I u n d e n bugüN


Avusturya Elçiliği Yazlığı



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə102/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   129

Avusturya Elçiliği Yazlığı

Erkin Emiroğlu, 1993

rında kademelendirilmiş, ancak birinci kat silmesi üzerinde yatay, bir düzene geçilmiştir. Zemin Trieste taşı ile döşeli-. dir. Cephedeki taşlar da Malta Ada-sı'ndan getirtilmiştir, ilk yıllarda binada piyano yapımcılarıyla ayakkabı ustalarının dükkânları yer alırken, bunlar yerlerini Cumhuriyet döneminde düğme ve kemercilere terk etmiştir. Bu durum 1989'da mal sahibinin yapıyı restore ettirmek amacıyla boşaltmasına kadar sürmüştür. 1993'ün ekim ayında bitmesi planlanan yenileme çalışmaları halen devam etmektedir.

SEZA DURUDOĞAN

AVUKATLIK

bak. BARO



AVUSTURYA ELÇİLİĞİ YAZLIĞI

Boğaziçi'nde Yeniköy sahilinde yaklaşık 36 dönümlük bir alan üzerinde yer alan yapılar topluluğu.

Osmanlı-Avusturya dostluğunun bir nişanesi olarak Mıgırdıç Cezayirliyan'a ait olan arazi II. Abdülhamid'in emri ile kamulaştırılmış ve Avusturya-Macaristan imparatoru II. Franz Joseph'e 1898'de hediye edilmiştir.

Sefarethane denize cepheli görkemli saray binasından ve buna bağlı müştemilat yapılarından oluşmaktadır. 36x27 m ebatlarındaki ana yapı üç katlıdır. Zemin katın altında binanın yarısını kaplayan bir bodrum katı vardır.

Neoklasik üslupta kagir olarak inşa edilen yapının birinci ve ikinci katlan, üçüncü kata nazaran daha yüksek ve malzeme olarak daha gösterişlidir. Bu da bize üçüncü katın yapıya daha sonra eklenmiş olabileceğini düşündürmektedir. Dikdörtgen formdaki yapı

blok tesirinin hafifletilmesi amacı ile çok sayıda geniş pencereyle şeffaflaştı-rılmış ve mermer sövelerle zenginleştirilmiştir. Cephelerde hâkim diğer bir öğe de balkonlar ve teraslardır. Yapının ana karakteristiği simetriye uygun olarak yapılmış dört cephedeki masif mermer payandaların taşıdığı balkonlar ve cepheleri içeriye çeken teraslar kütleyi hafifletirler.

Simetri anlayışı yapının dış cepheleri gibi içinde de hissedilir. Denize göre sağ taraftaki kısa cepheden muhteşem bir portik ile yapıya girilir. Bu katta merkezde orta sofa benzeri bir mermer taşlıktan odalara girilir. Yüksek tavanlı odaların tavanları ve tavan koltuk silmeleri sade bir kalem işi ile bezelidir. Bu kattan bir üst kata mermer bir merdivenle çıkılır. Bu merdivenin bitki motifleriyle bezeli demir döküm korkuluğu, merdiveni zenginleştiren önemli bir unsurdur. Kabul ve toplantılar için düzenlenmiş olan bu kata zengin bir süsleme hâkimdir. Üçüncü kat hizmet birimlerine ve yatak odalarına ayrılmıştır.

Sefarethanenin bahçesi 19. yy Boğaziçi setli bahçelerinin güzel bir örneği o-lup, flora olarak çok çeşitli ve zengindir.



Bibi. F. Irez-H. Aksu, Boğaziçi Sefarethaneleri, ist., 1992, s. 42-43.

YAMAN IREPOĞLU



AVUSTURYA HASTANESİ

bak. SANKT GEORG HASTANESi



AVUSTURYA KÜLTÜR OFİSİ

istanbul'da, Avusturya Başkonsolosluğu bünyesinde kurulu, ancak çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren kültür kurumu.

Kuruluş çalışmaları 1955-1956 arasında St. George Avusturya Lisesi'nde görevli öğretmenler tarafından başlatılan Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul'da görevli Avusturya kültür temsilcisinin, Ka-hire'de bulunan Ortadoğu Avusturya Kültür Temsilciliği bünyesine alınmasından sonra doğan boşluk üzerine, Ekim 1963'te, Teşvikiye Caddesi'ndeki binasında resmen kuruldu ve 1974'te, Avusturya Federal Dışişleri Bakanlığı'na bağlandı.

Avusturya Kültür Ofisi'nin başlıca amaçları arasında, Avusturya kültür ve düşünce yaşamının tanıtılması, Avusturya ile Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, bu konuda ortak projeler hazırlanıp desteklenmesi sayılabilir. Kurulduğundan bu yana okuma güaleri, film, tiyatro ve müzik programları, sergiler, sempozyumlar, seminerler vb üç bine yakın kültürel etkinlik gerçekleştiren ofisin bu etkinliklerine yaklaşık üç milyon kişi katıldı.

Toplam sekiz kişilik personeli, dört bin kitaplık kütüphanesi, yüz yirmi kişilik sinema salonu, video ve film bölümleri ile faaliyet gösteren Avusturya Kültür Ofisi'nin, 1994 sonbaharında Yeniköy, Köybaşı Caddesi'ndeki yeni binasına taşınması planlanıyor.

AYŞE HÜR


AYA İRİNİ KİLİSESİ

Topkapı Sarayı dış avlusunda, Sur-ı Sul-tani(->) içerisindedir.

Ayasofya'dan sonra Bizans'ın ikinci büyük kilisesi olan Aya irini, günümüze, yapılan onarımlar sonucu iyi bir durumda gelebilmiştir. Kaynaklardan aynı yerde Roma döneminin Artemis, Afrodit ve Apollon mabetlerinin bulunduğu öğrenilmiştir.

Aya Irini'nin yapımı oldukça eski bir tarihe inmektedir. Eski tarihler kiliseyi buradaki Roma mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak 4. yy'ın başlarında I. Constantinus'un (hd 324-337) yaptırdığını belirtmişlerdir. I. Contantinus Ayasofya için "Mukaddes Hikmet", "Mukaddes Kudret", Aya irini için de "ilahi Selamet" sözcüklerini kullanmıştır.

Ayasofya ile-aynı avlu duvarı içerisindeki Aya irini 532'de Nika Ayaklan-ması'nda yanındaki Sempson Zenon'la birlikte yanmıştır.

imparator L lustinianos (hd 527-565) Ayasofya'nın yamsıra Aya Irini'yi de yeniden yaptırmıştır. Aya trini'nin yapımına 532'de başlanmışsa da bitim tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber tmparatoriçe Theodora'nın ölümünden (548) önce bitirilmiş olduğu sanılmaktadır. I. lustinianos'un son yıllarındaki bir yangında Ayasofya Atriumu'yla beraber Aya irini Atriumu, yakınlarındaki iki manastır ve Sempson Zenon denilen düşkünlerevi de yanmıştır. III. Leon (hd 717-741), V. Konstantinos (hd 741-775), IV. Leon (hd 775-780) zamanındaki depremler yapıya büyük zarar vermiş, 9. yy'da daha şiddetli bir deprem binada önemli hasara neden olmuştur.

Aya İrini

Kilisesi'nin

planı.

MüllerAVİener,



Bildlexikon 'dan

yararlanarak



Aya İrini

Güneyden


görünüm.

Ara Güler

Bizanslıların patrikhane şapeli diye niteledikleri Aya irini, istanbul'un fethinden sonra Topkapı Sarayı'nı çevreleyen Sur-ı Sultani içerisinde kalmış, III. Ahmed'e (hd 1703-1730) kadar iç cebe-hane, sonra da Harbiye Nezareti'nin silah ambarı olarak kullanılmıştır. Osmanlılar yapıyı camiye çevirmemiş, savaşlarda ele geçen silahları burada korumuş, Türkiye'deki ilk müze de aynı yerde açılmıştır.

Osmanlı Inıparatorluğu'nun çeşitli yerlerinden gönderilen eserler Mecma-i Esliha-i Atîka (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecma-i Âsâr-ı Atîka (Eski Eserler Koleksiyonu) isimleri altında iki ayrı bölüm olarak Aya Irini'de toplanmıştır. Türkiye'deki ilk müze çalışmaları Aya Irini'de başlamıştır. Bu nedenle Osmanlıların açtıkları bir kapı üzerine 1139/

1726 tarihli bir kitabe konulmuştur (bak. Askeri Müze). Aya Irini'yi araştıran sanat tarihçilerinden F. L. Cassars ve Salzen-berg bazı kesitler alarak yapının planını çizmişlerdir. Onları A. Choisy'in 1875-1876'da yapmış olduğu incelemeler, C. Gurlitt ile W. S. George'un tanıtımı izlemiştir. V. Peschlow'un 1978'deki inceleme ve çizimleri ise bugün ana başvuru kaynağı olma özelliğini korumaktadır.

Aya Irini'de 1946-1947'de M. Ramaza-noğlu, 1958-196l'de F. Dirimtekin kazı ve araştırmalar yapmıştır. I. Öz de 1974-1976'da yapıyı rutubetten arındırmak için çevresindeki toprak dolguları kaldırmıştır. M. Ramazanoğlu, Aya İrini'nin kuzeyinde bazı kalıntıları gün ışığına çıkar-mışsa da bunların tanıtımını yeterince yapamamıştır. F. Dirimtekin onun kazdığı alanı düzelttiği gibi kazıyı biraz daha

AYA İRİNİ KİLİSESİ

434

435

AYAK DİVANI

AYAK DİVANINDA HAFIZ AHMED PAŞA'MIN ÖLDÜRÜLMESİ

Sipahiler Orta Kapu'dan içerü yürüyüb Divânhâne-i Hümâyûn asker ile dolub ol namdar zorbalar ileru durub padişahımıza sözümüz vardır, divâna çıksun! deyü çağmb bağırmağa başladılar... Padişah hazretleri taşra çıkub şiâr-ı saltanat ile ayak divânı-edüb taht-ı hilâfet üzere karar eyledi. Nedir kullarım? deyü sa-ded-i suâlde olıcak, ol bî-edebler ifrat-ı vakahat edüb bir mertebe edebsizlik ve itale-i lisân eldiler ki tâ'bire gelmez ve Hafız Paşa'yı ve defter etdikleri onyedi mû'teber erkân-ı devleti bize ver paralayalım, zira bunlar devlete ve padişahımıza dost değillerdir dediler ve padişahın ma'kul olan mukabelesini dinlemediler ve bağırub elbetde verirsiz, paralarız, yoksa iş gayri olur deyü yakın hücum edüb padişaha el uzatacak kadar yaklaşdılar, padişah, nasihatinin dinlenmediğini görünce çünkü cevâba kulak tutnıazsız ve kabil-i hitâb değilsiz. Niçün beni taşra divâna davet eylediniz? deyü kalkub içeri girdi. Fakat sonra Receb Paşa'nın rica ve ısrarıyla saray kapısı açılub tekrar tahta oturdu. Âsilerin isteklerini kabul etti ve ibtidâ Hafız Ahmed Paşa'nın feci' şehâdeti vuku' buldu.

Tarih-i Naima, III, 87

derinleştirmiştir. Bu çalışmalar sonunda Aya Irini'nin kuzeydoğusunda, yuvarlak yapı (Skvephylakion) ve onun kiliseyle bağlantısını sağlayan bir kapı ortaya çıkmıştır. Ancak çalışmalar Sur-ı Sultani nedeniyle fazla bir ilerleme göstermemiş, güneydeki kazılar atrium ortasından kilisenin batısına uzanmıştır.

Aya İrini'nin ilk yapısı ahşap çatılı, üç nefli bir plan düzenindeydi. Günümüze ulaşan ve 738 depreminden sonra yapılmış olan kilisenin zemini bazilika, üst örtüsü ise kapalı Yunan haçı planın-dadır. I. lustinianos devrinin tüm mimari özelliklerini yansıtan yapının dış görünümü diğer Bizans kiliselerinde olduğu gibi kaba ve hantaldır. Bazilika ile kapalı Yunan haçı arasındaki mimari geçiş, döneminin en tipik örneğidir. Ayasofya planına da benzeyen, üç nefli, 100x32 m ölçüsündeki yapının ana mekânının ortası 15 m çapında, 35 m yüksekliğinde dört büyük payeye oturmuştur. İçeriden küre, dışarıdan yüksek kasnaklı kubbenin çevresinde yirmi pencere varsa da bunlardan on dördü tuğla ile örülerek kapatılmıştır. Onların varlıkları sıva tabakası üzerindeki ke-

Aya îrini'nin içinden iki görünüm. Apsisten atriuma doğru genel (üstte) ve apsise doğru ayrıntılı bir bakış (yanda). Bünyad Dinç (üst), Erdem Yücel (yan)

mer izlerinden anlaşılmaktadır. Bu kubbenin atrium yönünde ise elips görünümünde, dıştan basık ve yayvan ikinci bir kubbe daha vardır. Bunun dışında kalanlar ise beşik tonozlarla örtülmüştür, iki katlı yan neflerin üst katlarındaki sütunların taşıyıcı özellikleri bulunmamaktadır. Sütunların başlıklarında İmparator Basileus ve eşi Teodora'nın monogramlan vardır. Bu monogramla-rın benzerleri Sergios Bakkus Kilise-si'nde de (Küçük Ayasofya) karşımıza çıkmaktadır.

Sütunlar çeşitli yerlerden toplanmış olduklarından bazılarının altına mimariye uyum sağlayabilmek için korkuluk levhaları yerleştirilmiştir. Aya İrini, ana mekân, narteks ve atriumdan meydana gelmiştir. Apsis dıştan üç cepheli olup, her cephede birer penceresi vardır. İçeriden yarını yuvarlak olan apsisin kalın duvarları arasına l m genişliğinde, kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Ayrıca apsis kademeleri bu dehliz üzerine oturtulmuş, iki yanına da pareklesion diye isimlendirilen hücreler yapılmıştır. Yapının ana mekânına, kuzey yönünde Osmanlıların açmış oldukları üzeri kubbeli,

revaklı bir kapıdan girilmektedir. Dışarıdan biraz daha taşkın olan nartekse ana mekândan açılan, günümüzde yalnızca üçü görülen beş kapıdan geçilmektedir. Osmanlı döneminde büyük değişikliğe uğrayan, revaklarla çevrili atrium hem küçülmüş, hem de orijinalliğinden epeyce uzaklaşmıştır. Bununla beraber Aya İrini İstanbul'da günümüze gelebilmiş yegâne atriumlu Bizans kilisesidir.

I. İustinianos zamanında yapılmış kiliselerin zengin bir bezemesi vardır. Aya İrini de aynı şekilde bezemeli olması gerekirken, günümüze yalnızca apsis yarım kubbesindeki altın yaldızlı haç mozaiğinden başka belirli bir örnek ulaşamamıştır. Bunun da nedeni Bizans'a 726-842 arasında egemen olan İkono-klazma (tasvirkırıcılık) akımıdır. Aya İri-ni'deki apsis yarım kubbesindeki mozaik bu dönemde yapılmış, depremden hasar gören yapıda daha önceki yıllara ait mozaikler yenilenmemiştir. Apsis yarım kubbesinde dört kademeli bir kürsü üzerinde geniş kollu bir haçın yükseldiği görülmektedir. Burada haç İsa'yı, kademeli kürsü de onun çarmıha gerildiği Golgota Tepesi'ni tanımlamaktadır. Ayrıca, Mezmurlar kitabından alınan iki satirli bir yazı da bu kompozisyonu çevrelemektedir. Mozaik zemininde altın tanecikler arasına yer yer gümüş küpler de yerleştirilmiş, böylece görünüm yumuşatılmıştır. Siyah renkli haç üzerinde yer yer kalem izleri, yazı frizinde de alçı ve boya izleri sonraki yıllarda yapılmış onarımları işaret etmektedir.

Aya İrini müze olarak kullanıldığında bu mozaiğe dokunulmamış, yalnızca üzerine bir bayrak örtülmekle yetinil-miştir.

Aya İrini'de bu mozaikten başka mozaiklerin olup olmadığı bilinmiyordu. Dr. Firfield'in burada yaptığı araştırmalar, kubbe ve pandantiflerde İkonoklaz-ma döneminden önceye tarihlenen mozaiklerin günümüze ulaşmadığını ortaya koymuştur. Yalnızca narteks tonozları ve oradaki kemer ayaklannda bulunan — küçük parçalar halindeki mozaiklerle daha sonraki yıllarda karşılaşılmıştır. Büyük bir olasılıkla bunlar, I. İustinianos zamanında narteksle beraber yapılmışlardır. Ana mekânda yapılan araştırmalarda iki parça halinde döşeme mozaikleriyle karşılaşılmıştır. Bunlar, İmparator I. Contantinus zamanında yapılmış ilk yapıdan arta kalan, Bizans'ın erken mozaik örnekleridir. Yapının sağ üst galerisinde ise aziz başlarını tasvir eden geç devrin freskoları bulunmuştur. Bu freskolar Aya İrini'nin, son Bizans devrinde (1261-1453) freskolarla bezeli olduğunu kanıtlamaktadır. Son dönemlerinde Bizanslılar mozaik yapımından daha kolay ve daha az masraflı oluşundan ötürü freske yönelmişlerdir.

Aya İrini'nin avlusundaki iki porfir lahit, İstanbul'un fethinden sonra Fatih Camii yakınlarındaki Havariun Kilise-si'nden getirilmiştir.

Aya İrini'de 1983'te Kültür Bakanlı-

ğı'nca açılan "Anadolu Medeniyetleri Sergisi" yapının ismini duyurmuş, bunun ardından da İstanbul Festivali başta olmak üzere çeşitli etkinliklere tahsis edilmiştir. Böylece Aya İrini konser ve gösteri merkezi olma özelliğine bürünmüştür. 1992 başında burada çıkan bir yangına hemen müdahale edilmiş, yapının zarar görmesi önlenmiştir. Müze olarak kullanıldığı zamana tarihlenen ahşap balkon bu sırada yanmışsa da orijinalliğinden uzaklaşılmadan onarılmıştır. Bibi. A. Oğan, "Aya İrini Kilisesi", TTOK Belleteni, (1946), s. 55-56; M. Ramazanoğlu, Sent İren ve Ayasofyalar Manzumesi, ist., 1946; A. Oğan, "Aya İrini", ISTA, III, 1363-1369; Mathews, Early Churches; ay, The Byzantine Churches of istanbul a Photogra-phic Survey, Pennsylvania, 1976; V. Peshlow, Die İrenen Kirche in İstanbul Untersuchun-gen zur Arcitectur, Tubingen, 1977; Müller-Wiener, Bildlexikon, 112-117; H. Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi, İst., 1989.

ERDEM YÜCEL



AYA KAPISI

bak. SURLAR



AYAD, FAHRİ

(1896, İstanbul - 1965, İstanbul) Spor adamı. Futbol oynamakla başlayan spor hayatını boksör, hokeyci, yüzücü, atla-yıcı, sutopu oyuncusu olarak sürdürdü. Önce Fenerbahçe'de futbol oynadı, sonra Altınordu kulübüne geçti. Futbolu orada bıraktıktan sonra tekrar Fenerbahçe'ye döndü. Boks yaparken bir yandan da genç boksörler yetiştirdi, Yavuz İsmet (Uluğ) ve Çanakkale Fırtınası Nuri (Kadıköylü) gibi büyük şampiyonlar ortaya çıkardı. Tramplen ve kule atlamada, Fenerbahçe Sutopu Takımı'nda da çok başarılı oldu. Birçok spor dalında başarı gösterdiğinden "Yedibela Fahri" lakabıyla ün yaptı. Fenerbahçe, Beykoz ve Modaspor yüzme takımlarını çalıştırdı. Bu arada kızı Nermin Ayad'ı da şampiyon bir yüzücü olarak yetiştirdi. Türk sporunda "Yedibela" lakabıyla anılmasına rağmen mükemmel bir salon adamıydı. Türkiye'nin ilk "Dans Krallı-ğı"nı da kazanmıştı. Komple bir sporcu, mükemmel bir hoca ve iyi bir yönetici olarak tanındı.

CEM ATABEYOĞLU



AYAK DİVANI

16. yy'da kent sorunlarıyla ilgili olarak,

17. yy'da da ayaklanmalarda, padişahın
önünde yapılan olağanüstü toplantılar
dır. Bu toplantılarda padişah tahtta otu
rurken herkes ayakta dururdu.

Ayak divanı geleneği Osmanlı Devle-ti'nin kuruluşundan 16. yy'a değin savaşlarla ilgili olagelmişti. Otağda ya da açıkta, padişahın, devlet erkânı ve komutanların katılımıyla yapılan ayak divanlarının konusu genelde savaş taktiklerini belirlemekti. Yalnızca padişah tahtta oturur, sadrazam ve diğerleri belli bir düzende ayakta dururlardı. Bu, alınması gereken kararın oturmaya zaman

ayrılamayacak kadar ivedi olduğuna bir işaretti. Bu gelenek, padişahların orduyla sefere çıkmadıkları zamanlarda da sadrazam ve serdar-ı ekremin başkanlığında sürdürüldü.

İstanbul'un başkent olmasından sonra, gündemi kent sorunları olan farklı bir ayak divanı daha gelenekleşti. Saraydaki Divan-ı Hümayun ve ulufe divanlarından farklı ve düzenli olmayan bu tür toplantılar padişahın istemiyle gerçekleşiyordu. Saptanabilen bu tür ayak divanlarından ilki, 1509'da İstanbul depremi sonrasında, II. Bayezid'in başkanlığındadır. Kentin imarıyla ilgili emirler veren II. Bayezid, bu sırada atından inmediği için, kimi tarihçiler buna "at divanı" demeyi uygun bulmuşlardır. I. Selim'in (Yavuz) 1512'de İstanbul'a gelip alayla kente girdikten sonra Topkapı Sarayı'nda Bâb-ı Hümayun önünde babası II. Baye-zid'den saltanatı devraldığı törene de ayak divanı denmiştir.

I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) İstanbul'a yeni su kaynakları sağlamak üzere proje hazırlattığı Kerzi Ni-kola'yı Vezirazam Rüstem Paşa'nın tutuklatması, Kâğıthane'de ilginç bir ayak divanı yapılmasına neden olmuştu. Ta-rih-i Selânikî'nin yazdığına göre, padişah, bu divanda Rüstem Paşa'yı, Niko-la'yı haksız yere tutuklamakla suçlamış, o da buna gerekçe olarak kente daha fazla su olanağı sağlamanın nüfus artışına neden olacağını ve bu kez yiyecek sıkıntısı çekileceğim ileri sürmüştü. Ka-nuni'nin bir kez de Semiz Ali Paşa'nın vezirazamlığında (görevi 1561-1565), bir Türk gemisinin. Malta Şövalyeleri tarafından zaptedilmesi üzerine devlet erkânını saraya çağırıp ayak divanı akdettiği bilinmektedir.

17. yy'da ise ayak divanlarının padişahın istemi dışında, ayaklanmacıların baskısıyla yinelenen riskli ve disiplinsiz tartışmalara dönüştüğü saptanmaktadır. Topkapı Sarayı'nın, revaklı açık sofasının bir tören salonu gibi kullanılan iç kapısı (Bâbüssaade) önünde gerçekleşen bu tarz ilk ayak divanı 6 Ocak 1603 tarihindedir. İstanbul Kaymakamı Gürcü

Mahmud Paşa'nın kışkırttığı sipahiler, sözde ülke sorunlarıyla ilgileniyorlarmış gibi topluca saraya yürüyerek III. Meh-med'i (hd 1595-1603) ayak divanına çağırdılar. İlk kez böyle bir öneriyle karşılaşan saray halkı, kanunnamelerde olmayan bu divan için Bâbüssaade'nin dışına bir taht koydular. III. Mehmed, ar-zodasından gelip oturdu. Sipahi kalabalığından öne çıkan Hüseyin Halife, Poyraz Osman ve Kâtip Çelebi, padişahı saygıyla selamladılar. Kâtip Çelebi, Anadolu'daki Celalilerden yakındı. Üzerlerine gönderilen komutanların bir iş başaramadıklarını söyledi. Devletin saygınlığını yitirdiğini ileri sürdü ve suçlu gördükleri eski İstanbul kaymakamı Saatçi Hasan Paşa, Kapı Ağası Gazanfer Ağa ve Darüssaade Ağası Osman Ağa'nın idam edilmelerini istedi. Padişah bir yanıt vermedi. İkinci gün, kentte taşkınlıkların artması üzerine iki ağa da idam edildi.

Bu ilk örnek olaydan sonra İstanbul'daki kapıkulu askerleri için yeni bir başvuru yöntemi de ortaya çıkmış oldu. İkide bir ayaklanan askerlerin saraya girip ayak divanı istememeleri için çoğu zaman Bâb-ı Hümayun'un kapatılması ve saray surları çevresinde önlemler alınması gerekti.

IV. Murad (hd 1623-1640), saltanatının despotizm olarak nitelendirilen ve İstanbul'u titreten ikinci evresinin başında tehlikeli ayak divanları deneyiminden geçti. İstanbul Kaymakamı Recep Paşa'nın tahrikiyle harekete geçen sipahiler 10 Şubat l632'de saraya girmeyi başardılar. Ayak divanına çağırılan IV. Murad'a, Recep Paşa, -öldürülebileceği-ni ima ile- abdest aJması uyarısında bulundu. Gerçekten de IV. Murad gözü dönmüş sipahilerin karşısında güç anlar yaşadı. Zorbalar padişahın gözü önünde Vezirazam Hafız Paşa'yı öldürdüler. Bundan daha tehlikeli ikinci bir ayak divanı 12 Mart 1632 günü gerçekleşti. Bu kez ayaklanmacı sipahiler, Hüsrev Paşa'nın haksız yere idam edildiğini öne sürerek ileri geri konuştular. Tarihçi Naima'nın deyimiyle neredeyse IV. Murad'ın yaka-

AYAKAPI

436

437

AYAKAPI KARAKOLU

sına yapışacak oldular. Musahip Musa Çelebi'nin, Hasan Halife'nin, Defterdar Mustafa Paşa'nın idamlarını istediler. Halk arasında boğuldukları söylenen şehzadelerin kendilerine gösterilmesi önerisinde bulundular. IV. Murad, sarayın Şimşirlik Kasrı'nda tutuklu kardeşleri Bayezid, Süleyman, Kasım ve Sultan ibrahim'i getirtti. Bunlardan Şehzade Bayezid ve Süleyman, ayaklanmacılara yal-vararak "Bizi kendi hâlimise bırakmayıp niçin nâmımızı anıp bizi lisâna getirirsiniz? Yoksa bizi suçlandırıp öldürtmek mi istiyorsunuz?" dediler. O gün dağılan sipahiler, eylemlerini ertesi gün de sürdürdüler ve padişahtan idamını istedikleri kişileri getirtip Atmeydanı'ndaki ibrahim Paşa Sarayı'nda öldürdüler. Üçüncü ayak divanının ise önceki iki ayak divanının düzenleyicisi olarak gördüğü Vezirazam Recep Paşa'yı idam ettirdikten sonra IV. Murad kendisi düzenledi. 18 Mayıs 1632'de, Sinan Paşa Köşkü'ne çağırdığı devlet adamlarının yanında, sipahilerin önde gelenlerine öğütlerde bulundu. Yeniçeriler bağlılık bildirdiler. Sipahiler de korkup bir daha ayaklanmayacaklarına ilişkin söz verdiler. Orada bir tutanak düzenlendi. Ama, IV. Murad çok sayıda sipahiyi yine de boğdurt-tu. Bu olaydan sonra da giderek daha da sertleşen, acımasız bir buyrukçuluğa yöneldi.

Ayak divanlarının sonuncuları IV. Mehmed döneminde (1648-1687) yaşandı. Bunların ilki 3 Şubat 1651'dedir. Melek Ahmed Paşa'nın(-+) bütçe açığını kapatmak düşüncesiyle istanbul esnafına ayarı düşük para bozdurtmak ve ek vergiler uygulamak istemesi üzerine ayaklanan, halktan askerden de destek gören esnaf zümreleri, Şeyhülislam Kara-çelebizade Abdülaziz Efendi'yi(^) önlerine katarak ilkin Paşakapısı'na gittiler. Melek Ahmed Paşa, bunları kovdu. Oradan Topkapı Sarayı'na yöneldiler. IV. Mehmed henüz 10 yaşında bir çocuktu. Bâbüssaade önüne konan tahta oturdu. Bir esnaf kahyası söz alarak "padişahım, bu zulme takatimiz yoktur. Lalana vardık, bize kâfirler diye sitem eyledi. Hâlen sana geldik. Halife-i rûy-i zeminsin. Hakkımızı hak edip üzerimizden zulmü def eyle!" dedi. Padişah, danışmanlarının uyarısıyla bir hatt-ı hümayun yazdırdı ve haksızlığın önlenmesini duyurdu. Melek Ahmed Paşa da görevden alındı, ikinci ayak divanı Kösem Sultan'ın boğdurulmasının ardından 3 Eylül 1651 tarihinde, bu kez padişahın istemiyle düzenlendi. Bâbüssaade önünde tahta oturan IV. Mehmed'in yanı başına Sancak-ı Şerif de dikilmişti. Yapılan duyurular üzerine halk da saray avlusunu doldurmuştu. Padişah buyruklarına uymayanların idam edilecekleri herkese ilan edildi. Şeyhülislam ve kazaskerler görevlerinden alındılar. Saray ağalarından birçoğu da öldürüldü. 5 Mart 1656 günü başlayan Çınar Olayı'nda(->) da ayaklananlar saraya yürüdüler. Fakat Bâb-t-Hümayun kapatıldığı için Alay Köşkü

önünde toplandılar. Padişah IV. Mehmed, köşkün bir penceresi önüne kumlan tahtına oturdu. Onbinlerce asker ve halk, Atmeydanı'ndan Gülhane'ye kadar olan alanı doldurmuş bulunuyordu. Asilerin sözcülüğünü yapanlar, ilkin yanık bir sesle dua okudular. Bundan sonra Mehter Hasan Ağa, ulufelerinin ödenmediğini, sarayda ve dışarıda birçok suçlu bulunduğunu yüksek sesle açıkladı. Cebinden çıkardığı ayarı bozuk, kırkık akçeleri gösterdi. Padişah, durumun düzeltileceğini, suçluların da idam edileceklerini bildirdi. Bostancıbaşı, Kızlara-ğası Behram, Kapı Ağası Bosnalı Ahmed ile bir zenci ağayı hemen boğdurup surların üzerinden ayaklanmacıların önüne attırdı. Kalabalık, bu ölülere türlü işkenceler ederek Atmeydam'na döndüler.

Osmanlı tarihindeki son ayak divanı, İstanbul dışında, Edirne'de gerçekleşti. 15 Ekim 1658'deki bu divanı, IV. Mehmed toplattı. Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa ile devlet ileri gelenlerinin katıldığı bu divanda Anadolu'daki Abaza Paşa Ayaklanması görüşüldü.

Bibi. Tarih-i Naima, l, 117, V, 97 vd, VI, 357; Silabdar Tarihi, I, 142, Tarih-i Selânikî, 5 vd; Mustafa Nuri Paşa, Netayicü'l-Vukuat, I-II, Ankara, 1988, s. 186, 233, 253; Tarih-i Peçevî, II, 421; J. V. Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, VIII, İst., 1336, s. 20; Uzunçarşı-lı, Osmanlı Tarihi, III/l, 257; Uzunçarşılı, Saray, 30, 114, 225-229; Uzunçarşılı, Kapıkulu, I, 470, II, 201, 204, Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye, 13, 14; Koçu, Topkapu Sarayı, 23, 26, 27, 58, 65, 225; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 117-118.

NECDET SAKAOĞLU



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin