9. İstişare
Bazı rivayetlerde erkeklere, kadınlarla istişare etmekten sakınmaları tavsiye edilmiştir. Bu rivayetlerin izahında itaat konusunda değindiğimiz hususlara ek olarak, konuyu 22. bölümde izah edeceğimiz için burada konuya sadece başlık ile değinmek yeterli olacaktır.
10. Kocanın Eşinin Kişisel İşlerine Karışması
Dinî metinlerde, erkeğin eşinin kişisel işlerine karışma hakkı bulunduğu şeklinde algılanabilecek bazı rivayetlere rastlamaktayız; bu rivayetlerin ilk tezahür gerekçelerine göre kadın, bazı kişisel işleri için kocasından izin almalıdır. Bu noktada oruç, hac, itikâf gibi bazı bireysel müstehap ibadetlere ve nezir, yemin etme gibi dînî yükümlülüklere ve sadaka ve infak gibi bazı mali tasarruflara değinebiliriz.
Buna karşın hac ve itikâf gibi ibadetler sırf kadının evden çıkmasını gerektirdiği için kocanın iznine bağlanmıştır ki önceki bahislerimizde kadının evden çıkması konusunda gerekli bazı noktalara işaret ederek konuya değinilmiştir.
Müstehap oruç -özellikle kocanın evde olmadığı veya cinsel talepte bulunmadığı varsayımında- nezir, sadaka ve infak gibi durumlarda 11, 12 ve 13. bölümlerde beyan edildiği üzere kocadan izin alma mecburiyeti yoktur ve müstehap bir ameldir.
Rivayetlerden anlaşılan şudur: İslam’ın kocanın konumunu pekiştirmeye yönelik ihtimamı (özeni), sadece kocanın eşine yönelik kesin hakları çerçevesindedir (cinsel hak ve eşinin evden çıkmasını kontrol etme hakkı) ve bu çerçevenin dışında kadınlara başka kısıtlamalar getirilmemiştir.
Bu arada, kadının kocasının izni olmaksızın ettiği yeminin geçersiz telakki edilmesi [14]meselesinde şöyle bir soru gündeme gelebilir: Bu hükmün bahsimizin esas konusu, yani aileyi yönetme meselesi üzerinde nasıl bir etkisi olabilir? Başka bir ifadeyle, bu hüküm babaerkil bir içeriğe mi sahiptir, yoksa başka türlü de değerlendirilebilir mi?
İslam dini baba, koca ve velinin yüksek konumuna vurgu yapar; ama sözü edilen hükmü, yani evladın, eşin ve kölenin izin alma zaruretini, hükmün kolaylığını ifade eden ve bu boyutu üzerinde duran farklı bir tefsir ile sunmak mümkündür.
Konuyu açmak gerekirse eğer; İslam şeriatinde yemin etmek, yükümlülük getiren bir ameldir ve yemin eden kişi, kendisini meşru bir işi yerine getirmek üzere yükümlü hâle getirir. Şer’i yemin yüce Allah’ın adını zikrederek edildiği için yükümlülüğe bağlı kalmama durumunda yemin eden kişi, Allah’ın adına saygısızlık anlamına gelen, “Ettiği yemine saygısızlığı” telafi etmek üzere kefaret ödemesi gerekir.
Bu noktadan hareketle, hükümde üzerinde durulan meselenin aslında bu elzemi kaldırmak ve yemin edenin ellerini açık bırakmak sureti ile evlada, eşe ve köleye bir nevi kolaylık sağlamaktan ibaret olduğu, onların yetki ve iradelerini yok saymak olmadığı ve bu insanların her birinin yetkisinin genel kurallar çerçevesinde öngörüldüğü söylenebilir. Zira onların yeminlerini geçersiz saymanın anlamı, yeminin içeriği veya kendilerini yerine getirmek üzere yükümlü hale getirdikleri işe yönelik değil, yeminin kendisine yönelik yetkilerini yok saymaktır. O zaman yeminden önce yeminin içeriğini kapsayan her hüküm, yeminden sonra da yerindedir ve örneğin, kadın yemin etmeden önce yeminin içeriğine yönelik her türlü yetkiye, yemin ettikten sonra da aynen sahiptir ve bu hükmün tek tesiri, yemin etmekten doğan mecburiyeti ortadan kaldırmaktır.
Bu meseleyi şu örnekle daha fazla açıklığa kavuşturabiliriz: Eğer bir kadın kocasından izin almaksızın tahsil etmeye veya kocanın haklarına aykırı olmayan her türlü mubah ameli yerine getirmeye yemin ederse, yemininin etkisizliğinden şu kastedilir: Bu kadın ettiği yemin yüzünden okumak zorunda değildir ve eğer okumayı terk ederse, kefaret ödemesi gerekmez; ama kadının okuma yetkisi de yok olmaz. Bu yüzden kocası eşinin okumasına razı olmasa bile kadın, evlilik görevlerini ihlal etmemek kaydıyla okuyabilir.
Yeminin içeriği kocanın hakları ile çelişirse kadının, şer’i açıdan o işi yapması caiz değildir, bu kısıtlamanın yeminin kendisi ile hiçbir ilgisi yoktur.
Bu yüzden bu hükmün en önemli faydası şudur: Eğer böyle bir hüküm söz konusu olmasaydı, belki de kadın veya evlat, bir işi yapmaya yemin eder ve ardından kocanın veya babanın o işe yönelik ilgisizliği ile karşılaşır ve sonuçta ya o işi kocanın veya babanın isteğinin tersine yapmak veya yemini kırmak ve bu yüzden kefaret ödemek zorunda kalabilirdi. Ancak İslam dini bu hükümle, kadın ve evlat hakkında bu sıkıntıyla karşı karşıya gelmemeleri için bir kurtuluş yolu açmış, bir kolaylık sağlamıştır.
Benzer bir yorumu evli kadının adakta (nezirde) bulunma hükmü hakkında gündeme getirmek de mümkündür. Fıkhî açıdan savunulabilir gibi görünen kadının nezrinin doğruluğu konusunda, kocanın izin şartını inkâr etmekle bu hükmün izahında özel bir sorunla karşılaşmayız. Zira kocasının onayını alması gerekmez; izin almasının müstehap sayılmasının sadece ahlakî boyutu vardır.
Kadının nezrinin doğruluk şartını kocanın izni şeklinde beyan eden bazı fakihlerin fetvasına göre, nezir de yemin etmek gibi yükümlülük getiren bir ameldir ve kişi bu yoldan, farz veya müstehap bir ameli yerine getirmek üzere kendisini yüce Allah’a karşı yükümlü hale getirir ve nezrini yerine getirmediği takdirde kefaret ödemesi gerekir.
Dolayısıyla İslam dini nezri kocanın iznine tâbi tutmak sureti ile kadının, nezrin içeriğine yönelik yetkisini elinden almaksızın onu nezrin getirdiği yükümlülük bağından kurtarmıştır.
11. Boşanma Hakkı
İki taraflı akdî mahiyeti olan izdivaç fiilinin aksine, boşanmada ika (tek taraflı gerçekleştirme) söz konusudur. Yani inşa edilmesi bir kişi tarafından gerçekleştirilir.
Boşanma meselesinde fakihler arasında önemli bir anlaşmazlık yoktur ve hepsi de, boşanma hakkının öncelikli hüküm olarak kocaya ait olduğu ve kadın bağımsız olarak boşanma fiilini gerçekleştiremeyeceği konusunda hemfikirdir.
Şiî ve Sünnî fakihlerin görüş birliğine ilaveten, bazı rivayetler de bu duruma delalet eder[1]ve bunun için Müslümanların pratikteki uygulamasına bakmak, Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde boşanmanın erkeklere isnat edildiğine dayanmak mümkündür.
Ama İslam dininin boşanma hakkını mutlak surette kocanın yetkisine bıraktığı ve kadına hiçbir seçenek hakkı bırakmadığı da söylenemez.
Mesela, kocanın nafaka ödemeyi terk etmesi gibi durumlarda yargı yoluyla boşanması (kocanın hâkim tarafından boşanmaya zorlanması veya hâkimin bizzat boşanmaya hükmetmesi) durumu İslam dini tarafından verilen bir hak olarak belirlenmiştir.[2] Yine bazı fakihlerin de belirttiği üzere,[3] kadın ortak yaşamını sürdürdüğü takdirde zarara uğradığı veya meşakkate düştüğü tüm durumlarda, zarar ve haramı reddeden şer’i kaideler gereği yargı yoluyla meşruiyetini ispat etmek mümkündür. Kuşkusuz zarar ve haramı reddetme kaidelerine istinat ederken şu şartı da göz önünde bulundurmak gerekir: Ortada kişisel garaz veya hevesler olmamalı ve akil insanlar zarar veya haram durumlarının doğruluğunu onaylamalıdır. Örneğin, bir kadının kocasına yönelik kişisel nefreti yüzünden eşi ile ortak yaşamın meşakkate sebebiyet verdiğini ve buna tahammülün mümkün olmadığını iddia etmesi, kocanın zorunlu boşanmasına gerekçe oluşturamaz.
İkincisi, Şiî fakihlerin İran İslam Cumhuriyeti Medeni Kanunu’nun 1119. maddesinde de yer alan meşhur görüşüne göre, kadın nikâh akdi veya diğer her türlü gerekli akit sırasında şart koyma yöntemine başvurarak kocasına niyabeten boşanma vekâletini kendisi veya üçüncü bir şahıs için elde edebilir ve şartta belirlenen durumlarda kendisini boşayabilir, bu şartların gerçekleşmesi durumunda kocasının kendisini boşamasını da şart koşabilir.[4]
Burada şu soru akla gelebilir: İslam dini kadın ve erkek arasında neden ayrım yapmış ve boşanma hakkını neden kocaya vermiştir? Hatta kadın için boşanma hakkını tanıdığı özel durumlarda bu hakkın, kocayı boşanmaya zorlama veya hâkim tarafından boşanma şartını koymuş ve kadın boşanmak istediğinde bu ameli kocaya niyabeten veya vekâleten saymıştır?
Bu sorunun cevabında, daimi ve geçici evlilikler arasındaki farklılıklarla ilgili kısa bir açıklamaya gerek vardır. İslam dini bu iki evlilik konusu arasındaki özellikleri, amaçları ve şartlarının özündeki bazı farklılıkları göz önünde bulundurmuş ve açığa çıkarmıştır. Geçici izdivacı teşri etmenin önemli amacı, cinsel ihtiyaçları meşru yollardan tatmin etme imkânını yaratmaktır; üreme, evlat yetiştirme ve iktisadi işlevler bu tür izdivacın esas amaçları arasında değildir. Amacı geçici ihtiyaçları karşılamak olan ve en az yükümlülük ve sorumluluk gerektiren bu tür bir izdivaç modeli sadece kısa vadeli bir anlaşmaya tâbidir ve insanlara ağır yasal kısıtlamalar oluşturmak, irade ve özgürlüklerini ellerinden almak gibi herhangi bir sınır ile sınırlandırılmamıştır. Bu yüzden geçici izdivacı sonlandırmak için boşanma fiili ne gereklidir ve ne de doğrudur. Bu izdivaçta çiftin ayrılması, üzerinde anlaşılan sürenin sona ermesi veya geriye kalan sürenin erkek tarafından kadına bağışlanması şeklinde gerçekleşir. Böyle bir evlilikte, boşanma hakkının erkeğe özgü olması da asla söz konusu değildir, ilişkinin başlama zamanı ve son bulma noktası tamamen tarafların görüşüne bağlıdır.
Buna karşılık, daimi izdivaç modeli, teşriinde yer alan önemli amaçları itibarı ile sorumluluk ve yükümlülük getiren bir modeldir, uzun vadeli ve istikrarlı bir anlaşma gerektirir. Öte yandan yakın ve uzun vadeli bir ilişkide aksama yaşanması ihtimali, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Bu yüzden İslam yasama yöntemleri aynı anda üç amacı gerçekleştiren bir tedbir koymuştur:
1- İzdivacın istikrarını mümkün mertebe güvence altına almak,
2- Zulüm ve adaletsizliği önlemek,
3- Uygunsuz şartlarda çiftin yasal olarak ayrılmalarına imkân sağlamak.
İslam dini üçüncü amacın gerçekleşmesi için boşanma ilkesini meşru saymış ve böylece boşanmayı temelden reddeden bazı hukuki sistemlerle bu olaya karşı çıkmıştır. Ama esas sorun, ilk iki amaçla ilgilidir: İslam’ın boşanma hakkını kocaya vermeye yönelik tedbiri bu amaçların gerçekleşmesi için en iyi yöntem midir? Oysa günümüzde karı ve kocanın boşanma konusunda eşit hakka sahip olma seçeneğinin epey taraftarı vardır ve birçok Batılı ülkede bu seçenek resmen kabul edilmiştir.
Bu seçenek, sözü edilen amaçların ilki (izdivacın istikrarı) ile uyuşmazlığı yüzünden İslam’ın ideal seçeneği olmamıştır ve bu uyuşmazlığın en iyi şahidi, boşanma konusunda karı ve kocaya eşit hak tanıyan çağdaş Batılı toplumlarda boşanma oranının fevkalade yüksek olmasıdır.[5] Dolayısıyla en iyi seçenek, çiftlerden birine boşanma hakkı tanımak ve öbürünü her türlü zulüm ve adaletsizliğe karşı korumak ve desteklemektir.
İslam dini bu seçeneği benimserken, mevcut iki ihtimal arasında, yani kocanın boşanma hakkı ve kadını zulüm ve adaletsizliğe karşı destekleme durumu ile kadının boşanma hakkı ve kocayı zulüm ve adaletsizliğe karşı destekleme durumu arasında ilk ihtimali tercih etmiştir. Dinî metinlerde bu tercih için net bir delil getirilmese de, kadın ve erkek arasında bazı doğal ve sosyal farklılıkların bu tercihte etkili olduğu ortadadır. Yine de bu farklılıkların hiçbirini tek başına bağımsız veya tek başına yeterli bir şart olarak beyan edemeyiz.
Doğal farklılıklar konusunda kadının erkeğe olan cinsel ihtiyacına kıyasla erkeğin kadına duyduğu cinsel ihtiyacının daha şiddetli olmasını, erkeklerde sultacı veya avcı ruhun galip olmasını ve kadınlarda bağımlılık ve teslimiyet ruhunun ağır basmasını ve genelde kadın ve erkeğin birbirine karşı duygularının farklı olmasını örnek verebiliriz. Bu konuda şehit Üstad Murtaza Mutahharî de “İslam’da kadın hakları” adlı eserinde bunların bazılarını psikolojik araştırmaların sonuçlarına istinat ederek beyan etmiştir. Şehit Mutahharî boşanma hakkının erkeklere verilmesini şöyle izah ediyor:
Doğa çiftlerin zevklerini, kadını erkeğe karşılık veren taraf olacak şekilde belirlemiştir. Kadının asil ve kalıcı sevgisi, bir erkeğin kendisine yönelik sevgi ve saygısına tepki şeklinde oluşan duygudur. Bu yüzden kadının erkeğe olan sevgisi, erkeğin ona olan sevgisinin ürünüdür ve ona bağlıdır. Doğa, iki taraf arasındaki sevginin anahtarını erkeğe sunmuştur. Eğer erkek, kadını sever ve ona bağlı kalırsa, kadın da onu sever ve ona bağlı kalır. Doğa, izdivacı feshetme anahtarını da erkeğe vermiştir. Yani yine erkek, sevgisizliği ve vefasızlığı ile kadını kendisine karşı soğutur ve sevgisini yok eder. Oysa eğer kadın, sevgisizliğe başlayan taraf olursa, bu durum erkeği etkilemez, hatta belki de daha hırslı yapar. Bu yüzden erkeğin sevgisizliği, iki tarafın sevgisizliği ile sonuçlanır; ama kadının sevgisizliği iki tarafın sevgisizliğine sebep olmaz. Erkeğin sevgisinin soğuması ve sönmesi, izdivacın ölümü ve ailevi yaşamın sonudur; ama kadının sevgisinin soğuması ve sönmesi, onu, iyileşmesi ve şifa bulması mümkün olan yarı ölü yarı diri bir hasta hâline getirir.[6]
Öte yandan erkeklerde akılcılığın galip gelmesi ve geleceği düşünme özelliğine karşı, kadınlarda duyguların galip gelmesi, boşanma hakkının erkeklere verilmesinin muhtemel sebeplerinden biri olabilir.
Boşanma hakkının erkeklere verilmesi üzerinde etkili olan sosyal farklılıklar konusunda da iktisadi görevlerin cinsiyete göre ayırt edilmesi önemli bir etkendir. Bir başka ifade ile belki de İslam dininde erkeğin yükümlülükleri arasında olan ve kadının muaf tutulduğu izdivaç ve boşanmanın mali bedeli, boşanma hakkının erkeklere verilmesinde etkili olmuş olabilir.
Her hâlükârda İslam dini boşanma hakkını erkeklere vermeyi kadınlara destek eğilimi ile birleştirmiş ve kadının kendi iradesi ile evlilik ilişkisinden çıkması için bazı yollar belirlemiştir. Bu konuda iki varsayım vardır:
1- Kocanın eşinin boşanma talebini kabul etmesi,
2- Kocanın eşinin boşanma talebini reddetmesi.
İlk varsayımda kadının hiçbir mali ödeme yapmaksızın uzlaşmalı boşanma imkânı ve yine kadının kocasından “hul boşanma” veya “mübarat” boşanma”[7] modeline göre boşanma imkânı oluşturulmuştur. Kadın kocasına para ödemek veya mehrini veya onun bir bölümünü kocasına bağışlamak sureti ile kocasından boşanabilir.[8]
Ama ikinci varsayımda, kadının boşanmasıyla sonuçlanabilecek olan “şikak” durumlarında[9]iki taraf arasında hakemlik meselesi[10] dışında, bahsimizin başında da belirtildiği üzere, yargının kocayı boşamaya zorlama veya boşanmanın hâkim tarafından uygulanmasının sebebi erkeğin eşine yönelik her türlü kasıtlı veya kasıtsız zarar verme durumunun engellenmesi gözetilir.[11]
Demek ki, nikâh sırasında şart koyma yöntemi dışında; İslam dini kadın ve erkek arasında boşanma hakkı konusunda farklı bir muamele uygulamıştır. Ama nikâh sırasında şart koyma kaidesi birinci dereceden kaide ve hükümlere uygulanan bir fıkra olarak boşanma konusunda karar alma imkânını kadınlara sunmaktadır; zira kadın kocası tarafından vekil olma şartını belirlemek sureti ile boşanma hakkını elde etmenin yanında, nikâh sırasında kocasının boşanma hakkını kullanmaması da şart koşabilir ve böylece kocanın seçim hakkına kısıtlama getirir veya bu hakkın uygulanmasını tamamen engeller.[12]
Ama burada şöyle bir soru akla geliyor: Kadın ve erkeğin boşanma hakkında eşitsizliğini izah ederken biraz önce izdivacın istikrarının güvence altına alınmasına istinat edildi, oysa kadının bu hukuki yöntemi sınırsız bir şekilde kullanması durumunda aile ocağının istikrarı tehlikeye düşer ve sonuçta ileri sürülen gerekçe geçerliliğini yitirir. İşte bu yüzden, bu yöntemi mutlak ve kayıtsız şartsız kullanmayı yaygınlaştırmak yerine, özel şartlarla sınırlamak gerekir. Özellikle şunu da unutmamalı: Bu yöntemin İslam tarafından onaylanmış olması, teşvik edilmesi anlamına gelmez ve eğer aile temellerini sarsma gibi sonuçları olacaksa İslam açısından asla kabul edilmez.
[1] Vesailu’ş-Şia, c.15, “Mukaddimatu’t-Talak” babları, 42. bab, s.340 ve Müstedreku’l-Vesail, c.14, s.285, c.15, s.306 ve Kazvinî, Sunen-i İbn Mâce, c.1, s.672
[2] Vesailu’ş-Şia, c.15, “Nafakat” babları, 1. bab, s.222-226
[3] Tabatabaî, Yezdî, Tekmiletu’l-Urveti’l-Vuska, c.1, s.75; yine gönümüzün bazı fakihlerinin bu sorunu ve bazı aile hakları sorunlarının çözümünde bize yardımcı olacak “la zarar” kuralı hakkında görüşleri hakkında bk. ikinci ek, 1. bölüm
[4] Saffar, “Vaz-i Hukuki-i Zen Der İnhilal-i Nikâh Ez Tarik-i Talak ve Fesh”, Baz Pejuheşi Hukuk-i Zen, c.2, s.116-121
[5] Örneğin, Amerika’da her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanmaktadır. bk. Ward and Stone, Sociology fort he 21 st Century, P.296
[6] Mutahharî, Nizam-i Hukuk-i Zen Der İslam, s.316-317. Burada şunu da açıklamada fayda var: Bazı yazarlar bu şekilde bir istidlali, “var olanlar”dan “olması gerekenler” sonucunu almanın örneklerinden bilmiş ve bu sebeple Şehit Mutahharî’yi eleştirmişlerdir. Bk. Muhammed Mensurnejad, Mes’ele-i Zen, İslam ve Feminizm, s.198. Fakat bu kişiler mantıken “varlar olanlar”dan “olması gerekler” sonucunu alma meselesi ile gerçek maslahat ve meselelere dayalı ilkel şerî hükümleri birbirinden ayırmamışlardır. Son meselede -ki bir ihtimale göre Şehid Mutahharî’nin sözü buna yöneliktir- amaç tabiat kanunlarından şerî ve hukukî ahkâmı almak değil, aksine, sadece teşri sistemi ile tekvin sistemi arasındaki uyumu ortaya koymaktır
[7] Hul talak’ı kadının kocasından nefret etmesi, mübarat talakı ise tarafların birbirinden nefret etmesi durumundadır
[8] Bazıları bu örnekte kadının kocasından boşanmak için tam bir yetkiye sahip olduğunu, kocasının talak vermesine ve hatta onun muvafakatini almaya gerek olmadığını sanmışlardır. bk. Mihrizî, Şahsiyet ve Huku-i Zen Der İslam, s.456. Fakat hul talakını erkeğe isnat eden veya her iki tarafın rızasını muteber bilen birçok rivayete bu görüşü reddetmektedir. bk. Vesailu’ş-Şia, c.15, “Hul ve Mubara” kitabı, 1. bab, s.488 ve 489; 4. bab, s.495, h.5, 6. bab, s.497, h.4 ve 7. bab, s.499, h.4
[9] “Şikak” her iki tarafın birbirine karşı görevlerini yerine getirmemesi, eşlerin birbiriyle uyuşmadığı gibi talak ve boşanmaya da rıza göstermedikleri durumdadır. Tusî, s.499, h.4
[10] Hakemlik konusu hakkında bk. Necefî, Cevahiru’l-Kelam, c.31, s.209-217
[11] Mutahharî, Nizam-i Hukuk-i Zen Der İslam, s.347-359
[12] Vesailu’ş-Şia, c.15, “Muhur” babları, 20. bab, s.30, h.4; yine bk. İmam Humeynî, “Bey’” kitabı, c.5, s.170-173
Dostları ilə paylaş: |