I u n d e n bugüN


Türk Dönemine Ait İç Ekler



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə107/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   103   104   105   106   107   108   109   110   ...   129

Türk Dönemine Ait İç Ekler

Güney dehlizinde duvardaki küçük mihrabın fetihten sonra II. Mehmed'in ilk namazı kıldığı yer olduğu yolundaki söylentinin sağlam bir dayanağı yoktur. Caminin içindeki esas mihrap ise, üslubu bakımından 19. yy'ın eklektik (kar-



AYASOFYA

456

457

AYASOFYA EFSANELERİ

Osmanlı dönemi mermer ve taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan minber ve minber gibi 16. yy üslubunu yansıtan müezzin mahfili (üstte) ile Fossati'nin Bizans üslubunda yaptığı hünkâr mahfili (sağda). Fotoğraflar Tahsin Aydoğmug

ma) üslubuna sahiptir. Herhalde Fossati tarafından yemlenen bu mihrabın yerinde, Türk mimari üslubunda bir mihrap vardı. Belki de kalıntıları bugün görülenin arkasında hâlâ durur.

Minber, Osmanlı dönemi Türk mermer işçiliğinin en güzel eserlerindendir. 16. yy sonlarında II. Selim ve III. Murad dönemlerindeki büyük tamir sırasında konulmuş olmalıdır. İki yan levhası dantela gibi oymalı olarak işlenmiştir. Giriş alınlığında ise renkli ve altın yaldızlı nakışlar bulunmaktadır.

Caminin ortasındaki müezzin mahfili, minber gibi 16. yy'ın üslubuna işaret eder. Caminin içinde ve nartekste aynı üslupta dört mahfil daha vardır ki, bunların hepsi de 16. yy sonlarındaki ona-

nmda yapılmış olmalıdır. Aynı dönemde vaaz kürsüsü de yapılmış olmalıdır. Bu mermer eserler, ahenkli orantıları ve zarif süslemeleri ise Türk sanatının taş işçiliğinin en parlak dönemine işaret ederler.

Ayasofya'nın mihrabı etrafında değerli bazı çiniler de vardır. Mihrabın üstünde eski apsisi saran çini kuşak, 1016/ 1607 tarihli olup Mehmed adında bir hattatın imzasını taşır. İznik çini sanatının son eserlerinden olan bu çini şeridin bir kısmı bozulduğundan, eksik kısımlar 19. yy'da boya ile tamamlanmıştır. Mihrabın sağ (güney) tarafındaki aralıkta iki çini pano bulunmaktadır. Bunlardan birincisi tek çini halinde olup üzerinde Hazret-i Muhammed'in türbesi tasvir edilmiştir. Ayasofya'ya vakıf olarak sunulan bu çininin kitabesinde 1053/1643-44 tarihi ve Debbağzade Mehmed Bey adı okunur. Aynı yerdeki ikinci çini pano ise birçok parçadan yapılmış ise de, Kabe'yi gösteren karolardan biri çalınmış, yerine yine 16. yy'ın yapraklı bir karosu yapıştırılmıştır.

Mihrabın güney tarafında bulunan bir karosu çalınmış Kabe'yi betimleyen çini pano. Tahsin Aydoğmuş

Caminin içindeki yazılardan, büyük payelere asılı olan, Teknecizade İbrahim Efendi'nin kare çerçeveli ve mimariye uyan büyük levhaları Fossati tarafından kaldırılarak yerlerine Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yeşil zemin üzerine altın yaldızla yazılan 7,50 m çapındaki büyük yuvarlak yazıları asılmıştır. Bunlar bütün İslam âleminin en dev ölçüde yazıları olarak kabul edilirler. Kubbenin ortasında, Pantokrator İsa mozaiğinin herhalde üstüne yazılan yazının da hattatı Kazasker İzzet Efen-di'dir. Mihrabın sağ ve sol duvarlarında genellikle padişahlar tarafından bizzat yazılan levhalar bulunmaktadır. Bunların arasında II. Mustafa'nın (hd 1695-1703) hattı olduğu sanılan bir levhadan başka III. Ahmed, III. Selim, II. Mah-mud'un hattı olan levhalar ile Şeyhülis-

lam Veliyüddin Efendi (ö. 1768), ve Mehmed Esad Efendi'nin (ö. 1798) hatları ile yazılmış levhalar da vardır. Aya-sofya müzeye dönüştürüldüğünde pek çok yazı levhası Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile Sultan Ahmed Camii'ne götürülmüştür.

Ayasofya'nın ilk hünkâr mahfili bilinmez. Eski resimlerden bunun, apsisin sol (kuzey) tarafındaki iki ana payenin önünde olduğu anlaşılır. Şair Nedim'in bir tarih kasidesinde hünkâr mahfilinin 1141/1728'de Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından genişletilerek daha güzel biçimde yeniden yapıldığı övülür. 16. yy çinileri ile kaplanmış olan eski mahfil, Fossati tarafından kaldırılarak, çinili mihrabı ile bazı çinileri iki paye arasındaki tonozlu dar dehlizde bırakılmıştır. Eski hünkâr mahfilinde, padişahın dışarıdan girişi, Bâb-ı Hümayun tarafındaki bir kapıdan oluyor ve bütün büyük camilerde olduğu gibi, bu giriş ile namazın kılındığı mahfil arasında ufak bir dinlenme mekânı bulunuyordu. Kasr-ı Hümayun demlen bu kasır, L Mahmud döneminde yapılmış ve içerideki eski mahfil ile bağlantı sağlanmıştır. Fossati kasrın dış mimarisini değiştirerek üç kemerden ikisini demir parmaklıklı pencere şekline sokmuş, or-tadakine de mermer söveli kapı yapmıştır. Bu kapının üstünde Mustafa İzzet Efendi'nin ta'lik hatla 1848/1849 tarihli kitabesi yer alır. Bunun üstünde de Ab-dülmecid'in tuğrası bulunur. Bu girişin arkasında bir holden, klasik üslupta kemerli bir kapıdan 19. yy saray mimarisi taklidi bir sofaya, oradan da uzun bir salona geçilir. Buradan caminin içindeki ve Fossati'nin Bizans üslubunda yaptığı hünkâr mahfiline geçmek mümkündür.

Kasr-ı Hümayun'un dış cephesi yanında Soğukçeşme Sokağı başındaki köşede geniş saçaklı barok üsluptaki zengin bezemeli kapı, I. Mahmud tara-

fından yaptırılmıştır. Gerek bunun, gerek içerideki aşhane-imaretin ambarı olan yuvarlak Bizans binasının duvarındaki kitabeler, garip ve kötü şöhreti olmakla beraber başarılı bir hattat olduğu bilinen Kızlarağası Beşir Ağa tarafından yazılmıştır.

Ayasofya müzeye dönüştürüldüğünde içinde müzelik eşyanın sergilenmesi de düşünülmüştü. Çok ciddi eleştirilerle karşılaşan bu tasarı gerçekleşmedi. Yalnızca dış narteks bölümünde az sayıda taş eser toplanmış bulunuyor. Yukarı kattaki "papaz odaları" denilen mekânlarda ise ikonalardan bir koleksiyon yer almıştır. Ayasofya'nın dışında, batı tarafındaki avluda İstanbul'un çeşitli yerlerinden toplanmış bir kaç anıt kaidesi ile mimari parçalar sergilenmiştir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 3-7; G. Fossati, Aya Sophia of Constantinople as Recently Restored by Order of H. M. the Sultan Abdul-Medjid, Londra, 1852; W. Salzenberg, Alt-cbristlihe Baundenkmale von Konstantino-pel, Berlin, 1854; A. D. Hamlin, "Aya Sofia. A Study of Origins Byzantirie Structural Art", Architectural Revieıv, II (1893), s. 39-44; W. R. Lethaby-H. Swainson, The Curch of Sanc-ta Sophia Constantinople: A Study of Byzan-tine Building, Londra, 1894; E. Antoniades, Ekphrasis tes Hagias Sophias, Atina, I-III, 1907-1909; Gurlitt, Konstantinopels; J. Eber-solt, Sainte Sophie de Constantinople, Paris, 1910; H. Holtzinger, Die Sophienkirche und Verıuandte Bauten der Byzantinischen Arc-hitektur, Berlin-Stuttgart, 1898; G. A. Andre-ades, "Die Sophienkathedrale von Konstanti-nopel", Kunstıvissenschaftliche Forschungen, I, Berlin, 1933, s. 33-94; F. von Caucig, "Gra-bungen im Atrium der Hagia Sophia", Christ-liche Kunst, XXI (1934-1935), s. 348-351; A. M. Schneider, Die Hagia Sophia zu Konstan-tinople, Berlin, 1939; E. H. Swift, Hagia Sophia, New York, 1940; W. Emerson-R. L. van Nice, "Hagia Sophia, istanbul, Preliminary Report on a Recent Examination of the Structure", American Journal of Archaeology, (1943), s. 403-436; K. Kumaniecki, "Eine Un-bekannte Monodie auf den Einsturz der Hagia Sophia im Jahre 558", Byzantinische Zeit-schrift, XXX (1929-1930); s. 35-43; E. Mam-boury, "Topographie de Sainte Sophie", Stu-di Bizantini e Neoellenici, VI/2 (1940), s. 197-209; P. A. Michelies, Hagia Sophia, Atina, 1946; Th. Preger, "Die Erzahlung vom Bau der Hagia Sophia", Byzantinische Zeit-schrift, X (1901), s. 455-476; H. Prost, Monu-ments antiques releves et restaures par leş architectes pensionnaires de I'Academie de France a Rome-Supplement, Paris, 1924; P. M. Michelis, L'esthetique d'Hagia-Sophia, Fa-enza, 1963; P. Sanpaolesi, Santa Sofia a Constantinopoli, Fienze, 1965; F. Dirimtekin, Ayasofya Kılavuzu, İst., 1966; R. L. van Nice, Saint Sophia in İstanbul: An Architectural Survey, Washington, ty; G. Bonfiglioli, Sainte Sofia di Constantinopoli L'architettura, Bo-logna, 1974; W. R. Zaloziecky, Die Sophienkirche in Konstantinopel, Citta del Vaticano, 1936; A. M. Schneider, Die Grabung in Wost-hof der Sophienkirche zu istanbul, Berlin, 1941; ay, "Die Hagia in der Politisch-Religi-ösen Gedankenwelt der Byzantiner", Das Werk deş Künstlers II, (1941), s. 4-15; M. Ra-mazanoğlu, Sentiren ve Ayasofyalar Manzumesi, ist., 1946; H. Jantzen, Die Hagia Sophia deş Kaisers Justinian in Konstantinopel, Köln, 1967; D. Köhler-C. Mango, Hagia Sophia, Londra, 1967; Th. Whittemore, "The Mo-saies of St. Sophia at İstanbul"- First Preliminary Repon, Oxford, 1933; Second Preliminary Report, Oxford, 1936; Third Prelimi-

nary Report, Oxford, 1942; Fourth Preliminary Report, Oxford, 1952; C. Mango, Materials for the Study of St. Sophia at istanbul, Washington, 1962; A. Sami Boyar, Ayasofya ve Tarihi, ist.. 1943; A. M. Schneider, "Sophienkirche und Sultansmoschee", Byzantinische Zeitschrift, XLIV (1951), s. 509-516; S. Eyice, "istanbul Minareleri", Türk San'atı Tarihi Araştırma ve incelemeleri, İ (1963), s. 36 vd, 51 vd; E. Yücel, "Ayasofya Onarımları ve Vakıf Arşivinde Bulunan Bazı Belgeler", VD, X (1973), s. 219-220; C. Mango-E. S. W. Hawkins, "The Apse Mosaics of St. Sophia at istanbul", Dumbarton Oaks Papers, XIX (1965), s. 113-151; M. Is. Nomidis, Ta Mosa-ika tes Hagias Sophias, İst., 1937; O. Oikono-mides, "Leo VI and the Narthex Mosaic of Saint Sophia", Dumbarton Oaks Papers, XXX (1976), s. 151-173; ay, "The Mosaic Panel of Constantine and Zoe in Saint Sophia", Revue deş Etudes Byzantines, XXXVI (1978), s. 219-232; Müller-Wiener, Bildlexikon, 84-96; İSTA, III, 1439-1475; S. Eyice, Ayasofya, I-III, İst., 1984-1986; ay, "Ayasofya", DİA, IV, 206-210. SEMAVİ EYİCE

AYASOFYA EFSANELERİ Bizans Dönemi

Ayasofya'nın geç dönem Bizans mimarisinin erişemediği bir yapıt olması, etrafındaki efsanelerin giderek yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bu konuda ilk ve önemli metin 9. yy'da yazılmış anonim "Ayasofya adlı Tann'ya adanmış büyük kilisenin yapılma öyküsü"dür. Burada genel çizgilerde tarihsel olaylara bağlı kalınmakla birlikte bazı önemli değişiklikler yapılmıştır. Başlıcası, Ayasofya'yı 532'de inşa etmeye başlayan mimarlar Tralles'li Artemios ve Miletos'lu İsidoros ile 558'de yıkılan kubbesini tamir eden Genç İsidoros'un yerlerini efsanevi tek bir kişiye, mimar İgnatios'a bırakmalarıdır. Kilisenin inşası ve kubbenin tamiri I. İustinianos dönemine (527-565) rastlamasına rağmen efsanede tamir olayı ondan sonra başa geçen II. İustinos dönemine (565-578) kaydırılmıştır. Böylece, mimarları tek bir kişiye indirgeyip imparatorun kişiliğini parçalayan efsane, mimarın rolünü pekiştirmektedir. Burada söz konusu olan, Hz Süleyman'ın Kudüs Tapınağı efsanesinden bu yana süregelen Tanrı-mimar-hükümdar ilişkisini mimardan yana geliştirme çabasıdır. Bizans efsanesinin asıl amacı, mimarı hükümdarın aleti olmaktan çıkarıp, Tanrı'nın aleti haline getirmek ve böylece tapınağı beşeri iktidarın simgesi olmaktan kurtarıp ilahi güce mal etmektedir. Bundan dolayıdır ki, efsanede inşaatın seyrini, önemli ölçüde, bazen imparatora, bazen de mimara görünen bir melek belirler. Bizans efsanesi, kısmen de olsa, Ayasofya'nın yapılışını hükümdarın iradesinden koparıp Tanrı'nın iradesine bağlamaktadır.

Aynı zamanda, 13. yy'a doğru gelişen ve Konstantinopolis'in kurucusu Büyük Constantinus'u efsaneleştiren hikâyeler, onu Ayasofya'nın kurucusu haline getirirler. Ancak, burada da efsanevi bir mimar, Efratas, araya girer. Bu efsaneye göre hem kenti hem kiliseyi kuran bu mimarın adı metinlerde Constan-tinus'unki kadar geçmektedir.

Bizans İmparatorluğu'nun sonuna doğru Ayasofya'nın, giderek zayıflayan imparatorluk simgesinden koparak Tann'ya mal edilmesi sürecinin bir öğesi de, kilisenin Tanrı'nın göndermiş olduğu bir melek tarafından korunması hikâyesidir. Yukarıda adı geçen 9. yy'a ait efsaneye göre, bu melek paydos saatinde aletleri beklemekte olan mimarın oğluna görünerek kiliseden ilk defa Ayasofya (Kutsal Bilgelik) adıyla bahseder ve inşaatın hızlanması için genç işçileri çağırmaya gönderir; onun dönmesine kadar orada kalacağına ve aletleri bekleyeceğine yemin eder. Bu haberi alan mimar İgnatios oğlunu geri görder-meyerek meleğin sonsuza dek orada kalmasını sağlar. Meleğin saklı olduğu yerin, kalın bakır levhalarla kaplı olmasına rağmen yüzyıllarca ziyaretçilerin dokunması ile aşınan sütunun yeri olduğu kabul edilir ve ortaçağın sonuna kadar Konstantinopolis'i gezen seyyahlar, özellikle Rus hacılar, burayı meleğin bulunduğu yer olarak anlatırlar.

1453 kuşatmasına Türk saflarında katılan Rus Nestor İskender, fetihten beş gün önce, meleğin Ayasofya'yı terk e-dip göklere yükseldiğini yazar. Böylece kilise ve dolayısıyla kent, Türklere karşı korunmasız kalmıştır.

İstanbul'un fethinden sonra Rum çevrelerinde gelişen efsane ise bir geri dönüş efsanesidir. Türklerin gelmesiyle Ayasofya'daki son ayini yarıda bırakıp elindeki kutsal kaplarla görünmez bir kapının arkasında kaybolan papaz, kentin geri alınacağının işareti olarak, aynı yerden çıkıp ayine kaldığı yerden devam edecektir.



Osmanlı Dönemi

Bizans'ın son döneminde Ayasofya efsanelerinin gelişmesi, bunların İslam dünyasına da yayılmalarına yol açar.

Efsaneye göre bir meleğin saklı olduğu sütunu kaplayan bakır levha, ziyaretçilerin dokunmalarıyla aşınmış durumda.

Tahsin Aydoğmuş

AYASOFYA HAMAMI

458

459

AYASOFYA KÜTÜPHANESİ

Arap gezginler ve coğrafyacılar, 12. yy' dan önce Ayasofya'dan doğrudan bahsetmezler. Kilisenin adı ilk defa 1180'de kaleme alınan Haravi'nin Hac Yerleri Rehberi'nde geçer. Ancak, Ayasofya'da namaz kılanlara cennetin yolunun açılacağına dair hadise ya da Hz Muham-med'in, miracında göğün yedinci katında görmüş olduğu Mescid ül-Aksa'nın yeryüzü örneğinin Ayasofya olduğu konusundaki hikâyelere fetihten önce rastlanmaz, yani Ayasofya'nın Müslüman efsanelerinin tümü Türk olduğu gibi, bunlar kilisenin camiye çevrilmesinden sonraya aittir.

Bu efsaneler Konstantinopolis'in kurulmasını da içeren genel bir temanın içinde toplanır. Oysa bu temanın iki önemli varyantı vardır. Birincisi, 9. yy Bizans efsanesini Türkçeye çevirerek bazı değişikliklerle imparatorun Ayasofya'nın kuruluşundaki rolünü güçlendirir. Burada yükseltilmek istenen imparatorluk iktidarıdır, çünkü Osmanlı hükümdarı bu iktidarın, devamcısıdır. ikincisi, bunun aksine, imparatorluk karşıtı bir metindir ve kuruluşundan beri lanetli bir Kostantiniye (Konstantinopolis) hikâyesi anlatır. 15. yy Türk yazarlarının icat etmiş olduğu, kentin ilk kurucusu Yanko bin Madyan lanetli bir kişidir ve dolayısıyla Kostantiniye yok olmaya mahkûm bir kenttir. Ayasofya'ya gelince, bu tapınak Tanrı'nın doğrudan yönettiği bir mimarın yapıtıdır ve Tanrı-mimar ikilisinin karşısında imparator tümüyle etkisiz ve çaresizdir.

ikinci varyantın en gelişmiş hali olan 1491 tarihli metinde, anonim yazar Ayasofya efsanesini anlattıktan sonra "Ol zaman zulümle bina yapdırmazlardı" deyip II. Mehmed (Fatih) dönemi düzenini ve Fatih Camii'nin yapımını sert bir dille eleştirir. Yazara göre cami hazineden para çıkarmamak için eyaletlerin geliri ile yapılmıştır. Bu durumu da "Ol suretle yapılan binadan sevab ummak dürüst müdür? Anın sevabından geçilmelidir, eğer günahı olmazsa ve illa gü-nahdan gayrı dahi nesi vardır ola?" şeklinde anlatır. Ayrıca yazar, hükümdarın, caminin mimarı olan Atik Sinan'ı "habs içinde döğe döğe" öldürttüğünü söyler ve bu bilgi başka kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Oysa imparatorluk karşıtı Ayasofya efsanelerinde Tanrı'nın aleti durumunda olan mimarın öldürülmesinin ne denli ağır bir suç oluşturduğu ortadadır. Bu efsanenin amacının, Fatih Sultan Mehmed'in Bizans'tan devralıp sürdürmek istediği imparatorluk projesine karşı çıkmak olduğu açıktır."

Aynı tartışma 16. yy'ın ortalarında Süleymaniye Camii'nin yapımıyla yeniden ortaya çıkar, llyas Efendi 1562'de yazmış olduğu Tarih-i Konstantiniye'de Ayasofya efsanesinde imparatorun rolünü yeniden yüceltirken metnin sonunda Süleymaniye'ye uzun bir methiye düzer. Orada bulunan malzeme ve taşların her biri bir "memleketin harcı"na eşdeğerdir. Somaki sütunlarının her biri ise bi-

rer padişahın yadigârı. Hz Süleyman ya da İskender Zülkarneyn tahtından alınmıştır. Böylece Süleymaniye büyük hükümdarların tahtları üstünde kurulmuş bir imparatorluk anıtı haline gelir.

Flerhalde Tarih-i Konstantiniye'je yanıt olarak yazılmış anonim Tarih-i Bina-i Ayasofya ise Süleymaniye'den söz etmemekle birlikte Ayasofya'yı yüceltir ve onun Hz Mulıammed'in miracında görmüş olduğu caminin yeryüzündeki örneği olduğunu yazar. İki melek durmadan Ayasofya kubbesinin çevresini tavaf eder ve "nuraniyetine münevver olurlar". Yazara göre açıkça, Ayasofya'nın kutsallığı Süleymaniye'yi gereksiz kılmaktadır.

Mimar Sinan'ın Edirne'deki Selimiye Camii'nin kubbesini Ayasofya'nın kubbesinden altı zira daha geniş ve dört zira daha derin yaptığını ilan etmesiyle, efsaneler aracılığıyla yürütülen bu tartışma sona erer. Ancak 19. yy'da Batı etkisinde tarih yazılıncaya dek Ayasofya ve Konstantiniye efsanelerinin getirmiş oldukları öğeler ideolojik vasıflarını yitirmelerine karşın kent tarihinin bir parçası olarak yaşamlarını sürdüreceklerdir. Örneğin Yanko bin Madyan'ın İstanbul'un ilk kurucusu olduğuna uzun zaman herkesçe inanılacaktır. Ayasofya efsaneleri örneğinin önemi, efsanelerin ideolojik fonksiyonlarını ortaya çıkarmasıdır. Bu metinler okuyucuya hoş vakit geçirtmekten ya da tarih bilgisi eksikliğini örtmekten çok, açıkça yapılamayan politik ve ideolojik tartışmaların kılıfı olarak karşımıza çıkar.



Bibi. G. Dagron, Constantinople İmaginaire, Paris, 1984; S. Yerasimos, Türk Metinlerinde Konstantiniye ve Ayasofya Efsaneleri, İst., 1993.

STEFANOS YERASİMOS

Ayasofya îmareti'nde avlu ve asıl binanın girişi. M. Baba Tanman

AYASOFYA HAMAMI

bak. HASEKİ HAMAMI



AYASOFYA İMARETİ

Ayasofya Külliyesi kapsamındaki aşevi, fırın, erzak ambarı gibi binalardan oluşan imaret. I. Mahmud, Ayasofya Camii ve müştemilatında geniş çaplı onarım, yenileme ve genişletme çalışmalarına giriştiğinde, bazı binaların ilavesi, bazılarının da tadili sonucunda kurulmuştur.

Kitabelerde 1155/1742-43 diye geçen inşaatın bitim tarihini, Şem'danizade zilhicce (şubat), Hammer ise zilkade (ocak) ayları olarak gösterir. Kitabelerin üzerindeki sülüs hatlı mensur yazılar, Morali lakabıyla bilinen ve adı darüssaade ağası ya da hazinedar gibi görev unvan-larıyla anılan Beşir Ağa, manzumeler ise dönemin şairlerinden Nimetullah Efendi tarafından yazılmıştır. Böylece, I. Mahmud devrinde söz konusu inşaat faaliyeti sonucunda Ayasofya Camii imare-tiyle, sıbyan mektebiyle, kütüphanesiy-le, sebilleriyle ve şadırvanıyla bir külliye haline getirilmiştir.

Zamanın çeşitli bekçi destanlarından ve menkıbelerinden anlaşıldığına göre, imarette dağıtılan ve fodla denilen ekmeklerin yanısıra, fukaraya her gün çorba veriliyor, perşembe günleri ayrıca zerde ve pilav çıkıyordu.

İmaretlerin kapatılmasından sonra Vakıflar İdaresi Başmüdürlüğü deposu olarak kullanılan bina, daha sonra kurşun levha atölyesine dönüştürüldü.

Caminin çevre duvarının Bâb-ı Hümayun tarafı köşesindeki muhteşem bir barok kapıdan geçilerek imarete girilmektedir. Cami ile aşhane arasında bir avlu yer alıyor, ambar ise kuzeydoğu-

Ayasofya İmareti'nin kapısı. Ali Hikmet Varlık

daki yivli minare yanında bulunuyordu. Bizans'ta hazine binası diye adlandırılan bu yuvarlak yapı tadil edilmiş, içine ahşap bir kat eklenmiş, tabanı bir hayli yükseltildiğinden, yeni kapı ve pencereler açılmıştı, girişte ise kocaman bir kantar duruyordu.

1979'daki bir kazıda, binanın eski Bizans zeminine kadar inilmiş, bu arada ahşap kat ve kirişleri ile kantar kaldırılmıştır. İmaretin esas binası caminin kuzey dış duvarı boyunca batıdan doğuya doğru uzanır. Üç bölümlü binanın ilk iki bölümü fodlahane ve aşhanedir, ü-çüncü kubbeli bölüm ise "mek'el" olarak adlandırılan yemekhanedir. Bu kısmın ana girişinde sütunlar üzerinde üç bölümlü bir revak bulunur.

Ayasofya İmareti'nin sanat tarihi açısından önemi, Osmanlı mimarisinde Batı etkilerinin görüldüğü ilk yapılardan birisi olmasıdır.



Bibi. Mür'i't-Tevârih, I/A, 110; Ayvansarayî, Hadîka, I, 5; Ramazannâme, (yay. A. Çele-bioğlu), îst., ty, s. 165-167; Hammer, Cons-tantinopolis-Bosporus, XXV, XLVI-XLVII; A. Akar, "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma", VI), IX (1971), s. 286; E. Yücel, Ayasofya Müzesi, İst., 1986, s. 32; S. Eyice, "Ayasofya İmareti", DİA, IV, 212.

SEMAVÎ EYICE



AYASOFYA KÜRSÜ ŞEYHİ

Osmanlılar döneminde İstanbul'daki cuma namazı kılınan büyük camilerde vaaz veren hocaların en kıdemlisinin unvanı. "Ayasofya vaizi", "Ayasofya cuma vaizi" de denmiştir.

İlmiye sınıfının şeyhülislamdan, ibti-da-i hariç müderrisliğine kadar derecelenmiş bir kadrosu vardı. Cami görevlileri ilmiye sınıfından sayılmazlardı. Ancak katar şeyhleri denen ve selatin camilerde

vaaz veren, aynı zamanda çoğu birer tarikat şeyhi olan küçük bir gruba, ilmiye sınıfı ayrıcalıkları tanınmıştı. Bunlara ait "tarik defteri"nde (protokol ve kadro sıralaması) ön sırayı Ayasofya kürsü şeyhi almakta, onu, cuma namazı kılınan diğer Sultan Ahmed, Süleymaniye, Bayezid, Fatih, Nuruosmaniye, Sultan Selim, Eyüb Sultan, Laleli, Şehzade, Üsküdar Yeni Valide, Ayazma, Beylerbeyi, Hasköy Va-lidesultan, Selimiye, Nusretiye, Şemsipa-şa camilerinin ve Yeni Cami'nin vaizleri izlemekteydiler. Ayasofya vaizliğine ve diğerlerine, İstanbul'daki başlıca dergâh ve âsitanelerin şeyhleri öncelikle atanmaktaydılar. Bu konumdaki vaizlere kürsü şeyhi, tümüne birden de katar şeyhleri denmekteydi.

Selatin camilerde hemen her gün, sıradan vaizler tarafından halka vaazlar verilirken Ayasofya kürsü şeyhi ve öteki selatin camilerin vaizleri, yalnızca cuma günleri, çok kalabalık cemaatlere vaazlar vermekteydiler. Bunun bir nedeni de cuma hutbelerinin baştan sona Arapça okunmasıydı. Halk hutbede okunan ve söylenenleri anlamadığından cuma vaazı, genellikle o günkü hutbenin konusunu açıklamaya dönük olmaktaydı. Ayasofya'nın İstanbul camileri arasındaki özel saygınlığı, saraya yakın oluşu, cemaatinin ise saray ve Babıâli görevlileri ile çarşı esnafından oluşması nedeniyle de kürsü şeyhinin buradan verdiği mesajlar önemsenirdi. Bu bakımdan Ayasofya kürsü şeyhliğine, İstanbul'da en çok saygı duyulan, erdemi, bilgisi ve hi-tabetiyle tanınmış bir tarikat şeyhinin atanmasına özen gösterilirdi. Bu nitelikte birisi bulunmadığı dönemlerde ise diğer camilerin vaizliklerinde bulunarak kıdem ve deneyim kazanmış ve sırası gelmiş olan cuma vaizi atanırdı. Atama işlemi Şeyhülislamlık'ça yapılan Ayasofya şeyhine yüksek bir aylık ödenir, ayrıca bu caminin vakfından da ücret bağlanırdı.

Ayasofya kürsü şeyhi ya da vaizi olan kişinin sarayla ilgili tüm dinsel törenlere katılması kuraldı. Şehzadelerin bed'-i besmele (okumaya başlama), sünnet, hatim törenlerinde, mevlid alayında vaaz verip dua etme, Ayasofya kürsü şeyhinin görevlerindendi. Örneğin, Mür'i't-Tevârih'e göre 18 Ağustos 1766' da düzenlenen Sultan Ahmed Ca-mii'ndeki mevlid alayında, III. Mustafa hünkâr mahfiline gelip kafes penceresinden cemaati selamladıktan sonra Ayasofya şeyhi kürsüye çıkıp törenin amacına uygun vaaz verip dua etmiş, kürsüden inince kendisine samur bir kürk giydirilmişti. Yine aynı tarihin yazdığına göre, Şehzade Selim (III. Selim) için 1766'da İncili Köşk'te düzenlenen bed'-i besmele cemiyetinde de padişahın, sadrazamın ve yüksek devlet ve din adamlarının huzurunda ilk dersi Şeyhülislam Efendi verdikten sonra Ayasofya şeyhi dua etmişti. 1767'de ise Ayasofya vaizi olan Bayramı Şeyhi Him-metzade Abdüşşükür Efendi'nin ölümü, kentte üzüntüye neden olmuştu.

Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı'nda-ki yazma eserler arasında bulunan Müs-takimzade Süleyman Saadeddin Efendi'nin Ayasofya-ı Kebîre Şeyh Olanlar adlı risale, 17. ve 18. yy'larda bu göreve atananların biyografilerini ve Ayasofya vaizliği ile ilgili açıklamaları içerir.

NECDET SAKAOĞLU



AYASOFYA KÜTÜPHANESİ

Ayasofya Camii içinde I. Mahmud (hd 1730-1754) tarafından yaptırılan kütüphane.

Vakfiyesi 1152/1740'ta düzenlenmiş ve 21 Nisan 1740'ta açılmıştır. Bu dönemde kütüphanede 4.000 civarında kitabın bulunduğu Vakanüvis Subhî Mehmed Efendi tarafından belirtilmektedir. Kütüphanenin dördü yazma biri de basma olmak üzere beş tane katalogu vardır. 1968'de mevcut kitapları Süleymaniye Kütüphanesi'ne(-0 nakledilmiştir.

Ayasofya Kütüphanesi, başlıbaşına bir yapı olarak tasarlanmakla birlikte, caminin güneyindeki iki payandanın arasına inşa edilmiştir. Türk kütüphane binalarında rutubetin önlenmesi gayesiyle hava akımını sağlamak için alt kısımların boş bırakılması, geleneksel bir mimari uygulama iken burada böyle bir yer seçimi şaşırtıcıdır.

Kütüphanenin girişi ve okuma odası, caminin sağ tarafındaki sahnın içine inşa ettirildiğinden, kitapların muhafazasına ayrılan müstakil binanın cami haricinde kalan bu payandaların arasına isabet ettiği düşünülebilir. Burası barok üslupta harikulade bir işçiliğe sahip bulunan tunç şebekelerle cami harimin-den ayrılmıştır. Bu tunç işçiliğine, daha gerideki kubbeli giriş holünün kemerleri ve kapısında da rastlanır. 90 derecelik dik bir açı yapan dar koridor, kemer kısmında "besmele" bulunan bir kapı ile kitapların muhafaza edildiği hazine bölümüne açılır. Burası ince mermer sütunlarla ayrılmış ve ilki kubbeli, ikincisi ise hafifçe yüksek seki halinde olup aynalı tonozla örtülüdür. Kubbeli bölümün ortasında sedef kakmalı, nakışlı ahşap kitap dolabı yer almaktadır.

Ayasofya Kütüphanesi, tunç şebekeleri kadar içindeki nakışlar ve duvar çi-nileriyle de tanınmıştır. Ancak bu çiniler binayla aynı tarihte yapılmamış olup 16. yy'dan itibaren imal edilen farklı üsluptaki parçalardan meydana gelmektedir. Duvarlara devşirme İznik, Kütahya ve Tekfur Sarayı atölyelerinde imal edilmiş çiniler konulmuş, aralarına İtalya Faen-za çinileri yerleştirilmiştir. Burada eski çinilerin içindeki bilhassa servi motifli pano son derece kıymetlidir. Kitap hazinesi kısmındaki dolap aralarında da çiniler bulunmaktadır. Kubbe kasnağını kuşatan celi sülüs hattıyla yazılmış "Fâ-tır" suresinin 29-32. ayetleri Baltacızade Mustafa Paşa'nın eseridir. Kubbe içindeki alçı kabartma süslemeler ve okuma odası ile kitap hazinesindeki taş kakma tekniğiyle yapılmış tuğralar, kütüphanenin başlıca süsleme unsurlarıdır.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   103   104   105   106   107   108   109   110   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin