Bibi. Celâlzâde Mustafa, Selimnâme, Ankara, 1990, s. 88-101; Hoca Saadeddin Efendi, Tâ-cü't-Tevarib, II, ist., 1280; Tarih-i Selânikî, 65, 252; Tarih-i Naima, I, 75-78, II, 235-250, 354 vd, III, 79 vd, V, 4-88, 133-149, VI, 1-54; Silahdar, Nusretname, II; Kâtip Çelebi, Fezleke, I, ist., 1268, s. 186-192, II, s. 337; Tarih-i Raşid, II, 26-28, III, 11-70; Tarih-i Şânizade, III, 50 vd; Âsim Tarihi, İst., ty, I, s. 317-384, II; s. 2-38; Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, II, (çev. Ö. Çobanoğlu), Ankara, 1979, s. 138 vd; Es'ad Efendi, Üss-i Zafer, İst., 1242; Mah-mud Celaleddin Paşa, Mir'at-ı Hakikat, I, İst., 1326, s. 194; Ş. Tekindağ, "İstanbul", lA, V/2, s. 1199-1214; M. Seroğlu, "İstanbul", lA, V/2, s. 1214/1-44; M. Aktepe, Patrona isyanı, ist., 1958; Ahmed Refik, Lâle Devri, An-
kara, 1973. s. 110-141; J. Thevenot, 1655-1656'da Türkiye, (çev. N. Yıldız), İst., 1978, s. 184; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/l, 177, IH/2. 274; Danişmend, Kronoloji, I-IV.
NECDET SAKAOGLU
AYANOĞLU, İSMAİL FAZIL
(1893, Bursa - 14 Haziran 1975, İstanbul} Mezar taşları ve kitabeler hakkındaki çalışmalarıyla tanınan tarihçi. Bur-sa'da özel öğrenim gördükten sonra idadiden mezun oldu. Önce Bursa'da, 1921'den itibaren İstanbul'da tarih ve coğrafya öğretmenliği yaptı. Bir yandan da tarih incelemeleri için yazılı kaynaklardaki biyografilerde kaydedilen ölüm tarihlerini kontrol etmek amacıyla mezar taşlarıyla ilgilenmeye başladı. Çok sayıda tarihi mezar taşının fotoğrafını çekerek kitabelerini kaydetti. Önemli ve sanat bakımından da değerli pek çok mezar taşının cami nazirelerinde bulunması onu Vakıflar İdaresi ile ilişki kurmaya yöneltti. Bu konuda Evkaf-ı İsla-miye Müzesi (bugün Türk ve İslam E-seıieri Müzesi) Müdür Yardımcısı Ab-dülkadir Erdoğan'dan(-») ve Arkeoloji Müzeleri Müdürü Halil Edhem El-dem'den(->) himaye ve destek gördü. Uzun yıllar İstanbul'da, Vakıflar Bölge Başmüdürlüğü'nde mezar taşları ve eski eserler uzmanı olarak çalıştı.
Çoğu kendi çektiği fotoğrafları içeren makaleleri şunlardır: "Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Makbereler", VD, S. 2 (1942); "Bekri Mustafa Nerede Gömül-
B
ismail Fazıl Ayanoğlu, Karacaahmet Mezarlığı'nda, 1972. H. Necdet İşti arşivi
dü?", Tarih Dünyası, S. 23 (1951); "Eşsiz Mezartaşları", Tarih Hazinesi, S. 12 (1951); "Fatih Devri Ricali Mezartaşları ve Kitabeleri", VD, S. 4 (1958); "Vakıf Yapan Türk Kadınları", İÜ Hukuk Fakültesi Mecmuası, XXIX, S. 1-2 (1963); "Fer-had Paşa ve Gizli Kalan Vakıfları", VD, S. 7 (1968); "İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire", VD, S. 8 (1968); "Tahrip Edilen Eski Eserler Serisi, Lûtfi Efendi Mezarı", VD, S. 9 (1971). Okmeydanı ve Okçuluk Tarihi adlı kitabı ölümünden sonra 1976'da basıldı. "İstanbul, Bursa, Edirne Kitabeleri" ve "İstanbul Namazgahları" adlı kitapları basılmamışUr. "Şeyhülislam Mezartaşları Kitabeleri" ve "İstanbul Tekkeleri" adlı çalışmaları ise kayıptır.
H. NECDET İŞLİ
AYAŞ BİN ABDULLAH
(?, ? - 1487, İstanbul) Osmanlı mimarı. "İyas", "İyaz" veya "İlyas" adları ile de anılır. II. Mehmed ve II. Bayezid dönemlerinde eser vermiştir. Mimar Atik Yusuf Sinan'ın öğrencilerinden olan Ayaş'ın, II. Mehmed döneminde Fatih Camii'nin yapımında bulunduğu ve o sırada saray mimarlarına katıldığı sanılmaktadır. Atik Sinan'ın ölümünden (1471) sonra Ayaş, saray mimarı olacak çalışmalarını sürdürdü. Mimar Kemâled-din ile birlikte, II. Bayezid dönemine ait yapıların inşaatında görev aldı. En tanınmış eseri, Saraçhanebaşı'nda kendi adına yaptığı camidir. "Mimar Ayaş Camii" veya "Saraçhanebaşı Mescidi" olarak bilinen ve günümüze ulaşmamış olan bu yapı, Şehzade Camii yakınlarında, Sahilaltı bölgesinde bulunmaktaydı. Yapımı 891/1486'ya tarihlenir. Bu bina dışında, mimarın Afyonkarahisar'da 879/ 1475 tarihli bir camiye daha imza attığı bilinmektedir.
Ayaş 892/1487'de ölmüş ve Saraçha-nebaşı'ndaki camiinin avlusuna gömülmüştür. Caminin niyaz penceresinde yer aldığı bilinen kitabe mimarın ölümünü tarihler: "Cennet-mekân firdevs-âşiyân ve cealel cennetu misvahi Ebü'l-Feth Sultan Mehmed han hazretlerinin mimarı sahibü'l-hayrât üstad Mimar Ayaş merhumun ruhi içün ve cemi' ehl-i iman ruhi içün rızaenlillahi teâlâ el-Fa-tiha 892."
Mimar Ayaş Camii kesme taştan ve tek sağır kubbeli olarak yapılmıştır. 1956'da gerçekleştirilen yol açma çalışmalarında yeniden inşa edilmek üzere yıktırılmış, bugüne kadar da tekrar yaptırılmamıştır.
Bibi. N. Emre, "Ahmet Refik'in 'Türk Mimarları' Adlı Eseri Hakkında", Arkitekt, l (1937), s. 11; î. Kumbaracılar, "Türk Mimarları", Arkitekt, 2 (1937), s. 59; K. Altan, "Klasik Türk Mimarlarından Esir Ali", Arkitekt, 3 (1937), s. 81; L. A. Mayer, Islamic Architects and their Works, Geneva, 1956, s. 55-56; Öz, istanbul Camileri, I, 119; G. Goodwin, Ottoman Archi-tecture, Londra, 1971, s. 122; Ayverdi, Fatih III, 455-457.
BURCU ÖZGÜVEN
AYAŞ MEHMED PAŞA TÜRBESİ 446
447
AYASOFYA
Ayasofya 859'da büyük bir yangın geçirdi. Fakat 8 Ocak 869 günü meydana gelen depremde batıdaki yarım kubbelerden biri yıkıldı. I. Basileios (hd 867-886) derhal gerekli onarımı yaptırdı. 989'un 25-26 Ekim gecesi olan depremde, kilisenin birçok kısımları ile büyük kubbe önemli ölçüde çöktü. II. Basileios (hd 967-1025) altı yıl süren ve Tiridat adında Ermeni asıllı bir mimarın yürüttüğü çalışmalar ile Ayasofya'yı eski haline getirtti ve 13 Mayıs 994te kilise yeniden ibadete açıldı. Onarımın bu kadar uzun sürmesi, tahribatın büyüklüğüne bir işaret sayılır.
Bizans'a esir olarak 10. yy'da gelen Harun bin Yahya, Ayasofya'nın bir köşesinde bulunan bir "vakit gösterme ara-cı"ndan bahseder. Kilisenin güneybatı köşesinde olan bu horologio'nun içindeki bir mekanizma ile her saat başı bir kapağın açılması ile bir kukla dışarıya çıkıyordu. Sonra sırası ile başka kapaklardan başka kuklalar görünüyordu. İmparator VII. Konstantinos Porfirogenne-tos (hd 913-959), yazdığı "Törenler Kita-£>z"nda, Ayasofya'da imparator ve patriğin katılımı ile yapılan törenleri ayrıntıları ile anlatır. Bizans tarihi içinde patrikhane, Ayasofya'mn güney tarafında olmakla beraber, büyük dini toplantılar, kilisenin üst katındaki güney galerisinde yapılıyordu. Bu toplantılardan L Manuel
Ayaş Mehmed Paşa Türbesi'nin planı. Yıldız Demiriz
AYAŞ MEHMED PAŞA TÜRBESİ
Eyüp'te Eyüb Sultan Camii'nin Bostan İskelesi'ne açılan dış kapısının sağında, çevre duvarının içindedir.
Türbede medfun bulunan Ayaş Mehmed Paşa 1482'de doğmuş, devşirme o-larak saraya alınmış ve Enderun Mekte-bi'nde yetişmiştir. Yavuz Sultan Selim zamanında yeniçeri ağalığı, Anadolu beylerbeyliği yapan paşa, Kanuni devrinde vezir olmuştur. Ölüm tarihi hakkında farklı bilgiler vardır. Ayvansara-yi'ye göre 942/1535'te, Lutfî'ye göre ise 946/1539'da vefat etmiştir. Türbedeki mezar taşının kitabesi 1539 tarihini vermektedir. Bu tarih doğru olarak kabul edilmelidir ve aynı zamanda türbenin de tarihidir. Türbenin yapım tarihi Mimar Sinan'ın hassa başmimarlığına tayini yıllarına rastladığından, onun eseri olduğunu ileri sürenler vardır. Ancak, tezkirelerde adı geçmez, dolayısıyla Mimar Sinan'ın eseri değildir.
Ayas Mehmed Paşa Türbesi'nin kapı kitabesi.
Yıldız Demiriz
Kare planlı açık türbe, dört sütun üzerinde sivri kemerlerin sağladığı sekizgen kasnağa oturan bir kubbeden ibarettir. Malzeme olarak düzgün kesme küfeki taşı kullanılmıştır. Sütunlar ve baklavalı başlıkları ise mermerdendir. Yapı oldukça sadedir. Başlıca süslemesi kademeli silmeler ve sütunların aralarında yer alan geometrik mermer şebekelerdir. Türbe girişi kuzey tarafta asma kapı ile sağlanmıştır. Kapı üzerinde bir palmet frizi bulunur.
Ayaş Mehmed Paşa'mn madalyon bezemeli mermer lahti, türbenin ortasında bulunmaktadır. Baş ve ayak taşları sivri kemerlidir ve üçer sıra mukarnaslı mih-rapçıkla bezenmiştir.
Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 167; Unsal, Türbeler, 82; Demiriz, Türbeler, 16-18; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 156-158.
YILDIZ DEMİRİZ
AYASOFYA
Bizans sanatının en büyük eseri olan Ayasofya'nın yerinde daha önceki paga-nisma dönemi mabetlerinden birinin bulunduğu sanılır. İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak adlandırılan Ayasofya'ya ancak 5. yy'da sadece Sopfia denilmeye başlanmıştı. Hıristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan Kutsal Hikmet'e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır. Fakat Bizans halkı buraya uzun süre Büyük Kilise demeye devam etmiştir. Aynı ad fetihten sonra da Ayasofya biçimini alarak günümüze kadar yaşamıştır.
Ayasofya'nın iç süslemesinin ihtişamı, mimari ölçülerinin bir kilise için alışılmamış büyüklükte oluşu ve hepsinin üstünde, orta mekânına hâkim olan kubbenin yüksekliği ve çapının genişliği, daha yapıldığı yıllardan itibaren herkesi şaşırtmış ve hayranlık duymalarına yol açmıştır. Hıristiyan dünyası bu cüret-
li kubbenin yapımını insanüstü güçlere bağlamış ve bu gözlem, dini inanç ile birleşince, Ayasofya ortaçağ mistisizminin erişilmez bir sembolü olmuştur. Ortodoks inancında insanlar ve dünya üstünde semavi âlemi temsil eden kubbe, burada en yüceleştirilmiş görünümüne kavuştuğundan, bu kubbenin "sanki boşlukta yüzdüğü"ne inanılmış ve böylece, Ayasofya adının maddeleşmiş bir belirtisi sayılmıştır. Ortaçağ insanının bu görüşü, günümüze kadar insanları aynı güçle etkisi altında bırakabilmiş ve Aya-sofya'yı inceleyen çağımızın ilim adamları da çok defa bu görüşlere katılmaktan kendilerini alamamışlardır.
İmparator I. Constantinus (hd 324-337), Hıristiyanlığı yasaklanan bir inanç olmaktan resmen çıkardıktan sonra, imparatorluğun her tarafında büyük kiliseler yapımına başlandı. Constantinus'un bu hoşgörüsünden dolayı birçok kilisenin kurucusu olduğu iddia .edilmiştir. Fakat bu söylentilerin en eskisi 7. yy'-dan daha geriye gitmez. Halbuki 380-440 arasında İstanbul'da yaşayan, kilise tarihi yazarı Sokrates, Ayasofya'nın ilk yapısının İmparator Constantius (hd 337-361) tarafından inşa ettirildiğini bildirir. Constantius'un hayatını kaleme alan Evsebios (260-339) onun böyle bir kilise yaptırttığından hiç söz etmez.
Ayasofya'nın ilk açılış töreni, 15 Şubat 3öO'ta yapıldı. Bu üstü ahşap çatı ile örtülmüş, uzunluğuna gelişen bir bazilika idi. İstanbul Patriği İoannes Krisosto-mos, Arkadios'un (hd 395-408) eşi Ev-dokia'nın Ayasofya önüne gümüş kaplamalı bir heykelinin dikilmesi yüzünden çıkan tartışmada, 20 Haziran 404'te İç Anadolu'ya sürgün edildiğinde meydana gelen ayaklanmada, ilk Ayasofya kısmen yandı. Onarım ancak II. Teodo-sios döneminde (408-450) tamamlandı ve açılış 10 Ekim 4l5'te yapıldı. A. M. Schneider (1896-1952) tarafından, binanın batı tarafında yapılan kazıda bulunan, üzerlerinde On iki Havari'yi temsil eden kuzu kabartmaları olan mermer blokların, bu ikinci Ayasofya'nın abidevi ölçüdeki girişinin parçaları oldukları ileri sürülmüştür. Bu Ayasofya da tahmin edildiğine göre yine ahşap çatılı, bazilika tipinde bir yapı idi.
imparator I. İustinianos (hd 527-565) aleyhine 13 Ocak 532'de başlayan ayaklanmada, isyancıların önce başarıya ulaştıklarını sanarak "zafer" diye haykırmaları yüzünden Nika (Zafer) olarak adlandırılan büyük kargaşada çıkan yangında, 13-14 Ocak gecesi kilise ikinci defa yandı. Durum düzeldikten sonra İustinianos derhal kilisenin ihyasına girişti. İmparatorun hayatı ve işlevi hakkında pek çok eser yazan Prokopios (yak. 500-562) inşaata 23 Şubat'ta başlandığını bildirir ki, bugün görülen işte bu üçüncü Ayasofya'dır.
Ayasofya'nın içinde ve çevresinde 1946'dan itibaren kazılar yapan Muzaffer Ramazanoğlu (1901-1958) bazı yeni görüşler ileri sürerek, ilk binanın Constan-
Ayasofya'mn havadan çekilmiş bir fotoğrafı. Sağda arkada Aya İrini ve Topkapı Sarayı, önde sağ köşede III. Ahmed Sebili ve Çeşmesi. Ara Güler, 1970
si, "erişilmez bir sınırsızlık, mozaik ve renkli taşlarla kaplı duvarlar, çayır, orman ve denizleri" temsil eden yeryüzü olarak kabul ediliyordu.
Ayasofya'mn, Ağustos 553'te ve 14 Aralık 557'deki depremlerde büyük kubbesi ile doğudaki yarım kubbesinde çatlaklar belirmesi üzerine onarımına geçildi, fakat 7 Mayıs 558 günü kubbenin büyük bir kısmı çökerken, sunak masası, kiborion ve ambon'u da parçaladı. I. İustinianos'un emri ile İsidoros" un yeğeni Genç İsidoros onarımı üstlendi. Bu mimar, kubbeyi otuz ayak (7 m kadar) yükselterek daha hafif malzemeden yaptı ve açılış 23 Aralık 562'de oldu. Bu ikinci açılış töreni dolayısıyla, Pavlos Silentiarios, Ayasofya'nın büyüklük, güzellik ve ihtişamını öven abartılı manzum bir destan (ekphrasis) yazmıştır. Bu sıralarda kilisenin hizmetini gören din adamlarının sayısı altı yüz olarak belirlenir.
Bizans tarihinde önemli bir akım olan İkonoklazma (tasvirkırıcılık) döneminde (726-842), Ayasofya'daki bütün figürlü resimlerin yok edildikleri bilinir. Bu akımın en büyük taraftarı İmparator Teofilos (hd 829-842), Ayasofya'ya değer verdiğini göstermek üzere, antik çağa ait bir binadan alınmış, tunçtan çok güzel bir çift kapı kanadını, kilisenin güney taraftaki girişine taktırmıştır.
tinus zamanında yapıldığını, oğlu Kons-tantios'un bunu büyütüp, üç nefli bir bazilika biçimine soktuğunu iddia etmiştir. II. Teodosios bu bazilikanın güney kısmının üstünde yeni kiliseyi yapmış olup şimdi görülen iç ve dış holler (nar-teksler), bunun orta ve bir yan nefi üstündedir. Nihayet I. İustinianos'un kilisesi ise bu kalıntıların üstünde kurulmuştur. Ancak bu görüşler hiç taraftar bulmadığı gibi, iddiaların çoğu inandırıcı olamamıştır. Fakat Ramazanoğlu'nun yeteri kadar tanıtılmadan kalan kazı buluntularının da arkeoloji bakımından önemli oldukları inkâr olunamaz.
I. İustinianos, Ayasofya'nın yapımı için Batı Anadolulu iki mimar-mühendi-si görevlendirdi. Bunlar Miletoslu (Söke yakınında Balat) İsidoros(->) ile Tral-les'li (Aydın) Antemios(->) idi. İnşaat için, her taraftan malzeme toplanırken, başta Efesos'ta Artemis'teki olmak üzere pagan (putperest) mabetlerinin sütunları da İstanbul'a getirildi. Bir kaynağın bildirdiğine göre, yüz ustabaşımn idaresinde on bin amele ile yapılan inşaat beş yıl sürdü ve açılış 27 Aralık 537 günü yapıldı. Fakat içinin süslemesi daha yıllarca sürerek ancak II. İustinos (hd 565-578) döneminde bitti. Ayasofya yapıldığında "... kaplanamaz, sınırlanamaz bir boşluk, çevrelenemeyen kozmosun" bir sembolü olarak görülmüştü. Kubbe-
AYASOFYA
448
449
AYASOFYA
Fossati'nin çizimiyle Ayasofya ve çevresi (solda) ile içinden bir görünüm (sağda), 19. yy. Tahsin Aydoğınuş fotoğraf arşivi
le bir türbe haline sokularak I. Mustafa buraya gömülmüş, on yıl kadar sonra Sultan İbrahim de (hd 1640-1648) idam edildiğinde aynı yere defnolunmuştur.
Ayasofya camiye çevrildiğinde içindeki bütün mozaiklerin üstlerinin kapatıldıkları sanılır. Fakat bu doğru değildir. 16. yy'dan itibaren burayı ziyaret eden yabancı seyyahların hepsi, mozaiklerin görülebildiğini, yalnızca figürlerin yüzlerinin kapatıldığını bildirirler. Müslüman ziyaretçilerden 1590'a doğru Fas sultanının elçisi olarak İstanbul'a gelen Ebu el-Hasan et-Tamgruti de bu mozaik resimlerin çoğunu görmüştür. Evliya Çelebi de 17. yy'da bu mozaikleri "... kubbelerin hepsinin içlerinde altınlı mineden resimlerle... ve başka insan resimleri yapılmıştır ki, dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden parmaklan ağızlarında kalır..." cümleleri ile
Komnenos döneminde (1143-1180) 1166'da yapılanında alınan karar bir ferman halinde mermer levhalara işlenerek, narteks bölümünün duvarına yapıştırılmıştı. Fetihten sonra uzun süre yerlerinde duran bu levhalar II. Selim (hd 1566-1574) döneminde, 1566'da kaldırılıp, ters çevrilerek Kanuni Sultan Süleyman türbesinin saçağında kullanılmıştır.
IV. Haçlı Seferi 1203'te Byzantion'a geldiğinde, onlara borçlu olan IV. Alek-sios, Ayasofya'mn değerli bazı eşyasını Latinlere bağışlamak zorunda kalmıştır. Kısa süre sonra 1204'te Batılı şövalyeler şehri ele geçirdiklerinde, Ayasofya ciddi surette yağmalandığı gibi, ilk kargaşa günlerinde bir dini bina için yakışıksız bazı çirkin olaylar da oldu. Kaynaklara göre, Meryem sunağı parçalandı, dini ayin kupalarında şarap içildi, yağmalanan eşyayı taşımak için hayvanlar kilisenin içine kadar sokuldu. Hattâ Bizanslı yazar Niketas'a inanılırsa, bir fahişe, kürsüye çıkarak şarkı okumuş ve dans etmiştir. Bu arada Hıristiyanlığın birçok kutsal eşyası (rölik), içinde saklandıkları değerli mahfazaları ile Ayasofya'dan alınarak, Batı'daki kiliselere yollanmıştır.
İlk taşkınlıklar durulduktan sonra Ayasofya Venediklilerin idaresinde kalmıştır. Buranın idaresini diğer Katolikle-re vermek istemedikleri için aralarında ciddi sürtüşmeler olmuştur. Fakat 126l'e kadar süren Latin işgali sırasında, Batılı beş imparator burada taç giymiştir. Ayasofya'mn yukarı kattaki güney galerisinde yerde görülen Henricus Dandolo yazılı taşın, İstanbul'un Haçlılar tarafından işgali için çok uğraşan ve burada ölen Venedik dojunun mezarı olduğuna inanılır. Ancak bu yazının 1847-1849 arasındaki onarım sırasında, Dandolo'nun hatırasını yaşatmak için sembolik bir mezar yeri uydurmak düşüncesiyle buraya işlendiği de ileri sürülür.
Bizans, 126l'de şehri geri alıp imparatorluğu ihya ettiğinde Ayasofya oldukça yıpranmış halde idi. Büyük ihtimal ile binanın batı tarafındaki dört destek payandası bu sırada yapılmıştır. II. And-ronikos (hd 1282-1328), 1317'de yapının doğu ve kuzey taraflarının tehlikeli durumunu önlemek için, bu cephelere destek payandaları yaptırmıştır. 1344 Ekim'indeki şiddetli depremde, Ayasofya'mn birçok kısmı çatlamış, fakat çöküntü 19 Mayıs 1346'da olmuştur. Kubbenin bir parçası ile doğu kemeri ve bazı bölümler yıkılmıştır. Bu sırada imparatorluk, onarımın giderlerini karşılayacak durumda olmadığından, Ayasofya bir süre kapalı kalmış, ancak 1354'te özel bir vergi toplamak ve bağışlar almak suretiyle Astras ve Peraeta adlarında iki Latin mimar tarafından gerekli onarımlar yapılabilmiştir. İstanbul'un 1453'te fethinden kısa süre önce, Aya-sofya'da bazı onarımlar yapmak üzere Ali Neccar adında bir Türk mimarın gönderilmiş olduğu yolundaki söylentinin doğruluk derecesi bilinemez. Bizans İmparatorluğu'nun son döneminde Ayasofya artık bakımsız ve perişan bir haldedir. Semerkant'a, Timur'a elçi olarak giden İspanyol Ruy Gonzales de Clavi-jo, 1403'te kilisenin birçok kapısının düşmüş ve çevresinin harabelerle dolu olduğunu seyahatnamesinde yazar.
II. Mehmed (Fatih) 29 Mayıs 1453'te Byzantion'u fethedip, şehre girdiğinde, gerek Tacizade Cafer Çelebi, gerek Tursun (Tûr-ı Sînâ) Bey'in haber verdiklerine göre, doğru Ayasofya'ya giderek, kubbenin üstüne kadar çıkmıştır. Fetihte bizzat bulunan Tursun Bey II. Mehmed'in (Fatih) kilisenin çevresini çok harap bulduğunu bildirirken, onun burada ünlü Farsça beyti söylediğini de kaydeder (Türkçesi, Örümcek Kisrâ'nm takında perdedarhk ediyor / Baykuş Ef-
râsiyâb'ın kalesinde nevbet vuruyor). Gerekli temizlik yapıldıktan sonra, usul gereğince fetih işareti olarak, kilise camiye çevrilmiş, genç padişah imamlık görevini yapan Akşemseddin'in idaresinde ilk cuma namazını artık Ayasofya Cami-i Kebiri olan bu mabette kılmış, onun adına burada ilk hutbe okunmuştur. Bundan itibaren de Ayasofya'mn Türk dönemi başlamış oldu.
16. yy'da yaşayan Gelibolulu Âli'nin Künhü'l-Ahbar'du bildirdiğine göre Fatih, Ayasofya hakkındaki Bizans yazmalarını toplatarak, bunları Türkçeye çe-virtmiştir. Pek çok kütüphanede yazma olarak rastlanan Tarih-i bina-i Aya Sofya başlıklı risalelerin hepsinin özünün, Bizans döneminde yazılmış "Patria" denilen İstanbul tarihlerinin, Ayasofya'dan bahseden "Diegesis" adlı bölümüne dayandığı belirlenmiştir.
Bellibaşlı Türk şehirlerinde varlığı görülen bir ulu cami İstanbul'da yapılmamış, bu görevi Ayasofya görmüştür. Fatih, değişik nüshaları günümüze kadar gelen vakfiyelerinde Ayasofya Camii'nin bakımı için gelir sağlayacak pek çok mülk ayırdıktan başka, caminin hizmetlerini görmek üzere 62 görevli atamıştır.
Fatih döneminde, genellikle sanıldığı gibi tuğla minare değil, batıdaki yarım kubbenin güney köşesindeki ağırlık kulesinin üstüne ahşaptan bir minare yapılmıştır. Fatih caminin kuzey tarafına da bir medrese inşa ettirmiştir.
II. Bayezid döneminde (1481-1512), Bâb-ı Hümayun tarafındaki minarenin yapıldığı söylenirse de, bize göre bu minare daha sonra Mimar Sinan tarafından yapılmış olup Bayezid döneminde inşa edilen minare tuğladan olandır. II. Bayezid medresenin üzerine bir de kat ilave ettirmiştir. I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Macaristan'da Bu-din'in fethi üzerine oradaki katedralden
çıkarılan iki şamdan Sadrazam İbrahim Paşa tarafından mihrabın iki yanına konulmuştur.
Ayasofya'ya en fazla ilgi gösteren padişah II. Selim'dir (hd 1566-1574). Tahta çıktığında Ayasofya'yı ziyaretinde narteks kısmında duvarda gördüğü 1166 tarihli mermer levhalara işlenmiş kararın ne olduğunu sormuş, kendisine, "Hazret-i Ali'nin tılsımıdır" şeklinde gülünç bir açıklama yapılması üzerine, bir Rum papaz getirterek bu metnin tercümesini yaptırmış ve 1567'de İstanbul'da olan Marco Antonio Pigafetta'nın yazdığına göre 8 Ağustos 1567'de II. Selim'in emri ile bu levhalar kaldırılmıştır. Bunlardan beş tanesi 19öO'ta Kanuni türbesinin saçağında ters çevrilmiş olarak bulunmuştur. Asılları türbedeki yerlerine konulurken, kopyaları da Ayasofya'daki yerlerine yapıştırılmıştır. II. Selim, Bâb-ı Hümayun tarafındaki gövdesi yivli minareyi yaptırdıktan başka, caminin etrafının açılması ve binanın onarımı ile Hassa Başmimarı Sinan'ı görevlendirdi. 1572 ve 1573 tarihli belgeler ve tarihi kaynaklarda, Fatih döneminden kalan ahşap minarenin kaldırılması ve yeni bir minare yapılması, harap kısımların onarılması, duvarların payandalarla desteklenmesi, camiye bitişik ev yapanların cezalandırılmaları gibi hususların kararlaştırıldığı öğrenilir.
II. Selim, Ayasofya'ya iki minare daha ilave edilerek kendisi için de bir türbe yapılmasını istemiş, fakat bunlar ancak onun ölümünden sonra III. Mu-rad'ın (hd 1574-1595) ilk yıllarında tamamlanmıştır. Duvarları çini kaplı hünkâr mahfili ile çok zarif bir mermer minber, vaaz kürsüsü ve müezzin mahfili de bu sırada yapıldıktan başka, Bergama'da bulunmuş, yekpare mermerden oyulmuş antik çağdan kalan iki küp buraya getirilerek caminin içine konulmuştur. Bu küplerden üçüncüsü ise 1837'de Paris'te Louvre'a götürülmüştür.
Mimar Sinan'ın Ayasofya'mn güneydoğusunda II. Selim için yaptığı türbe ile burası bir hanedan mezarlığına dö-ıl(üşmüştür. Aynı yerde 1600'de Hassa Başmimarı Davud Ağa, III. Murad için ikinci türbeyi yapmış, bunu III. Mehmed'in (hd 1595-1603) ölümünden sonra mimar Dalgıç Ahmed Ağa'nın yaptığı üçüncü büyük türbe binası takip etmiştir. Her üç türbe de Osmanlı dönemi Türk mezar mimarisinin en muhteşem anıtlarından sayılırlar. Gerek bu türbelerin içlerine, gerek etraflarına genellikle hanedandan pek çok kinişe gömüldüğü gibi, burada ayrıca Şehzadeler Türbesi olarak adlandırılan küçük bir mezar binası daha yapılmıştır. 1617'den itibaren önce doksan altı gün, sonra on altı ay iki defa padişah olan ve tam deli olduğundan sarayın bir dairesine kapatılan L Mustafa l639'da öldüğünde (veya öldürüldüğünde), Ayasofya'mn güneybatı köşesinde evvelce vaftizhane olan ve burası camiye dönüştürüldüğünde kandil yağları ambarına dönüşen bina, ace-
Matrakçı Nasuh'un Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han adlı yapıtında yer alan iki minareli Ayasofya ve çevresini betimleyen minyatürü, 1537. Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi
tarif eder. Ayasofya'mn ilk planı ve içini gösteren gravürler G.-J. Grelot tarafından 1680'de yayımlanmıştır. Fakat Ayasofya'mn içini ve mozaiklerini gösteren en mükemmel desenler 1710'da İstanbul'da bulunan İsveçli mühendis subay Cornelius Loos tarafından çizilmiştir.
III. Ahmed döneminde 1717'de Ayasofya'mn sıvaları yenilenmiş, kubbenin ortasına eski gravürlerde görülen, dövme demirden çok büyük bir top kandil asılmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö. 1787), Mecmuâ-i Tevârih adlı eserinde 1733-1734'te yapılan bir tamiri idare eden mimardan, zeminden kubbe yüksekliğinin 72 arşın olduğunu öğrendiğini yazar. Fakat en önemli onarım ve ek binaların yapımı, L Mahmud (hd 1730-1754) tarafından 1739-1740'ta yapıldı. Türk sanatının şaheserlerinden şadırvan, sıbyan mektebi, aşhane-imaret, kütüphane ve
Dostları ilə paylaş: |