İslam’in etrafindaki ŞÜpheler



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə8/31
tarix27.12.2018
ölçüsü0,89 Mb.
#87561
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   31

İslâm Ve Şahsî Mülkiyet

Şahsî mülkiyet fıtri bir karakter midir? Onun öy­le olmadığı üzerinde komünistler ve kuyrukları ısrar eder; derler ki;

«Komünizmin hâkim olduğu ilk cemiyetlerde hiç bir kim­senin özel bir mülkü yoktu. Her şey ancak cemiyetin mülkü idi. Sevgi, yardımlaşma ve kardeşlik cemiyetin her ferdine hâ­kimdi. Fakat maalesef bu melek devre uzun sürmedi. Ziraat keşfolunduğundan beri ekilmiş topraklar ve elde edilen mahsul­ler üzerinde anlaşmazlık canlanıp yürüdü. Harpler başladı... Şahsî mülkiyete olan sevgisinden dolayı beşeriyet, üzerine eğil­diği bugünkü duruma döndü ve onun üzerinde boğuşmaya baş­ladı. Etrafı kaplayarak uzanmış olan şu kötülüklerden kurtul­mak için ilk devresine dönmekten başka beşerin kurtuluş yolu yoktur. Öyle bir dönüş ki, orada hiçbir kimsenin özel mülkü bulunmayacak, ancak herkesin istihsal ettiği şeye herkes malik olacaktır. Böylece sevgi ve anlaşma ruhu avdet eder ve bu ruh beşeriyete hâkim olur,»

Burada komünistleri bir an kendi hallerine bıra­kacak olursak, insanın davranışlarında, duyguların­da ve fikirlerindeki fıtri ve müktesep olan hususları tahdit konusunda psikolog ve sosyologların kendi ara­larında şiddetli ihtilâfa düştüklerini görürüz. Çünküi onlar şahsî mülkiyet meselesinde anlaşmazlık halin­dedirler, şöyle ki: İnsanı çevreleyen şartlardan sarfınazar edilince, acaba şahsî mülkiyet duygusu insan­la beraber doğan fıtri bir karakter midir? Yoksa, o çevrenin tesirinden mi meydana gelmiştir? Yâni ço­cuğu, oyuncağını ve eşyasını konuna teşebbüsüne sevk eden sebep, acaba onun oyuncağının kifayetsiz­liği veya başkasının onu olmasına karşı koyma ihtiya­cı mıdır? Meselâ: Bir yerde on çocuk olduğu halde bir tek oyuncak bulunduğu zaman çocuklar o oyun­cak üzerinde mutlaka kavga yaparlar. Lâkin on ço: cuk için on tane oyuncak bulunduğu zaman herkes kendi oyuncağı ile iktifa eder ve böyle niza' ortadan kalkar mı?



Bunlar ve onlar hakkında bizim bazı mülâhaza­larımız olacak:

1 - O mütefekkirlerden bir tanesi bile, şalisi mülkiyetin fıtri bir karakter olmadığını kat'î bir şe­kilde ifade ve isbat edememiştir. Onlardan solcu olan­ların bütün söyledikleri: «Şahsî mülkiyetin fıtri bir karakter olduğuna kat'î bir delil yoktur.» sözünden ibarettir. Malûmdur ki, bu ifade ile kat'i selb arasın­da mühim bir fark vardır. Eğer onlar bunu selb eden yakini bir delil buisalardi, reddetmek hususunda te­reddüt etmezlerdi. Çünkü onların şevki tabiî'Ieri (iç­güdüleri) şahsî mülkiyetten nefret eder.

2 - Onların göstermek istedikleri örnek -ço­cuklar ve oyuncaklar gibi - bu konuda ortaya koy­mak istedikleri şeye delâlet etmez. On çocuk ve on oyuncak bulunup da sonra niza'm zail olması; bu du­rum mülkiyet için fıtri bir karakterin ademi vücudu­na delâlet etmez. Ancak bu fıtri karakterin eşit hal­lerde herkes arasında mutlak bir müsavata rıza gös­termesinin mümkün olacağına delâlet, eder. Bu da ash selbetmez. Ancak onun gayelerini tahdit eder. Kal­dı ki bu gibi hallerde görülen, çocuklardan çoğunun, iradelerinin dışında bir mâni bulunmadıkça, diğer arkadaşlarının oyuncaklarım zorla ellerinden almak tiyle kendi ellerindeki oyuncaklarının adedini çoğalt­mağa çalışmalarıdır!

3- İlk cemiyette komünistlerin varolduğunu farzettikleri «meleklik» devresine gelince, biz böyle bir devrenin varlığı hakkında yakîynî bir deliie mâ­lik değiliz. Orada istihsal vasıta ve imkânları yoktur. O halde gayri mevcut olan bir şey üzerine nasıl niza' kopardı? Ağaçlar vasıta kullanmadan ve emek sar-fetmeden onların gıdalarını temin ediyordu. Avlan­madaki iştirake gelince, tabiatı ile yalnız ava çıkan­ları vahşî hayvanların parçalaması korkusundan do­layı avda iştirake mecburdurlar CBununla beraber cesur olanlardan bazılarının, şecaatlarmı ve seçkinlik­lerini isbat için yalnız başına ava çıkmadıklarını kat'î şekilde söylemeğe muktedir değiliz. Bu cidden mühim bir meseledir. Bir müddet sonra ona tekrar dönece­ğiz). Çünkü korktuğu ve bozulduğu için avlananları depo etmek mümkün değildi. O halde av için vaktin­de mutlaka hazırlıklı bulunmak lâzımdır. Bu mesele­de niza'm bulunmaması o devirde şahsi mülkiyet ka­rakterinin bulunmadığına bizatihi delil olmaz. Bu du­rumun hadd-i zatında üzerinde niza' yapılacak şeyin bulunmamış olmasından meydana gelmesi muhtemel­dir. Zira, ziraat keşfedilince mücadele başladı. Ya'ni o devirde, henüz harekete sevkedici faktörün bulun­maması sebebiyle o karakter gizli idi. Bilâhare sebe­bi bulununca meydana çıktı.

4 - Hiçbir kimse bize, o zamanda, bir kadına mâ­lik olmak için, erkekler arasında mücadele yapılmadığını söyleyemez. Komünistlerin iddia ettikleri gibi o devrede cinsî iştirakin mevcut olmasına rağmen, şüphesiz hiçbir kimse o ilk cemiyette yüzde yüz ka­dında iştirakin hâkim olduğunu iddia edemez. Bilfarz onun mevcut olması dahi, rakipler nazarında, diğer­lerinden daha güzel bir kadın etrafında rekabetin mevcudiyetini meneden bir delil sayılmaz. Bu konu­da en büyük ehemmiyeti haiz olduğuna inandığımız ve hakkında araştırma yapacağımız düğümlerden (ki­lit noktalarından) birisi işte buradadır.

O da: «Her şeyin birbirine benzediği ve birbirine eşit olduğu zaman niza' ortadan kalkar.» Faraziyesi-dir. Fakat, yükseklik ve alçaklık bakımından insanlar nazarında eşya ve onun kıymet hükümleri değiştiği zaman orada rekabet ve mücadele başlar. Hatta ko­münistlerin bütün hayallerinin ve geleceğe ait ger­çekleşmesini umdukları bütün rüyalarının dayanağı olan melekler cemiyetinde bile!..



5- Son olarak hiç bir kimse o ilkel cemiyette üstünlük ve seçkinlik vasıflarında vaki rekabetin var­lığını inkâr etmez. Meselâ kahramanlık veya kuvvetlilik veya sabırlı ve metanetli olmak veyahut her han­gi bir sıfatla temayüz etmek gibi. İşte bugün iptidaî bir şekilde yaşayan kabilelerin bazısı, - ki komünist­ler ilkel toplumu ona kıyas ederler kızlarını ancak, vurulacak yüz kırbaca, zafiyet göstermeden ve of de­meden tahammül edenlere verirler, bu imtihanı ve remiyenierle kızlarını evlendirmeyi reddederler.

Niçindir' bu?.. Hangi sebebten dolayı gençler bu imtihana koşarlar, seçkin olduklarını isbata rağbet ederler. Eğer her şey mutlak eşitlik prensibi üzerine seyrediyorsa, o halde bir insanı, «Ben başkalarına eşit değilim, belki onlardan daha üstünüm.» demeğe sevkeden sebep ve saik nedir?

Burada, inandığımız ve ehemmiyetine binaen ba­his konusu yaptığımız düğümlerden başka bir düğüm daha vardır. Şöyle ki, şahsî mülkiyetin hadd-i zatın­da fıtri bir karakter olmadığı farzedüse bile, beşeriy-yet şahsi mülkiyete, ilk çağlardanberi kurtulamadığı bir başka fıtrî karakter ile bağlıdır.- O da emsali ara­sında temayüz etme arzusudur.

İslâmm mubah saydığı şahsi mülkiyetten bahset­memiz için bu nazarî bahisleri terkediyoruz. Komü­nistler diyorlar ki, bütün tarih devirleri boyunca şah­sî mülkiyete zulüm arkadaşlık etmiştir. Beşeriyetin boğuşmadan kurtulup sükûn ve istikrara kavuşması istendiği takdirde mutlaka şahsi mülkiyetin ilgası lâ­zım gelir.

Beşeriyetin ilerlemesinde ferdi karakterlerin tesirini komünistlerin görmemezlikten gelmelerinden ve yine onların daha nice hakikatleri tahrife yelten­melerinden sarfı nazar edecek olursak görürüz ki, ilk komünizm devrinde beşeriyet hiç ilerlememiştir. İler­lemeye ancak mülkiyet mücadelesinden sonra başla­mıştır. Binaenaleyh bu mülkiyet mücadelesi tamamen kötü değildir. Bu mücadelenin makûl 62bir hudut içinde vukuu sosyal, iktisadi ve psikolojik bir zaru­rettir. Bunların hepsinden sarfı nazar ederek düşünürsek kati bir şekilde görür ve anlarız ki İslâm, beşeriyete hulul eden zulmün nıenşeinin hakikatte sa­dece şahsi mülkiyet olduğunu kabul etmez. Genel ola­rak İslâm âleminin dışında, hassaten Avrupa'da mül­kiyete arkadaşlık eden zulüm ancak oradaki mülk sahibi sınıfın, kanunu yapan ve aynı zamanda hük­meden zümre olmasından meydana gelmiştir.

Hâl böyle olunca, o zümrenin kendi menfaatleri lehine hükmetmesi, kendi çıkarlarını koruyan, başka­larının çıkarlarını zedeleyen kanunlar vaz'etmesi ta­bii idi.

Lâkin İslâmda böyle hâkim bir sınıf yoktur. Bi­lindiği gibi kanun da halk sınıflarından muayyen bir sınıfın yaptığı şey değildir. O ancak herkesin halikı olan Allah tarafından gelmiştir. Malûmdur ki, Allah Teâlâ'nm kullarından birini diğeri hesabına, veya bir sınıfı diğer bir sınıfın hesabına kayıracağı tasavvur olunamaz. O'nu öyle yapmaya hâşâ hangi şey zorla­yabilir.63 Allah Teâlâyı bütün noksanlıklardan tenzih eder ve O'nu bütün kemâl sıfatiariyle tavsif ederiz.

İslâmda devlet reisi hür bir seçimle millet tara­fından seçilen bir şahıstır. Onu hüküm mevkiine lâyık kılan, herhangi bir sınıf meziyeti değildir. Sonra c, hükmü ele alınca, kendisini değil yalnız Allah'ın vaz'-eîtiği kanunları tatbik ve tenfiz etmekle vazifelidir.

Onun halk üzerindeki sultası Allah'ın kanununu tat­bik etmekten daha öteye geçemez. İlk Halife Hz. Ebu-bekir (R.A) der ki: «Sizi idare hususunda Allah'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Eğer Allah'a âsi olursam, o zaman sizin üzerinize bana itaat et­mek lâzım gelmez.» Binaenaleyh, İslâm halifesinin, şeriatte bir imtiyaz olarak kendi şahsı veya başkası için kullanabileceği her hangi kanuni yetkisi yoktur. Bundan dolayı o, cemiyetin bir sınıfını başka bir sınıf üzerinde imtiyazlı kılmağa veya sermayedar zengin­lerin siyasi nüfuzuna boyun eğerek mal sahibi olma­yan fakirlerin aleyhine kanunlar vaz'etmeğe ne selâniyetli ne de muhtaçtır.

Biz burada İslâmın bihakkın tatbik edildiği devir­lerden bahsedeceğiz. Azılı saltanat şekline tahavvülünden sonra İslâmın idaresine giren bozukluklara bakmayacağız. Çünkü bozuk şeklile o düzen hiç bir vakit hakiki İslâm değildir. İslâmın da ondan sorum­lu olması aklen mümkün olamaz. Bundan başka, bü­tün adaleti ve örnek şekliyle îslâmm tatbik edildiği müddetin kısalığı, hiç bir vakit onun, gerçekler dün­yasında tatbiki mümkün olmayan hayalî bir nizam olduğunu da ifade ve irade- etmez. Bir kere vukua ge­lenin bir kerre daha vukua gelmesi halile. mümkün­dür. İnsanlar o örnek devrenin geri dönmesini büyük bir özlemle candan istiyorlar. Bugün müslümaniar için onu gerçekleştirmek tarihin uzak devirlerinde ata­larının elinde gerçekleşmesinden daha kolay ve akla daha yakındır.64

Yukarıda serdettiklerimizden anlaşılacağı veçhi­le İslâm nizamında malsahibi bulunan zenginler kendileri için kanun yapamazlar. Onlar da başkaları gi­bi, insanî hukuk ve beşeri haysiyyette herkesi bir tu­tan umumî bir kanuna boyun eğerler. Amma nasslar-dan birisinin tefsirinde ihtilâf meydana geldiği za­man yeryüzündeki bütün kanunlarda olduğu gibi orada da sadece fakîhler fikir sahibidirler65 Bü­yük İslâm fakîhlerinin, malsahibi sınıfını korumak gayesile çalışanlar aleyhine ictihad yapmadıklarına tarih şehadet eder. Onlar daima, çalışanların hakla­rını korumağa ve onların temel ihtiyaçlarını tahak­kuk ettirmeğe daha çok ehemmiyet vermişlerdir. Islamın, işçiyi iş sahibine ortak kılması konusunda ge­çen bölümde vermiş olduğumuz misâl, kasdettiğimiz meseleyi açık bir şekilde anlatır.

İslâmm beşer tabiatı hakkındaki kanaati «Mül­kiyet daima zulüm ve istibdadı kasdeder.» şeklinde kabul olunan yanlış anlayış derecesine varacak ka­dar kötü olamaz. İslâm insan ruhunu terbiyede ve bazı insanları mal sahibi yapmada öyle yüksek sevi­yeye ulaşmıştır ki, Kur'an'da «Gönüllerinde, kendi­lerine verilenlerle ilgili bir ihtiyaç bulmazlar. Kendi­lerine ait özel bir durum olsa bile yine de başkalarını kendilerine ortak sayarlar.» 66denilmiştir. Kur'an âyetleriyle övgülere mazhar o müsîümanlar, Allah'­ın rızasından ve sevabından başka bir şey beklemeden karşılıksız olarak başkalarını kendi mallarına ortak kılıyorlardı.

Az olmakla beraber bu eşsiz örnekleri görmemez likten gelemeyiz. Çünkü onlar, istikbale işaret eden ve günlerden bir gün insanlığın ulaşması mümkün olan seviyeyi müjdeliyen nur pırıltılarıdır.

Bununla beraber İslâm hiç bir vakit rüyalara dal­maz, milletin menfaatlerim bazan bulunacak veya hiç bulunmayacak iyi niyetlere terketmez. Fakat O, ruhları terbiye ve onları kötülüklerden korumağa olan aşırı ihtimamı ile gerçeklere inanır. Bu esasa da­yanan âdil bir dağıtım (inkisam) üe servetin tevziini kefaleti altına alacak kanunları vazeder. Hz. Osman'­ın, «Allah, Kur'an ile menetmediğini sultan ile mene-der.» sözünün ifade ettiği gibi işi iki cihetten teminat altına alır.

Mülkiyet fiilen tarihte bulundu, fakat ona zulüm her zaman arkadaşlık etmedi.

Geçen iki bölümde İslâm tarihinden iki misâl vermiştik. Birisi ziraat mülkiyetinden idi. Orada gör­dük ki, o mülkiyet, Avrupa'da olduğu gibi, îslâm âle­minde işi derebeyliğe götürmedi. Bu da Islâmda, de­rebeyliği meneden, işçileri mal sahiplerinin istisma­rından uzak tutan, haysiyyetli bir yaşayışı zengin ol­mayanlara da temin eden içtimaî ve iktisadî kanun­ların bulunmasmdandır.

Diğer misâl kapitalizm mülkiyetinden idi. Birini cide olduğu gibi bunda da gördük ki, îslâmm dört bun cağında kapitalizmin neş'eti farz edilmiş olsaydı, ancak îslâm ondan hayırların galip olduğu bir miktarı mubah kılacaktı, elinde bulunan kanun Ve ahlâk vasıtalarıyla zulüm ve istismarın karşısına dikilecektij Hâl böyle olunca tabiatile o zaman mülkiyet, bugün kapitalist garbın altında inlemekte olduğu kötü neti! çelere müncer olmayacaktı. Sonra îsîâm, mülkiyeti mutlak olarak mubah kılmadı. îslâm umumî gelir kay­naklarının, cemiyetin müşterek malı olduğunu nass ile ifade etmiştir. Bununla beraber adaleti gerçekleş­tirmenin şahsî mülkiyetin haram kılınmasını iktiza ettirdiğini anladığı zaman onu haram etti. Sonra zu­lümden ve ferdin ferde tahakkümünden emin olunca da onu serbest bıraktı. Burada konu ile ilgili bir mi­sâli İslâm âieminin dışından verelim. Meselâ Dünya Milletleri arasında millî ve unsurî temayüzle (üstün­lükle) öğündükleri herkesçe bilinen İngiliz, Ameri­kan ve Fransızlar, sevgi ve muvazene bakımından İs­kandinav devletlerinin dünyanın en ileri devletleri olduğuna şehadet etmişlerdir. Halbuki, bu devletler şahsi mülkiyeti ilga etmedi. Onların yaptıklarının hepsi ,halk sınıfları arasındaki mesafeyi yaklaştıran, sarfedilen güç ile karşılık arasında tam muadelet ku­ran âdil bir dağıtımla servetin tevziini teminat altı­na almak oldu. Bu hareket tarzı ile onlar, îslâm mef­kuresinin bir tarafım tatbikat sahasına koydukları için hakikaten dünya devletlerinin en ilerisi olmuş­lardır.

Bundan başka şurası muhakkak ki, her hangi ik­tisadî bir nizam ile onun arkasında kıyam eden fikri ve içtimai felsefe arasını ayırmak mümkün olmaz. Bugünün devletlerinin kendine çağırdığı üç nizamı şöyle bir gözden geçirecek olursak -ki, onlar kapi­talizm, komünizm ve İslâmdır görürüz ki, her biri­nin,iktisadî nizamı ve ondaki şahsî mülkiyet fikri, ken­di sosyal düşünceisyle sımsıkı irtibat halindedir. Da­ha evvel belirttiğimiz gibi Kapitalizm ferdin mukad-desîiği esası üzerine kurulmuştur. Ona göre «Ferd mukaddes bir valıktır. Cemiyetin cnun hürriyetini tahdit etmesi doğru olmaz. Bu sebepten dolayı kapitalizmde şahsi mülkiyet hudutsuz olarak mubahtır.67 Komünizm ise, cemiyetçidir. Ona göre «Asıl olan cemiyettir. Yalnız başına ferdin hiç bir kıymeti yok­tur.» Komünizm her türlü mülkiyeti cemiyetin mü­messili olan devletin eline verir. Komünizmde şahsî mülkiyet yoktur. O, ferdi her türlü mülkiyetten mah­rum eder.

İslama gelince, onun görüşü ve sistemi başkadır. Bu yüzden onun kendine has başka bir iktisat anlayı­şı ve sistemi vardır.

İslâmm fert ve toplum hakkındaki görüşüne ge­lince o, ferdi bir anda iki sıfat sahibi bir yaratık ola­rak görür:



1 - Müstakil bir fert olarak haiz olduğu sıfatı.

2 - Cemiyette bir üye olarak haiz olduğu sıfatı. İslâm açık bir şekilde bazan bu sıfata, bazan da o sıfata cevap verir. Lâkin sonunda her ikisini de bir­leştirir, her ikisine birden cevap verir.

Fakat îslâmm bu görüşünden doğan içtimai dü­şüncesine gelince o, fert ile cemaat arasını ayırmaz ve her iki tarafı birbirini alt etmek isteyen ve birbiri ile çarpışan zıt kuvvetler haline koymaz. Madem ki her fert hem müstakil bir değer ve hem de cemiyetin bir uzvudur, o halde kanun vaz'mdan matlup olan bütün mesele, ferdî karakterle toplumsal karakter arasında muvazene kurmaktır. Binaenaleyh İslâm iki karakter­den birini diğerinin hesabına yok etmediği gibi, cemi­yet hesabına da ferdi değersiz bir şey saymaz.

Fert veya fertler hesabına cemiyet düzenini boz­madan her ferdin menfaatleri arasında bir muvazene kurar. Bunun için İslâm iktisadiyatı, kapitalizm ile komünizm ortasında yer alır. Böylece ölçülü (itidal üzere) bir görüşü temsil eder. Her ikisinin de sapıklık­larına düşmeden onlardaki değerlerin en üstün olan­larını ortaya koyar. İslâmın iktisat sistemi prensip bakımından şahsi mülkiyeti mubah sayar. Lâkın onu başı boş bırakmaz. Muhtemel zararlarına mani' ola­cak hudutlar çizer. İslâm zaruret anında şahsi mülki­yetin cemiyete ait bir maslahatı gerçekleştireceğini gördüğü zaman, cemiyete veya onun mümessili olan devlete bu mülkiyeti tanzim veya tâdil etme cevazını verir.

Böylece, İslâm, şahsi mülkiyetten meydana gele­cek zararları çeşitli vesilelerle izale etmeğe kaadir ol­duğu müddetçe onunla çelişme durumuna düşmez. Onu tanzim ve takyit hususundaki cemiyetin hakkı­nı takrir etmekle beraber prensip bakımından mülki­yet hakkını tanımak, teminatsız bir esasa göre insan­lara muamele.yapmayı gerektirecek olan ilgasından daha iyidir. Bu prensip şu esasa dayanır ki, mülkiyet ne tamamen fıtri bir karakter ve ne de tamamen be­şeri bir zarurettir. Son zamanlarda Rusya'nın muay­yen hudutlar dahilinde mülkiyetten bazı kısımları serbest bırakmağa mecbur kalması, beşerî fıtrata, ica­betin ve iktisadî işlerde onu esas almanın daha hayır­lı ve verimli olduğuna kuvvetli bir burhandır. Ve fert ve toplum için mütesaviyen Çeşit olarak) daha hayırlı olan şahsî mülkiyete cevaz vermektedir.

Biz tekrar onlara döner ve sorarız: Şahsi mülkiyeti neden ilga edelim? Hangi gaye için İslâmdan, onu ilga etmesini isteyelim?

Komünistler derler ki, insanlar arasında teessüsü istenilen eşitliği sağlayan, istilâ ve hâkim olma karak­terini iptale giden tek yol ancak şahsî mülkiyetin ilga4 sidir. Böyle diyen Rusya, istihsâl vasıtalarının mülki yetini tamamen ilga etti. Fakat bunun arkasından varmak istediği hedefe ulaştı mı?

Birinci cebri ve eşit çalışma şeklinden sonra Rus­ya Stalin devrinde, kendi çalışma arzu ve iktidarı olanlara ek ücretler mukabilinde çalışma serbestliği ver­meğe mecbur kalmadı mı? Bununla bizzat işçiler arasında ücretlerde bir farklılık meydana gelmedi mi?

Bu da haddizatında komünizme aykırı değil mı? Sonra Sovyet Rusya'da acaba bütün insanların aldıği ücret eşit midir? Meselâ mühendis, işçi gibi mi ücret alır? Doktor, hastabakıcı gibi mi ücret alır? Rusya'da en yüksek ücretin mühendis ücreti olduğunu bizzat komünizmin davetçileri ve elebaşıları ilân ediyorlar! Orada gelir bakımından ileri olan zümre sanatkârlar! dır. Böylece onlar, Rus milletinin bir takım sınıflara bölündüğünü ve bu sınıflar arasında ücret bakımın! dan farklılık bulunduğunu bizzat kendileri itiraf edil yorlar. Bu durum işçiler arasında olduğu gibi bir tek sınıfın fertleri arasındaki eşitsizliğe ilâve olarak veril! mistir.

Netice olarak başkalarından üstün olma şeklin deki arzu ve hakimiyete inkılâp etmek suretiyle Komünizmin iddia ettiği eşitlik karakteri bozulmuştur. O halde sigortaların, fabrikaların, dairelerin, komi­serliklerin reislerini nasıl seçer? Rusya'ya hükmeden komünist partisindeki azalardan çalışkan olanını, ça­lışkan ve dirayetli olmayanından nasıl ayırt eder?

Hal böyle olunca şahsî mülkiyetin ilga veya ib-kasmdan sarfınazar ederek meseleyi ele alırsak, üs­tün gelme, tahakhüm etme temayülü insanın yapısın­da mevcut değil midir?

Mülkiyetin ilgası, madem ki komünistlerin insan­lığı kurtaracağını iddia ettikleri kötülüklerde insanı kurtarmamışsa acaba bizi insanın tabiî karakteri ile çarpışmağa, herhangi bir şekilde tahakkuku müm­kün olmayan bir hedefin yolunda fıtrî karektere taz­yik yapmağa sevk eden sebep nedir? Yoksa onlar Rus-ya'daki farklı durumun bir sınıfla başka bir sınıf ara­sında veya bir fertle başka bir fert arasında mahru­miyet veya lüks derecesine ulaşmayan yakın ayrılık­lar olduğunu mu söylemek isterler?

Onlara deriz ki, evet İslâm, insanları birbirinden uzaklaştırıcı fetrikaları ortadan kaldırmağı, lüksü haram edip mahrumiyeti yok etmeği komünizmden 1300 sene evvel prensipleri arasına koydu.

Lâkin İslâm bunu sadece kanunî müeyyidelere bırakmadı. Bununla beraber o kanunların ve prensip­lerin yanında insanların Allah, sevgi ve iyilik hak­kındaki inanç ve düşüncelerine de önem vermeği ve onların tabiî şartlarını nazarı itibara almağı ihmal etmedi. 68


Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin