I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə96/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   92   93   94   95   96   97   98   99   ...   129

ATİK İBRAHİM PAŞA CAMÜ

406

407

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

Atik Mustafa Paşa Camii'nin yüzyılın başındaki görünümü.



İAM, Encümen Aı-şivi, I, 101

kitabesindeki tarihi 1168/1754'tür. Ayrıca Nuruosmaniye Camii tarafında kita-besiz bir su haznesi bulunmaktadır.



Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 67-72; Evliya. Seyahatname, I; Ayvansarayî, Hadî-ka, I, 149-152; Osman Bey. Mecmua-i Cevâ-mi, l, 70-71, no. 287; Gurlitt, Konstantino-peİs, 63: Gabriel, Constantinople, 367-368; F. İ. Ayanoğlu, "Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihi Makbereler". VD, II (1942), s. 400; M. T. Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, İst., 1952; Eyice, istanbul, 38-39; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İst., 1953; Cezar, Yangınlar, 335-336; S. Eyice, "Atik Ali Paşa Camii'nin Türk Mimarisindeki Yeri", TD, XIV/19 (1964), 99-114; S. Eyice, "Elçi Ham", 723, 24 (1970), s. 93-130; Müller-Wiener, Bildlexikon, 371-373.

İ. AYDIN YÜKSEL



ATİK İBRAHİM PAŞA CAMÜ VE MEDRESESİ

bak. ÇANDARLI İBRAHİM PAŞA CAMİİ VE MEDRESESİ



ATİK MUSTAFA PAŞA CAMÜ

İçinde sahabeden Hazret-i Câbir'in kabrinin bulunduğu inancıyla Câbir Camii olarak da adlandırılan bu tarihi yapı esasında eski bir Bizans kilisesidir. İstanbul'un kuzeybatı köşesinde kara tarafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan sahada Ayvansaray semtinin içinde fakat 1933'lere doğru yapılan garip düzenleme sonucunda adını verdiği mahallenin surları dışında bulunmaktadır.

Eski bir kilise olduğu kesinlikle belli olan bu yapının eski adı tespit edilememiştir. İstanbul'un Bizans dönemine ait eski eserlerine dair toplu bir eser yazan Patrik Konstantios, Fransızcası 1846'da yayımlanan (Rumca ilk bas. 1824, 2. bas. 1844) kitabında burayı havarilerden Petrus (Petros) ve Marcus'un (Markos) kilisesi olarak gösterir. Bu teşhis sonraları İstanbul'un eski eserleri ve tarihi topografyasına dair bellibaşlı kitaplarda tekrarlanmıştır. A. G. Paspatis 1877'de, D. Pulgher 1878'de, Dr. Mordtmann 1892'de burayı Petros ve Markos Kilisesi olarak gösterdikleri gibi, E. Mamboury de ilk baskısı 1925'te yapılan Rehber-i Seyyabin'de aynı teşhisi tekrarlamıştır. Bu hipoteze esas olan efsaneye göre, I. Leon döneminde (457-474) Galbios ve Kandidos adlarında iki patris Kudüs'ü ziyaretlerinde bir Yahudinin evinde bulunduğunu öğrendikleri Meryem'in elbisesini (maforion) çalarak 458'e doğru Bizantion'a getirirler ve Blaherna semtinde havari Petros ve Markos adlarına bir kilise yaptırarak bu kutsal elbiseyi küçük bir yapı olan bu kiliseye koyarlar. Fakat imparator bunu öğrenince daha büyük olan Blaherna Kilisesi'ni inşa ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır. Bu eşyanın oraya konulmasının hatırası için her yıl 2 Temmuz günü büyük bir tören yapılırdı. Fakat Atik Mustafa Paşa Camii olan kilisenin, iki patrisin 458'e doğru inşa ettirdikleri bina olması ihtimali çok zayıf hattâ imkânsızdır. Buna karşılık bu bölgede İmparator Teofilos'un (hd 829-

842) kızı Tekla'nın bir kilise ve manastır kurdurduğu ve azizelerden Aya Tekla adına sunulan bu manastıra çekilerek burada öldüğü bilinir. Aya Tekla Kilisesi, bir savaştan dönerken korkunç bir kasırga ile selden kurtuluşunu o gün yortusu olan Aya Tekla'nın bir mucizesine borçlu olduğuna inanan, İsaakios Komnenos (hd 1057-1059) tarafından 1059'da tamir ettirilmiştir. Bu tamirin önemli ölçüde bir yenileme olduğunu, I. Aleksios'un (hd 1081-1118) kızı Anna Komnena'nın kitabından öğrenmek mümkündür. Anna Komnena bu kilisenin "... muhteşem bir mabet olduğunu, hiçte azımsanmayacak harcamalarla yapıldığını, sanatın çeşitli usulleriyle be-zendiğini ve imparatorun ibadetlerini daima orada yaptığını..." yazmıştır. Anna Komnena'nın büyükannesi Anna Do-lassena da gününün büyük kısmını bu Aya Tekla Kilisesi'nde ibadetle geçirirdi. Tarihi topografya hakkında araştırma yapan, bazı yazarlar, Atik Mustafa Paşa Camii'nin az ilerisinde olan yine kiliseden çevrilme Toklu İbrahim Dede Mes-cidi'nin (şimdi hiçbir izi kalmadı) isim benzerliğinden dolayı (Tekla: Toklu) bu Aya Tekla Kilisesi olabileceğini ileri sürmüşler ise de, bu teşhis inandırıcı görülmemiştir. Papadopulos, Schneider ve bu satırların yazarı Aya Tekla Kilisesi'nin, Atik Mustafa Paşa Camii olabileceği görüşündedirler.

Fetih sıralarında kilisenin ne durumda olduğu bilinmez. Fatih vakfiyelerinde adı geçen Ayaleharna Mahallesi'nin Blaherna olması muhtemel görülmüş ve buradaki Çokalica Manastırı'nm adı Çu-halica olarak açıklanarak, bunun Meryem'in elbisesi ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır. Blaherna'daki Mer-

yem Kilisesi, bu caminin çok yakınında olduğuna göre (100-150 m mesafede) manastırın tarihte adı geçen Tekla Kilisesi yanındaki manastır olabileceği de bir hipotez olarak düşünülmüştür. 1430' da Blaherna Kilisesi yandığında, Meryem'in kutsal elbisesi, komşu Tekla Ki-lisesi'ne konulmuştur. Elbise (çuha) yaklaşımı ile, vakfiyedeki Çuhalica'nın Tekla Kilisesi olduğu, dolayısıyla Atik Mustafa Paşa Camii eğer Tekla Kilisesi ise, kutsal elbisenin saklandığı mabedin burası olması muhtemeldir.

Kilisenin, II. Bayezid döneminde sadrazam olan ve I. Selim'in (Yavuz) 1512'de idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği bilinmekte ise de bu hususta da bazı karanlık noktalar vardır. 953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde çok daha küçük mescitler ayrı başlık altında yer alırken bu cami, Koca Mustafa Paşa'nın bir semte adını veren, yine kiliseden çevrilme diğer camii ile birlikte kaydedilmiştir: "... ve câmi-i şerif-i ahar der kurb-i Bâb-ı Hazret-i Ebu Eyyüb-i Ensâ-rî". Vakıf kaydından öğrenildiğine göre, bu caminin çevresindeki pek çok sayıda ev ve dükkân da onun evkafındandı. Binanın bütün saçak bölümü Türk döneminde değiştirilip, esas Bizans yapısı kubbenin yerine Türk mimari üslubunda bir kubbe yapıldığına göre, bu işlemin 1509 depreminden sonra gerçekleştirildiğine ihtimal verilebilir. Ayvansaray'da büyük tahribat yapan 1729 yangınında cami zarar görmüş olmalıdır. İstanbul'da eski eserlerde izler bırakan 1894 depreminde de Atik Mustafa Paşa Camii zarar görmüş ve minaresi yıkıldığından yeni baştan yapılmıştır. Bu tamirin 1906'ya kadar sürdüğü söylenir.

Atik Mustafa Paşa Camii

Hazım Okurer, 1993

Caminin apsisinin sağ tarafındaki hücre bir türbe biçimine sokularak, buraya konulmuş olan talik hatla yazılı bir levhada buranın Hazret-i Câbir'in kabri olduğu bildirilir. Bu bölmenin kapısı üstünde de "Haza merkad-i Câbir bin Ab-dullahü'l-Ensarî" yazısı vardır. Hadî-ka'nın verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Ensarî ile Bizans döneminde Bizanti-on'un önüne gelen sahabeden olan Câbir bin Abdullah burada gömülüdür. Halbuki İslam tarihinin bilinen iki Câbir bin Abdullah'ından ikisi de Bizantion kuşatmalarında bulunmamıştır. Bu türbenin bir makam olduğu anlaşılmaktadır.

Atik Mustafa Paşa Camii olan kilise, Bizans dini mimarisinde "kapalı haç planlı" yapılar grubunun, köşe duvarlı ti-pindendir. Burada binanın içinde haç biçimindeki mekânı, dört taraftaki dört hücrenin köşeleri meydana getirir. Ortada dört kolun birbirlerine kavuştukları karenin üstünde Bizans döneminde, pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulunuyor olmalıydı. Türk mimarisinin klasik döneminde (belki 1509 depremi arkasından), buraya şimdi görülen penceresiz basık kasnaklı kubbe yapılmıştır. Bu arada, aslında iç bünyenin dışa aksettirilme-si yüzünden inişli çıkışlı olması gereken saçak hattı da, yan cephelerde kemerlerin kesilmiş olmasından açık surette görüldüğü gibi, düz bir biçimde değiştirilmiştir. Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu örülmüş ve sövelerinden belli olduğu üzere yeni pencereler de açılmıştır.

Kiliselerde mutlaka bulunan giriş holü (narteks) yoktur. Bilinmeyen bir dönemde yıkılan bu bölümün yerine basit, üstü çatılı ve mimari hüviyeti olmayan bir son cemaat yeri yapılmıştır. Minare ise 1894 depreminden sonra standart tipte yapılan, taş külahlı minarelerdendir. Caminin içinde Bizans dönemine ait hiçbir »bezeme yoktur. Türk döneminde

de yapılan ahşap minber ile mermer vaaz kürsüsü sanat değerine sahip değildir. Caminin tonoz ve duvarlarını kaplayan kalem işleri çok yakın tarihlerde, herhalde 1894'ten sonra yapılmıştır. 1946'larda bu nakışların altında daha eski nakışların izleri fark ediliyordu.

Caminin dışında duran yekpare mermerden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922' de Arkeoloji Müzesi'ne taşınmıştır. 1957'de Amerikan Bizans Enstitüsü, binanın güney cephesinde badana tabakasının altında fresko tekniğinde yapılmış birtakım aziz resimleri bulmuştur. Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden Ayios Kosmas ve Ayios Damianos olarak teşhis edilmiştir. Üçüncüsü ise baş-melek Mikael'dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu freskolar dış tesirlere ve bilhassa insanların tahriplerine bırakılmış olup bugüne kadar bilindiği kadarıyla yayımlanmamıştır. Genellikle cami ve mescitlerin etraflarında rastlanan bir ha-zire de yoktur. Yalnız 1947 Mart'ında sol duvarın dibinde toprağa gömülü bir mezar taşı görülmüştü. Caminin şadırvanı, girişin önünden geçen sokağın karşı tarafındadır. Yanında da l692'de Şatır Hasan Ağa tarafından yaptırılmış bir çeşme vardır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 167; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, no. 2167, 366; Paspatis, Byzantinai Meletai, İst., 1877, s. 317; Anonim (Patrik Konstantios), Constanti-niade, îst., 1846, s. 113; J. Ebersolt, Leş sanc-tuaires de Byzance, Paris, 1921, s. 45; Gurlitt, Konstantinopels, 37; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, II, 130; P. Richter, Quelben der byzantinischen Kunslgeschichte, II, Viyana, 1897, s. 124, 188, 373; Millingen, Byzantine Churches, 191-195; Ebersolt-Thiers, Eglises, 131-136; J. Papadopulos, Lespalais et leş egli-ses de Blachernes, Thessalonique, 1928, s. 162-165; Schneider, Byzans, 53; ay, "Die Blachernen", Oriens, IV (1951), s. 105; ay, "Maııenı und Töre an Goldenen Horn", Nachrichten der Akademie der Weisenschaf-ten, Göttingen, 1950, s. 70; Janin, Eglises et

monasteres, 402; S. Eyice, "Atik Mustafa Paşa Camii", ISTA, III, 1288-1297; T. F. Mathews, Byzantine Churches, s. 15-22; Süheyl Onver, İstanbul'da Sahabe Kabirleri, İst., 1953, s. 21-22; Müller-Wiener, Bil4lexikon, 82-83; Fatih Camileri, 122-123.

SEMAVİ EYİCE



ATiK VALEDE KÜLLİYESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Toptaşı semtinde, Valideiatik Mahallesi'nde yer almaktadır.

III. Murad'ın annesi Nurbânu Valide Sultan (ö. yak. 1580) tarafından 1570-1579 arasında yaptırılmış olan bu külliyenin tasarımı mimar Koca Sinan'a aittir. Cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, darülhadis, darülkurra, imaret (aş-hane-tabhane-kervansaray), darüşşifa ve hamamdan meydana gelen geniş kapsamlı bir yapı topluluğudur. Külliye önceleri "Valide Sultan" adı ile anılmış, 18. yy'ın başlarında, Gülnûş Valide Sul-tan'ın, yine Üsküdar'da, İskele Meyda-nı'ndaki Yeni Valide Külliyesi'ni yaptırması üzerine "Eski Valide", "Atik Valide" veya "Valide-i Atik" isimleriyle tanınır olmuş, ayrıca bazı kaynaklarda, Üsküdar'daki konumundan ötürü "Orta Valide" olarak da zikredilmiştir.

Atik Valide Külliyesi'nin binaları, kuzeydeki Çavuş Deresi vadisine doğru alçalan, çevreye hâkim bir yamaç üzerine, kademeli olarak yerleştirilmiştir. Külliyenin merkezini oluşturan cami-medrese grubu ortada yer almakta, caminin kuzeyinde önce, cami ile aynı düzeyde şadırvan avlusu, sonra, bu avluya bitişik olan ve daha alçakta kalan medrese bulunmaktadır. Caminin kıble yönünde, zaman içinde bir hazire meydana gelmiştir. Batıda, Kartal Baba Cad-desi'nin öbür yakasında, birbirlerine bitişik olan fakat kendi içlerinde bağımsız bütünler oluşturan darülkurra, darülhadis, darüşşifa ile aşhane, tabhane ve kervansarayı içeren imaret yer almaktadır. Bunların kapladığı yapı adasını kuzeyde Helvacı Ali, güneyde Valide İmareti sokakları, batıda Toptaşı Caddesi sınırlar. Adanın doğu kanadına, Kartal Baba Caddesi'ne paralel uzanan darülhadis ile bunun güney ucuna bitişen darülkurra, arkada, daha alçakta kalan batı kesimine imaret ile darüşşifa yerleştirilmiştir. Bu grubun kuzeybatısında, Toptaşı Caddesi'nin arkasında hamam, cami-medrese grubunun güneyinde, Çinili Cami Sokağı'nın öbür yakasında sıbyan mektebi, doğusunda, Tekkeönü x Sokağı üzerinde tekke bağımsız yapılar olarak yükselmektedir.

Cami, medrese, tekke, imaret ve da-rüşşifanın duvarları kesme küfeki taşı ile örülmüş, buna karşılık sıbyan mektebinde, darülkurrada, kervansarayda ve hamamda almaşık örgü tercih edilmiştir. Taşıyıcı payeler kesme küfeki ile örülmüş, sütunlarda ve başlıklarda beyaz mermer kullanılmıştır. Üstyapıyı oluşturan kubbe ve tonozlarda tuğla kullanılmış, bunlar dışardan kurşunla kaplanmıştır. Öte yandan pencereler,

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

408

409

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

sonlarında ya da II. Mahmud devrinde onarım geçirdiğini kanıtlamaktadır.

Fevkani bir yapı olan hünkâr kasrı, dış avlu ve şadırvan avlusu yönlerinde direkler üzerine oturmaktadır. Kısmi zemin katında, güneyde, Osmanlı baroğuna has bileşik bir kemerle donatılmış olan giriş, bunu izleyen ufak bir taşlık ile üst kata çıkan merdiven yer almaktadır. Hünkâr mahfili ile bağlantılı olan üst kat, padişah ile maiyetinin dinlenmesine mahsus mekânları içerir. Bu mekânların, dışardan ahşap kaplama, içerden bağdadi sıva ile oluşturulmuş duvarları, dikdörtgen açıklıklı ve pan-curlu pencereleri, hafif içbükey saçakları ve her iki yönde ilerleyen çıkmaları hünkâr kasrına bir eski istanbul konağı görünümü kazandırmaktadır.

Hünkâr mahfili, caminin güneybatı köşesindeki kubbeli birime yerleştirilmiştir. Harime bakan doğu sınırı kavisli bir çıkma ile hareketlendirilmiş, ahşap kafeslerle donatılmıştır. Kafeslerin üzerinde, barok üslubun bütün özelliklerini sergileyen, oymalı ve yaldızlı ahşap hotozlar sıralanmaktadır. Hünkâr mahfilinin kuzey ve güney duvarlarında yer alan resimler de Batılılaşma dönemi Osmanlı resim sanatının dikkate değer örneklerindendir. II. Mahmud dönemine tarihlenen bu duvar resimlerinde, o yılların, baroktan ampire geçiş aşamasındaki mimari zevkini yansıtan hayali saray enteryörleri tasvir edilmiştir. Kordonlarla tutturulmuş perde kıvrımlarının sınırladığı kompozisyonun güney duvarındaki kesiminde, sarayın bir penceresinden, tam olarak teşhis edilememekle birlikte bazı ayrıntıları 1826 tarihli Nus-retiye Camii'ni hatırlatan bir yapı seyredilmektedir. Güney duvarındaki iki pencerenin arasına, perde ve kandil motifleriyle süslü ufak bir mihrap yerleştirilmiştir. Batı duvarındaki pencerelerden birisi, hünkâr dairesi ile bağlantıyı sağlamak üzere kapıya dönüştürül-

Atik Valide Külliyesi vaziyet planı restitüsyonu. 1. Cami, 2. Medrese, 3. Tekke, 4. Sıbyan mektebi, 5. Darülhadisin yeri, 6. Darülkurramn yeri, 7. Kervansaray, 8. Aşhane, 9. Tabhane, 10. Darüşşifa, 11. Hamam. Ali Saim Ülgen, levha 136, 1951

klasik Osmanlı üslubundaki düzene uygun olarak, iki sıra -caminin bazı duvarlarında üç sıra- halinde düzenlenmiş, alttakiler dikdörtgen açıklıklı söveler ve demir parmaklıklarla donatılmış, sivri kemerli olan tepe pencerelerine ise alçı revzerıler yerleştirilmiştir. Caminin son cemaat yeri revağında görülen mukar-naslı başlıklar dışında, külliyedeki bütün başlıklar baklavalı türde imal edilmiş, tekkenin avlu revağındaki kırık (çatık) kaş kemerler dışında bütün diğer kemerler de sivri olarak tasarlanmıştır. Bu arada kapı ve pencere sövelerin-de, şadırvan haznelerinde ve birtakım başka ayrıntılarda beyaz mermer tercih edilmiştir.



Cami: Külliyenin ana yapısı olan caminin bugünkü duruma üç aşamada ulaştığı anlaşılmaktadır:

1) 1570-1579 arasında inşa edilen ve


kesinlikle Koca Sinan'ın eseri olan ilk
cami bugünkü caminin, altıgen şemaya
sahip olan orta bölümüdür. Bu durum
da, kuzey yönünde son cemaat yeri ve
ahşap çatılı ikinci bir revak (dış revak)
bulunmakta ve bu dış revak harimin
kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde
yer alan minarelerin güney sınırına ka
dar ilerleyerek son cemaat yerini üç
yönden kuşatmaktaydı.

2) Vakfın ilk mütevellisi Pir Ali bin

Mustafa'nın bu göreve getirildiği 1582 başları ile, halen cami kapısında yer alan ve yapıyı tarihleme hususunda birçok araştırmacıyı yanlışlığa sürüklemiş olan kitabenin konduğu 1583 arasında, harim, yanlara doğru, ikişer kubbeli sa-hınlar eklenmek suretiyle büyütülmüştür. Bunun sonucunda cami harimi, Osmanlı mimarisinde ilk defa 1447 tarihli Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'de görülen, Sinan'ın 1555 tarihli Beşiktaş Sinan Paşa Camii'nde tekrar ele alarak geliştirdiği şemaya sahip olmuş, minareler de, klasik Osmanlı uygulamalarına ters düşecek şekilde yapı kitlesinin içinde kalmış, dış revak harimin kuzey duvarının hizasında kesilerek, her iki yanda bir adet kemer, yeni inşa edilen duvarların içine gömülmüştür.

Sinan'ın 1580'lerde iyice yaşlandığı ve çeşitli inşaatlarda, yardımcıları olan mimarları görevlendirdiği hatırlanacak olursa, bu ikinci aşamada tasarımın, Sinan'ın çıraklarından birisi -mesela Da-vud Ağa (ö. 1598)- tarafından üstlenilmiş olması akla yakın gelmektedir. Ayrıca, Üsküdarlılar arasında yaygın bir rivayete göre, Sinan'ın çıraklarından olup külliyenin inşaatında görev alan mimarlardan biri de, buradan aşırdığı malzemelerle Üsküdar'ın Hayrettinçavuş (Deb-bağlar) Mahallesi'nde kendi adını taşı-

yan bir mescit-tekke inşa ettiren, mesele ortaya çıkınca da idam edilen "Kurban" ya da "Kurbağa" lakaplı Nasuh'tur (ö. 1586).

3) II. Mahmud devrinde, muhtemelen 1834-1835'te caminin güneybatı köşesine, bağımsız girişi bulunan bir hünkâr kasrı ve bununla bağlantılı bir hünkâr mahfili ilave edilmiş, bu arada, söz konusu köşede cami kitlesine saplanan şadırvan avlusu revağından iki birim iptal edilmiş, ayrıca harimin batı yönündeki pencere düzeni kısmen değişime uğramıştır. Bunlardan başka, sonuncusu 1956-1972 arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle gerçekleştirilmiş olan, çeşitli onarımlar da söz konusudur.

Camiyi üç yönde (kuzey, doğu ve batı) kuşatan şadırvan avlusuna, her biri bir yöndeki dört adet kapıdan girilmektedir. Güney kapısı, kısmen hazirenin işgal ettiği dış avluya açılmakta, medrese avlusu ile bağlantıyı sağlayan kuzey ka- • pisi ile sokaklara açılan yan kapılar merdivenlerle donatılmış bulunmaktadır. Üçü batı kapısının, biri de doğu kapısının yanında olmak üzere, toplam dört tane sivri kemerli çeşme, avlu duvarının dış yüzeyinde yer alır. Güneydeki hariç diğer girişlerin üzerine, bevvapların (kapıcıların) barınmasına mahsus, kaburgalı çapraz tonozlara oturan, kare planlı ve

kubbeli birer oda yerleştirilmiştir. Avlu revaklarmı oluşturan otuz sekiz birim, bu odalarla aynı boyutlarda olup pan-dantifli kubbelerle örtülüdür. Her birimin arkasındaki duvarda, dikdörtgen açıklıklı ve sivri hafifletme kemerli birer pencere yer alır. Avlunun merkezinde, yakın zamanda onarılmış olan çokgen hazneli şadırvan bulunmaktadır.

Caminin giriş cephesindeki dış revak, dört paye ile on altı sütuna oturan, beyaz mermer ve somaki ile örülmüş sivri kemerlerle dışarı açılmaktadır. Ortadaki payelerin, taç kapı ile aynı eksendeki açıklığı basık bir kemerle geçilmiştir. Kurşun kaplı olan ahşap çatı kısa bir saçakla son bulur. Dış revağa gömülmüş olan son cemaat yeri beş birimlidir. Yüksek tutulmuş olan orta birim aynalı tonozla, diğerleri pandantifli kubbelerle örtülüdür. Bütünüyle beyaz mermerden mamul olan taç kapı, kaval silmeli çerçevesi, basık kemerli açıklığı, mukarnaslı ve sarkıtlı kavsarası, köşelerinde kum saatli sütunçeleri, yanlarda yarım sekizgen planlı ve mukarnaslı hücreleri ile klasik üslubun ve titiz bir işçiliğin bütün inceliklerini sergiler. Kemerin üzerinde, Nurbânu Valide Sul-tan'ın adını ve 991/1583 tarihini veren, ahşap bir levha üzerine talik hatla yazılmış Osmanlıca manzum kitabe bulunmaktadır. Taç kapıya göre simetrik olarak, yanlarda, pencerelerin yanısıra birer küçük mihrap ile minare girişi, ayrıca doğu köşesinde, fevkani mahfillere çıkan merdivenin kapısı görülmektedir.

Harimin, ilk yapıdan kalan orta bölümü yaklaşık 13 m çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Yapının gerek dış görünüşüne gerekse de iç mekânına egemen olan bu merkezi kubbe, güneyde ve kuzeyde ikişer duvar payesine, batıda ve doğuda, kahverengi somakiden birer sütuna oturan altı adet sivri kemerle taşınmaktadır. Sütunlar küçük kemerlerle gerilerindeki payelere bağlanmıştır.

Merkezi kubbe, ikisi batıda, ikisi doğuda, biri de güneyde olmak üzere, toplam beş yarım kubbe ile desteklenmiş, bütün bu örtü öğeleri ile duvarlar arasına küçük pandantifler yerleştirilmiştir. Harim, kıble yönünde, iki duvar payesi arasında, bir yarım kubbe derinliği kadar ileriye doğru genişletilmiş, bu suretle güney duvarının ortasında, mihrabı barındıran ve üstü, bu yöndeki yarım kubbe ile örtülü olan bir çıkıntı elde edilmiştir. Doğu ve batıdaki sütunların arkasındaki payeler ilk yapıda duvar payesi niteliğinde iken, ikinci aşamada buradaki duvarlar kaldırılınca, birer sivri kemerle, hem güney ve kuzeydeki duvarlara hem de geri çekilen doğu ve batı duvarlarındaki gömme payelere bağlanmış, her iki yönde, kemer açıklıkları çapında ikişer kubbe inşa edilmiştir.

Küçük Bursa kemerleri ile donatılmış korkulukların sınırladığı mahfiller harimi üç yönde (doğu, batı ve kuzey) kuşatmaktadır. Müezzinlere ait olan kuzey kanadında, taç kapı hizasına gelen kesimin zemini yükseltilmiş, yine bu hizada, daha yukarıda, duvar payeleri arasındaki girintiye iki mahfil daha kondurul-muştur. Bunlardan alttaki taç kapı kitlesine oturmakta, diğeri bu kitleye dayanan sivri kemerli bir revak tarafından taşınmaktadır. Mahfillerin güneybatı kesimi hünkâr mahfiline dönüştürülmüş ve ahşap çıkmalarla genişletilmiştir. Beden duvarlarında yetmiş üç, yarım kubbelerin eteklerinde yirmi üç, merkezi kubbenin kasnağında on sekiz tane olmak üzere, toplam yüz on dört pencereden ışık alan, ayrıca başarılı oranlarda şekillendirilmiş bulunan harim mekânı aydınlık ve ferahtır. Minareler kare planlı kaidelere oturmakta, üçgen yüzeylerin oluşturduğu pabuç kısmından sonra çokgen gövde yükselmektedir. Şerefelerin altındaki yumurta frizleri ya da ahşap külahların eteğindeki girlandlar gibi birtakım ayrıntılar minarelerin 18. yy'ın

Caminin 1579'daki durumunu gösteren restitüsyon planı (solda) ve 1583'teki durumunu gösteren restitüsyon planı (üstte). Apîulîah Kuran

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

410

411

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

muş, diğeri iptal edilerek, oymalı bir hotozun taçlandırdığı süsleyici bir niş şeklinde değerlendirilmiştir.

Çoğunlukla 18. ve 19. yy'lara ait mezar taşlarını barındıran hazirenin duvarında, pencere üstlerine çeşitli mezar kitabeleri konmuştur. Sinan'ın hemen bütün eserlerinde olduğu gibi, Atik Valide Camii'nde de, oranların ahengi ile anlam kazanan cephelerde süsleme yok denecek kadar azdır. Buna karşılık içerde oldukça zengin bir süsleme programanın uygulandığı görülür. Süsleme öğeleri içinde öncelikle, caminin inşa edildiği dönemde en parlak çağını yaşayan İznik çiniciliğinin, gerek kalite ve teknik gerekse de renk ve kompozisyon açısından çok başarılı örnekleri olan panolara değinmek gerekir. Sıraltı tekniğinde imal edilmiş olan, kompozisyonlarında natü-ralist çiçek motiflerinin ağır bastığı bu çiniler mihrap çıkıntısında yoğunlaşmaktadır. Bu bölümdeki pencerelerin üst hizasında yer alan ve mihrap tarafından iki eşit parçaya bölünen yazı kuşağı, lacivert zemin üzerine beyazla yazılmış, celi sülüs hatlı "âyetü'l-kürsî"yi içerir. Zemininde yer yer rozetlerin, ufak çiçeklerin, yaprakların ve geometrik geçmelerin serpiştirilmiş olduğu yazı kuşağında bazı harflerin karınları firuze ya da mercan kırmızısı ile renklendirilmiştir. Güney duvarındaki pencerelerin iç, kuzey du-vanndakilerin ise dış yüzeylerinde, aynı özellikleri gösteren yazı panoları vardır.

Camideki en önemli çini süsleme grupları, mihrap çıkıntısının yan duvarlarında yer alan, birbirinin aynı iki büyük panodur. Bunlarda, mercan kırmızısı zemin üzerine, beyaz rumîlerle süslü bir vazodan, birbirine bağlı iki şemse çıkmaktadır. Şemselerin içine, lacivert zemin üzerine, beyaz, mercan kırmızısı ve koyu yeşille renklendirilmiş laleler, karanfiller, birtakım ufak çiçekler ve yapraklar oldukça karmaşık bir düzende yerleştirilmiştir. Geriye kalan yan kesimlerde, zarif kıvrımlarla yükselen kahverengi dallar üzerinde, ortaları mercan kırmızısı yaprakları mavi olan bahar çiçekleri ile küçük yeşil yapraklar dikkati çekmektedir.

Caminin süslemeleri arasında, sedef ve fildişi kakmalarla zenginleştirilmiş geometrik kompozisyonları ile kapı ve pencere kanatlan 16. yy'ın ahşap işçiliğinin kıymetli örneklerindendir. Mahfil tavanlarında, koyu kırmızı zemin üzerine açık kırmızı ve yaldızla çalışılmış olan kalem işleri tezhibe yaklaşan bir inceliktedir. Mihrap klasik üsluba uygun oranları ve ayrıntıları ile mimariye uyum sağlamaktadır. Bütünüyle beyaz mermerden mamul olan minberin şebekeli bölümleri yan şeffaf yüzeyler oluşturacak kadar ince bir işçilikle ele alınmıştır. Ayrıca kubbe ve kemerlerin iç yüzeylerinde ve pandantiflerde bulunan kalem işleri rumî, palmet, şakayık gibi klasik süsleme motiflerini içermektedir. Renkli camlarla işlenmiş, klasik üsluptaki alçı revzenler de kayda değer niteliktedir.

Medrese: Vakıflar idaresi tarafından 1963-1964'te onarılmış ancak herhangi bir fonksiyon verilmediğinden kısa bir müddet sonra yoksul ailelerce işgal edilmiştir.

Yamuk planlı medrese avlusu doğu, batı ve kuzey yönlerinde revaklar ve hücrelerle, güneyde ise, yüksekte kalan şadırvan avlusunun duvarı ile sınırlandırılmıştır. Medreseye göre alçakta kalan Valide Kâhyası Sokağı boyunca uzanan kuzey duvarı istinat duvarı niteliğinde olup payandalar ile desteklenmiştir. Ca-mi-medrese bağlantısını sağlayan kuzeydeki merdivenli geçidin yanısıra, esas giriş batıdaki Kartal Baba Caddesi'ne açılmaktadır. Avlunun ortasında, sütunları ve çatısı ortadan kalkmış olan şadırvanın sekizgen prizma biçimindeki haznesi göze çarpmaktadır. Revak, üçü dikdörtgen planlı, diğerleri kare planlı olan, toplam on dokuz birimden oluşur. Dikdörtgen birimler aynalı tonozlarla, kare birimler pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Re-vağın arkasında sıralanan on sekiz adet hücreden on beşinin öğrencilere, ikisinin "muitlere", birinin de bevvaba tahsis edilmiş olduğu vakfiyede kayıtlıdır. Kare planlı olan hücreler pandantifli kubbelerle örtülüdür. Hepsinde revakla açılan birer kapı ve pencere, dışarı açılan ikişer tepe penceresi, birer ocak ve çeşitli dolap nişleri bulunmaktadır.

Kuzey kanadındaki hücre dizisinin ortasında, yaklaşık dört hücre büyüklüğünde olan, ayrıca hücrelerden biraz geriye çekilmiş bulunan dershane yer almaktadır. Dershanenin önünde, kare kesitli iki mermer sütuna oturan bir iç revak bulunmaktadır. Yatayda ve düşeyde hücrelerin kitlesinden taşkınlık yaparak medresenin görünümüne egemen olan dershane kare planlı ve kubbeli bir tasarım sergiler. Dershane kuzeyde, Valide Kâhyası Sokağı'nın karşı yakasına yerleştirilmiş iki paye ile payandalı medrese duvarına basan sivri kemerlerin taşıdığı çok basık bir tekne tonozun üstüne oturmaktadır. Böylece fevkani bir mekân niteliği kazanmış olan dershane, altından geçip giden sokağı tıkamadığı gibi çevreye özellik katan bir mimari öğe olmaktadır, içine ufak bir çeşmenin kondurulmuş olması bu tonozlu geçidi daha da çekici kılmaktadır. Dershanenin basık kemerli kapısı basamaklarla çıkılan bir sahanlığın önündedir. Sekizgen kasnakla destejflenmiş bir kubbenin örttüğü mekânın güney, doğu ve batı duvarlarında çift sıralı pencereler bulunmasına karşılık, komşu meskenlere bakan kuzey duvarı, muhtemelen mahremiyetin ve sessizliğin korunması amacıyla sağır bırakılmıştır.

Medresenin helaları doğu kanadının arkasında, bağımsız ufak bir avlunun etrafında sıralanır. Avlunun güneybatı köşesinde, girişin yanında yer alan ve bağdadi sıvalı duvarları, caddeye doğru ilerleyen çıkması ve ahşap saçakları ile ufak bir köşk görünümü arz eden fevkani yapının, külliyedeki sıbyan mektebinin 18.

yy'da kütüphaneye dönüştürülmesinden sonra aynı görevi üstlenmek üzere inşa edildiği tahmin edilebilir.

Tekke: Kaynaklarda "Atik Valide Sultan", "Eski Valide", "Valide-i Atik", "Ka-rabaş-ı Velî" ya da "Karabaş Ali Efendi" adlarıyla anılmaktadır. Nurbânu Valide Sultan'ın vakfiyesindeki bilgilerden, Vakıflar idaresi Arşivi'ndeki kayıtlardan ve Mecmua-i Tekâyâ'daki şeyhler listesinden tekkenin -bazı yayınlardaki iddianın aksine- başından beri külliyenin mimari programı içinde yer aldığı ve özgün kullanımını tarikatların yasaklandığı 1925 tarihine kadar sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Başından beri Halvetîliğe bağlı olan tekkenin postuna, l670'te, bu tarikatın Karabaş! kolunu kuran, "Karabaş-ı Velî" ve "el-Atvel" (en uzun) lakaplı Şeyh el-Hac Ali Alâeddin Efendi (ö. 1635) geçmiş ve sürgüne yollandığı l679'a kadar buradaki görevini sürdürmüştür. Tekkenin bu müddet zarfında Karabaşî kolunun merkezi (âsitanesi) olduğu söylenebilir. Karabaş-ı Velîden sonra bu makama, Halvetîliğin Sivasî kolundan Bülbül-cüzade Şeyh Fethi Abdülkerim Efendi (ö. 1694) ile oğlu Abdürrahim Nesib Efendi (ö. 1713) geçmiş, daha sonra tekke, aynı tarikatın Şabanî koluna intikal etmiştir. Kapatıldıktan sonra uzun müddet metruk kalarak harap olan yapı 1970'li yıllarda îlim Yayma Cemiyeti'ne bağlı bir öğrenci yurdu olarak kullanılmaya başlamış, bu arada onarım görmüştür.

Yamuk planlı bir avlu ve bunu çepeçevre kuşatan, kırık kaş kemerli ahşap çatılı revağın arkasında otuz beş adet kare planlı ve kubbeli birim sıralanmaktadır. Bunlardan, güneybatı köşesinde bulunan iki tanesi, eksenleri kaydırılmış bir giriş bölümü oluşturmaktadır. Geriye kalan otuz üç birim şeyh ile dervişlerin ikametine tahsis edilmiştir. Nitekim vakfiyede "hankah" ve "ribat" olarak anılan tekkede bir şeyh ile otuz iki "nefer fukaranın" sakin olması öngörülmektedir. Doğu kanadındaki hücrelerin arasından, kare planlı ve kubbeli tev-hidhanenin kitlesi yükselir. Hücrelerin kubbeleri pandantiflere, tevhidhane kubbesi ise, içerden mukarnaslı konsollarla desteklenmiş sivri kromplara, dışardan on iki köşeli bir kasnağa oturur.

Tekkenin tek girişi, mukarnas başlıklı bir paye ile yumuşatılmış olan güneybatı köşesinde bulunmaktadır. Basık kemerli girişin üzerinde ta'lik hatlı bir beyit bulunmaktadır. Beyitte geçen "Hazret-i Şaban-ı Velî" ibaresi, tarihsiz olan bu kitabenin, tekkenin Şabanîliğe intikal ettiği 1713'ten sonraya ait olduğu kanıtlanmaktadır.

Avluyu kuşatan hücrelerde -köşelerde bulunanlar hariç- revağa açılan kapıların yanısıra avluya bakan birer dikdörtgen pencere ile yuvarlak tepe penceresi bulunmaktadır. Verev dehlizlerden ulaşılan köşe hücrelerinde ise, avlu yönüne pencere açmak imkânsız olduğundan, ışık ve hava ihtiyacı dışa açılan

pencerelerle giderilmiştir. Dolap nişleri ile donatılmış olan bu mekânlarda, tev-hidhaneye komşu olan ikisi dışında ocak bulunmamaktadır. Ocaklarla donatılmış bulunan ve tevhidhane ile bağlantılı olan bu iki mekânın sıradan derviş hücreleri olmadığı, diğerlerinden daha büyük ve dikdörtgen planlı olan gü-neyindekinin şeyh odası, kuzeyindeki-nin de kahve ocağı ya da "meydan odası" olarak kullanıldığı tahmin edilebilir. Doğu yönünde dışa taşkınlık yapan tev-hidhanenin basık kemerli girişinden başka toplam on dört adet penceresi vardır. Kuzey ve güney duvarlarının ortasında, mukarnaslı kavsaraları bulunan nişler yer alır. Avlunun ortasındaki şadırvandan geriye günümüze sekizgen kaide ulaşabilmiştir.

Tekkenin tasarımında dikkati en çok çeken husus, aynı külliyedeki medreseden farklı olarak, varlığı zaruri görülen sınırlı sayıda pencere dışında, cephelerin tamamen sağır bırakılmış olmalarıdır. Buna karşılık avlu cephelerinin hareketli bir ifadeye sahip olduğu gözlenir. Büyük bir ihtimalle, tekke hayatının gerektirdiği içedönük yaşantı yapının mimarisine yansıtılmıştır. Aynı varsayım, Sinan'ın bir başka eseri olan, Kadırga' daki 1574 tarihli Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi'nin tekkesi için de geçerlidir. Bu arada söz konusu iki tekkenin de, başından beri, öğreti sistemini "halvet" uygulaması üzerine kurmuş, hattâ adını bile bu uygulamadan almış olan Halvetî tarikatına hizmet etmiş olmaları bu varsayımı desteklemektedir.

Sıbyan Mektebi: Feridun Ağa adında bir hayırsever tarafından 18. yy'da kütüphaneye dönüştürülmüş, geçen yüzyılın sonlarına kadar bu yeni kullanımını sürdürdükten sonra terk edilerek harap olmuştur. Günümüzde mesken olarak kullanılan yapı tamire muhtaç durumdadır.

Kare planlı bir mekândan ibaret olan sıbyan mektebi, içerden pandantiflere oturan kasnaksız bir kubbe ile örtülüdür. Girişi, aslında ahşap bir saçakla donatılmış olduğu anlaşılan doğu cep-hesindedir. Gerek giriş cephesinde gerekse de güney ve batı cephelerinde pencereler yer almakta, sokak boyunca uzanan kuzey cephesinin ise -iç mekânı gürültüden soyutlamak amacıyla- sağır bırakılmış olduğu görülmektedir.



Darülhadis, Darülkurra, İmaret (Aş-hane-Tabhane-Kervansaray) ve Darüş-şifa-. Aynı yapı adası üzerinde yekpare bir kitle oluşturan bu bölümler 18. yy'ın sonlarından itibaren özgün kullanımlarını yitirerek birtakım yeni faaliyetlere tahsis edilmiştir. İmaret ile darüşşifa, sırayla, Nizam-ı Cedid süvarisinin, Sek-ban-ı Cihadiye askerinin ve Asâkir-i Nizamiye süvarisinin kışlası (yak. 1800-1865), akıl hastanesi (1865-1927) ve Tekel yaprak tütün bakım atölyesi (1935-1976) olmuş, darüşşifa 1977'de Üsküdar İmam Hatip Lisesi'ne verilmiş, darülha-dis-darülkurra grubu ise Cumhuriyet

Medreseye

üstten ve

batıdan bakış.



Araş Neftçi

döneminde uzun müddet Toptaşı Cezaevi olarak kullanıldıktan sonra yakın bir geçmişte tahliye edilmiştir. Bu arada, özellikle de 1834-1835'te, söz konusu bölümler, mimari kimliklerine ters düşen çeşitli değişimlere sahne olmuştur.

Darülhadis, kıble doğrultusunda uzanan, pandantifli kubbelere ve batıya açılan iki sıra pencereye sahip, doğu yönünde sakıflı bir revakla kuşatılmış bir dizi hücreden ibarettir. Bu dizinin güney ucunda, cezaevinin hamamı olarak kullanılmış olan, darülhadis hücrelerinden daha büyük ve daha yüksek tutulmuş, kare planlı, kubbeli bir mekândan ibaret darülkurra yer almaktadır.

Batı kesimi kervansaraya, kuzeydoğusu tabhaneye, güneydoğusu aşhaneye tahsis edilmiş olan imaretin, batıda Toptaşı Caddesi üzerindeki cümle kapısı, II. Mahmud devrinde, ampir üslubunda bir sayvanla donatılmış, kemerin üzerine adı geçen padişahın tuğrası yerleştirilmiştir. Girişin sağında, istifli sülüsle yazılmış Osmanlıca manzum kitabesi 987/1579-80 tarihini ve Hasan Çavuş'un adını veren, kırık kaş kemerli bir çeşme yer almaktadır.

Cümle kapısından, ortada pandantifli bir kubbenin, yanlarda birer beşik tonozun örttüğü taşlığa geçilmekte, taşlığın orta bölümünden, kervansarayın iki kanadına ulaşılmaktadır. Dikdörtgen planlı olan bu kanatlar eşit büyüklükte tasarlanmıştır. Dış duvarların alt kesimi dışında bütünüyle yenilenmiş olduğu anlaşılan kervansarayda, her kanatta, bir iç avlu etrafında, iki katlı muhdes mekânlar sıralanmakta, aslında bu kanatların, Sinan'ın Büyükçekmece'deki 1566 tarihli Sultan Süleyman Kervansa-rayı'nda olduğu gibi, üç sıra payeye oturan kırma ahşap çatılarla örtülü oldukları anlaşılmaktadır.

Giriş taşlığının doğusundaki merdivenli ve kubbeli geçitten ulaşılan, tab-hane ile aşhanenin ortasında yer alan müşterek avlu, pandantifli küçük kubbelerin örttüğü yirmi dokuz birimli bir revakla kuşatılmıştır. Revağın arkasında, doğu kanadının yanlarında, darülhadis hücrelerinin altında kalan, beşik tonozlu ikişer mekân ile ortada bu hücrelere

çıkan bir merdiven vardır. Aynı türde birer mekân da batı kanadında, girişin yanlarında yer almakta, kuzey ve güney yönlerinde ise tabhane ile aşhanenin iç avlularına açılan birer kapı ile bu bölümlerin bazı birimlerine ait kapı ve pencereler sıralanmaktadır.

Aynı boyutlara sahip olan aşhane ile tabhane, ortaklaşa kullandıkları avluya göre simetrik olarak tasarlanmışlardır. Her ikisi de "T" biçiminde bir avlu ile bunu kuşatan, beşik tonozlu revakları içermektedir. Revaklarm gerisinde sıralanan on üçer birimden dördü darülhadis hücrelerinin altında kalmakta ve beşik tonozlarla örtülü bulunmaktadır. Diğerleri pandantifli kubbelerle donatılmıştır. Aşhanenin batısında yer alan ve havalandırma fenerleri ile taçlandırılmış olan altı birim mutfaktır. İki bölüm halinde düzenlenmiş olan mutfaklara doğu yönünde komşu olan iki birimli mekân yemekhanedir (me'kel). Diğerleri kiler ve ambar olarak kullanılmaktadır. Kervansarayın kanatları ile tabhane-aş-hane kitlesi arasında, ince uzun dikdörtgen planlı birer avlu uzanır. Birer kapı ile orta avluya, beşik tonozlu birer geçitle de "T" planlı avlulara bağlanan bu avlulardan kuzeydeki, tabhanenin helalarına tahsis edilmiş, dışarıya açılan bir kapının bulunduğu güneydeki avlu ise, yakacağın ve erzağın cümle kapısından geçirilmeden aşhaneye ulaşabilmesi ve çevredeki yoksullara yemek dağıtımı için düşünülmüştür.

Günümüzde iki katlı, ahşap çatılı ve tabhane ile bağlantılı bir yapı olan da-rüşşifanın, aslında, tek katlı, kagir örtülü ve tamamen bağımsız olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır. Kuzeyde, Helvacı Ali Sokağı üzerindeki girişi, tromplu kubbe ile örtülü bir birim izlemekte, buradan bir seki ile ikiye ayrılmış olan dikdörtgen planlı avluya ulaşılmaktadır. Avluyu kuşatan sakıflı revağın arkasındaki mekânlardan güneybatı köşesinde bulunan ve tromplu kubbe ile örtülü olanı darüş-şifanın mescididir. Güney kanadında da darüşşifanın ihtiyacına cevap verecek düzeyde tasarlanmış küçük bir hamam yer almaktadır. Bunlardan başka avlunun çevresinde, ikisi dikdörtgen planlı


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   92   93   94   95   96   97   98   99   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin