I u n d e n bugüN


ATİKAIİ 412 413 ATLETİZM



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə97/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   129

ATİKAIİ

412

413

ATLETİZM

şampiyon ve rekortmenlerin de büyük çoğunluğu yine İstanbulluydular. Bu dönemde Muzaffer Baloğlu, Melih Kotanca, Ali Ferit Gören, Rıza Maksut îş-man, Faik Önem, Arat Ararat, Fikret Taygun, Ruhi Sarıalp, Doğan Acarbay,

ve beşik tonozlu, on ikisi kare planlı ve kubbeli olmak üzere toplam on dört birim tespit edilmektedir.

Hamam: Gelir getirmek amacıyla tasarlanmış olduğundan vakfiyede adı geçmeyen, ancak Sinan'ın eserlerine ilişkin tezkirelerde yer alan hamam geç devirde marangozhane olarak kullanılmış, Vakıflar idaresi tarafından son yıllarda onartılarak tekrar faaliyete geçmiştir.

Ufak boyutlu bir çifte hamam olan yapı, doğu-batı doğrultusunda gelişen ayrılma çizgisine göre simetrik olarak yerleştirilmiş soyunmalıklar, birer sofa ile halvetten oluşan soğukluklar, sıcaklıklar ve iki bölüm boyunca uzanan su haznesinden meydana gelmektedir. Günümüzde yerlerini bir dizi dükkâna terk etmiş bulunan soyunmalıklarm ahşap çatılı oldukları tahmin edilebilir. Soğukluklar pandantifli kubbeler ve aynalı tonozlarla, sıcaklıklar tromplu kubbelerle, su haznesi de beşik tonozla örtülüdür.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 328; Ayvansa-rayî, Mecmuâ-i Tevârih, 16, 125; Ayvansara-yî, Hadîka, H, 182-184; Kut, Dergehname, no. 105, 236; Aynur, Saliha Sultan, no. 203, 39; Asltâne, 18; Osman Bey, Mecmua-i Ce-vâmi, II, no. 316, 72-73; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; Raif, Mir'at, 128-129; îhsaiyat II, 21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 74-75; Gurlitt, Konstantinopels, II, 85, levha 28; Gabriel, Constantinople, 353-419; Halil Ethem, Camilerimiz, 72-74; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 258; Konyalı, Mimar Sinan, 77-85; E. Di-ez, Sinan-der Baumeister Osmanischer Glanzzeit, Erlenbach-Stuttgart, 1954, 105-107; Eyice, istanbul, 114; D. Kuban, "Eski Valide Camii", Mimarlık ve Sanat, 2 (1961), 33-36; D. Kuban, "Leş mosquees â coupole â base hexagonale", Beitrage zur Kunstge-schichte Asiens-In Memoriam Emst Diez, ist., 1963, 49-68; Meriç, Mimar Sinan, 24, 33, 35-37, 39, 45, 79, 94, 100, 106, 108, 125; Öz, istanbul Camileri, II, 68-69; A'. Batur-S. Batur, "Sinan'a ait yapıların listesi", Mimarlık, 49 (1967), 35-44; K. Tuğcu, "Eski Valide Camii", Hayat Tarih Mecmuası, 2 (1967), 54-57; F. Akozan, "Türk Külliyeleri", VD, VIII (1969), 303-308; Goodwin, Ottoman Architecture, 288-291; E. Yücel, "Eski Valide Camii ve Külliyesi", İSTA, X (1971), 5300-5303; A. Strat-ton, Sinan, Londra, 1972, 159-169; H. Sum-mer-Boyd-J. Freely, Strotting trougb İstanbul, ist., 1972, 425; Sözen, Mimar Sinan, 209-210, 224, 232, 333, 374, 386; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 470, 474, 607, 612; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 141-149, 439-445, II, 29; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 386; G. Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı (1700-1850), Ankara, 1977, 119-120; Müller-Wiener, Bildlexikon, 402-404; Uluçay, Padişahların Kadınları, 40; A. Kuran, "Üsküdar Atîk Valide Külliyesi'nin Yerleşim Düzeni ve Yapım Tarihi Üzerine", Suut Kemal Yetkin'e Armağan, Ankara, 1984, 231-248; Kuran, Mimar Sinan, 175-192, 254, 304, 354, 357, 359, 361, 367, 376, 401; Osmanlı Müellifleri, I, ty, 96, 138, 217; M. B. Tanman, "Atik Valide Külliyesi", STAD, 2 (Nisan 1988), 3-19; M. B. Tanman, "Atik Valide Sultan Külliyesi", DlA, 4, 68-73.

M. BAHA TANMAN



ATİKALİ

Karagümrük'le Çarşamba arasında, Halic'e bakan yönde yer alan, Fatih İlçesi sınırları içindeki semt.

Bizans dönemi İstanbul'unun, Aya-

sofya önünden başlayarak Edirne Kapı-sı'nda son bulan en büyük yolu Me-se(~>), Atikali semtindeki bugünkü Hasan Fehmi Paşa Caddesi'nden geçmekteydi. Yine Osmanlı döneminin en işlek kapısı olan Edirne Kapısı'ndan padişahın sarayına kadar olan yol da bu hat üzerindeydi. Atikali semti bu yolun güney kesiminde bulunur. Semt, ismini Fevzi Paşa Caddesi ile Hasan Fehmi Paşa Caddesi arasında, Atikalipaşa Camii Sokağı'ndaki Atik Ali Paşa Camii'nden almaktadır.

Semti ikiye ayıran ve eskiden Fatih-Edirnekapı tramvay hattının geçtiği Fevzi Paşa Caddesi, kentin önemli merkezlerinden olan Aksaray'a bağlanır. Semtin, Edirnekapı ile İstanbul'un tarihi surları dışında kalan semtleriyle bağlantısını da yine bu cadde sağlamaktadır.

Atikali semti, güneyinde Hırka-i Şerif, kuzey ve batı tarafında Karagümrük, doğusunda ise Yavuzselim semtleriyle çevrilmiştir. Muhtesip İskender ve Bey-ceğiz mahalle muhtarlıkları arasında bölünmüştür. Ancak bu mahallelerin sınırları Atikali'den daha geniştir ve semtin sınırlarını bu iki mahallenin sınırlarıyla özdeş saymamak gerekir.

Bizans döneminde, kentin en önemli güzergâhı üzerinde bulunduğuna göre, bölgede belli ölçülerde bir yerleşme olmalıdır. Ancak daha sonra bölgenin boş arazi ya da bostan olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Semtin hemen yanında, Bizans döneminden kalma, halen Karagümrük Mahallesi içinde bulunan dev sarnıç daha sonra doldurularak bostan haline getirilmiş ve Çukurbostan olarak bilinmiştir. Hemen yanı başındaki toprakların da aynı amaçla kullanılmış olması doğaldır.

Eremya Çelebi de, 17. yy'da Edirne Kapısı'ndan içeriye doğru bir beylik çayırından bahseder ki, tarif ettiği yer Atikali civarlarına denk düşmektedir. Semte adını veren ve Zincirlikuyu Camii olarak da bilinen Atik Ali Paşa Camii, II. Bayezid'in sadrazamlarından Hadım Ali Paşa tarafından 15. yy sonlarında yaptı-

Atlas Sineması

film çekimleri

için de

kullanıldı.



Resimde

Vedat Ar'm

yönettiği

"III. Selim'in

Gözdesi"

filminden

bir sahne

görülüyor,

1950.

Gökhan Akçura arşivi

rıldığına göre semt bu tarihten sonra iskân edilmeye başlamış olmalıdır.

Kentin eski semtlerinden biri olan Atikali'de, Osmanlı döneminde esnaf ve zanaatkarların yoğun olduğu, Uncular, Somuncular, Tahtacılar, Rendeciler vb sokak adlarından anlaşılmaktadır. Uzun yıllar eteklerinde bostanlar olan geleneksel bir mahalle görünümündeki semt, 1970'lerden sonra arada kalmış boş arazi ve bostanların da yapılaşmaya açılmasıyla bugünkü, kagir bina ve apartmanların yoğun olduğu görünümü almıştır.

Semtin bugünkü sakinleri Cumhuri-yet'ten sonra yerleştirilen muhacirler ile yoğun yaşanan iç göçle gelenlerden oluşmaktadır. Azınlık nüfus yoktur. Hırka-i Şerif Camii'nin yakınında bulunması nedeniyle, semt özellikle ramazan aylarında kentin ve Türkiye'nin çeşitli yörelerinden gelen Müslümanlarla canlılık kazanır. Nüfusun çoğunluğunun geleneksel ve dinsel yaşam biçimini sürdürdüğü Atikali, ekonomik açıdan orta ve orta-alt katmanların yerleştiği bir semt görünümündedir.

Semtin ana arteri olan Fevzi Paşa Caddesi, ticari faaliyetin yoğun olarak yaşandığı bir kesimdir. Cadde üzerinde çeşitli malların sergilenip satıldığı mağazalar bulunmaktadır.

FİGEN TAŞKIN



ATLAMATAŞI MESCİDİ

bak. HACI HALİL MESCİDİ



ATLAS SİNEMASI

Beyoğlu İstiklal Caddesi 209 no'da bulunan sinema salonu. 19 Şubat 1948'de açıldı. 1.600 koltuk ve 35 locası ile Be-yoğlu'nun en büyük sinemaları arasında yer aldı. Daha önce aynı yerde, sinema salonunun da ilk sahibi olan Köçeoğ-lu'nun 1870'te yapılan kışlık evi bulunuyordu. Salon daha sonra Aziz ve Ahmet Borovalı tarafından satın alınıp işletildi.

Atlas Sineması ilk yıllarında Fitaş Şir-keti'nin işletmesinde serüven filmleri gösterdi. 1950-1951'de ise yine aynı şir-

ketin yapımcılığını üstlendiği Lale Devri ve Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan gibi Türk filmlerine de programında yer verdi. 1970'li yıllarda Fitaş'ın işletmeciliğinden çıkarak Banker Kastel-li'nin (Cevher Özden) eline geçti. Bir süre kapatıldı. 1980'li yılların ortalarında alt salonu antikacılar çarşısına dönüştürüldü ve yalnızca balkon kısmı sinema olarak kaldı. Erol Özpeçen ile İrfan Ata-soy'un işletmeciliğine geçen salonda bir süre seks filmleri oynatıldı. Daha sonra salon Kültür Bakanlığı'na devredildi. 1989'da Türker İnanoğlu'nun işletmeciliğine geçerek Warner Bros'un birinci vizyon filmlerini göstermeye başladı.

BURÇAK EVREN

ATLETİZM

Türkiye'de modern anlamda atletizm faaliyetinin II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) sonra İstanbul'da başladığı görülür. Daha önceleri Okmeydanı'nda bazı koşular yapılıyorduysa da buna ciddi bir atletizm faaliyeti denemezdi. Bu arada Mekteb-i Sultani'de (bugünkü Galatasaray Lisesi) jimnastik öğretmeni olarak görev yapan M. Curel'in 1870'te öğrencilerine Kâğıthane'de koşu ve atlamalar yaptırdığı ve başarı gösterenlere madalyalar verdiği bilinir. Bu olay Türkiye'de atletizm sporunun tam bir başlangıcı sayılmasa bile, ilk adım olması bakımından önem taşır.

Öte yandan 1863'te Robert College'de de öğrencilerin Amerikalı öğretmenler nezaretinde koşular ve atlama müsabakaları yaptıkları bilinen bir başka gerçektir. Adı geçen iki okulda yetişen öğrenciler arasında atletizme önem veren bazı Rum gençleri bulunuyordu. Tatavla Kulübü'nden Konstantin Devecis ile Kosta Celepoğlu bu alanda parlayan ilk atletler olarak göze çarpanlardı. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla yasal kimlik kazanan spor kulüpleri futbolun yanısıra atletizme de önem vermeye başladılar. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin yanısıra Anadolu Spor Kulü-bü(->) de, kurucusu Burhan Felek'in girişimiyle atletizmde temayüz eden bir başka spor örgütüydü. Galatasaray'dan Celâl İbrahim, Sabri Mahir, Silifkeli Şükrü Halil (Dölek), Beşiktaşlı Şair Kâzım ve Fenerbahçeli Selâhaddin (Türsen) ile Nureddin (Otmar-Savcı) parlayan ilk Türk atletleri oldular. Bu arada 1912'de Stockholm'de yapılan Olimpiyat Oyunları'na kendi paralarıyla giden Vahram Pa-pazyan ile Mıgır Mıgıryan adlarında iki Ermeni genci orada Osmanlı Devleti'ni temsil eden ilk atletlerdir.

1913'te Anadoluhisarı İdman Yurdu (-0 tarafından Anadoluhisarı Çayı-rı'ndaki "Er Meydanı" sahasında düzenlenen yarışmalara Naile, Fahriye ve Fa-ide hanımların da ilk Türk bayan atletleri olarak katıldıkları görüldü. 1913'ten itibaren Fenerbahçe Spor Kulübü'nün İtti-hatspor sahasında tertiplemeye başladığı atletizm yarışmaları bu spor dalına ayrı

1932'de 3. Balkan Oyunları'na katılan atletizm milli takımımız. Sol başta kafile başkam Tevfik Haccar Bey (Taşçı), sağ başta Alman antrenör Herr Abrahams.

Cem Alabeyoğlu arşivi

bir renk ve heyecan getirdi. Bu yarışmalarda Fenerbahçe'den Bedri (Yıldırım), İstanbul Sultanisi'nden Ziya, Alman Mek-tebi'nden Fuad, Sanayi Kulübü'nden Hasan, Galatasaray Spor Kulübü'nden Şükrü Halil (Dölek) beyler sivrildiler.

I. Dünya Savaşı yıllarında bir duraklama dönemine giren atletizm Cumhuri-yet'in ilanından sonra yeniden canlandırıldı. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin tertipledikleri atletizm bayramları da ayrı bir ilgi odağı oluyor ve Galatasaraylı Rauf (Hasağası), Beşiktaşlı Sünusi ve Daniş (Karabelen), Ali Rıza (Sözeralp), Fenerbahçeli Âsim (Uçar), Turhan (Nazikoğlu), Hakkı (Gürtay) ve Tarık beyler sivriliyordu.

1924'te Türk atletlerini Paris'te yapılacak Olimpiyat Oyunları'na hazırlamak üzere Almanya'dan getirtilen Abra-hams'ın çabalarıyla modern atletizmi yakından tanımak imkân ve fırsatını bulan İstanbul atletizmi yeni yeni şampiyonlar ve rekortmenler kazandı. Ömer Besim Koşalay, Şakir Engineri, Rauf Hasağası, Adil Giray, Suat Hayri Ürgüplü, Unvan Tayfuroğlu, Vildan Aşir Savaşır, Cezmi Şahingiray, Mazhar Resmor, Said Odyak, Cemal Tural bu dönemin atletizm pistlerinde parlayan yıldızları oldular.

İlk sürat koşucularından Silifkeli Şükrü Halil (Dölek) yarışma giysisi ve madalya-larıyla. Cem

Atabeyoğlu arşivi

Daha sonra Semih Türkdoğan, Mehmet Ali Aybar, Mehmet Koşar, Sudi Aziz Vurdemir, Nailî Moran, Veysi Emre, Haydar Aşan, Tevfik Böke, Selim Dirva-na, Enver Aziz Göknil gibi genç isimler ortaya çıktı. Bu isimler 1930'lu yıllarda yalnızca İstanbul atletizminin değil, tüm ülke atletizminin en büyük şampiyonları olarak kendilerini gösterdiler.

1940'h ve 1950'li yıllarda da İstanbul'da atletizm gözde bir spor dalıydı. Milli atletizm ekibinin büyük bölümünü İstanbullu atletler oluşturdukları gibi

ATLI, LEM'İ

414

415

ATMEYDANI

Cahit Önel. Ayçan Önel, Osman Goş-gül, Eşref Aydın, Güner Frik, Cezmi Ör, Kemal Koksal, Kemal Aksur, Torna Balcı, Mehmet Jeba Berkok, Ekrem Koçak, Muzaffer Selvi, Erdal Akkan, Ferhan De-vekuşoğlu. Orhan Aydın, Aydın Onur, Turhan Göker gibi büyük isimler çıktı. 1948 Londra Olimpiyat Oyunları'nda Ruhi Sanalp'in üç adım atlamada Olimpiyat üçüncülüğünü kazanması büyük bir olay teşkil etti. Aynı atletimiz 1951 Avrupa Şampiyonasında kazandığı üçüncülük ile Olimpiyat Oyunları'ndan sonra Avrupa Atletizm Şampiyonası tarihinde de madalya kazanan ilk Türk atleti olmak şerefine erişecekti. Ruhi Sarı-alp, Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yetişip parlamış bir atletti.

1960'lı yıllarda istanbul'da atletizm faaliyetinde büyük bir durgunluk başladı. Bu, doğrudan tüm ülke atletizmini etkiledi. Atletizm pistlerinden kayda değer başarılar gelmez oldu. Ama yine de o tarihlerden bu yana yapılagelen Türkiye atletizm şampiyonalarında ekip birinciliklerinin Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri arasında paylaşılması en durgun devrinde dahi İstanbul atletizmin üstünlüğünün bir göstergesidir.

CEM ATABEYOĞLU



ATLI, LEM'İ

(1869, İstanbul - 25 Kasım 1945, İstanbul) Şarkı bestekârı. Üsküdar'da doğdu. Babası Çerkez ibrahim Hakkı Bey, annesi ise Dilber Hamm'dır. Annesini doğduktan bir hafta kadar sonra, babasını da 2 yaşlarındayken kaybetti. Ablası ile eniştesinin yanında büyüdü. Tezgâh-çılar İlkokulu'nu bitirdikten sonra Fatih Askeri Rüştiyesi'ne devam etti. Özel hocalardan Arapça ve Fransızca dersleri aldı. 1887'de Soğukçeşme Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra bir süre Mülkiye Mek-tebi'nde okudu. 1889'da Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi'nde kâtip ve nazırın mühürdarı olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Takvim-i Vekayi yazarlığını da yürüttü. 1894'te Zaptiye Nezareti Mektubi Müdürlüğü'nde başkâtip oldu. 1907'de memuriyet hayatından ayrıldı.

Atlı askeri okuldayken sesinin güzelliği ve "tavırlı" okuyuşu ile dikkatleri üzerinde topladı. Musikisever bir kişi olan eniştesi Şefik Beyle beraber musiki toplantılarına katıldı. Musikiye karşı duyduğu ilgi ve öğrenme isteği onu Hafız Yusuf Efendi'den dersler almaya yöneltti. Repertuvan genişleyince, musiki-severlerin evlerinde düzenlenen fasıllara katıldı. Henüz 14 yaşındayken dönemin büyük bestekârı Hacı Arif Bey(->) ile tanıştı. Arif Bey, sesini beğenince, ondan ders alma imkânı doğdu. Lem'i At-lı'nın musiki anlayışını büyük ölçüde etkileyen bu dersler, Arif Bey'in ölümüne (1885) kadar sürdü.

18 yaşındayken "Hüsnüne etvâr-ı nâzın şan senin" güfteli şarkısını karcığar makamında besteledi. Bestekâıiık alanında vermiş olduğu bu ilk eser, geniş

ölçüde ilgi uyandırdı. Hemen sonra güftesini Mahmud Celaleddin Paşa'nın yazdığı "Penbelikle imtizaç etmiş tenin" şarkısını hicazkâr makamında besteleyerek, adını istanbul'un musiki çevrelerinde duyurmaya başladı. Bir yandan da Hacı Faik Bey, Bolâhenk Nuri Bey, Rıfat Bey, Levon Hancıyan, Kadıköylü Ali Bey gibi zamanın ünlü musiki adamlarından yararlandı. "Boğaziçi Bülbülü" adıyla da tanınan, 1894-1904 arasında Kanlıca ve Rumelihisan'nda oturan Lem'i Atlı, Boğaz'da düzenlenen toplantıların da seçkin musikicilerindendi.

Lem'i Atlı, Arif Bey'in geliştirip yaygınlaştırdığı şarkı bestekârlığımn son büyük temsilcileri arasında yer almış, bu zevk ve anlayışa uygun eserler vermiştir. Bir şarkı bestekârı olarak temiz bir üslup ve şekil anlayışı çerçevesinde çok güzel eserler vermiştir. Beste ile güftenin anlamca uyumuna olduğu kadar, "prozodi" denilen biçimsel uyuşmasına da önem vermiştir. Hayatının son yıllarında kaleme aldığı anıları ölümünden sonra Hatıralar (1947) adıyla yayımlanmıştır. Şarkılarının konserlerde ve radyolarda olduğu kadar sahnelerde okunması, plaklara alınması, filmlerde kullanılması Atlı'nın ününü iyice perçin-lemiştir. "Bir kendi gibi zâlimi sevmiş yanıyormuş" kürdilihicazkâr, "Siyah eb-rûlerin duruben çatma" uşşak, "Son aşkımı canlandıran en tatlı emelsin" hicazkâr, "Bu zevku safa sahn-ı çemen zâre de kalmaz" rast, "Bin gül çıkarırdım sana kalbimdeki külden" nihavend şarkıları, en tanınmış eserlerindendir.

Bibi. inal, Hoş Şada, 213-214; Öztuna, BTMA, I, 123-126.

FATiH SALGIR



ATMEYDAN1

Hippodrom'a(->) istanbul'un fethinden (1453) Yeniçeri Ocağı'nın kapatılışına (1826) kadar verilen addır. Ahmediye Meydanı, Sultanahmet Meydanı olarak da bilinir. Atmeydam deyimi, Hippod-rom'un Türkçesidir. Bizans döneminde Eski Mısır, Eski Yunan, Roma ve Bizans anıtlarını içeren meydan, Osmanlılar zamanında yapılan Türk-lslam eserleriyle Akdeniz uygarlıkları havzasının en ilginç açık mekânı özelliğini kazandı. Hippodrom'un geleneksel şenliklere ve çoğu zaman da kanlı ayaklanmalara sahne oluşu gibi, Atmeydam da yüzyıllar boyunca saray düğünlerine ve ayaklanmalara sahnelik etti.

Hippodrom'un 118,5x370 m (yaklaşık 45.000 m2) ölçülerine karşılık, Atmeydam, çevresindeki yapılaşmalar nedeniyle 75x300 m'lik (22.500 m2) ölçüsüyle daha dar bir açıklıktı. Yine de Su-riçi istanbul'un, en geniş alanıydı. Ayrıca "meydan" adını taşıyan sayılı ve işlevsel alanların en önemlisi sayılıyordu.

Atmeydanı'nın daralışı, güney-kuzey doğrultusunda doğu tarafındaki eski seyirci tribünlerinin yerine önce paşa saraylarının, 17. yy başında Sultan Ahmed

Camii'nin, batı tarafına ise yaklaşık 150 m cephesi 50-75 m derinliği olan İbrahim Paşa Sarayı'nın yapılmasının sonucudur. Mehterhane, Arslanhane, hapishane, mektep, medrese, imaret vb diğer yapılaşmalar da meydanı daralttı. Eski surnamelerdeki minyatürlerde 16-18. yy'lardaki görünüşüne yer verilen Atmeydam, duraklama ve gerileme devir-lerindeki ayaklanmalarda tahrip gördü. Uzun bir bakımsızlık döneminden sonra Abdülaziz döneminde (1861-1876) Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa'nın girişimiyle park olarak düzenlendi.

Hippodrom'un 1453'teki durumunu açıklayan bilgiler olmadığı gibi, II. Meh-med'in (Fatih) (hd 1451-1481) İstanbul'da başlattığı imar çalışmaları kapsamında bu alana ilişkin bir girişiminin bulunup bulunmadığı da bilinmemektedir. Bununla birlikte meydanın kuzeydoğu uzantısını oluşturan alanın, Aya-sofya-yı Kebir Meydanı olarak Saray-ı Cedide-i Âmire'nin (Topkapı Sarayı) merasim kapısı (Bâb-ı Hümayun) önündeki törenler için yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, Atmeydam adı verilen, yıkıntılarla dolu Hippodrom'un bir süre olduğu gibi bırakıldığı, burada, cirit ve at yarışları yapıldığı tahmin edilebilir. Fatih'in de burada gürz talimi yaptığı biliniyor. 17-18. yy'da İstanbul'a gelen gezginler, Türklerin, cuma günleri öğleden sonra Atmeyda-nı'nda toplanıp iki gruba ayrılarak cirit oynadıklarını, bu yarışların çok tehlikeli ve heyecanlı geçtiğini, ayrıca meydanda, at üzerinde ok atışları yapıldığını anlatırlar.

1491 tarihli Firuz Ağa Camii ise, Atmeydanı'nın kuzeybatı köşesine yapılan ilk Osmanlı eseridir, istanbul'u 15. yy'ın ikinci yarısındaki durumuyla gösteren eski harita ve resimlerde Atmeyda-nı'ndaki Roma-Bizans yapı yıkıntıları, Kadırga yönünde ise muhteşem Bizans sarayı harabesi görülür. Ancak bunlardan hiçbiri zamanımıza kadar korunamamıştır. Halkın kıyamet-i suğra (küçük kıyamet) adını verdiği 1509'daki büyük depremle, sonraki yangın ve depremlerde bu açık ve nispeten güvenlikli alanın evsiz barksız kalan İstanbul halkına geçici olarak mekânlık ettiği de bilinmektedir.

Rum kaynakları ise, Latin yağmasının Hippodrom'u çok tahrip ettiğini, kolonlardan bir kısmının ise Fatih tarafından kentin başka yerlerine taşındığını, öte yandan Hippodrom'a ait çok sayıdaki sütunun, eski mermer amfi kalıntılarının da ve İbrahim Paşa Sarayı ile sonraki cami ve saray yapımlarında kullanılarak ortadan kaldırıldığını yazar.

Lokman'ın (ö. 1601) Hünernâme'sindeki Atmeydam tasvirinde, Makbul/Maktul İbrahim Paşa'nın 1530'a doğru burada yaptırdığı saray ile Budin'den (Budapeşte) getirip meydana diktirdiği Herkül, Apollon ve Diana tunç heykelleri de gösterilmiştir. Tarihçi Solakzade "Ol üç suret-i garibeyi istanbul'a naklet-

tirib Atmeydam'nda amud (sütun) üzerine kondurdular" demekte ve sarayının karşısına heykeller diktirdiği için, İbrahim Paşa'nın putperestlikle itham edildiğini eklemektedir. Figanı Ramazan Çelebi (ö. 1526) ise Farsça bir beyitle İbrahim Paşa'yı putperestlikle suçladığı için idam edilmiştir. Beyit şudur: Dü İbrahim âmed be-deyr-i cihan / Yeki büt-şi-ken yeki büt-nişan (Dünyaya iki İbrahim geldi, ilki -Peygamber Halil İbrahim- putları kırdı, ikincisi ise put dikti).

Atmeydam'ndaki sarayında yabancı elçileri kabul eden İbrahim Paşa, olasılıkla bu heykelleri Osmanlı Devleti'nin hükmettiği ülkelerin simgesi olarak dik-tirmişti. Nitekim, 1533'te kalabalık bir heyetle ibrahim Paşa Sarayı'na gelen Avusturya elçisi, Budin'den gelme heykellerle darağaçlarım görmüştü. 1553'te istanbul'a gelen Hans Dernschwam, idam edilen ibrahim Paşa'nın büyük ve çok güzel sarayından, bu sarayın At-meydam'na inen bir yokuşun yukarısın-daki şato görünümlü manzarasından söz ettikten sonra Atmeydanı'nın ortasındaki beyaz mermerden kalın ve kısa boylu sütunlar üstündeki büstlerin halen mevcut olduğunu da yazar. İbrahim Paşa'nın ölümünden sonra kaldırılıp atılan üç başka büstün daha olduğunu öğrendiğini de ilave eder. Bu gezgin, kaldırım döşeli meydanda Romalılar döneminde kum serili olduğunun anlaşıldığını açıklar. Meydanın orta yerinde, uzun ve güzel mermer basamaklar bulunduğunu, bunların üzerlerine enlemesine beyaz mermer levhalar uzatılmış olduğunu, fakat bunların sökülüp Süleymaniye Camii inşaatında kullanıldığım vb anlatır.

1582'de Atmeydanı'nı gezen John Sanderson, buradaki tunç büstlerin Macar Kralı Mathias Corvino'ya ait olduğunu, İbrahim Paşa idam edilince bunların öfkeli halk tarafından parçalandığını yazar. Sanderson, Atmeydanı'nın Ayasofya cihetinde eski tiyatro kalıntılarının Arslanhane olarak kullanıldığını da ekler.

Atmeydanı'nın çevresindeki yapılaşmanın 16. yy'da, İbrahim Paşa Sarayı'nın inşasını izleyen yıllarda yoğunlaştığı kesindir. Kanuni Sultan Süleyman'ın hasekisi Hürrem Sultan'ın 1555'te Mimar Sinan'a yaptırdığı Çifte Hamam (Haseki Hamamı) buradaki ilk büyük tesistir.

Meydanın çevresindeki başlıca saray ve konaklar ise Tezkiretü'l-Ebniye'ye göre Siyavuş Paşa Sarayı, (Sokollu) Mehmed Paşa Sarayı, Sadrazam Sinan Paşa Sarayı, Ahmed Paşa Sarayı, Kap-tan-ı Derya Sinan Paşa Sarayı ve en meşhurları olarak da ibrahim Paşa Sara-yı'dır. Bunlar, farklı dönemlerde resmi ikametgâh, mehterhane, defterhane, hapishane gibi hizmetler için kullanılmıştır. Evliya Çelebi, Atmeydam çevresindeki eski sarayların yanında, birçok vezir, ulema, ayan konaklarının da bulunduğunu, Sultan Ahmed imareti ile bi-marhanenin de (hastane) burada olduğunu kaydeder.

Atmeydam'nda

III. Murad'ın

oğlu Şehzade

Mehmed'in

sünnet

düğünü için



düzenlenen

şenliklerin

anlatıldığı

Surname-i

Hümayuridan

at üstünde

yapılan

oyunları (cirit



ve ok atma,

takla atma)

betimleyen

bir minyatür,

1582.

Erkin Enıiroğlu fotoğraf arşivi

l609'da yapımına başlanan Sultan Ahmed Camii için, Padişah I. Ahmed'in aşırı dindarlığı nedeniyle kiliseden çevrilme olan Ayasofya Camii'nin yakınına ve onun görkemiyle yarışacak bir yapı tasarlanmış, yer olarak da Ayasofya'nın tam karşısındaki Atmeydam uygun görülmüş; meydanın kıble (güneydoğu) cihetindeki Ayşe Sultan mülkü, Sinan yapısı saray (Ahmed Paşa Sarayı), 30.000 altına alındığı gibi, Sokollu Mehmed Paşa Sarayı, Arslanhane, miri ambarlar, birçok dükkân da bu cami için kamulaştırılmıştır. Bu yer, aynı zamanda eski Bizans sarayının arsasıydı. Sultan Ahmed Camii'nin 8 yıl süren inşaatı, Atmeydanı'nın zemininde ve çevresinde önemli değişikliklere neden olmuş, muhtemelen, İslamiyetle bağdaşımla-mayan büst ve benzeri anıtlar da bu sırada kaldırılmıştır.

Caminin 9 Haziran I6l7'de törenle ibadete açılmasıyla birlikte Atmeydam da bir bakıma bu yeni mabedi ve külliyeyi kapsayan geniş dış avlu görünümü kazandı. Jean Thevenot, 1665'teki istanbul gözlemlerinde, meydandaki eskiden kalan birçok heykelin, dikilitaşın, sütunun tahrip edildiğini, eski genişliğini koruyan alanda, Türklerin her gün at

yarışları düzenlediklerini anlatır. 1659' da çıkan ve istanbul'un pek çok semtini kül eden yangının bir kolununun Atmeydanı'nı, buradan da Kadırga semtini etkilediği bilinmektedir. Evliya Çelebi ise buradaki dikilitaşların her birini birer tılsım olarak tanımlar. Burmak Sü-tun'un ejderha başlarından tekinin bir yeniçeri tarafından kılıçla uçurulmasın-dan sonra tılsımlardan birinin bozulduğunu ve kenti yılan, çıyan, akrep gibi sokucuların istila ettiğini yazar. İstanbul'daki barutçu esnafının da buradaki Baruthane'de üretim yaptıklarını ekler.

Lady Montagu, istanbul'dan 10 Nisan 1718'de Lady Bristol'e yazdığı mektubunda, "Laf aramızda, Londra'daki St. Paul Kilisesi Ayasofya ile kıyaslanamayacağı gibi, en bakımlı meydanlarımız da Atmeydam ile boy ölçüşemez!" demiştir. İstanbul'u konu alan resimleriyle ünlü Thomas Allom, 1838'de yaptığı Atmeydam resminde, alanı tarihsel işleviyle canlandırmış, at koşturan, atla gezen birçok insan ile ibrahim Paşa Sarayı'nın önüne oturmuş çubuk içerek onları seyredenleri canlandırmıştır. Resimde, toprak zeminli meydana, Sultan Ahmed Camii olanca görkemiyle hâkim olmakla birlikte küçük ve özenli bazı binalar


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin