I u n d e n bugüN


AVCILIK 428 429 AVNllİFİJ



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə101/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   129

AVCILIK

428

429

AVNllİFİJ

sında bulunan Yakuplu Köyü yakınındaki çiftliğinde 1889'dan 1934'e kadar her yıl bıldırcın avlamıştı. Bu zaman zarfında bir mevsimde 3.394 kuşla en çok bıldırcını 1893:te vurmuştu. Günlük rekorunu da 404 kuşla aynı yılın 13 Eylül'ündeki curnatada kırmıştı. Bütün avcılık hayatında vurduğu bıldırcın sayısı ise 49.000'di.

istanbul'da tüfekle bıldırcın avlayanların yanısıra bu kuşu atmaca (Accipiter nisus) ile avlayanlar da vardı. Bütün yırtıcı kuşlarda olduğu gibi atmacanın da dişisi erkeğinden daha iri ve güçlü olduğundan, bu iş için dişi atmaca kullanılırdı. Atmacayla bıldırcın avcılığı 1970'li yıllara kadar Haramidere'de sürüyordu.

ESKİ

İSTANBUL AVCILARI

Avcılar! zâlim avcılar! ah! avcılar! Tevekkeli size şarkı çıkarmamışlar!



İki puhu bir derede su içer

Dertli puhu dertsizine dert açar

Buna karasevda derler tez geçer

Zâlim avcı niçin kıydın canıma

Yazmayayım diyorum, yine yazıyorum. O ne kıyafet! Başta siyah tüylü kıvırcık kalpak, üstte şayak, enli yaka, arkası taraka, yanlar yarık, yukarıdan aşağı cep bir ceket, çift sıra düğmeli jile (cepken), fişeklik, onun altında Trablus kuşak, aba pantolon, üstü çarık tulum, çarığın altında kalın tüylü Bursa çorabı, ellerde, omuzlarda adamına göre santral, bake, likoşe tüfek.

Aman avcılar! O ne tavır! Kaşlar çatık, surat mehib, bıyıklar dondan nemnâk, koltuklar şişkin, kollar bedenden biraz açıkta sallanıyor. Bunlara kır kabadayıları denirmiş. Fakat tarz-ı mükâleme dahi şık!

- Ahmed Bey, Çekmece'ye geliyoruz ben farkına vardım a. Bir tanesi şöyle


hani ya yukarıki sırt yok mu, tâ onun hizasından aykırı geçti.

- Yeşilbaş mıydı?

- Yok., (kılkuyruk). Bekledim, anladım ki var. Biraz daha gezindim. Yukarı
dan bir (Macar) söktü, durdum, durdum ama (iyice bindirdim).

µ Sonra?


µ Sonrası dokununca (çektim aldım).

- Duble mi?

- (Duble) çektim ama saçmalar patır patır dokundu.

- Ben de bir (patka) vurdum. Haberin var mı?

- Neden?

- Geçen gün bizimkiler bir yabankargası vurmuşlar, yolda güzelce yolmuş


lar, Bedros'la Mıgırı da çağırmışlar, (çamurcun) diye yedirmişler.

Kah! kah!

- Geçen gün onlar ne vurmuşlar?

- Ne vuracaklar; iki gün durmuşlar iki üç (sekermefce) ile bir teker. Mösyö


Bodöva bir tane (jilli patka), bağcı Petro üç (yeşilbaş), şık beyi dört tane kadın
ördeği, Ayastefanos'taki Hırvat bir iki (elmabaş), Nemseli Frenk de iki macarla
bir dişi (sütlabi).

işte bizim köyün avcıları! Onların rivayetine göre şimdilik av eti namına çulluk nev'inden:

Bekaca -sultani bekaçin- bekaçinya -diğer kuşlardan yalıçapkını, tarlakuşu, karatavuk, sığırcık, duy, kuğu, yabankazı, (çobanaldatan) varmış.

*Bakırköyü'nde işittiğime inanılacak olursa köy avcıları berây-ı sayd u şikâr Çekmece tarafına gittikleri zaman kendilerini seferi zannederek oruç bozuyor-larmış. Günahı diyenlerle yiyenlerin boynuna?

"Tahkikatıma göre avcıların da tavcıları varmış. Bunlar da avcıysa da barut, fişek meselesinde biraz fakirce olduklarından şöyle ördek vurmuşlar, böyle kuş düşmüş diye diğerlerini kışkırtıp bu suretle ava gidiyorlarmış.

"Ördek avına giden sayyâdândan biri "es-sayyâdu müselles velev kâne mü-sennâ" meseline ittibâen avda satın aldığı bir ördeği üçleştirmek için kümesteki ördeği kesmiş, orta kattakini de kırmışmış.

*Ördek bahsinin ehemmiyetine binâen icra eylediğimiz tahkikatta ta'dâd eylediğimiz nevilerden mâada bağırtlak, çıkrıkçın, cin ördeği, kaçıkcın, karaca, vezne boşaltan namında birkaç cins daha varmış.

"Ördek denince "paytak" kelimesini hatırlamamak kabil olmaz. Badi badi yürümek bu hayvanın muhtereât-ı mâşiyânesindendir. Fakat o savt-ı kerih dinlenir sadâlardan değildir. Şâyân-ı sayd olmayıp da mâil-i inkisar olan nev'i ötmeye bedel ses çıkarmaktadır. İlm-i hayvanât ulemasınca ikisi de suda yaşamakta yani zü'1-maişeyn ise de biri suda yüzdüğü halde diğerinde su ve me-vadd-ı mâiye yüzmekteymiş. Doğru olup olmadığını bilenlerden sual ederiz.

""Ördek gibi sudan çıkmaz" lisanımızda fart-ı istihmama müptelâ olanlar hakkında darb olunur hadd-i ma'rûftur.

Ahmet Kasım, Şehir Mektuplun, İst., 1992, III-IV, s. 40-43

Doğu Avrupa ve Rusya'nın ormanlarında üreyen çulluklar kasım ayından itibaren kışı geçirmek üzere Türkiye'ye gelmeye başlarlar. Özellikle şiddetli tipilerin ardından çulluk curnatası yapıldığından çulluk avına çıkmak için böyle havalar beklenirdi. Nemli ormanlarda yaşayan çulluğun tüylerinin rengi orman zeminindeki kuru yapraklarla kusursuz bir uyum gösterdiği ve ürkünce sindiği için, bu kuşun avı fermacı köpeklerle yapılırdı. Yüzyıl başında Bo-ğaz'ın her iki yakasındaki köylerin arkalarındaki ağaçlıklarda bile çulluk boldu. Boğaz'daki yalı ve köşk sahipleri çulluk avını kendi korularında yaparlardı. Şehrin büyümesiyle birlikte, çulluk avı için Rumeli yakasında Belğrad Ormanı, Anadolu yakasında Ömerli, Elmalı çevresi gibi daha geniş ormanlık alanlar tercih edilmeye başlandı. Curnatalarda istanbullu bir avcının 50, hattâ 100 çulluk vurması olağandı. Fransız etkisiyle çulluk istanbul'da seçkin zümrenin ve lüks lokantaların mönüsüne dahil olduğu için büyük sayılarda ağlarla yakalanır ve Balıkpazarı'nda tavukçu dükkânlarında satılırdı.

İstanbul'da ördek avı ağustos sonu ve eylül başında, istanbullu avcıların (herhalde bıldırcın mevsimine denk düştüğü için) bıldırcın ördeği dedikleri çıkrıkçın (Anas querqueduld) avı ile başlardı. Diğer ördek türleri gibi kışı ılıman kuşakta değil Afrika'da geçirdiği için erken göç eden çıkrıkçınlar ağustos sonundan eylül sonuna değin istanbul'un Karadeniz tarafından, Kilyos ve Kavaklar'da sabah ve akşam geçit yaparlardı. Bunu sadece meraklı ördek avcıları bilirdi. Bu avın tatsız tarafı, o havalinin çoğu balıkçı olan ahalisinin, avcının etrafında bekle-şerek vurulan ördekleri kapışmak âdetinde olmasıydı. Eğer avcı atik davranıp vurduklarından kapamazsa, kapışılan ördekler üzerinde hak iddia edemeyeceğinden, eli boş kalabilirdi.

Asıl ördek mevsimi ise, kasımda havaların soğumasının ardından, kışlamak üzere büyük sürülerin gelmesiyle başlardı. Özellikle Tuna'nın donması sonucunda İstanbul'a çok ördek geldiğinden, ördek avcıları her gün gazetelerde Tuna'nın donduğu haberini ararlardı. Kışın avlanan başlıca ördek türleri yeşilbaş (Anas platyhyrnchos), boz ördek (.Anas streperd), fiyo (.Anas penelope), çamurcun (.Anas crecca), kılkuyruk (Anas acuta), kaşıkçın (Anas clypeata), Macar ördeği (Netta rufina), elmabaş patka (.Aythya nyrocd), pasbaş patka (.Aythya ferrugined), karabaş patka (Aythya marild) ve tepeli patka (Aythya fuliguld) idi. Bunlardan eti en makbul sayılan yeşilbaştı, istanbul'un başlıca ördek avlakları Küçükçekmece ve Büyük-çekmece gölleriydi. Uzak olduğu ve fazla ördek tutmadığı için Terkos Gö-lü'ne pek rağbet edilmezdi. En basit ördek avı yöntemi parlama avıydı. Bu, kasık veya boy çizmesiyle sazların arasında gezerek kalkan ördekleri vurmaktan

ibaretti. Parlama avında, düşen ördekleri alması için köpek de kullanılabilirdi. Güme avı ise daha teferruatlı fakat daha verimli bir yöntemdi. Güme göl kenarında avcıların gizlenerek av yapmasına yarayan tahtadan bir odacıktır. Güz başında, sular çoğalmadan, kıyıda toprak kazılarak açılan bir çukura oturtulur. Toprak fazla kazılırsa su çıkacağından, üstten yükseltilmesi durumunda ise, ördekler ürkeceğinden, güme, içinde ayakta dumlamayacak kadar alçak olur. Göle bakan cepheye, mazgal denen küçük pencereler açılır; bunların arkasına da ateş ederken dirsek dayamak için bir tahta konur. Güme tamamlanınca üstüne teneke mıhlanır, bunun üzerine de toprak dökülerek çimlendirilir. Güme-nin içi muşamba, kilim ve minderlerle döşenir. Isınmak için gümede mangal yakılır. Ördekler mühreler aracılığıyla gümenin önüne indirilir. (Göllerde kuluçkaya yatan ördeklerin yumurtaları toplanarak yavrular çıkartılır ve evcil ördek gibi yetiştirilir. Bunlara mühre denir.) Mühreler ayaklarındaki fırdöndülü meşin kösteklerden, dişiler bir tarafa, erkekler bir tarafa olmak üzere, gümenin önünde suya çakılı kazıkların arasına gerilmiş iplere bağlanır. Mühreleri gören, daha çok da seslerini işiten ya-banördekleri, yanlarına konmak üzere inerlerken gümedeki avcılar tarafından vurulur. 1980'lere kadar Büyükçekmece Gölü'nde az sayıda güme bulunuyordu. Üçüncü ördek avlama yöntemi ise İstanbul'a özgüydü. Ördekler Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölleri arasında gidip geldikleri için, bazı avcılar iki göl arasındaki tepelerden avlamrlardı.

Çekmece göllerinde, ördek kadar olmamakla beraber, özellikle karlı havalarda kaz da avlanırdı. En çok boz kaz (Anser anser), daha seyrek olarak sakarca kaz (.Anser albifrons), ara sıra da Sibirya kazı (Branta ruficollis) vurulurdu. Kemeri kuğu (Cygnus olor) ve sarıca kuğu da (.Cygnus cygnus) av kuşu kabul edilir ve avlanırdı.

Eskiden İstanbul avcılarının bir bölümü yalnızca ördek avına çıkar, başka avlarla ilgilenmezdi. Güme ve mühre avını bunlar yapardı. Ördek avcıları ör-dekçi kahvesi denen, biri Fatih'te, biri de Sultanahmet'te, Dikilitaş'ın karşısında bulunan iki kahvede toplanırlardı.

1970'lerde Küçükçekmece Gölü su kirliliği ve çevresindeki yoğun yapılaşma nedeniyle ördeklerin barınabileceği bir yer olmaktan çıktı. 1985'te şehir suyuna bağlanması için Büyükçekmece Gölü'nün önüne bir baraj yapıldı. Bunun sonucunda su seviyesi çok yükselince, göl, ördeklerin beslenmesine elverişsiz hale geldi. Böylece Çekmece göllerinde ördek avı tarihe karışmış oldu.

20. yy başında Belğrad Ormanı'nda ve Beykoz'dan Şile'ye ve Ömerli'ye uzanan ormanlık alanda karaca ve ya-bandomuzu avlanıyordu. Bu avlar genellikle zağarlarla ve sürek avı şeklinde yapılırdı. Domuz avına özellikle Hıristi-

yan avcılar rağbet ederdi. Dönemin en tanınmış domuz avcıları Börekçi İbrahim Bey, Akbabalı Karadayı, Polonez-köylü Yaşo, Emil ve Yanoş'tu. Müslüman avcıların çoğu vurdukları domuzları Hıristiyanlara satardı. Domuzun sert kılları da fırça yapımında kullanılırdı. Beykoz'un doğusundaki ormanlık bölgede, günümüzde de yabandomuzu avlanmaktadır. Bununla birlikte şehrin hızla genişlemesiyle eski avlakların hemen hepsi tarihe karıştığından bugün İstanbul ve yakın çevresinde avcılık yapılmamaktadır.

Bibi. N. A. Banoğlu, Turkey, A Sportsman's Paradise, Ankara, 1957; H. Gündeş, Türkiye Av Ansiklopedisi, izmir, 1966; N. Özcan, Kara Avcılığı, İst., 1971; Evliya, Seyahatname, I.

SELİM SOMÇAĞ



AVNİIİFİJ

(1886, Samsun - 3 Haziran 1927, İstanbul) Manzara ve figürlü kompozisyonla-rındaki şiirsel, simgeci tavrı ile Türk resminde özgün bir kişilik oluşturan ressam. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Kafkasya'nın Kuban bölgesinden göç eden ailesi önce Samsun'a, daha sonra İstanbul Rumelihisan'na yerleşti. Çocukluk yıllan yoksulluk içinde geçti. İlköğrenimini Fatih'te mahalle mektebinde yaptı. Ortaöğrenimini Şehzadebaşı Numune-i Terakki İdadisi'nde yaparken resim ve müzikle ilgilenmeye başladı. Babası Abdullah Efendi'nin, resim konusundaki katı inançlı tutumu nedeniyle çalışmalarını gizli olarak sürdürdü. Şiir ve edebiyatla ilgilendi. Kendi imkânlarıyla özel dersler alarak Fransızca öğrendi. Bu olağanüstü duyarlı ve yetenekli genci Ayasofya'nın mimari çizimlerini yapan Henry Prost keşfederek onu Sana-yi-i Nefise Mektebi Müdürü Osman Hamdi Bey ile tanıştırdı. Karakalem de-

Avni Lifij'in "Haliç" adlı yapıtı. Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi



Avni Lifij

Ara Güler fotoğraf arşivi

senlerinden ve hiçbir eğitim almadan yaptığı, bugün İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan yağlıboya kendi portresinden çok etkilenen Osman Hamdi Bey, Avni Lifij'i, o sıralar Avrupa'ya iki öğrenci göndermek isteyen Şehzade Ab-dülmecid'e (daha sonra Halife Abdülme-cid Efendi) tavsiye etti. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde bir yıl temel sanat eğitimi alan Avni Lifij 1909'da Paris'e gitti. Türk izlenimcileri olarak bilinen Hikmet Onat, ibrahim Çallı, Namık ismail gibi ressamlara hocalık yapmış olan Fernand Cor-mon'un atölyesine devam etti. Cormon' un katı, reçeteleşmiş akademik eğitim



AVRAT_PAZARLARI___430___431__AVRUPA_PASAJI'>AVRAT PAZARLARI

430

431

AVRUPA PASAJI

tarzını benimsemedi. Duyarlı, çağım izleyen, yaratıcı yapısı onu dönemin sembolist ressamlarına, özellikle Puvis de Cha-vannes'e yaklaştırdı. 1912'de istanbul'a dönen Avni Lifij, İstanbul Lisesi ve Kandilli Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Sanat ortamına ilk kez, 19l6'da Galatasaray Yurdu'nda açılan sergiye iki resmini vererek katıldı. Ertesi yıl aynı yerde açılan sergide, "Haliç", "Eyüp'te Bir Sokak", "Sabah", "Servili Sokak", "Mezarlık" gibi istanbul'un çeşitli görünümleri olan 20 resmi yer aldı. Sanat gelişimini borçlu olduğu Halife Abdülmecid'in isteği üzerine "Biat Merasimi" adlı tablosunu yaptı. Ab-dülmecid Köşkü'ndeki "Çeşme Başında Aşk Dedikoduları" ve Kadıköy Belediyesi için hazırladığı "Kalkınma" gibi büyük boyutlu eserleri onun dekoratif amaçlı duvar resimlerine olan yatkınlığını gösterir. Bir süre Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından açılan Şişli'deki resim atölyesinde savaş ve kahramanlık konulu çalışmalar yapan Avni Lifij, sergilere düzenli olarak resim verdi. 1923'te Sanayi-i Nefise Mektebi'nde süsleme hocalığına getirildi ve bu bölümün gelişmesi için ölümüne kadar büyük çabalar harcadı, bölüme italya'dan bir öğretmen getirilmesini sağladı. Ölümünden sonra 1931'de istanbul Alay Köşkü'nde geniş bir sergisi düzenlendi.

Avni Lifij, izlenimci Türk ressamlarının estetiği içinde değerlendirilmesine karşın, anlayış olarak tümüyle farklı bir kişilik gösterir. Doğayı görünür yanıyla değil, içsel anlamıyla yansıtmaya çalışır. Bir anlamda doğa karşısında kendi karmaşık ruh halinin görünümlerini arar.

Bibi. Ö. Altan, Avni Lifij, Retrospektif Sergi Broşürü, ist., 1986; A. Çöker, Avni Lifij, Po-sadlar, İst., 1983.

AHMET ÖZEL



AVRAT PAZARLARI

Satıcıları ve alıcıları çoğunlukla kadınlar olan, haftada bir gün kurulan eski semt pazarlarıdır. İstanbul'daki avrat pazarlarının başlıcaları Üsküdar, Fatih ve Aksaray'daydı. Zamanla eski avrat pazarlarına sabit çarşı düzenleri yerleşti. Hafta pazarları ise sokaklarda kurulmaya başlandı.

Anadolu'da, üretim yörelerinin merkezi konumlu kent, kasaba ve büyükçe köylerde haftada bir ya da iki gün kurulan, üreticiden tüketiciye satış ilkesine dayalı pazarlama geleneği istanbul'da da yaygındı., iskelelere yakın çarşı mu-hitlerindeki satıcıları ve alıcıları erkekler olan, her gün veya belirli günlerde kurulan pazarlardan ayrı olarak yoğun yerleşim semtlerinde de kadınlara dönük hafta pazarları kurulmaktaydı. Bu tür yerlere, Anadolu'da kadın pazarı, kadınlar pazarı dendiği gibi (örneğin Bartın'da halen bu adla kurulan pazar vardır) istanbul'da da avrat pazarı deniyordu. Bu adlandırma kuşkusuz bir belirlemeyi de ifade etmekteydi. Buralara çoklukla orta yaşlı ve yaşlı kadınlar çıkabilmekte ve yine çoğunluğu çevre

köylerden gelen kadın üreticilerden, ev-. lerinin gereksinimlerini almaktaydılar. Doğal olarak avrat pazarlarına, semte yabancı olanlar gelmedikleri gibi, herhalde genç kızlar ve delikanlılar da buralara girmiyorlardı.

Evliya Çelebi'nin bir esnaf alayı vesilesiyle geçide katılan gruplar arasında "ehl-i kâr-ı avret pazarı, dükkânları be-raberlerindedir, nefer 300" kısa bilgisine yer vermesi, bu pazarların 17. yy'daki durumunu aydınlatma bakımından ö-nemlidir. Bu bilgiden, pazarcıların seyyar dükkânlarının olduğu ve istanbul'da avrat pazarlarına tezgâh kuran satıcıların 300 dolayında bulunduğu anlaşılmaktadır. Kuşkusuz, bu satıcılar, esnaf alayına katılabildiklerine göre erkektiler.

Eremya Çelebi Kömürciyan 17. yy'da pazar geleneğinin Üsküdar'da yaygın olduğunu, civar köylerden gelen satıcı ve üreticilerin cuma pazarını hareketlendirdiklerini ve bu pazarın Üsküdar'a özgü olduğunu yazar fakat, müşteriler konusunda bir açıklamada bulunmaz. Buna

Bir çarşı

ressamının

gözüyle

Arkadios


Sütunu ve

Avrat Pazarı,

17. yy.

Metin And

koleksiyonu

karşılık, istanbul'da, kentin muhtelif yerlerinde kurulan pazarlarda kadınların hem alıcı hem satıcı olarak gündelik yaşamın bu işlevine katıldıklannı vurgular. Bu pazarların kuruldukları yerleri ise günlere göre sıralamaktadır. Cuma günü Üsküdar, Edirnekapı, Sulumanastır yakınındaki Kocamustafapaşa ile Kasımpaşa'da, cumartesi günü, kentin ortasına düşen Alipaşa ile Kasımpaşa yakınındaki Kulaksız'da, pazar günü, Arkadios Sü-tunu'nun bulunduğu Avrat Pazarı'nda, pazartesi günü Macuncu'da, salı günü, Tophane ile Fındıklı arasındaki Mehme-dağa'da (daha sonra burası Salıpazarı adını almıştır), çarşamba günü, Fethiye Camii'nin bulunduğu yerde (burası da zamanla Çarşamba adını almıştır), perşembe günü Galata'da pazar kurulmaktaydı. Galata pazarına ilaç satıcıları, şerbetçiler de gelmekteydiler. Kömürciyan, Üsküdar Avrat Pazarı'na bahçe ve bostanlardan gül kadar iri karanfillerin de saksılar içerisinde getirilip satıldığını yazmaktadır.

Avrat pazarları esas olarak yiyecek maddelerinin satıldığı yerlerdir. Bizans devrinden kalma meydanlarda, bazen bir anayolun iki tarafında kurulan bu pazarlarda, taşınması ve kurulması kolay seyyar dükkânlar ve tezgâhlar da vardı. Kuşkusuz pazar yerlerinin çevresinde daimi dükkânlar, kadınlara mahsus hamamlar da bulunuyordu. Kentteki pazarları gün sırasına göre dolaşan pazarcılar ise kadın müşterilerin gereksinimi olan aktariye (kına, şap, nöbetşe-keri, mum, tohum, ilaç vb), bez, iplik, havlu, terlik vb satmaktaydılar.

İnciciyan, istanbul'un 18. yy'daki gündelik yaşamıyla ilgili bilgiler verirken bit-pazarımn, atpazarmın, tavuk pazarının ve esir pazarının yerlerini açıklar ve kentte haftanın yedi gününde belirli semtlerde pazarlar kurulduğunu vurgular. Buna göre, 17. yy için Kömürciyan'ın belirttiği pazar kurma yerlerinde ve günlerinde bir değişiklik olmadığı görülmektedir. İnciciyan, I. Süleyman'ın (Kanuni) bir hasekisinin anısına yapılan medrese, imaret ve darüşşifa ile bir caminin ise Avrat Pazarı'ndaki dikilitaşın (Arkadios Sütunu) yakınma yapıldığım ve bu semtin Haseki adını aldığını da açıklamaktadır. Günümüzde de burası aynı adla anılır. IV. Murad'la (hd 1623-1640) Bağdat seferine giderken yolda ölen ve cenazesi istanbul'a getirilerek Cerrahpaşa'da Avrat Pazarı yakınındaki türbesine gömülen Bayram Paşa'nın Avrat Pazarı'ndaki hanında ise esir satılmaktaydı. Buradaki pazar yerinin, Şehzadebaşı'ndaki Direk-lerarası'mn küçük bir benzeri olduğu ve bu özelliğini 20. yy başına kadar koruduğu da günümüze ulaşan bilgilerdendir. 1905'te Avrat Pazan'nın önündeki çatı kaldırdığından dükkânlar ortaya çıkmış ve eski özelliği kaybolmuştur, istanbul'un sık sık yaşadığı yangın afetlerinin, özellikle 18. yy başında bu çevreyi de etkilediği biliniyor. 1701'deki şiddetli bir yağmurda da pazar yerindeki Arkadios Sütunu'na yıldırım isabet etmiş, 1757'de-ki büyük yangında ise Cerrahpaşa, Da-vutpaşa semtleriyle birlikte buradaki Avrat Pazarı da yanmıştı.

III. Selim'in (hd 1789-1807) bazı hükümlerinde istanbullu kadınların açık saçık kıyafetlerle pazar yerlerine, çarşılara gittikleri, bu tutumun genel ahlak kurallarına aykırı olduğu belirtilerek kadınların açık yakalı feracelerle dışarı çıkmalarının önlenmesi istenmektedir.

istanbul'daki avrat pazarlarının geleneksel düzenlerinin 19. yy'm ikinci yarısına doğru bozulma sürecine girdiği, daha kozmopolit, her çeşit satıcının tezgâh açtığı, kadınlarla birlikte erkeklerin de alışveriş yaptıkları yerlere dönüştüğü saptanıyor. Avrat pazarı deyimi ise kimi semtlerin, sokakların adı olarak korunmuş bulunmaktadır. Ancak 17. yy'a ait istanbul'daki mahallelerin adlarım veren kayıt ve defterlerde avratpazarı diye bir mahalle adına rastlanmadığına göre, bu addaki küçük semtlerin oluşumu daha sonradır.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 616; Şeyhî, Ve-kayiu'l-Fuzalâ, II-III, 100, 215; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 48, 111; Mür'i't-Tevarih, II/A, 9; İnciciyan, istanbul, 36, 49-52, 69-70; Mantran, istanbul, 67-69; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IH/2, 386, 582; M. Aktepe, "XVII. Asra Ait İstanbul Kazası Avarız Defteri", İstanbul Enstitüsü Dergisi, III, 1957, s. 126-138.

NECDET SAKAOĞLU



AVRAT TAŞI

bak. ARKADİOS SÜTUNU



AVRUPA PASAJI

Beyoğlu, Meşrutiyet Caddesi ile Sahne Sokağı'm (eski Hamalbaşı ve Tiyatro sokakları) birbirine bağlayan, kagir bir yapıdır. Aynalı Pasaj olarak da tanınır.

Avrupa Pasajı'nın inşa edildiği yerde eskiden Naum Tiyatrosu bulunuyordu. Bu dönemde tiyatrodan ingiliz Elçili-ği'ne kadar uzanan geniş arazi "Jardin deş Fleurs" adıyla tanınıyordu. 1856'da burada Louis Souillier, kendi adına kurduğu sirkte gösteriler yapmıştır. Bir süre sonra arazinin sahibi Mr. Scribe, Jardin deş Fleurs Tiyatrosu'nu açmış ve 1862' de Karagöz temsilleri vermiştir. 5 Haziran 1870'te çıkan Beyoğlu yangınında tamamen yanan tiyatronun yerine daha sonra Avrupa Pasajı yaptırılmıştır.

Pasajda ilk defa faaliyet gösterenler şunlardır: Kuaför Karkonakis, Massali

1950'lerde |

Avrupa %

Pasajı'nın J

içinden bir f

görünüm, fe

Ara Güler ffi

ve Zografos, terzi Konstantin Hisar, Madam Rizzo ve Marko Perpignai, ibrişim-ci Emmanuel Karlatos ve Yorgo Tsiotis, iplikçi Josef Miari, saatçi Wosterling ve çiçekçi Sabuncakis.

Avrupa Pasajı'nda hemen bitişiğindeki Krepen Pasajı'nda olduğu gibi ayakkabı malzemesi satan dükkânlar da bulunuyordu. Örneğin M. Bön, N. Mora-itis, Yani Siottos, Hacı Angelidis, Jan Vakkas, C. A. Efrimidis ve A. Tombro hem ayakkabı imal ederler hem de ayakkabıcılar için malzeme satarlardı.

1920'den sonra pasajda faaliyet gösteren Antranik Ütücüyan'ın yerine terzi Menetaos, terzi Patrikles'in yerine müzik aletleri tamircisi Felix Livarevich, ayakkabıcı Moraitis'in yerine de daha sonraları istiklal Caddesi'ne taşınacak olan ünlü kuyumcu Paghonis yerleşmiştir. 1945'te Kadıköylü Mehmet Tipi'nin "Çamlıca Pazarı" burada faaliyete geçmiş, ancak bir süre sonra Ömer Aksoy ile Mustafa Katipoğlu tarafından devralınmıştır.

1929'da hazineye intikal eden Avrupa Pasajı, Emlak ve Eytam Bankası (bugün Emlak Bankası) tarafından satılmıştır.

BEHZAT ÜSDlKEN



Mimari

1874'te Naum Tiyatrosu ile "Palais deş Fleurs" Bahçesi'nin bulunduğu yere, Ohing adlı bir Ermeni tarafından mimar



AVUKATLIK

432

433

AYA İRİNİ KİLİSESİ

Pulgher'e yaptırılmıştır. Uzunluğu 56 m'dir. Üzeri cam ve "fer forje"den (dövme demir) bir çatıyla örtülü orta geçidin iki yanında dükkân sıralarının bulunduğu lineer pasaj tipine girer. Toplam yirmi iki adet dükkândan her birinin bir mahzeni, üst katta da bir odası ve mutfağı vardır.

Yapı neorönesans üslubundadır. Her iki sokağa bakan dış cephelerde, üzeri yüksek bir alınlıkla vurgulanmış girişin iki tarafında, iki katlı birer pencere sırası ile simetrik düzen elde edilmiştir. Özel dövme demir kapılar tam kemerli, pencereler ise düz atkılıdır. Kilit taşlı kapı kemerleri birinci kat silmesi üzerine oturtulmuş, çatı silmesi olarak da kirpi saçak taklidi sıva ile sembolik bir friz oluşturulmuştur.

Dıştaki sadeliğe karşın, içerde dekoratif yoğunluğu daha belirgin düzenlemelere gidilmiştir. Bunlar arasında, mekânı zenginleştirmek amacıyla ana taşıyıcılar üzerine yerleştirilmiş insan boyunda aynalar ile üst katta nişler içinde heykeller ve korent başlıklı sütunların arasında yer alan üzerleri kemerli ikiz pencereler sayılabilir. Ayrıca dış kapıların üzerinde, birinde aslan başı kabartması diğerinde de Atatürk maskının yer aldığı rozetler bulunmaktadır.

Pasaj ilk yapıldığında aynaların önündeki gaz lambalanyla aydınlatılırken, daha sonra elektriğin bağlanmasıyla bu lambalar kaldırılmış, yerlerine modern aydınlatma objeleri takılmıştır, îki sokak arasında 1,5 m olan kot farkı iyi bir mimari çözümle mekân içinde hissedilme-mektedir. Bunu sağlamak için, ortadaki geçit yaklaşık yüzde 3'lük tek eğimli bir rampa şeklinde oluşturulurken, dükkânlar da buna bağlı olarak kendi arala-


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin