841 yılında Abdül-mecid tarafından yaptırılmıştır. İbrahim Hakkı Konyalı tarafından okunan kitabesinin yazarı Ziver'dir. Kitabedeki, Çeşme-i mâü'l-hayât saltanat-ı Şâh-ı Cihan / Hazret-i Abdülmecid Han âb-ı rûy-ı kâinat / Buldu suyun cevher-i târih Zîver hâmeden / Etti carî Pâdişâh bu suda nev aynü'l-Hayat 1257, beyitleri bu konudaki en önemli bilgilerdir.

Tamamı hemen hemen kesme taş malzemeden inşa edilen yapının dört cephesinde üçer büyük musluk vardı. Ancak bugün bunlar yoktur. Bu çeşmenin en önemli özelliği hem insanların hem de hayvanların su içmeleri için yapılmış olmasıdır. Büyük hacimli su haznesinin üstü tonozla örtülü olup, etrafında geniş bir saçak bulunmaktadır. Yapıyı dört bir yandan saran en alttaki mermer dizisi yalak olarak kullanılmaktadır. Aralarda ise kısmi bölünmeler meydana getiren levhalar yer almaktadır. Çeşmenin üzerinde yer alan kitabenin, ortadaki tuğranın iki tarafına dizildiği anlaşılmaktadır. Yapı son yıllarda geçirdiği restorasyonla büyük değişikliğe uğramıştır. Yapının büyük su toplama havuzu ise, üstte temizlik bacalarına sahiptir.



Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 438-440; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 22-23; Çeçen, Üsküdar, 127-128.

ÖZKAN ERTUĞRUL



ABDÜLMECİD SİVASÎ

(1563, Zile - 1639, İstanbul) Halvetîli-ğin Şemsî koluna mensup şeyh ve mutasavvıf.

16. yy'ın ünlü Halveti şeyhlerinden Şemseddin Ahmed Sivasî'nin (ö. 1597) kardeşi Muharrem Efendi'nin oğludur. Eğitimini babasından, tarikat icazetini ise amcası Şemseddin Sivasî'den aldı. Önce Zile'deki Halvet! tekkesine, Eğri seferinde vefat eden Şeyh Pirizade Veli Efendi'nin yerine postnişin oldu. Daha sonra 1604'te amcası Receb Efendi'den boşalan Sivas'taki Şemsî Tekkesi meşi-hatini üstlendi. Bu görevini sürdürdüğü sırada III. Mehmed'in daveti üzerine Abdülahad Nuri(->) ile birlikte İstanbul'a geldi. Kısa bir süre Sultanahmet'te ikamet ettikten sonra, müritlerinden Rei-

sülküttab La'lî Efendi'nin hediye ettiği Eyüp Nişancası'ndaki konağa yerleşti. Şeyhülislam Sunullah Efendi'nin camie çevirdiği Atpazarı'ndaki Hüsam Bey Mescidi'nde başladığı cuma vaizliği görevini, sırasıyla Şehzade ve Sultan Selim camilerinde sürdürdü. Sultan Ahmed Camii'nin açılışına "temel şeyhi" olarak katıldı ve vefatına kadar bu camide vaizlik yaptı. Vefatından iki yıl sonra, gömüldüğü Eyüp Nişancası'ndaki bahçeye müritlerinden Kösem Mahpeyker Sul-tan'ın kâhyası Behram Ağa tarafından kendi adıyla anılan türbesi inşa edildi.

Abdülmecid Sivasî'nin mensubu bulunduğu Şemsîlik, amcası Şemseddin Si-vasî tarafından kurulmuş olup, Halvetî-liğin dört ana kolundan biridir (bak. Halvetîlik). Başlangıçta Şemseddin Sivasî'nin doğum yerine nispetle Sivasîlik olarak tanınan tarikat, sonradan Abdülahad Nuri'nin (ö. 1651) kurduğu diğer bir tarikatla aynı adı taşımaktan doğan karışıklığı önlemek için Şemsîlik şeklinde anılmıştır.

Abdülmecid Sivasî'nin Eyüp Nişancası'ndaki

türbesi.


Ekrem Işın, 1992

Şemsîliğin İstanbul'da yaygınlaşmasını sağlayan en etkin kişi, Abdülmecid Sivasî'dir. Tarikatın İstanbul dışında da örgütlenmesi için çaba göstermiş ve bu amaçla halifesi Abdülahad Nuri'yi Midilli'ye göndermiştir.

Abdülmecid Sivasî'nin İstanbul'daki faaliyetlerine sahne olan ilk merkez, Çarşamba'daki Mehmed Ağa Tekke-si'dir. Darüssaade Ağası Mehmed Ağa tarafından Mimar Davud Ağa'ya yaptırılan bu küçük külliyede önceleri Halve-tîlerin denetiminde faaliyet gösteren tekke, Şeyh Vişnezade Mehmed Efendi'nin 1601'de vefat etmesiyle Abdülmecid Sivasî'nin idaresine geçerek Şemsîli-ğe bağlanmıştır. Bunun gibi Yavsî Baba Tekkesi de(->), Abdülmecid Sivasî'nin Sultan Selim Camii vaizliği yaptığı sırada Bayramîlerin denetiminden çıkıp, Şemsîliğe geçen tarikat merkezleri arasındadır. Cerrahzade Musliheddin Efendi ile başlayan ve Abdülmecid Sivasî'nin postnişinliği döneminde İstanbul'un en önemli Şemsî merkezine dönüşen bu tekkede, kendisinden sonra oğlu Ab-dülbâki Efendi (ö. 1710), Mehmed Efendi (ö. 1730), Abdülmecid Efendi (ö. 1736) ve Abdülbâki Efendi (ö. 1798)

şeyhlik yapmış ve tekke 19. yy başların-, da Halvetîliğin Sünbülî koluna geçmiştir. Şemsîliğin İstanbul'da temsil edildiği son merkez ise, Taşkasap'taki Zıbın-ı Şerif Tekkesi'dir. Şeyh Mehmed Kasım Efendi (ö. 1910) ile oğlu Yusuf Ziyaed-din Efendi bu tekkede tarikat faaliyetlerini Cumhuriyet dönemine kadar sürdürmüşlerdir.

17. yy İstanbul'unda gündelik hayatı sarsan ve tarihe Kadızadeliler-Sivasîler çatışması olarak geçen olayda Abdülmecid Sivasî'nin üstlendiği rol, bu dönemde tarikatların şehir hayatındaki varlıklarını sürdürebilmelerinde başlıca etkenlerden birisidir. Birgivî Mehmed Efendi'nin Tarikat-ı Muhammediye 'sinde ileri sürülen görüşleri temel alıp, devran ve sema gibi tarikat ritüellerini bid'at sayarak tekkelerin kapatılmasını isteyen Kadızadelilerin karşısına, tasavvuf zümresini temsilen Abdülmecid Si-vasî çıkmıştır. Bazı saray ileri gelenleri ile ulema sınıfından destek gören Kadı-zadeliler(->), kışkırttıkları kalabalık bir zümreyle tekkeleri basmışlar, şeriattan sapmış olarak gördükleri tasavvuf ehlini böylece sindirmeye çalışmışlardır. Abdülmecid Sivasî bu karışık ortamda, tekkkelerde icra edilen devran, sema ve musikinin İslamiyete aykırı olmadığını cesaretle savunmuş, kendisinden sonra halifesi Abdülahad Nuri, bu mücadeleye devam etmiştir.

Abdülmecid Sivasî'nin genel tasavvuf konularını işleyen eserlerinin yamsıra özellikle Mevlânâ'nın Mesnevi 'sine yaptığı şerh, bu alandaki en başarılı çalışmalardan birisi olarak kabul edilir. Mes-nevî'nin birinci cildinin yarısına kadar gelebilen bu şerhten başka, "Şeyhî" mahlasıyla yazdığı tasavvufi şiirlerini kapsayan bir de Divan'ı vardır.



Bibi. Mehmed Nazmî, Hediyetü'l-lhvân, Sü-leymaniye Ktp, Reşid Efendi, no. 495; Ay-vansarayî, Hadîka, I, 196-197; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevarih, 211; Şeyhî, Vekayiu'l-Fu-zalâ, I, 62; Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik, 49-54; Hocazade, Ziyaret, 84-87; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 14, 60; CSR, Dosya B/23.

EKREM IŞIN



ABDÜLMECİD TÜRBESİ

Çarşamba'da, Sultan Selim Camii'nin arkasındaki hazirede yer almaktadır. Tarihi yarımadanın beşinci tepesinde, Halic'e hâkim, doğal bir teras oluşturan bu hazirede ayrıca Yavuz Selim'in türbesi, 1894 depreminde yıkılmış olan eşi Hafsa Sultan Türbesi'nin kısmen korunmuş duvarları ve Yavuz ile Kanuni'nin çocuklarına ait diğer bir türbe bulunmaktadır.

Abdülmecid Türbesi'nin yapım kitabesi yoktur. Ancak dönemin tarihçilerine göre türbe, padişahın ölümünden önce 186l'de yapılmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemekle birlikte, dönemin Hassa Başmimarı Garabet Balyan'ın elinden çıktığını veya en azından onun sorumluluğu altında yapıldığını düşünmek mümkündür.

Türbe, Osmanlı mimarlığında en

yaygın tip olan sekizgen plana sahiptir. İç kenarları 3,20 m uzunluğunda olan sekizgenin, giriş dışındaki her yüzünde üst üste ikişer pencere yer almaktadır. 15-20 yıl öncesine kadar önünde camekânlı, iki tarafı sedirli, ahşap bir sundurma bulunan girişin üzerinde de bir pencere vardı.

Alçak bir subasman üzerine oturan sekizgen prizma biçimli gövdenin dış köşelerinde, her biri komşu yüzeyi düşeyde sınırlayarak keskin bir kenar oluşturan yivsiz pilastrlar bulunur. Bu pilastrlar, üstte yapıyı çepeçevre kuşatan bir kornişi ve ensiz kasnakla onun üzerine oturan basık kubbeyi taşırlar. Pilastr başlıklarının silmeleri, arasındaki yüzeylerin üzerinde de devam eder. Ancak bu ara yüzeyler pilastrlara göre birkaç santim de olsa geri çekildikleri ve iki katlı düzenlendikleri için pilastrlar, subasmandan kornişe kadar süren kesintisiz biçimleriyle, yapı kütlesini belirleyici bir nitelik kazanırlar. Yatay bir silmenin düşeyde ikiye böldüğü yan yüzeylerin her iki bölümü profilsiz bir kademelenmeyle geri çekilerek, pencerelerin içinde yer aldıkları dikdörtgen yüzeyleri çerçevelerler. Alt kattaki pencereler düz atkılı, üsttekiler alttakilere göre daha küçük ve kaş kemerlidir. Her iki pencere dizisi için de, duvardan ayrı bir söve söz konusu değildir. Gerek üst pencerelerin demir doğramalı dışlıkları, gerekse alt pencerelerin şebekeleri geleneksel biçimlerden farklıdır.

Abdülmecid Türbesi, dış görünümüyle İstanbul'daki padişah türbeleri arasında en sıradan örnektir. Diğerlerin-deki grimsi beyaz küfeki, mermer ve kimi kez renkli taş kullanımına karşın, burada bütünüyle alışılmadık sarı bir kireçtaşı kullanılması, revak yerine basit bir sundurmayla yetinilmesi ve gerek işçilik gerekse tasarım açısından dış kütlede hiçbir özen bulunmaması, ona taşralı bir görünüm verir. Batılılaşma döneminde, özellikle türbelerde karşımıza çıkan, tasarım kalitesindeki yükselmenin tersine, burada biçimsel açıdan yetersiz bir yapı söz konusudur. Bu durumun nedenini Cevdet Paşa'nm Tezâ-&z'r'inde sözünü ettiği alçakgönüllülükten çok, H. Şehsuvaroğlu'nun Dahiliye Nazırı Damat Şerif Paşa'dan aktardığı gibi, türbenin aslında Abdülmecid'in kendinden önce ölen oğullan için yapılmış olmasında aramak gerekir.

Türbede mermer kaideler üzerinde Abdülmecid'den başka, ikisi de 1855'te küçük yaşlarda ölen oğulları Mehmed Abdüssamed ve Osman Seyfeddin ile 1876'da ölen Burhaneddin'in sandukaları bulunmaktadır. Köşelerde boya ile yapılmış, kaideli ve korent başlıklı, mermer taklidi pilastrlar, yine aynı şekilde yapılmış ve her yüzeyin üst bitiminde bulunan kaş kemerleri taşırlar. Alt pencereler demir kepenklidir. Üst pencereler ise mekânın pastel renklerine uymayan, canlı ve fazla iri parçalı vitraylara sahiptir.



ABDÜLVEDUD TEKKESİ

54

55

ABDÜSSELAM TEKKESİ

Abdülmecid Türbesi'nin dış görünümü (solda) ve içeride tavan süslemeleri ile çevresinin bir görünümü (üstte).' Araş Neftçi

Kubbe iç bezemesi, tüm yapının en özenli işçiliğini gösterir. Duvar bilimindeki altın varak kaplı sekizgen kornişin üzerinde, sarkan saçakları pilastrların doğrultusuna gelen, sekiz dilimli bir örtü betimlenmiştir. Merkezdeki on altı dilimli dairesel açıklık ve saçak aralarındaki üçgen kartuşların mavi renkli zemine sahip olması, sekiz dilimli örtünün, aralarından göğün göründüğü bir tente veya çadır izlenimi vermesine neden olmaktadır. Örtünün sarı renkli zemini üzerinde, daha açık sarı, yaldız ve taba renkli, ince kıvrımlı dallar ve yapraklardan oluşan zarif bir bezeme vardır. Kubbe içindeki bezeme, sandukaların üzerindeki koyu vişne çürüğü kadife örtülerin sırma işlemesiyle aynı üslup özelliğini gösterir.

Abdülmecid'in dördü Osmanlı tahtına oturmuş olan çok sayıda oğul ve kızlarının türbeye verdiği değerli armağanlar bugün yoktur. Kristal avize Galata Mevlevîhanesi'nde, sandukanın gümüş şebekesi Topkapı Sarayı'nda bulunmaktadır. Hereke'de dokunmuş olan yollu atlas perdeler ise 1970'lerde çürüğe çıkarılıp yakılmıştır.

Bibi. Cevdet, Tezâkir, II, 142; Şehsuvaroğlu, istanbul, 137, 140; Önkal, Hanedan Türbeleri, 262-264.

GÜNKUT AKIN



ABDÜLVEDUD TEKKESİ

bak. YÂVEDUD TEKKESİ



ABDÜRRAHİM EFENDİ

(?, Adana - 6 Şubat 1656, Belgrad [bugün Yugoslavya'da]) Osmanlı şeyhülislamı. Babası Adanalı Mehmed Efen-di'dir. Eğitimini tamamladıktan sonra, Süleymaniye, Yenişehir ve Sultanahmet medreselerinde hocalık yaptı. Şeyhülislam Ebu Saîd Mehmed Efendi'nin desteği ile l639'da İstanbul kadısı oldu. iki yıl süren kadılığı sırasında artan fiyatlara karşı önlemler aldı, bozulan narh düzenini iyileştirmeye çalıştı. Bu yüzden de hayli düşman kazandı. l644'te Anadolu kazaskerliğine atandı. 1646'da azledilerek Edirne'ye sürgüne gönderildi ama kısa süre sonra affedilerek Rumeli kazaskeri oldu. l647'de vefat eden Mu-

îd Mehmed Efendi'nin yerine şeyhülislam oldu. l648'de, Vezirazam Hezârpa-re Ahmed Paşa'nın baskılarına karşı ayaklanan Yeniçeri Ocağı ile birlikte hareket ederek, Sultan ibrahim'in tahttan indirilmesi ve katli için fetva verdi.

Sert ve taviz vermez tutumu yüzünden devlet ricali arasında pek sevilmeyen Abdürrahim Efendi, Gürcü Abdün-nebi ayaklanmasına karıştığı için itibarını kaybetti. Oğlu Mehmed Çelebi'nin debdebeli yaşamı ve şımarık tavırları da bahane edilerek, Vezirazam Kara Murad Paşa'nın teşviki ile l649'da azledildi. Mekke'ye sürgüne gönderildi. Dönüşünde yeniçeri ağalarının desteği ile önce Kudüs'e, sonra da Üsküdar kadılığına atandı. Ocak ağalarının gücünün kırılmasını takiben 1651'de Belğrad'a sürüldü ve orada öldü.

Açıksözlü, dürüst, bilime düşkün bir kişi olan Abdürrahim Efendi, Kâtip Çe-lebi'yi himayesine almıştı.



Bibi. Ahmed Rıfat, Devba, s. 54; ilmiye, 455-456; Altunsu, Şeyhülislamlar, 71-72; Tarib-i Naima, IV; Danişmend, Kronoloji, V, 124.

İSTANBUL


ABDÜRREZZAK EFENDİ

(1835, İstanbul - 12 Eylül 1914, istanbul) Tuluatçı ve tiyatro oyuncusu. Abdi Efendi olarak da tanınır. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Bir süre esnaf çıraklığı yaptı. Topkapı dışındaki Kavas'ın Bağı'nda Kör Mehmed'in ortaoyunlarım izleyerek ilk tiyatro derslerini aldı. Sahneye ilk kez Aksaray'daki bir mahalle tiyatrosunda çıktı. Asıl oyunculuğa, Şehzade Camii avlusunda bileyicilik yaparken Küçük İsmail Efendi(->) tarafından Zuhuri Kolu'nü yöneten Kavuklu Ham-di'nin(->) dublörü olarak başladı. Ancak İsmail Dümbüllü onu ilk kez Güllü Agop'un(->) sahneye çıkardığını söylemektedir. Bir süre Küçük İsmail'le çalıştı. Galata'daki Amerikan Alkazarı adlı tiyatroda çalıştıktan sonra 1880'lerde Di-reklerarası'nda kendi topluluğunu önce Gülünçhane Tiyatrosu adıyla kurdu, daha sonra bunu Handehane-i Osmani'ye çevirdi. Tuluat yeteneğiyle kısa zamanda halkın gözdesi oldu. Fransız elçisinin aracılığıyla II. Abdülhamid tarafından

1895'te saraydaki Muzıka-i Hümayun'a alınarak mülazım-ı sani rütbesi verildiyse de, bir nüktesi yüzünden saray sahnesine çıkması yasaklandı. II. Meşrutiyetle birlikte yeniden sahnelere döndü. 1911'de Kavuklu Hamdi'nin ölümü üzerine, bir süre onun kumpanyasını yönetti. Ölümüne kadar Küçük İsmail'le birlikte Kadıköy ve Şehzadebaşı'ndaki sahnelerde oyunculuğunu sürdürdüyse de, eski parlaklığını yitirdiği görüldü. Kendisine ait komik-i şehîr (ünlü komik) unvanını Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Tiyat-rosu'nda Naşit'e devretti.

Batı tiyatrolarındaki soytarı tipinden esinlenerek ilk kez Kavuklu Hamdi'nin topluluğunda yüzünü boyayarak yarattığı ünlü "İbiş" tipi ve bu tiple gerçekleştirdiği oyunlarıyla İstanbulluların uzun süre gözdesi olan Abdürrezzak Efendi, Meşrutiyet döneminin ünlü oyunlarından, Namık Kemal'in Vatan yahut Silist-re 'sindeki Abdullah Çavuş rolüyle de tanınır. Elinde tavan süpürgesi, arkasında rengârenk bir hırka, başında yırtık fes, kaşlarında bir karış rastığıyla, tuluatın en başarılı örneklerini veren ve iriyarı cüsseli gövdesine karşın, çevikliği, akrobatik hareketleri, yere düşüp kalkmasında-ki komikliği, kendi yarattığı İbiş tipinin giysisi ve hazırcevaplığı ile sevilen sanatçı, başta Kel Hasan Efendi(->) olmak üzere çok sayıda tuluatçının yetişmesine de katkıda bulunmuştur.

119741


Bibi. A. S. Delilbaşı, "Sahne Tarihimizden Abdürrezzak Abdi Efendi", Ulus, 19 Şubat-18 Mart 1944; Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (haz. H. K. Alpman), ist., 1977; M. N. Özen-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist, 1967; M. Yesari, "Tulûatçıların Piri Abdürrezzak", Yedi Gün, no. 9, ist!, 1946; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, ist., 1989; N. Tilgen, Ortaoyunu Üstadı Kavuklu Hamdi, ist., 1948; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, ist., 1985; (Sevengü) Türk Tiyatrosu, I; And; Tanzimat; Sevengil, Tanzimat; S. Y. Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, by, ty

RAŞİT ÇAVAŞ

Günümüzde de canlandırılan ünlü ibiş tipinin yaratıcısı Abdürrezzak Efendi (ortada).

Ara Güler

ABDÜSSADIK AMİR İBN SAME

bak. AMİR İBN SAME



ABDÜSSELAM CAMÖ VE TEKKESİ

Beyoğlu İlçesi, Halıcıoğlu semti, Sütlüce Mahallesi'nde, Abdüsselâm Sokağı ile Erenler Tekkesi Sokağı arasında yer almaktadır.

Başdefterdar Abdüsselâm Bey (ö. 1526) tarafından mescit olarak tesis edilmiştir. Baninin büyük bir servete sahip olduğu, İstanbul'dan başka Küçük-çekmece'de, Hafsa'da ve Belgrad'da pek çok hayır eseri yaptırdığı, Osmanlı Devleti'nin çeşitli yerlerine dağılmış olan çok sayıda gayrimenkulu ile nakdini bu hayrata vakfettiği bilinmektedir. Halıcıoğlu'ndaki bu mescidi ne zaman inşa ettirdiği tespit edilememektedir. Ancak vakfiyesinin 1525 tarihli olmasından hareketle bundan az önce yaptırıldığı kabul edilebilir. Evliya Çelebi bu tesisi "Tekke-i Abdüsselâm Bahçesi" olarak zikretmekte ve çevresinin "hıyâ-bân-ı İrem misali" bir gezinti yeri olduğunu belirtmektedir. Böylece, 20. yy'in başlarına kadar mesire özelliğini sürdürmüş olan Halıcıoğlu'nda, mescidin yer aldığı yamaçlarda Abdüsselâm Bey'e ait bir bahçenin var olduğu, burasının, Süt-lüce'de varlıkları tespit edilen Caferabad ve Hasanabad tekkeleri gibi, klasik anlamda bir tarikat tesisi olmaktan ziyade, bakımı dervişlere havale edilen bir tür "mesire-tekke" olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu mescit, tespit edilemeyen bir tarihte, Aşçı Hüseyin Ağa adında bir hayır sahibinin minber koydurması ile camie dönüşmüştür.

Abdüsselâm Camii, 19. yy'm birinci yarısında, 1840'tan önce, Hüseyin Galib Efendi adında bir şahsın Kadirî tarikatından meşihat koydurması sonucunda ca-mi-tekke kimliği kazanmıştır. Hüseyin Galib Efendi'nin, ilgili vakfiye özetinde, 1.500 kuruşluk bir meblağı vakfettiği, bundan elde edilecek gelirin "Abdüsselâm Cami-i şerifinde tarikat-ı Kadiriyye ayini icra eden şeyh efendiye" ve diğer tekke giderlerine harcanmasını şart koştuğu görülmektedir. Bu devirden tekkelerin kapatılmasına (1925) kadar, tevhid-hane olarak da kullanılan camiin hari-minde, pazar günleri Kadirî ayinleri icra edilmiş, cami-tevhidhanenin batı ve güney yönlerinde şeyh meşrutası (harem), selamlık, derviş hücreleri, mutfak türünden birtakım ahşap tekke birimleri inşa edilmiştir. Dahiliye Nezareti tarafından 1301/1885-86 yılında hazırlanan ve İstanbul ile yakın çevresindeki tekkelerde ikamet edenlerin tespit edildiği istatistikte, Abdüsselâm Tekkesi'nde, dördü erkek ikisi kadın olmak üzere toplam altı kişinin oturduğu belirtilmekte, ayrıca 1325/1910 tarihli, Maliye Nezareti-İstan-bul Tekkeleri Taamiye ve Tahsisat Def-teri'nde, Abdüsselâm Tekkesi'nin günde iki çift 200 dirhem ekmek ve 200 dirhem et istihkakı olduğu kaydedilmektedir.

Abdüsselâm Tekkesi'nin ilk postnifi-ni, Şeyh Süleyman Safî Efendi'nin halifesi Şeyh Hoca İsmail Zühdü Efendi'dir. Bu zat 1272/1855'te vefat etmiş olup cami-tevhidhanenin kuzeybatısındaki sette, demir parmaklıklarla çevrili kabrine gömülmüştür. Yerine posta geçmesi gereken oğlu Mehmed Seyfeddin Efendi'nin, bu tarihte henüz reşit olmadığı ve kendisine Şeyh el-Hac Abdurrahman Hüsnü Efendi'nin halifesi Şeyh İsmail Efendi'nin (ö. 1870) vekâlet ettiği, Mehmed Seyfettin Efendi'nin 1883'te vefat etmesini müteakip önce Şeyh Mehmed Raif Efendi'nin (ö. 1885), sonra Şeyh Halid Efendi'nin posta geçtiği, son şeyhin ise Fazıl Efendi adında bir kimse olduğu tespit edilmektedir.

Abdüsselâm Camii ve Tekkesi'nin

bir görünümü.

M. Baha Tanınan, 1993

Tekkelerin kapatılmasından sonra Abdüsselâm Camii ve Tekkesi'nin bakımsızlıktan harap olduğu, 1940'lı yılların başında cami-tevhidhanenin yok olma derecesine geldiği, bu arada diğer tekke bölümlerinin ortadan kalktığı bilinmektedir. Yüzyılımızın ortalarında, adı bilinmeyen bir hayır sahibinin himmeti ve Vakıflar İdaresi'nin desteğiyle cami-tevhidhane eskiden olduğu gibi kagir duvarlı ve ahşap, çatılı olarak ihya edilmiştir.

Günümüzde ayakta olan ve I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nü yansıtan yapı, dikdörtgen planlı kapalı bir son cemaat yeri ile kareye yakın dikdörtgen planlı bir harim bölümünden oluşmaktadır.

Camiin, dikdörtgen açıklıklı girişi, dıştaki sivri kemerli, içteki basık kemerli olan iki nişin gerisine alınmış, yanlara birer adet dikdörtgen pencere, bunların üzerine sivri kemerli ufak tepe pencereleri yerleştirilmiştir. Sivri kemerleri üzerinde, kemer çizgisine paralel gelişen

silmeler görülmektedir. Aynı türde pencere gruplarından harim duvarlarında ikişer tane, son cemaat yerinin doğu duvarında da bir adet bulunmaktadır. Son cemaat yerinin yan kısımları ince duvarlarla giriş bölümünden soyutlanarak ufak odalara dönüştürülmüş, harim girişlerinin yanlarına, bu odalara açılan birer pencere konmuştur. Son cemaat yerinin üstü fevkani mahfil olarak değerlendirilmiş, mihrap ekseninde yarım altıgen bir çıkma yapan bu mahfil batı yönündeki bir merdivenle donatılmıştır. Harimin tavanı alelade ahşap kaplama ile oluşturulmuş, iki yandan pilastrların kuşattığı, yarım daire planlı mihrap sivri kemerli sade bir kavsara ile taçlandırıl-mıştır. Mermerden mamul mihrap ayeti levhasında 1965 tarihi okunmaktadır. Basit görünümlü ahşap minberin yan yüzeyinde geometrik taksimat görülmektedir. Eski yapıdan kalma tek unsur olan bodur minare kuzeybatı köşesin-dedir. Kare planlı kaidesi yapı kitlesi içinde bulunmakta, saçağa kadar devam eden pabuçtan sonra kısa gövdesi çatıyı delerek devam etmektedir. Kesme küfe-ki taşından mamul korkulukların sınırladığı şerefe üç sıra testere dişi silmeyle takviye edilmiş, peteğin üzerine, kurşun kaplı ahşap külah oturtulmuştur.

Yapının cephe tasarımına I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nun egemen olmasına rağmen dikdörtgen pencerelerde görülen, eski binadan kalmış olması muhtemel, baklava taksimatlı demir parmaklıklar, ayrıca köşelerde ve girişin yanlarında yükselen pilastrlar Osmanlı ampir üslubuna bağlanmaktadır. Camiin karşısında yer aldığı bilinen ve kitabesinde İstanbullu Hacı Mehmed Efendi tarafından 1309/1891 yılında vakfedildiği belirtilen aptes teknesi, son yıllarda inşa edilen, son derece zevksiz bir hela-şa-dırvan grubunun içinde kalmış, camiin çevresine de birbirinden çirkin Kuran kursu binaları inşa edilmiştir.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 285; Âsitâne, 8; Ayvansarayî, Hadîka, I, 309; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 16-17; Münib, Mec-mua-i Tekâyâ, 8; Raif, Mir'at, 553-554; İSTA, I, 166-167; Öz, istanbul Camileri, I, 18; 1K-SA, I, 213-214; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 32. M. BAHA TANMAN

ABDÜSSELAM TEKKESİ

Eminönü İlçesi'nde, Koska semtinde, Mimar Kemalettin Mahallesi'nde, Börekçi Ali ve Ağa Çeşmesi sokaklarının kavşağında, Koca Rağip Paşa İlkokulu'nun yerinde bulunuyordu.

Kaynaklarda "Koğacı Dede", "Koğacı Şeyh", "Sa'dî Abdüsselâm" ve "Âsitane-i Abdüsselâm" adlarıyla da anılan bu tekkenin dahil olduğu küçük külliye, 16. yy ricalinden Papasoğlu (Papaszade) Mustafa Paşa (Çelebi) (ö. 960/1552) tarafından kurulmuştur. Tekkeden başka bir mescit, bir darülhadis ve bir medreseden meydana gelen külliyenin inşa tarihi kesin olarak tespit edilemiyorsa da, vakfiyesinin 949 Recebinde/Ekim

ABDÜSSELÂM TEKKESİ

56

57

ÂBİD ÇELEBİ TEKKESİ

Abdüsselâm Tekkesi (işaretli alan) ve çevresinin Nisan 1924 tarihli Pervititch haritasındaki durum planı.

Semavi Eyice

1542 hazırlanmış olmasına dayanarak, bu tarihten az önce yaptırıldığı söylenebilir. Tekkenin yirmi, medresenin ise yirmi sekiz hücreyi barındırdığı, mescidin, benzer nitelikteki birçok külliyede görüldüğü gibi, aynı zamanda medresenin dershanesi ve tekkenin tevhidhane-si olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu yapıların, zaman içinde geçirmiş oldukları çeşitli onarım ve değişiklikler hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Ancak mescit ile medresenin asli konumlarını ve biçimlerini sonuna kadar az çok koruduğu, buna karşılık, başlangıçta muhtemelen kagir olan derviş hücrelerinin zamanla ortadan kalktığı, tekkenin ise geçen yüzyıl içinde ahşap bir binaya dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Kapatıldıktan sonra terk edilen ve zamanla harap olan tekke, 1940'larda külliyenin diğer bölümleriyle beraber, Vakıflar İdaresi tarafından enkazcıya satılmış ve yıktırılmıştır. Türbe ve hazire de dahil olmak üzere, en ufak bir iz bırakmadan ortadan kaldırılan tekkenin yerine 1945'te Koca Ragıp Paşa ilkokulu inşa edilmiştir.

Abdüsselâm Tekkesi'nin ilk zamanlarda hangi tarikata hizmet ettiği ve postuna kimlerin oturmuş olduğu tespit edilememektedir. Bilindiği kadarıyla, Celvetîye'den "Şirden" lakaplı Şeyh Ab-dülvehhab Efendi'nin 1130/1717'de vefat etmesiyle, Sa'dî tarikatı piri Şeyh Seyyid Sadeddin Cibavî'nin neslinden olan ve 18. yy başlarında İstanbul'a gelmiş bulunan Şeyh Seyyid Abdüsselâm Şeybanî (ö. 1165/1751) tekkenin postni-şini olmuş, böylece burası Sa'dî tarikatına intikal ederek bu zatın adıyla anılmaya başlamıştır. Söz konusu tarikatın İstanbul'da temsil edildiği en eski -başka bir deyimle en kıdemli- tekke olmamasına rağmen (en eskisi Eyüp'teki

'«p


Taşlıburun Tekkesi'dir) Abdüsselâm Tekkesi İstanbul'daki Sa'dî âsitanesi olarak kabul edilegelmiştir. Muhtemelen bu husus Abdüsselâm Şeybanînin kişiliğinden kaynaklanmaktadır. Kendisi, Sa'dîye pirinin neslinden olmanın ya-nısıra, devrinin uleması ve meşayihi nezdinde itibar sahibiydi. Vaizlik yaptığı Ayasofya Camii'ne pirinin adı yazılı bir levhayı astıracak ve Kadir geceleri, başta Sa'dîler olmak üzere, hemen bütün tarikat ehlinin bu camide zikir yapmalarına izin alacak kadar nüfuzluydu. İstanbul'un tarihindeki ilk "kıyamı" tarikat şeyhi olarak bilinen Abdüsselâm Şeybanî, şehrin ileri gelen "devranî" şeyhlerinin uygun görmesi üzerine Halvetî-Cer-rahî piri Şeyh Seyyid Melımed Nureddin Cerrahî'nin (1678-1721) halifelerinden Seıtarikzade Şeyh Mehmed Emin Efen-di'ye (1686-1759) intisap ederek "teber-rüken" Cerrahî tacı giymiştir. Cerrahîlik ile olan bu bağlantının hatırasını yaşatmak üzere, Abdüsselâm Tekkesi'nin türbesinde, Abdüsselâm Şeybanî'ye ait sandukanın yanında, raf üzerinde bir Cerrahî tacının bulundurulduğu, Ramazan ve Kurban bayramları müddetince, sandukanın başucundaki Sa'dî tacının rafa kaldırılarak yerine Cerrahî tacının konulduğu bilinmektedir. Aynı sebepten dolayı, İstanbul'da Abdüsselâmîlik koluna bağlı Sa'dî tekkelerinde taç giyme (ilbas-ı taç) ve posta oturma (iclas-ı post) törenlerinde, bir Cerrahî şeyhinin, namzet olan kişiye rehberlik etmesi veya icabında bizzat posta oturtması gelenek haline gelmiştir.

Abdüsselâm Şeybanî'den sonra tekkenin postuna, önce oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Galib Efendi (ö. 1198/1783), sonra bu zatın halifesi Şeyh Mustafa Haydar Efendi (ö. 1206/1791) geçmiş, M. Haydar Efendi'nin, vefatından az ön-

ce İstanbul'dan sürülmesi üzerine yerine, Samatya'da bulunan Etyemez Tekkesi'nin ilk şeyhi Sa'dî Karabacak (Kara-bıçak) Şeyh Ali Hulusi Efendi'nin (1127/1715 - Cemaziyülâhır 1197/1783) halifesi Kolancı Şeyh İbrahim Sabri Efendi (ö. 11 Muharrem 1221/1806) postnişin olmuştur. Bu zatın vefatını müteakip, Yusuf el-Şamî'nin halifesi Ko-ğacı Şeyh el-Hac Mehmed Emin Efendi'nin (ö. 1251/1835) posta geçmesi ve neslinden gelenlerin 1920'lere kadar bu makamı ellerinde tutmaları Abdüsselâm Tekkesi'nin "Koğacı Dede" veya "Koğacı Şeyh" adlarıyla da tanınmasına sebep olmuştur. "Koğacızadeler" olarak bilinen ve M. Emin Efendi'den sonra üç nesil boyunca posta oturan şeyhler Şeyh Mehmed Galib Efendi (ö. Ramazan 1279/1863), Şeyh Yahya Efendi (ö. 4 Recep 1329/1911) ve Şeyh Sadeddin Hikmet Efendi'dir. Bu sülalenin son şeyhini, kısa bir müddet postnişin olduktan sonra, birtakım suiistimallerinden ötürü, Meclis-i Meşayih reisi olan, Sütlüce'de Hasırîzade Tekkesi şeyhi Sa'dî Mehmed Elif Efendi (1850-1927) bu makamdan azledip yerine kendi oğlu Hasırîzade Y. Zahir Efendi'yi getirmiştir. Tekkenin son şeyhi olan Hasırîzade Y. Zahir Efendi'nin bu görevi üstlendiği sırada burasının, oturulamayacak kadar bakımsız ve pis olduğu, Sütlüce'de babasının tekkesinde ikamet etmeye devam eden Y. Zahir Efendi'nin ancak ayin icrası için pazartesi günleri Abdüsselâm Tekkesi'ne geldiği bilinmektedir.

Abdüsselâm Tekkesi'nin mimari özellikleri hakkında, Pervititch Sigorta Şirketi'nin 1924 tarihli ve 9 no'lu paftasından bazı genel bilgiler edinilebilmektedir. Külliyenin girişi batıda, Börekçi Ali Sokağı üzerindeydi. Arsanın kuzeyini, kollan birbirine eşit olmayan "U" şeklindeki, iki katlı kagir bir kitle içinde toplanmış medrese hücreleri işgal ediyordu. Avluya bakan tarafta bir revakla donatılmış olan bu yapıda, her katta on dörderden, toplam yirmi sekiz hücre yer almaktaydı. Doğu yönünde bu kitleye bitişen tek katlı ahşap binanın medreseye ait bir müştemilat olması muhtemeldir. Mescit, dershane ve tevhidhane fonksiyonlarını bünyesinde toplayan, yamuk planlı, kagir duvarlı, ahşap çatılı yapı arsanın güneybatı köşesinde bulunuyordu. Bunun, biri Börekçi Ali Soka-ğı'na, diğeri kuzeye, medrese hücrelerinin yer aldığı avluya açılan iki tane kapısı ve her yönde ikişerden toplam sekiz adet kemerli penceresi vardı. Minaresi ise güneybatı köşesinde yükselmekteydi. Mescidin doğusunda, güneydeki Ağa Çeşmesi Sokağı'na açılan müstakil kapısı ve kuzeyde, avludan duvarlarla tecrit edilmiş küçük bir bahçesi olan, iki katlı ahşap tekke binası yer almaktaydı. Haremi, selamlığı ve derviş hücrelerini barındırdığı anlaşılan bu yapının üst katta, sokak yönünde, cephesinin yarı uzunluğunda bir çıkma yaptığı ve birçok geç devir tarikat yapısında

görüldüğü gibi, her bakımdan bir ahşap mesken niteliğinde olduğu söylenebilir. Dahiliye Nezareti'nin hazırladığı bir istatistikte, R. 1301/1885 yılında Abdüsselâm Tekkesi'nde, altı erkek ile beş kadının barındığı tespit edilmekte, ayrıca Maliye Nezareti'nden senelik 432 kuruş tahsisatı ve günde 3 okka et istihkakı olduğu öğrenilmektedir.

Arsanın güneydoğu kesimi türbe ile hazireye tahsis edilmişti. Tekkeye bitişen türbenin dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve ahşap çatılı bir bina olduğu anlaşılmaktadır. Ağa Çeşmesi Sokağı'na bakan, demir parmaklıklı ve sivri kemerli geniş bir niyaz penceresi, doğuya açılan bir kapısı ile ayrıca üç penceresi bulunan türbede tekke şeyhlerinin sandukaları yer almaktaydı. Abdüsselâm Şeybanî'ye ait olan sandukanın koyu yeşil renkte puşidelerle ve kıymetli şallarla örtülü olduğu bilinmektedir. Benzer örneklerden hareketle, Papasoğlu Mustafa Paşa Külliyesi'nin inşa edildiği dönemde, derviş hücreleri ile tekkeye ait diğer bölümlerin, medrese hücrelerini barındıran kitleye benzer bir kitle içinde sıralandıkları ve avluyu kuşattıkları tahmin edilebilir.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin