ATPAZARI SARNICI
Fatih Atpazarı'nda (bak. Atpazarları) Bizans dönemine ait sarnıç. Bugün Mıhçı-lar Caddesi'nin altında kalmıştır.
Bizans döneminde bu bölgede sığır pazarı bulunuyordu. Valens (Bozdoğan) Kemeri'ne oldukça yakın bir yerde bulunan bu sarnıçtan, İstanbul'daki Bizans su tesisleri ile ilgili kapsamlı bir çalışma hazırlamış olan, bu konunun uzmanları Ph. Forchheimer ve J. Strzygowski, kitaplarında bahsetmektelerse de, bu araştırmacılar sarnıcın içine girememişlerdi. Atpazarı Sarnıcı bu tespitten çok uzun bir süre sonra, ancak 1978'de incelenmiş ve Alman Arkeoloji Enstitüsü müdürlerinden Prof. Dr. W. MüHer-Wiener tarafından planı çıkarılmıştır.
Atpazarı Sarnıcı bir binaya altyapı teşkil eden bir mahzenin (kyripta) sarnıç şeklinde düzenlenmesiyle meydana gelmiştir. Sarnıcın mimari formunda bir kiliseye altyapı oluşturduğu belirgindir.
Atpazarı Sarnıcı'nın W. Müller-Wiener tarafından çizilmiş planı. Müiler-Wiener, Bildlexikon
ATPAZARI TEKKESİ
420
421
ATPAZARLARI
Bu kilisenin plan tipi ise büyük bir olasılıkla bazilika olmalıdır. Altyapıda bazi-lik tipte bir kilisede bulunan nefler, apsis, pastophorionlar, derin bir bema ve narteksin planı rahatlıkla bulunabilir.
Dikdörtgen bir plana sahip olan sar1 nıç kuzeybatı-güneydoğu istikametinde yönlendirilmiştir. İç ölçüleri 32,25x16,70 m'dir. Ortada boylu boyunca uzanan geniş mekân iki sıra halinde sekiz mermer sütunla bölünmüş, bu sütunlar birbirlerine ve yan duvarlara kemerler aracılığı ile bağlanmıştır. Bölünmüş olan bu mekân tuğla ve harçla örülmüş kubbeli tonozlarla örtülmüştür. Apsisin iz-düşümündeki mekânda sütunların yerini iki masif paye almıştır.
Yapıda kullanılan sütun başlıklarının büyük çoğunluğu, kesik piramidal şeklindeki süslemesiz başlıklar olup, bema kısmının altına rastlayan mekân parça-sındaki dört sütunun başlığı özenle işlenmiş değişik tiptedirler. Bunlar, üst parçası kesik piramidal formlu ve iki yüzü Latin haçı kabartmalı bir impost ile altta iyonik volütleri bulunan bir diğer parçadan meydana gelmiş "iyonik impost" tipindeki başlıklardır.
Eski kaynakların yetersiz olmasından dolayı sarnıcın hangi kiliseye altyapı teşkil ettiği konusunda fazla bir şey bilinmemektedir. Ancak inşa tekniği ve duvar işçiliği değerlendirilerek bu yapı 9-11. yy'lar arasına tarihlenmiştir. Bibi. Strzygowski-Forchheimer, Byzantini-schen Wasserbehâlter, 113; G. Tiğrel-T. Ergil, "Atpazan Sarnıcı", Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Yıl 2, S. 6-7 (1979), s. 28-32; S. Eyice, "İstanbul'un Bizans Su Tesisleri", Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, S. 5 (1989), s. 10.
ENİS KARAKAYA
ATPAZARI TEKKESİ
Fatih İlçesi'nde, Atpazan mevkiinde, Hüsambey Mahallesi'nde, İmam Niyazi Sokağı'nda, Manisalı Mehmed Paşa Ca-mii'nin içinde tesis edilmiştir.
Tekkenin "derununda" yer aldığı cami Fatih devri uleması ve devlet ricalinden Manisalı Mehmed Paşa (ö.1495) tarafından yaptırılmıştır. Vakfiyesi 909/1503'te düzenlenen caminin, paşanın, önemli görevler üstlendiği Fatih devrinde yaptırıldığı tahmin edilebilir. Söz konusu cami, İstanbul'un asayişinden sorumlu olan on iki yeniçeri çorbacısının, nöbet yerlerine dağılmadan önce topluca akşam namazlarını kıldıkları yer olduğu için "Kul Camii" adı ile de tanınmıştır.
Atpazan Tekkesi ise, "Fazıl-ı İlahî", "Atpazarî" ve "Kutup" lakapları ile anılan Celvetî şehlerinden Şeyh Osman Efen-di'nin (Ö.1690) 17. yy'ın ikinci yarısında, imam-hatip olarak görev yaptığı bu camiye meşihat koydurması sonucunda kurulmuştur. Bu arada Şeyh Osman Efendi'nin, cami-tekkenin çevresine derviş hücreleri eklettirdiği, yine bu civarda, tekkenin harem dairesi olarak kullanılan bir ev satın aldığı bilinmektedir. Eleştirmekten çekinmediği bazı yöneticilerin önce Şumnu'ya, sonra da Magosa'ya sür-
Atpazan Tekkesi haziresinde bulunan Mollacıkzade ailesine ait ortak mezar taşı. M. Baha Tanman, 1983
durduğu Şeyh Osman Efendi Magosa'da vefat etmiş, kabrinin üzerine bir türbe ile bunun yanına "Kutup Osman Tekkesi" olarak tanınan bir tekke inşa edilmiştir. Atpazan Tekkesi ise faaliyetini sürdürmüş, ancak 18. yy'ın sonlarında Halvetî-liğin Şabanî koluna, yaklaşık yarım yüzyıl sonra aynı tarikatın Sünbülî koluna intikal etmiş, 19- yy'ın sonlarında tekrar Celvetîlerin eline geçmiştir. Bu tarikat değişikliği sırasında, tekkenin ayin gününün de pazartesiden pazara alındığı tespit edilmektedir. Şeyh Osman Efendi" den sonra posta geçen iki kişinin adları bilinmemektedir. Dördüncü şeyhten itibaren postnişinler şu kimselerdir: Şeyh İbrahim Keşfî Efendi (ö. 1790), Şeyh Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1810), Şeyh Seyyid Hamdi Efendi (ö.1825), Şeyh Mehmed Selim Efendi (ö. 1868), Tulumbacı Şeyh Ali Efendi (ö. 1865), Şeyh "Mehmed Hasib Efendi, Neccarzade İmamı Şeyh Hafız Seyyid Ali Efendi (ö. 1876), Trabzonlu Şeyh Mehmed Haşim Efendi (ö. 1885), Şeyh Salih Efendi.
Atpazarî Tekkesi'nin, çevresini tahrip eden çeşitli yangınlardan zarar gördüğü ve her seferinde onarım geçirdiği, hattâ yeniden inşa edildiği tahmin edilebilir. Son olarak 1901'de, civarında çıkan yangında ve özellikle 1918 tarihli ünlü Cibali-Fatih yangınında harap olmuş, bir müddet dört duvardan ibaret bir yıkıntı olarak duran yapı 1964'te dış boyutları korunmak suretiyle yeniden inşa edilmiştir.
Kareye yakın dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve ahşap çatılı olan cami-tev-hidhane, sıradan bir mescit niteliğindedir. Aslında duvarları moloz taş ve tuğla ile özensiz bir biçimde örülmüş iken, ihya edildiği sırada, bir sıra kesme küfe-
ki taşı ve iki sıra tuğla ile özenli bir almaşık örgü tercih edilmiştir. Cephelerde, klasik Osmanlı üslubuna uygun biçimde düzenlenmiş ve tasarlanmış, iki sıralı dörder pencere bulunmaktadır.
Hazirede, Manisalı Mehmed Paşa başta olmak üzere, devlet ricalinden, ulemadan, tekkenin şeyhlerinden ve mensuplarından bazı kimseler gömülüdür. Caminin banisine ait olan mezar taşı 15. yy. Osmanlı mezar taşlarının güzel bir örneğidir. Yine burada, çok değişik tasarımı ile dikkati çeken, Anadolu Kazaskeri Mollacıkzade İshak Efendi'nin dayısı Ahmed Efendi'ye (ö. 1701), kız kardeşi Hatice Hatun'a (ö. 1731) ve kayınvalidesi Rukiyye Hatun'a (ö. 1752) ait ortak bir mezar taşı bulunmaktadır: Yekpare mermer kitlesi, yan yana bitişik duran bağımsız üç mezar taşı görünümü verecek şekilde işlenmiş, yüzeyine, farklı tarihlerde vefat etmiş olan bu üç kişinin kimliklerini belirten kitabeler, tepelerine de değişik cinste ve yükseklikte serpuşlar kondurulmuştur.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 240-242; Evliya, Seyahatname, I, 212; Ayvansarayî, Ha-dîka, I, 160-161; Çetin, Tekkeler, 586; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 22; Âsitâne, 10; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 76-77, no. 122, 86-87, no. 137 ve no. 353; Münib, Mecmua-i Te-kâyâ, 7; İhsaiyat II, 21; Zâkir, Mecmua-i Te-kâyâ, 59-60; "Atpazan Yangını", ISTA, III, 1324; Öz, İstanbul Camileri, I, 94; Ayverdi, Fatih III, 452-453; H. K. Yılmaz, Azîz Mah-mûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, ist., 1982, 239-240, 288; Fatih Camileri, 160; M. B. Tanman, "Atpazarî Tekkesi", DİA, IV, 85.
M. BAHA TANMAN
ATPAZARLARI
Bizans ve Osmanlı dönemlerinde şehrin ulaştırma, ticari taşımacılık gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere yük ve binek hayvanlarının alınıp satıldığı ve bu sektör içinde yer alan esnafın topluca faaliyet gösterdiği pazar yerleri. İstanbul'da biri Fatih, diğeri Üsküdar'da olmak üzere iki atpazarı vardı.
Fatih Atpazan, kuruluş tarihi bakımından Bizans dönemine dayanması ve şehrin iktisadi hayatındaki geniş kapsamlı fonksiyonu nedeniyle Üsküdar Atpaza-rı'na oranla daha çok tanınmış ve uzun ömürlü olmuştur. Diğer yandan her iki pazar, çevrelerinde mahalle-semt çekirdeğinin oluşmasını sağlamışlar, böylece "atpazarı" ismi, iktisadi bir odak etrafında şekillenen ve bu özelliklerinden dolayı dini yapıları merkez alan geleneksel iskân alanlarından farklı bir toplumsal dinamiğe sahip bulunan bu yerleşim bölgeleri için mahalle-semt anlamını kapsayacak biçimde de kullanılmıştır.
Fatih Atpazarı, Bizans döneminde imparator mezarlarının bulunduğu ve bu yüzden kutsal kabul edilen Ayia Apostoloi (Havariler) Kilisesi yakının-daydı. Tarihi kaynaklar buradan "Sığır Pazarı" olarak söz ederler. Bizans döneminde esnaf ve zanaatkarların meslek kollarına göre kendilerine ayrılan bölgelerde faaliyet göstermeleri kuralına
bağlı olarak büyükbaş hayvan alım satımıyla uğraşan zümre de, Edirnekapı-Beyazıt eksenindeki kara ticaret yolu üzerinde kurdukları pazarda örgütlenmiş ve bu iktisadi gelenek daha sonra Osmanlı döneminde kapsamı genişletilmek suretiyle devam ettirilmiştir.
Bizans dönemine ait atpazarı hakkında yeterli bilgi yoktur. Fetih'ten sonra kısa bir süre Rum Ortodoks Patrikha-nesi'ne tahsis edilen Ayia Apostoloi Ki-lisesi'nin yerine II. Mehmed tarafından Fatih Külliyesi'nin(-») inşa ettirilmesiyle 15. yy'ın son çeyreğinde yeniden eski ticari canlılığını kazanan atpazarı, külliye çevresinde yaptırılan Fatih Kervansarayı ve Saraçlar Çarşısı ile organik bir bütünlük oluşturmuş, saraç ve nalbant esnafının odaklandığı bir merkez durumuna gelmiştir.
II. Mehmed dönemindeki (hd 1451-1481) atpazarı, Fatih Külliyesi bünyesinde olup günümüze gelemeyen "darüşşi-fa"nın doğusunda yer almaktaydı. Kuzeyinde Sankiyedim Mescidi, doğusunda Manisalı Mehmed Paşa Camii'nin bulunduğu bu alanı güneyden Bozdoğan Kemeri(->) kuşatıyordu. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde burası "Eski Atpazarı" olarak anılmaktadır. Batı yönünde Fatih Darüşşifası ile bütünleşen alanda 170 adet ahır ve ayrıca semerci esnafına ait dükkânlar vardı.
Tarihsel süreç içinde atpazannın geçirdiği değişiklikler yeterince bilinmemektedir. Ancak tarihi topografya üzerinde önemli hasarlara yol açan yangın ve depremlerin atpazarını etkilediği ve bu alanın zamanla doğu yönünde bir gelişim gösterdiği anlaşılmaktadır. Tarihte, "Kıyamet-i sugra" olarak bilinen 1509 depreminde Fatih Camii ile birlikte burasının da hasar gördüğü tahmin edilebilir. Tarihçi Mustafa Selânikî Efendi, III. Murad dönemi sonlarına doğru 1592' de çıkan yangının atpazarını bütünüyle tahrip ettiğini ve buradaki kavaflar ile semerci esnafının büyük zarar gördüğünü kaydetmektedir. Kâtibzade'nin kaleme aldığı "Tarîh-i İhrâk-ı Kebîr" başlıklı manzum tarihte ise 1070/l660'ta çıkan yangının atpazarını nasıl harap ettiği şu beyitle anlatılmaktadır: Âteş aldı At-ba-zârı'n Sarrâchâne'yi dahi/Karamanlı ile yandı hem büyük Ârestah. Fatih Atpazan, 1693, 1718 ve 1751'de tekrar yanmış, 1830 yangınından sonra ise Fatih Külliyesi'nin çevresindeki yangın alanları yeniden düzenlenerek ızgara planlı bir yerleşim dokusu oluşturulmuş, birbirine paralel sokakların meydana getirdiği bu yeni iskân alanı Eski Atpazarı ile külliye arasındaki organik ilişkiyi keserek pazarın doğuda Bozdoğan Kemeri boyunca gelişmesini zorunlu kılmıştır. 1930'lara kadar faaliyetini sürdüren ve Atpazarı Meydanı olarak bilinen bu alanın böylece yeni şeklini 19- yy başlarında aldığım söyleyebiliriz. 1875 tarihli İstanbul haritasında, atpazarının bu yeni konumunu görmek mümkündür. Buna göre alanı kuzeyden Dest-
Adını
bir zamanlar
burada kurulan
atpazarından
alan Fatih'teki
Atpazarı semti.
Araş Neftçi, 1993
gâhçılar Caddesi, güneyden de Bozdoğan Kemeri sınırlamakta, doğuda Masraf Sokağı ile batıda Muytablar Sokağı meydanı her iki yönden kesmektedir. Meydanın ortasına Abdülmecid tarafından 1269/1852'de hayvanların su içmesi için yalaklı bir çeşme yaptırılmıştır. 1875 tarihli haritada gösterilen bu çeşme günümüze gelememiştir. Ayrıca II. Abdülha-mid'in yaptırdığı namazgah da bugün mevcut değildir. 1908 Çırçır yangını atpazarını büyük ölçüde tahrip etmiş, bu nedenle esnaf bir süre başka yerde faaliyet göstermiş ise de 1913'te Şehremaneti tarafından yeniden eski yerine taşınmış, fakat şehir hayatına giren modern taşımacılık düzenine ayak uydura-mayarak köklü geleneklerinden uzaklaşmış ve Cumhuriyet'in ilk on yılı içinde tamamen tarihe karışmıştır.
Atpazarı esnafının kökenini, II. Mehmed döneminde Rum Mehmed Paşa tarafından Larende'den (Karaman) İstanbul'a göç ettirilen nüfus oluşturur. Âşık-paşazade ve Evliya Çelebi bu göçmen nüfusun, atpazarını içine alan Büyük Karaman Mahallesi'nde iskân edildiklerini yazmaktadırlar. II. Mehmed'in uyguladığı iskân politikası, İstanbul'a kalifiye işgücünün göç ettirilmesine dayandığı için atpazarı esnafının daha başlangıçta saraçlık, kavaflık ve muytabhk mesleklerine bağlı bir zümreden oluştuğu varsayılabilir. Nitekim bu meslek kolları, tarih boyunca atpazarının temel faaliyet alanını belirlemişlerdir. Buna göre, semerciler pazarın "aşağı meydan" denilen kısmında; hayvan kılından giyim eşyası yapan muytablar, batıda Fatih Külliyesi'ne doğru uzanan kendi adlarını verdikleri sokakta; araba yapımcıları Bozdoğan Kemeri'nin "keme-raltı" denilen kuzey cephesinde; saraçlar kemerin güneyindeki çarşılarında; nalbantlar ise, Fatih Tabhanesi'ne açılan sokakta faaliyet gösterirlerdi.
Atpazan esnafı, şehremaneti kurulmadan önce ihtisap ağasının denetimi altındaydı. Bu zümre, kendi aralarından seçtikleri bir "kethüda" ve onun yardımcısı olan bir "yiğitbaşı" tarafından idare edilirdi. Esnafın ihtisap ağasıyla ilişkisini kethüda sağlar, yiğitbaşı ise daha çok pazarın iç düzeniyle ilgilenirdi. Görevleri arasında hayvan mezatlarına nezaret
etmek ve esnafın gedik usulünce kayıtlarını tutmak en başta gelenleriydi. Pazarın idaresi, Tanzimat'tan sonra kurulan Şehremaneti'ne verilmiştir.
Yük ve binek hayvanlarının alım satımı Fatih Atpazarı'nın başlıca gelir kaynağı olmakla beraber burası Anadolu-Rumeli bağlantılı transit ticaretin başlıca konaklama merkezlerinden birisi durumunda bulunması nedeniyle de kendi bünyesinde bir hizmet sektörü yaratmıştı. Başlangıçta kervanların, daha sonraki yüzyıllarda tüccar gruplarının uğrak yeri olan atpazarı, hayvan bakımı ve kiralık ahır işletmeciliğiyle iş kapasitesini artırmıştı. Önceleri yalnızca at alım satımının yapıldığı pazarda zamanla diğer hayvanların ticareti de yapılmıştır. Senede 30.000 manda ve öküz ile 7.000 beygirin satıldığı atpazarında hayvanların baytar kontrolünden geçmeleri titizlikle uyulması gereken bir kuraldı. Bir diğer kural da, satılan hayvanın 39 gün içinde herhangi bir sakatlık veya hastalığının çıkması durumunda müşterice ödenen paranın tüccar tarafından iade edilmesiydi.
Atpazan, Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı esnaf geleneklerini yaşatan bir kültür mekânı olarak da dikkat çeker. Esnaf her sabah pazarın "dua meydanı" denilen yukarı kısmında toplanarak imam tarafından okunan duaya topluca iştirak eder ve daha sonra dükkânlarını açardı.
İstanbul'daki ikinci atpazarı Üsküdar'da Atikvalde semtinde olup Fatih'te-kine oranla daha az tanınmıştır. Üsküdar Atpazarı hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Bu bilgiler çerçevesinde söz konusu pazarın birkaç handan ibaret küçük bir alanı kapsadığı ve hayvan satışlarının yalnızca cuma günleri yapıldığını belirtmek gerekir.
Bibi. Tarih-i Selânikî, I, 316; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 422; Inciciyan, istanbul, 35; Emrullah, Muhitü'l-Ma'arif, I, Dersaadet, 1318, s. 417-418; İSTA, III, 1322-1324; R. Mantran, "Un document sur I'îhtisab de Stamboul a la fin du XVII6 siöcle", Melanges Louis Massignon, Institut Français de Damas, 1957, s. 134; Müller-Wiener, Bildlexikon, 275; Ayverdi, İstanbul Haritası, c/4; Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Deften, (haz. M. S. Kütükoğlu), ist., 1983.
EKREM IŞIN
AUGUSTA
422
423
AUGUSTEİON
antik çağın şair, filozof, oratör (hatip) gibi ünlülerinin mermer ve bronz heykelleriyle kent yaşamı için bir çekim noktasıydı. Halk bitişikteki Hippod-rom'a büyük beşik tonozlu dehlizlerle Augusteion tarafından giriyordu. İmparatorlar ise saraydan doğruca "katizma" denilen imparator locasına geçiyorlardı. Hippodromun meydan yönünde bir de kulesi vardı.
Hippodrom her zaman halka açıktı ve halk isteklerim burada dile getirirdi. Araba yarışları ise Bizans yaşamının, bugünkü futboldan daha da büyük ilgi toplayan törensel ve politik bir etkinliğiydi. Böylece Hippodrom halkın yoğun kullanışı açısından Augusteion ile birleşiyordu. Eski bir deyişle, Konstanti-nopolis'te Tanrı Ayasofya'ya, imparatorlar Büyük Saray'a, halk da Hippodrom'a sahipti. Augusteion ile çevresindeki bütün bu anıtsal yapılar ve onların etkinlikleri düşünüldüğünde, gerek fiziksel atmosferin görkemi, gerekse sosyal, kültürel, ekonomik ve politik etkinliklerin yoğunluğu açısından bu meydanın kentte en başta gelen merkezlerden biri olduğu söylenebilir. Özellikle Nika Ayaklanmasında Büyük Kilise, saray girişi, Zeuksippos Hamamı, Hippodrom,
AUGUSTA
Bizans imparatoriçelerine verilen unvan. Augusta ya da Grekçe basilissa genelde imparatorun karısının unvanıdır. Fakat I. Aleksios'un annesi Anna Delassena gibi imparator anaları ya da II. Teodosios'un ablası Pulheria gibi güçlü saray kadınları da augustalığı almışlardı. Augusta bir unvan olmaktan öteye sahibine hemen hemen imparatora eş bir politik statü kazandıran ilginç bir kurumdur. Gerçi bütün imparatoriçelere bu unvan verilmemiştir, ama sadece Constantinus'tan I. îustinianos dönemine kadar dokuz augusta vardır. Bunlar adlarına para bastırmışlar, resmi belgelerde özel mühürlerini kullanmışlar, statülerini belirten giysiler giymişler, resmi maiyetleri olmuş ve imparatorun idari statüsüne paralel, onun kadar güçlü değilse bile, belli bir idari statüleri bulunmuştur. Genellikle, bizde erkek evlat doğuran hasekinin sultan unvanı alması gibi, bir vâris doğurdukları zaman imparatoriçele-rin bazılarına bu unvanın verildiği görülmektedir. Bizans'ta imparator aynı zamanda en büyük rahip niteliği taşıdığı ve kadınlar da rahip olamayacakları için, augusta unvanı dinsel açıdan zorlayıcı olduğu halde bu pratik sürmüştür. Özellikle imparator öldüğünde onun yerine birisi geçene kadar devleti idare etmişler ve bazen yeni imparatorun seçimini de yapmışlardır. Örneğin, Marki-anos, Augusta Pulheria, Anastasios ise Augusta Ariadne tarafından imparatorluğa getirilmişlerdir. Makedonya sülalesinin vârisi olan III. Romanos'un karısı Augusta Zoe, kız kardeşiyle imparatorluğu idare etmiş, evlendiği ikinci ve üçüncü kocalarım da imparator yapmıştı. Augusta unvanı verilen imparatoriçe-ler de imparator gibi taç giymişlerdi. Fakat bu taç, imparatorunkinden farklı olarak, patriğin değil, imparatorun elinden giyilirdi. Belki hiçbir imparatorlukta rastlanmadığı kadar çok sayıda kadının imparatorluğun idaresine ortak olması, bazen de yalnız başlarına bu sorumluluğu taşımaları Bizans tarihinin en ilginç özelliklerinden biridir. Augusta (ya da basilissa) sıfatıyla imparatorluk makamını işgal edenlerin içinde IV. Leo'nun eşi olup öz oğlunu kör eden İrene(->) gibi ilk kadın hükümdarlar da vardı.
DOĞAN KUBAN
AUGUSTEİON
Erken Bizans döneminde imparator sarayı (bak. Büyük Saray), Ayasofya(->) senato, Hippodrom(->), Bazilika Sarnıcı (bak. Yerebatan Sarayı), Milion (bak. Milion Taşı) gibi bellibaşlı yapılarla çevrili bir saray önü olan ana kent meydanı. Latince "augustaeum" denir. Ayasof-ya Camii önündeki bu meydan, günümüzde bile topografyasının ve ilk yerleşme anılarının kentsel yapıya süreklilik kazandıran öğeleri ve çevresindeki arkeolojik verilerle İstanbul'un tarihi kimliğinde önemli bir yer tutar.
Bu meydan ya da forum Bizans kaynaklarında çok kez anlatılmıştır. Sınırları ve fiziksel özellikleri konusunda belgelere ve arkeolojik kazılara dayalı kesin bir şey söylemek zorsa da, Ayasof-ya'nın, Hippodrom kalıntılarının, büyük bazilikanın sarnıcının ve güçlü bir olasılıkla Milion'a ilişkin verilerin varlığı, meydanın büyüklüğü konusunda bir fikir vermektedir. Augusteion uzun kenarı ortalama 150 m civarında olan, ya dikdörtgen ya da kare planlı, fakat kesin biçimini gene de söyleyemeyeceğimiz bir meydandı. Burasının kent tarihi içinde gelişimi, işlevi, görkemi, çevresindeki anıtlar ve bir saray meydanı olarak sahne olduğu olaylar konusunda güvenilir tarihi gözlemler vardır. Meydanın hayali rökonstrüksiyonları da yapılmıştır. Bir kent tarihinde mekânın sürekliliğini, prestijini ve kullanılışını koruması açısından Augusteion, yani bugünkü Ayasofya Meydanı dünya tarihinin en eski ve tek örneği sayılabilir. Ne Roma, ne Atina ne de herhangi bir dünya kenti böylesine tarihi derinlikte bir kullanılır mekân örneğine sahiptir.
ilk Yunan koloni kenti Bizantion' un(->) güneybatı platosu üzerindeki agorası (pazar meydanı) Augusteion'un öncülüdür. Septimus Severus çağında agora meydanının çevresine yeniden dört büyük revak (stoa) yapılarak meydan tekrar düzenlenmiştir (bak. Tetras-toon). Constantinus Yeni Roma'yı kurarken aynı meydan, kentin forumları içinde, saray ve büyük kilise çevresindeki merasim işlevleri ve Constantinus Forumu (bak. Çemberlitaş) ile birlikte kentin en önemli iki meydanından birini oluşturur. Augusteion'a ilişkin bilgimiz yazılı kaynaklarda Constantinus çağına kadar uzanmaz. En eski kaynak 5. yy'ın birinci yarısında yazılmış olan No-titia Urbis Constantinopolüa.nae'dir(->). Constantinus döneminde yapılan ilk saray bu meydana bağlanıyordu. Sarayın girişini ünlü Halke giriş holü oluşturuyordu. 3öO'ta ilk Ayasofya Meydanı'nın kuzeydoğusuna inşa edildi. Saray girişi yanında, alanın güneydoğusunda senato vardı. Meydanın kuzeybatısında ise Ayasofya'dan önce yapılan büyük bazilika (bak. bazilikalar) yer alıyordu. Bu bazilikanın girişinde bir tetrapilon(->), başka bir deyişle anıtsal dört ayaklı bir kemer yapısı olan Milion bulunmaktaydı. Bu yapı hem kentin anayolunun çıkış noktası idi, hem de imparatorluğun dört tarafına giden bütün yolların başlangıçlarım gösteriyordu.
Bu meydan Constantinus'un annesi Augusta Helena'nın anısına sunulduğu için Augusteion adını taşıyordu. Ortasında büyük bir porfir sütun üzerinde Helena'nın heykeli vardı. Ayrıca, bu meydanda I. Teodosius'un üzerinde heykel olan sütunu, Arkadius'un karısı Eudoksia'mn yine bir sütun üzerindeki gümüş heykeli, Büyük Leo'nun heykelli sütunu ve daha başka birçok heykel bulunmaktaydı. Meydan 459'da Prefekt
Teodosius tarafından tekrar düzenlenmiş, bu sırada revaklar da tekrar yapılmıştır.
532'de ünlü Nika Ayaklanması I. İus-tinianos'un duruma egemen olmasıyla sonuçlanınca, imparator, Augusteion'u yeniden inşa ettirdi. I. İustinianos'un yeni Ayasofyası, mekâna yepyeni bir boyut ve görkem kazandırdı, meydan da buna uygun şekilde düzenlendi. Dönemin ünlü tarihçisi ve I. İustinianos'un yapılarını anlatan Prokopios(-») senato önündeki bu büyük alanın ortasında imparator tarafından yaptırılan sütunu şöyle betimliyor: Meydanda dolaşanların çıkıp oturduğu yedi mermer basamaklı büyük bir kaide üzerinde yüksek bir sütun vardı. Taş dilimlerle inşa edilmiş bu büyük sütun, bezemeli bronz levhalarla kaplandığı için tek parça gibi gözüküyordu. Prokopios bu malzemenin saf altından daha yumuşak renkte olduğunu ve değerinin de gümüşten daha az olmadığını söylüyor. Bu süslü sütunun başlığı üzerinde imparatorun bronzdan çok büyük bir atlı heykeli vardı. İmparator Bizanslıların hâlâ saygı duydukları Akilleus kıyafetindeydi; Perslerin ülkesine doğru bakıyor ve elinde dünyayı simgeleyen bir küre tutuyordu. Kürenin üzerine bir haç çizilmişti. L İustinianos sağ elini de doğuya uzatmıştı. Bütün bu işaretler imparatorun dünya egemenliğini ve zaferlerini simgeliyorlardı. Anılan sütunun daha önce II. Teodosios tarafından yaptırıldığım söyleyenler vardır. Mango ise sütunun I. İustinianos tarafından inşa ettirildiği ve üzerindeki heykelin de daha eskiye ait olduğu kanısındadır.
Ayasofya Kilisesi'nden sonra meydanın en önemli yapısı büyük sarayın girişini oluşturan Halke idi. Yine Prokopi-os'un tanımına göre kubbesi altın yaldızlı bronzla kaplı ve içi mozaiklerle süslü bu muhteşem yapı bir saray gibi görkemliydi. Bu binanın daha önce I. Anastasios döneminde yapılıp, Nika Ayaklanmasından sonra I. İustinianos döneminde büyük ölçüde tamir edilmiş olması muhtemeldir. İmparator ayrıca meydanın doğusunda yeni bir senato inşa ettirmişti. Revakları ve çatısındaki heykelleriyle bu bina da klasik bir Roma yapısı olarak 6. yy'da Konstantino-polis'in mimari etki açısından hâlâ Romalı karakterini koruduğuna işaret eder. Meydanın çevresindeki yapılar içinde eski bazilika ve onun avlusundaki ünlü yeraltı sarnıcı kentin anıtsal tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bazilikada büyük bir olasılıkla abartılan bir sayı ile, 600.000 ciltlik bir kitaplık bulunduğunu Bizanslı tarihçiler yazar. Pierre Gilles(->), Konstantinopolis'teki bazilikanın Roma'daki gibi pazar yeri olmaktan çok, gençler için bir öğrenme yeri olduğunu söyler. I. İustinianos döneminde (527-565) yeniden yapılan bu bazilikanın biçimini pek bilmiyoruz. Fakat hemen yanında bakırcılar çarşısı (Halkoprateia) bulunuyordu. Bazilika-
Dostları ilə paylaş: |