Iskat-i salat: 7 Iskat-i savm: 7



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə6/32
tarix12.01.2019
ölçüsü0,86 Mb.
#95071
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32

İddet:

Sözlükte "Bekleme müdde­ti" anlamına gelen bu kelime, fıkıh di­linde ise, "Kocasından ayrılan bir kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz olunca­ya kadar geçen süre" ye verilen isim­dir. Kocasından boşanan bir kadın için iddet müddeti 100 gündür. Kocası ölen bir kadın için iddet müddeti ise 130 gündür.

Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber, kadınları boşaya­cağınız zaman onları, iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan da sakının. Apaçık bir haksızlık yapmadıkça, onları evlerin­den çıkamıayın. Onlar da çıkmasm-lar. Bu, Allah'ın hududur. Kim Allah'ın hududunu tecavüz ederse, mutlaka kendine zulmetmiş olur. Bilmezsin, belki bundan sonra Allah, yeni bir durum çıkanverir."

Bekleme süresinin sonuna yak­laştıklarında, onları, ya güzellikle tutun, yahut yine güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun, şahitliği Allah için yapın. İşte, Allah'a ve ahiret gü­nüne iman edenlere bununla öğüt ve­rilir. Kim Allah'tan sakınırsa Allah da ona bir çıkış yolu ihsan eder."

Ve onu, hiç hesap etmediği bir yer­den rızıklandtnr. Kim Allah'a te­vekkül ederse, O, ona yeter. Şüphe­siz Allah, hükmünü yerine getirendir. Allah, herşey için bir ölçü koymuş­tur."

Yaşlılık sebebiyle hayızdan kesi­len kadınlarınızın bekleme sürelerin­den şüphe ederseniz, onların bekle­me süreleri üç aydır. Henüz adet görmeyenlerin süresi de böyledir. Hamile kadınların bekleme süreleri ise, yüklerini bırakıncaya kadardır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah da ona işinde bir kolaylık ihsan eder. Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, Allah da onun günahlarını örter. Ve ona mü­kafatını büyültür."

Boşattığınız kadınları, gücünüz, yettiği ölçüde, oturduğunuz yerele oturtun, çıkmalarını sağlamak için onları sıkıştırıp zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, yük­lerini bırakıncaya kadar onları besle­yin. Eğer sizin için çocuğunuzu emzîr-miş iseler, emzirme ücretlerim onlara verin. Bunu, aranızda, maruf ölçüler içinde görüşüp yap». Eğer bir güç­lükle karşılarsanız, çocuğu bir baş­kası emzirir."

Varlıklı olan kimse, nafakayı varlı­ğına göre versin. Rızkı kendisine ye­tecek kadar dar olan da, Allah'ın ken­disine verdiğinden versin. Allah, hiç kimseye, verdiğinden başkasını yük-lemez. Allah, güçlükten sonra ko­laylık verir.31

İdris (A.S);

Kur1 an-ı Kerim'deis­mi geçen peygamberlerdendir. Tarih ve siyer kitaplarının bildirdiğine göre İdris (A.S.) beyaz tenli, uzun boylu, büyük karınlı, geniş göğüslü, kaba sa­kallı, iri kemikli, güzel yüzlü idi. Yürürken adımını kısa atar, önüne ba­kardı. Vücudu az kıllı, başı çok saçlı idi. Vücudunda yaradılıştan beyaz bir nokta vardı. Sesi ince ve konuşması mülayimdi.

İdris (A.S), Adem (A.S)'dan sonra, kalemle ilkkez yazı yazan, ilkkez yıl­dızlar ve hesap ilmini gözden geçiren bir zattı. Geçmiş devirlerin bütün ilimleri kendisinde toplanmıştı. Bütün ilimler kendisine öğretilmişti. Şid (A.S)'dan sonra hiç kimseye verilme­yen gizli ilimlerin mushafı da ona tes­lim edilmişti. Kendisi terzi idi. İlk defa iğne ile dikiş diken, ilk defa elbise dikip giyen de İdris (A.S.)'dır. Halbuki ondan önco, insanlar hayvanların derilerini giyerlerdi, ( Asım koksal)

İffet:

Namus , Temizlik, çirkin söz ve davranışlardan, günah ve haram olan şeylerden korunmak" anlamına gelir. İnsanın benliğinde hasıl olan kötü arzu ve haramlardan kaçınmasını sağlayan bir özelliktir.

Çirkin söz ve işlerden, haram olan

şeylerden sakınan, işlerini dinin ve insanlığın gerekli kıldığı prensiplere uygun olarak yerine getiren bir kim­seye "AFİF" adı verilir. Kötülükler­den ve haramlardan sakınan kadınla­ra da "AFİFE" denilir.


İfk Olayı:

İfk, yalanın en kötü ve en çirkin olanıdır. Çarpıtılmış ve tersyüz edilmiş sözdür. Hz. Aişeher yönden övgüye lâyıkken, tam tersine kedisine iftira edildiği için bu olaya ifk denilmiştir. İfk, bühtandır, diyenler de

vardır. Şetââni, Fethu'l -Kadir, Beyna (tarihsiz), İfk, bir an­lamda iftiradır. İftira, yalan uydurmak veya başkasından duyduğu asılsız bir haberi ya­yarak bir kimseyi suçlamaya çalış­maktır. İftira eden kişiye İslâm lite­ratüründe müfteri denilir. Ayrıca, asılsız suçlamanın meydana getirdiği ferdi ve içtimai zarara göre de zalim, cani ve vicdansız gibi kötüleyici nite­liklerle damgalanır.

İftiranın en çirkin ve en kötü olanı, şüphesiz ırz ve namusla ilgili ola­nıdır. Nice huzurla dolu sıcak yuvalar bu tür iftiralarla sarsıntı geçirmiş, hatta darmadağın olmuştur. Geride, gözü yaşlı analar, itilip kakılan boynu bükük yavrular ve bağrı yanık babalar kalmıştır.

Hz. Âişe'yi günlerce ağlatan, Peygamber'imizin yüreğini sızlatan da işte böyle bir iftira idi. İfk Olayı diye bilinen bu olay şöyle oluşmuş ve gelişmişti:

Hz. Peygamber, bir sefere gitmek istediği zaman hanımları arasında kur'a çeker, kur'a kime çıkarsa Hz, Peygamberle birlikte yola o giderdi. Beni Mustalık savaşında kur'a, Hz. Âişe'ye çıkmış ve Hz. Aişe Hz. Pey-gamber'in yanında bu savaşa git­mişti. Bu savaş, örtünme âyetinin inişinden sonra olduğundan Hz. Âişe bir mahfe'ye bindirilmiş, kanaklama yerinde de yine mahfesiyle birlikte in­dirilmişti. Hz. Peygamber savaş dönüşünde Medine yakınlarında bir yere indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra yola devam edilme­sini emretti.Hareket emri verilmesin­den sonra Hz. Âişe, ihtiyacını defet­mek için yalnız başına ordudan ayrıl­mış, (iönüp geldiğinde Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığının koptuğunu görmüş ve geri giderek onu aramaya koyulmuştu. Bununla oyalandığı için de yoldan kalmıştı. Bir ay da kalsalar, mahfemin içinde ben olmadan devemi götüremezler, diye düşünüyordu. Fakat, kendisine hiz­met edenler, onu mahfenin içinde sa­nıp, mafhesini, bindiği devesinin üzerine yüklemişlerdi. O zaman ka­dınlar, az yemek yedikleri için kilolu değillerdi. Bu yüzden mahfeyi yükle­yen hizmetçiler, O'nun mahfede ol­madığını farkedememişlerdi. Özellik­le Hz. Aişe o sırada küçük yaşta bir

kadındı. Döndüğünde, konaklama ye­rinde kimsenin kalmadığını gördü. Nasıl olsa beni daha önce bulun­duğum yerden ararlar diye, önceki ye­rinde beklemeye koyuldu. Bu sırada kendisini uyku bastırmış, bulunduğu yerde uyuyakalmıştı. Sabaha yakın, ordunun gerisinde, düşenleri kalan­ları toplamakla görevli, son derece namuslu ve dürüst sahâbî Muattal oğlu Safvân gelmiş, Hz. Aişe'yi tanıyarak devesini çöktürmüş ve hay­ret ederek "biz herhalde Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na dönüp varacağız." 32 mealindeki âyeti yüksek sesle okumuş ve Hz. Âişe bu sesle uyanmıştı. Uyanır uyanmaz da feracesine bürünmüştü. Safvan da de­veyi Önden yedeğine alarak, öğle sularında orduya, konakladığı yerde yetişmişlerdi. Tam o sırada orduda-kiler, Hz. Âişe'nin yokluğunu farket-miş ve ordu adeta çalkalanmaya başlamıştı. Herkes O'nu konuşuyor­du. Münafıkların başı Selûl oğlu Ab­dullah iftirayı başlatmış ve bunu fısıltı yoluyla da yaymaya koyulmuştu.

Medine'ye gelindi. Hz. Âişe dönüş­ten sonra bir ay hastalandı. Ama hiçbir şeyden haberi yoktu. Sadece sevgili eşi, cihanın güneşi Hz. Mu-hammed (S.A.S) kendisine karşı soğuk davranıyordu. Yanına giriyor, selâm veriyor ve adını anmadan nasıl o? diyordu. Bu da Hz. Âişe'yi üzmüş­tü. Böylece nekahat devresine girdi.

Bir sürpriz olay, Hz. Âişe'nin hak­kında estirilen iftira furyasını öğren­mesine sebep oldu. Bir gece Mi-tah'ın annesiyle ihtiyaç için dışarı çıkmıştı. Dönüşte o kadın yün çarşa­fına sürterek oğlu için "Kahrolsun Mistah" demişti. Hz. Âişe, Bedir'de bulunmuş bir kişiye soğuyor musun? diye buna itiraz etmiş, bunun üzerine o kadıncağız da "Hele şu saf tazeye. Oltada dönen iftiraları duymadın mı?" diyerek, iftiraları Hz. Âişe'ye anlatmıştı. Böylece hastalığına bir has­talık daha yüklenmişti. Ağlayarak evine döndü. Hz. Peygamber yanına gelip "Nasıl O?" diye durumunu sordu. Hz. Peygamber'den, anne ve babasının yanına gitmesi için izin is­tedi ve gitti. Varır varmaz annesine "Anneciğim, halk arasında dönen bu dedikodu nedir?" diye sordu. Annesi Ümmi Ruman, "Yavrum, kendini üzme, yemin ederim ki, Bir erkeğin, yanında güzel bir hanımı olsun ve or-taklanda bulunsun da onun aleyhinde ileri -geri konuşmasınlar; bu nâdir­dir." diye teselli etmeye çalıştı ve "Bu zamana kadar, söylenenleri duy­madın mı? " diye teselli etmeye çalıştı ve "bu zamana kadar, söylenenleri duymadın mı?" diye sordu. Hz. Âişe, ağlamaya başladı ve bütün gece sa­baha kadar ağladı. Sabahleyin de ağlamaya devam etti. Bu sırada ba­bası Ebu Bekir yanına gelerek, anne­sine "Bu neye ağlıyor?" diye sordu. Annesi "Bu zamana kadar söylenen­lerden haberi yokmuş" dedi. Babası da ağlamaya başladı ve "sus kızım" diyerek Hz. Âişe'yi yatıştırmaya ça­lıştı. Hz. Âişe'nin gözyaşı dinmiyor­du. Anne ve babası ciğerinin parça­lanmasından korkuyorlardı.

Diğer taraftan Hz. Peygamberin de canı son derece sıkılmış, ashabından Hz. Ali ve Üsâme İbn Zeyd gibi bazıları ile durumun değerlendirme-sini yapmış ve Hz. Âişe'nin hizmetçisi Berîre'den de durumu tahkik etmişti. Bütün bunlar ortaya koymuş­tu ki, sevgili eşi Hz. Âişe, kuşkuya yer kalmayacak derecede teıtemizdi.

Çocuklara taşlatılmasını, dişinin kı­rılmasını dalgakıran gibi metanetiyle karşılayıp "Kavmim bilmiyor, onlara hidâyet eyle" diyen o yüce peygam­ber, iftiranın açtığı derin yara karşısında "Kendisi ile ilgili ha­yırdan başka bir şey bilmedi­ğim eşim hakkında bana eziyet eden bir şahsa karşı kim bana yardım eder de benim için on­dan intikam alır" demekten kendi­sini alamamıştı. Devamla şöyle demişti: "Bu iftiracılar öyle bir adamın adını ortaya koydular ki, ben bu zat hakkında da ha­yırdan başka bir şey bilmiyo­rum. Fazilet sahibi bu kişi şim­diye kadar ailemin yanına yal­nız girmemiş, ancak benimle beraber girmiştir."

Bu konuşma üzerine Evs kabilesin­den Sa'd İbn Muâz ayağa kalktı, yemin ederek "Size ben yardım edeceğim, eğer iftiracı Evs'dense biz onun boynunu vururuz. Şayet Harec kardeşlerimizdense, ne yapılması ge­rektiğine siz emredersiniz, biz emri­nizi yerine getiririz." dedi. Bu sözler, iki kabile arasında tartışma ve gürültü çıkmasına sebep oldu.

Hz. Aişe'ye gelince, O iki gece ve bir gündür uyumuyor, gözyaşı dökü­yordu. Hatta, ağlamaktan yüreğinin paramparça olduğunu sanmıştı. O kadar ki, O'nun yürekler parçalayan bu ağlamasına, Ensardan bir kadın da dayanamayıp O'nunla birlikte gözya­şı dökmüştü. Anne ve babası da kedere boğulmuş vaziyette yanında idi­ler. O sırada Hz. Peygamber içeri girdi ve Hz. Aişe'nin yanına oturdu. Oysa, dedikodu çıkalidan buyana Hz. Aişe'nin yanma oturmamıştı. Ayrıca bir aydır beklediği halde kendisine bu konu ile ilgili herhangi bir Vahiy de gelmemişti. Hz. Âişe'ye, iftiraları kasdederek: "Ey Âişe, hakkında be­nim kulağıma şöyle şöyle sözler geldi. Eğer sen bu dedikodulardan uzak isen yakında Allah seni temize çıkarır, yok, şayet böyle bir günaha yakla ştıysan Allah'a tevbe et bağışlanmanı dile... Çünkü kul güna­hını itiraf eder, sonra da tevbe ederse Allah da ona bağışlama ile muamele buyurur" dedi.

Bu sözler karşısında, Hz. Âişe'nin âdeta kanı donmuş gözyaşı kesil­mişti. Bir damla akmıyordu. İftiradan yüreği kavrulmuştu. Konuşacak du­rumda değildi. Babasından ve anne­sinden Hz. Peygamber'in bu sözle­rine karşı kendi adına cevap vermele­rini istedi. Fakat her ikisi de, "Hz. Peygamber'e ne diyeceğimizi bilmiyo­ruz" diyerek bu isteği yerine getire­mediler. Bunun üzerine yine kendisi konuşmaya mecbur kaldı:

"Biliyorum ki, siz halkın dedikodu­sunu duyup büyülttünüz ve ona inandınız. Size, ben bu hususta temi­zim desem, - Allah biliyor ki ben ter­temizim- beni doğrulamazsınız. Günahı işledim desem, kuşkusuz hemen tastik edersiniz. Ama Allah biliyor ki, ben bu hususta günahsızım.

"Sizinle benim şu durumuma örnek olarak Yusufun babası Yakub'u bulu­yorum: Yusuf un kardeşlen, O'nun gömleği üzerinde sahte kan lekesi

getirdikleri zaman, babası Yakub, "Şimdi işim sabr-ı cemîldir. Söyledik­lerinize karşı da sığmağım Allah'tır." demişti."

Hz. Âişe ciğerinden birer parça gibi dökülen bu sözlerden sonra yatağına döndü. Kendisinin Allah tarafından temize çıkarılmasını bekliyordu. Fa­kat bunun, kıyamete kadar okunacak bir vahiy ile değil de, Hz. Peygambe­rin göreceği bir rüya ile gerçekleş­eceğine muhakkak gözüyle bakıyor­du.

Hz. Âişe bu düşünceler içindeyken, daha kimse bulunduğu yerinden ayrılmadan O'nun tertemiz olduğuna dair Nûr sûresinin onbirinci âyetin­den itibaren on âyet nazil oldu.

Âyetler inerken Hz. Peygamber'de Vahyin iniş sırasındaki haller görül­dü. Kendisine bir örtü örtüldü ve başının altına da bir yastık konuldu. Hz. Âİşe, kendisinden emin, güven içinde bekliyordu. Fakat anne ve babasının dedikodulara hak verecek bir vahyin gelmesi korkusuyla nerde ise kalpleri duracaktı.

Nihayet Hz. Peygamber açıldı. Gülüyordu. İlk söylediği söz şu oldu Ey Âişe, müjdeler olsun, bilmiş olasın ki, vallahi Alİah seni kesin bir şekilde temize çıkardı." Bunun üze­rine annesi, "Kalk n Resûlullah'a teşekkür et" dedi. Hz. Âişe ise, "Val­lahi, ne O'na, ne de beni temize çıkaran Allah'tan başkasına teşekkür ederim" diye karşılık verdi.

Nûr sûresinden on âyetin inişine sebep olan İfk Olayı, tefsir ve hadis kitaplarıda genellikle bu şekilde riva­yet edilmiştir.



Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin