İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə57/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   169

Bir atıf notu:

-Hırslı ve hırsı olmayan hayvanlardan misal, bak: 1274.p

1263- Hayvanat hakkında hayli ehadis-i şerife vardır. Ezcümle, Sahih-i Müslim 39. Kitab-üs Selâm’ın 37 ve 38. babları, zehirli, mütecaviz hayvanla­rın öldürülme­sine cevaz verirken, aynı babda ev yılanları gibi mütecaviz ol­mayanların öldürülme­sini yasaklar. Keza 39. babında karıncaların; 40. ba­bında kedilerin öldürülmesini nehyeder; 41. bab ise, hayvanlara acımayı, ye­dirip içirmeyi teşvik eder. Yine Müs­lim’de 45. Kitab-ül Birr 37. babında., kedi ve benzeri hayvanlara azab edilmesi ya­saklanır. İ.M. 2. Kitab-ı Menasik 91. bab ve Müslim 15. Kitab-ül Hac 9. bab ise, ha­rem içinde öldürülebilecek hayvanlar hakkındadır.

Hem yine İbn-i Mace 28. Kitab-üs Sayd 10. babı, öldürülmesi yasaklanan hay­vanlara aittir. İ.M. 5. Kitab-ül İkame, 146. babı, namazda yılan ve akrep öldürmek hakkındadır.

Bir peygamberin gösterdiği şer’î kanunlara bağlanmakla meydana gelen ümmet gibi, hayvanların da şeriat-ı fıtriyenin nizamatına tebaiyetlerine işaret etmek gibi hikmetler için, Kur’anda bütün hayvanların enva’ına “ümmetler” denmesi dikkat çekicidir. (Kur.’an 6:38)

1264- Hayvanların uhrevî durumları:

“Hayvanların ruhları baki kalacağını ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i ve Naka-i Salih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mah­susa hem ruhu, hem cesediyle baki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra istimal için birtek cesedi bulunacağı, rivayet-i sahihadan anlaşılmakla bera­ber; hikmet ve hakikat, hem rah­met ve rububiyet öyle iktiza ederler.” (Ş.55)

“Hem ¯š²|«- Åu­6 |¬B«W²&«‡ ²a«Q¬,«— in sırrı ile; ve bunu te’yid eden hayva­natın haşirde mükâfat ve kısasları hakkında vürud eden çok ehadisin riva­yetleri; hayvana­tın ruhlarının baki kalacağına ve bu dünyada kemal-i itaatla imtisal ettikleri vazifele­rine mukabil mükâfatlanacaklarına işaret ederler. Amma haşirden sonra hayvanatın toprağa inkılab edeceklerine dair olan ri­vayet ise, onların cesedleri hakkındadır.

Ancak bu kadar ki; Kur’anda mezkûr olan Naka-i Salih (A.S.) ve Kebş-i İsmail (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml-i Süleymanî gibi bütün hayvanat nevilerinin ervahı müçtemian veya ferden, ferden her neviden bunlar gibi birer şahs-ı mübarekin cesedinde toplanmaları caizdir.” (M.Nu.538)



Bir atıf notu:

-Hayvanata ilham eden melaikeler. Bak: 1347.p

1264/1- Hayvanlarla alâkalı olarak Kur’an âyetlerinden birkaç not:

-Helal yahut mübah kılınan hayvanlar: ‘(5:l) (22:30)

-Hayvanlardan faydalanma: (16:5) (40:79)

-Hayvanların nimet-i İlahiye oldukları: (16:14) (35:12)

1265- qqHAYZ m[& : (c. Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı ve âdet görme hali. Böyle bir kadına “hayize” denir. (Kadının döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o ka­dının aybaşısı denir. Buna ve kan geldiği müddete de ha­yız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî mükarenette bulunamaz, haramdır.)

Kur’an (2:222,228) (65:4) âyetlerinde hayzın bahsi geçer.



1266- qqHECR-İ CEMİL u[W% ¬hD; : Anlaşmazlık çıkaran kimselerden mü­nakaşasız ve güzellikle ayrılık. Bu bahis Kur’anda şöyle beyan ediliyor:

««–Y­7Y­T«<_«8|«V«2²h¬A².~«— Ağyarın diyeceklerine sabreyle®Ÿ[¬W«%~®h²D«;²v­;²h­D²;~«—

(73:10) ve onları bir hecr-i cemil ile terk et-şimdilik hallerine bırak. (Bak: 1610.p. sonu)

Hecr-i cemil: Kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uyma­makla beraber kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha ve idare ve güzel ahlâk ile hüsn-i muhalefet etmektir ki bunun naziri

(4:63) ²v­Z²P¬2«— ²v­Z²X«2 ²Œ¬h²2«_«4 (7:199) «w[¬V¬;_«D²7~ ¬w«2 ²Œ¬h²2«~«—

(28:55) «w[¬V¬;_«D²7~ |¬R«B²A«9 «¶ž ²v­U²[«V«2 °•«Ÿ«, âyetleridir.” (E.T. 5432)

Yukarıda kaydedilen (28:55) âyetini Elmalılı Hamdi Yazır şöyle tefsir ediyor: “ Y²R«V7~ Sakat söz. Mücahid, eza ve sebb demiş; Dahhak, şirk demiş; İbn-i Zeyd, Resullullah’ın vasfını Yehudun tağyiri demiş. yX2 ~Y/h2~ On­dan yüzlerini çevi­rirler. _®8~«h¬6 ~—Çh«8 ¬Y²RÅ7_¬"~—Çh«8~«†¬~«— (25:72) mantukunca tekerrümen,

²v­U­7_«W²2«~ ²v­U«7«— _«X­7_«W²2«~ _«X«7 Bize amellerimiz, size de amelleriniz diye müta­reke ederler. w<¬… «|¬7«— ²v­U­X<¬… ²v­U«7 (109:6) demek gibi. ²v­U²[«V«2 °•«Ÿ«, Bu selâm, tahiyye selâmı değil _®8«Ÿ«, ~Y­7_«5 «–Y­V¬;_«D²7~ ²v­Z«A«0_«' ~«†¬~«— (25:63) gibi veda se­lâmıdır. Yani kavga etmiyelim. Allahâ ısmarladık makamındadır.” (E.T. 3747)

Bir rivayette şöyle buyurulur: “Allah indinde yükseklik isteyiniz. Ya Resulallah bu nedir denildi. Buyurdular ki: Sana karşı cahilane hareket eden kimseyi hilm ile karşılayıp geçersin ve seni mahrum edene de ihsanda bulu­nursun.” (R.E. sh.6) (Bak: Adab, Müdara, Münakaşa ve 513.p.sonu)



qqHEDİYE y: Parasız verilen, bağışlanan şey. Armağan. (Bak: İstiğna, Sa­daka)

qqHENDEK »fX' : (Bak: Handek)

1267- qqHEVA š~Y; : İstek. Nefsin isteği, düşkünlük. Gelip geçici olan heves, Nefsin zararlı ve günah olan arzuları. (Bak: Dalalet, Nefs-i Emmare)

Kur’anda hevaya tabi olmaktan zecreden âyetler vardır. Ezcümle:

“(25:43) ­y<«Y«; ­y«Z«7¬~ «g«FÅ#~ ¬w«8 «a²<«~«‡«~ Gördün mü o ilahını hevası ittihaz edeni -Heva, nefsin kendiliğinden meylettiği arzusu, mücerred keyfidir. Hevasını ilah ittihaz eden denilmeyip de ikinci mef’ulun takdim olunması, kasır ifade etmek içindir ki, canının istediğinden başka kendine ilah tanıma­yan demektir. Böyle kim­selerde hiç hak perestişi yok, sade bir hodgâmlık vardır. Bunlar delil, bürhan, hak, hukuk saymaz, sade kendi keyf ü zevkine perestiş ederler; zevkleri kendilerinin mahz-ı felaketi olduğunu bilseler, yine hakkı zevklerine feda ederler... Taberani ve Hılye’de Ebu Nüaym, Ebu Umame Radıyallühü Anh’den tahric etmişlerdir. Demiş ki, Resulullah Sallallahü Aleyhi Vessellem şöyle buyurdu:

¬yÁV7~ ¬–—­… ²w¬8 ­f«A²Q­< ¬y«7¬~ ²w¬8 ¬š_«WÅK7~ ¬±u«1 «a²E«# _«8

(132) ²p«A²B­< >®Y«; ²w¬8 Åu«% «— Åi«2 ¬yÁV7~ «f²X¬2 ­v«P²2«~ |«7_«Q«#

Allah Azze ve Celle indinde sema gölgesi altında Allah’tan başka tapılan ma’budlar içinde, uyulan hevadan daha büyüğü yoktur.” (E.T. 3589)



1268- Diğer bir hadiste şöyle buyurulur:

“ |«W²Q«<«— Çv­M«< >«Y«Z²7~ Å–¬_«4 >«Y«Z²7~«— ²v­6_Å<¬~ Hevaya uymaktan hazer ediniz! Çünki heva şüphesiz sağır ve kör eder.” (H.G.hadis: 107)

Kulağın sağır olması, şeriatın naklî delil ve hükümlerini dinlememeye; gözün kör olması ise, aklî ve kevnî delilleri görmemeye işaret eder. Çünki hevaya bağlı olan insan nefsin arzularından başka bir şeye iltifat etmez. (Bak: 985.p.)

Kur’anda şöyle buyuruluyor: “(30:29) ¯v²V¬2 ¬h²[«R¬" ²v­Z«=~«Y²;«~ ~Y­W«V«1 «w<¬gÅ7~ ¬p¬AÅ#~

O zulmedenler, yani o haksızlığı yapıp Allah’a şirk koşanlar, hiç bir ilim­siz hevalarına tabi oldular.

Heva, nefsin şehevata meyli demektir ki keyf dahi tabir olunur. Burada



¯v²V¬2 ¬h²[«R¬" kaydından anlaşılıyor ki, heva iki kısımdır. Birisi ilme muvafık olan, birisi de olmayandır. İlme muvafık olan heva, nazar-ı hakta fıtrat gayesine mutabık olan meyillerdir. Zira, şehvetlerin yaratılışı da boşuna değil, onlar insanları hilkatlerinin gayesine erdirmek için taraf-ı İlahîden birer saik ve daiyedir. Ancak, şeytanî olan zekâ-i beşer onu gayesinden çevirerek ilmin zıddına olarak mücerred zevk için bo­şuna da israf eder:” (E.T.3820)

1269- “Nefiste gayet latif, ince bir şey, bir emir vardır ki; ince kağıttan bir dir­hem gibi iken, adeta ebedî âlemlere bir mirsaddır zannedersin. Çünkü ona temas eden herşeye bir hüküm-ü ebediyet verip, onu ebedî bir şey te­vehhüm eder. İşte eğer heva ve heves bu âleti kendi namına istimal ederse, o zaman âhiret ve Cen­net’in taşlarını ve esasatını dünyaya çekecek bir âlet olur ki, âhiret kasrını dünya üstünda bina eder ve âhiretin meyvelerini daha ke­malini bulmadan fani dünyada yemeğe başlar.” (M.Nu.475) (Dünyayı âhirete tercih etmek hatası, bak: 719.p.)

1270- Bir vecize: “Şimdiki tarz-ı hazır: Heves serbest olmuştur, heva da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet. Heves, tahakküm eder. Heva da müstebiddir, gayr-ı zaruri hacatı hevaic-i zaruri hükmüne geçirmiştir.” (S.715)

Birkaç atıf not:

-Hüdanın hevaya tahavvül etmesi. bak: 1827p. sonu Heva meyline tabi olmamak, bak: 1524,2187,2188.p.lar

-Hevalarına tabi olanlar, bak: 1303.p.da bir âyet notu.

-Hadis kitablarından S.M. l. cild. 192 sh. ve 231 hadiste özetle; Fitne zamanla­rında bo­zulan insanların yalnız hevalarına uyacakları ve ma’rufa alâkasız, münkerleri de inkâr ve reddetmez olacağı... ve İbn-i Mace Tercemesi 10. ci.238.sh. ve 4014.hadiste de özetle: Fit­nelerde cimriliğe yani şahsî menfaata, hevaya ve delilsiz kendi reyine tabi olunacağı bildirilir. (Bak. 3698.p.)

1271- qqHEYKEL uU[; : (c. Heyakil) Taş, tunç, kil ve alçı gibi madde­lerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğrulup, pişirilerek yapılan insan hayvan vs. şekli. *Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, abide. *Mc: Soğuk ve duygusuz kimse. *Güzel ve yakışıklı kişi. (Bak: Sanemperest)

Atıf notlar:

-Heykellerle şöhret kazanmak arzusu, bak: 451.3263p.lar

-Heykellere karşı baş eğdirmek. bak: 3299.p.

1272- qqHIRA š~h' : Hira (Hara) şeklinde ve hemzesiz olarak da yazılır. Mekke’nin takriben 3 arab mili şimal-i şarkîsinde Sebir karşısında kâin bir dağ. An­siklopedilerde hira ve Sebir dağları ekseriya beraberce zikrolunur ve iki deniz dalga­sına benzetilir. Her iki dağ, susuzluk sebebi ile, pek az dikenli çalılardan başka her türlü nebattan mahrumdur. Hira, Sebir’en daha yük­sektir ve sırtı dik ve kaygan bir kayalıktır. Hz.Peygamber’e (A.S.M.) bu dağın hâlâ bugün bile gösterilen bir mağara­sında ilk vahiy nazil olmuştur. Bunun için bu dağın ismi Cebel-i Nur’dur.

Yukarıda görüldüğü gibi, Sebir Dağı Hira dağı’na dahil addedilmek se­bebiyle hicret-i Nebevîde tahassun edilen Sebir mağarasına, Hira mağarası da denir.



qqHIRİSTİYANLIK sV9_[B,h' (Bak: İsevîlik)

1273- qqHIRS ‹h& : Aç gözlülük, Tamahkârlık. Kızgınlık. Şiddetli istek, arzu. Azgınlık (Bak: 719,720, 723,3041,3043 .p.lar)

“Hırs ile aculiyet sebeb-i haybettir. Zira mürettep basamaklar gibi fıtrat­taki ter­tibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden, haris muvaffak olamaz.” (H.Ş. 139)



1273/1- !Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve haka­rete sebeb olur. Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hatta sadakat ve vefadarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar ara­sında kendisine mübarek bir hay­van nazarıyla bakılmağa lâyık iken, maalesef insanlar arasında mübarekiyet değil necis-ül ayn addedilmiştir.

Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ih­sanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek adedilmektedirler. Bunun esbabı ise, kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki; Mün’im-i Hakiki’den bütün bütün gafletine sebeb olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Mü­essir-i Hakiki’den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki, tahir olsun. Çünkü hükümler, hadler günahları afveder. Ve beynenas tahkir dar­besini, gaflete keffaret olarak yemiştir.

Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermi­yorlar. Meselâ: Kedi seni sever, tazarru eder. Senden İhsanı alıncaya kadar. ihsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muarefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hisside yoktur. Ancak Mün’im-i Hakiki’ye şükran hisleri vardır. Çünki fıtratları Sanii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar. Şuur olsun olmasın. Evet kedinin “mır-mır”ları “Ya Rahim! Ya Rahim! Ya Rahim”dir.” (M.N. 71)

1274- “Evet hırs, zihayat âleminde en geniş bir daireden tut, ta en cüz’î bir ferde kadar su-i tesirini gösterir. Tevekkülvari taleb-i rızk ise, bil’akis me­dar-ı rahat­tır ve her yerde hüsn-ü tesirini gösterir. İşte bir nevi zihayat ve rızka muhtaç olan meyvedar ağaçlar ve nebatlar, tevekkülvari, kanaatkârane yerlerinde durup hırs göstermediklerinden, rızıkları onlara koşup geliyor. Hayvanlardan pek fazla evlad besliyorlar. Hayvanat ise hırs ile rızıkları pe­şinde koştukları için, pek çok zahmet ve noksaniyet ile rızıklarını elde edebi­liyorlar., Hem hayvanat dairesi içinde za’f ve acz lisan- haliyle tevekkül eden yavruların meşru ve mükemmel ve latif rızıkları hazine-i rahmetten veril­mesi; ve hırs ile rızıklarına saldıran canavarların gayr-i meşru ve pek çok zahmet ile kazandıkları nahoş rızıkları gösteriyor ki: Hırs, sebeb-i mahrumi­yet­tir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.”^(M.271) (Hırs hissinin asıl vazife­sinde kullanılması, bak: 1344.p)

1275- “Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırs ile dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi Milleti pek çok zah­met ile kazan­dığı, kendine faidesi az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet -i ribaî ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ve sefalet, katl ve ihanet gösteriyor ki: Hırs, maden-i zillet ve hasarettir. Hem haris bir insan, her vakit hasarete düşdüğüne dair o kadar vakıalar var ki; °h¬,_«' °`¬¶<_«' ­l<¬h«E²7«~ darb-ı mesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir hakikat-ı amme olarak kabul edilmiştir. Madem öyledir; eğer malı çok seversen, hırs ile değil belki kanaat ile malı taleb et, ta çok gelsin...

1276- Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki: Büyük bir zatın di­vanhane­sine giriyorlar. Birisi kalbinden der: “Beni yalnız kabul etsin; dışarı­daki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki iskemleyi de bana ver­seler, lütuftur.”

İkinci adam güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecbur imiş gibi mağrurane der ki: “Bana en yukarı iskemleyi vermeli.” O hırs ile girer, gö­zünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat di­vanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken te­şekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil bil’akis hane sahibini tenkid ediyor. Hane sahibi de ondan istiskal ediyor. Birinci adam mütevaziane giri­yor, en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanaati, divanhane sa­hibinin hoşuna gidiyor. “Daha yukarı iskemleye bu­yurun” der. O da gittikçe teşekküratını ziyadeleştirir, memnuniyeti tezayüd eder.

İşte dünya bir divanhane-i Rahman’dır Zemin yüzü, bir sofra-yı rahmet­tir. Derecat-ı erzak ve meratib-i nimet dahi, iskemleler hükmündedir.

1277- Hem en cüz’î işlerde de herkes hırsın su-i tesirini hissedebilir. Me­selâ: İki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah eden dilenciden istiskal edip vermemek; diğer sakin dilenciye merhamet edip vermek; herkes kal­binde hisseder. Hem meselâ gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayd kalsan uykun gelebilir. Eğer hırs ile uyku istesen, “Aman yatayım, aman yatayım” dersen, bütün bütün uykunu kaçı­rırsın. Hem meselâ; mühim bir netice için birisini hırs ile beklersin, “Aman gelmedi, aman gelmedi” de­yip en nihayet hırs senin sabrını tüketip kalkar gidersin; bir dakika sonra o adam gelir fakat beklediğin o mühim netice bozulur.

Şu hâdisatın sırrı şudur ki: Nasılki bir ekmeğin vücudu; tarla, harman, değir­men, fırına terettüb eder. Öyle de, tertib-i eşyada bir teenni-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle teenni ile hareket etmediği için, o tertipli eşyadaki ma­nevi basamakları müraat etmez, ya atlar düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıka­maz.



1278- İşte ey derd-i maişşetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belalı bir şey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikab ve haram helal demeyip her malı kabul ve ha­yat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz. Hatta erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekatı, hırs yolunda terkediyorsunuz? Halbuki zekat, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyattır. Zekatı vermiyenin herhalde elinden zekat kadar bir mal çıkacak; ya lü­zumsuz yer­lere verecektir; ya bir musibet gelip alacaktır.” (M.271/273)

1279- Asrımızda çoklarını istila etmiş olan “israf, hırsı intac eder. Hırs üç neti­ceyi verir:

Birincisi: Kanaatsizliktir Kanaatsizlik ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şü­kür ye­rine şekva ettirir; tenbelliğe atar. Ve meşru , helal, az malı (*) terkedip; gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.

Hırsın ikinci neticesi: Haybet ve hasarettir. Maksudunu kaçırmak ve is­tiskale maruz kalıp, teshilat ve muavenetten mahrum kalmakdır. Hatta,

°h¬,_«' °`¬¶<_«' ­l<¬h«E²7«~ yani: “Hırs, hasaret ve muvaffakiyetsizliğin sebebi­dir.” olan darb-ı mesele mâsadak olur.” (L.144) (Bak: 3174.p)

“Rızk-ı helal, acz ve iftikara göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile değil. Belki o rızkı helal, iktidar ve ihtiyar ile makûsen mütenasibdir. Çünki çocukların ik­tidar ve ihti­yarı geldikçe rızkı azalıır, uzaklaşır, sakilleşir. |«X²S«< «ž °i²X«6 ­}«2_«X«T²7«~ (133) Hadisinin sır­rıyla: Kanaat, bir define-i hüsn-ü maişet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir maden-i hasaret ve sefalettir.

Üçüncü netice: Hırs, ihlası kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünki bir ehl-i tak­vanın hırsı varsa, teveccüh-ü nası ister. Teveccüh-ü nası mürâât eden, ihlas-ı tammı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli; çok cay-i dikkattir.” (L.145)



1280- “Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki; müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki, fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar; ta ki dünyadan hissesini unutmasınlar. Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünki mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir. °h¬,_«' °`¬¶<_«' ­l<¬h«E²7«~ durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

Evet insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın suri tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok daîleri var. Halbuki baki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bi­çare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bakiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir. Yoksa o az daîleri susturup, çoklara yardım et­sen, şeytana arkadaş olursun.” (L. 122)



Atıf notları:

-Hırsın zemmi, bak: 2560.pda bir âyet notu

-Nefsin hırsından korkmak, bak: 2834.pda bir âyet notu

-İnsanın hırsı ve cimriliği, bak: 1689.p.

-Yahudilerin hırs-ı hayat sahibi oluşları, bak: 3978.p.

qqHIRSIZLIK s7i,h[' : (Bak: Sirkat)

1281- qqHIYANET }9_[' : Hainlik, İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde dur­mayıp hilekârlık yapmak.

Tekvinen (fıtrat-ı asliye itibariyle) veya teşri’an (hukukan) veya itimaden tevdi olunan emaneti nakzetmek. Meselâ: Namaz ve ibadet, tekvinî ve teşriî bir emanet-i İlahiyedir. Onu ifa etmemek hıyanettir. İdare makamına seçil­mek, teşriî bir ema­nettir. O makamı hukuka aykırı kullanmak hıyanet olur... ilh. (Bak: Emanet)



1282- Kur’anda (66:10) âyeti şöyledir: ¯Y­7 «€«~«h²8~«— ¯ƒY«9 «€«~«h²8¬~ ki Nuh’un karısı ve Lut’un karısı... ¬w[E¬7_«. _«9¬…_«A¬2 ²w¬8 ¬w²<«f²A«2 «a²E«# _«B«9_«6 kullarımız­dan iki salih kulun salah-ı tahtında idiler. _«W­;_«B«9_«F«4 Öyle iken onlara hıyanet et­tiler.

Ragıb der ki, hıyanet ve nifak birdir. Ancak hıyanet, ahd ü emanet itiba­riyle söylenir, nifak da din itibariyle söylenir. Sonra da bunlar tedahül eder­ler. Şu halde hıyanet, gizlice ahdi bozarak hakka muhalefet etmektir ki, bu­nun nakizi emanettir.” (E.T. 5130)



1283- Diğer bir âyette de: “ (8:27) «ÄY­,Åh7~«— «yÁV7~ ~Y­9_«F«# «ž Allah’a ve Re­su­lüne hıyanet etmeyin -zimmet-i imanınıza tevdi edilmiş olan ahkâm-ı İlahiyeye ve sünnet-i Resulullaha riayetsizlik edip de şükr ü istikametten, vefa ve sadakattan ay­rılmayın. Allah ve Resulüne hıyanet ederseniz ²v­U¬#_«9_«8«~~Y­9Y­F«#«— kendi emanetleri­nize hıyanet edersiniz bir kere Allah ve Resulüne hı­yanet etmeğe başladınız mı artık kendi aranızda mal ü cana, ırz u namusa, es­rara, hükm ü hükümete, menafi-i vataniyeye müteallik emanetle­rinize hıyanet etmeğe başlarsınız «–Y­W«V²Q«# ²v­B²9«~«— ve o halde siz bilirsiniz-ki hıyanet ediyorsu­nuz. Binaenaleyh yekdiğerinden emniyetiniz tamamen münselib olur. Birbiri­nizden emin olamaz olursunuz. Siz kendinizden emin olamazsanız, diğerleri hiç olmaz ve o vakit bütün emniyet ve emanetiniz kal­kar. Başınıza fitne-i amme kopar.” (E.T.2391)

1284- Hıyanet hakkında âyetlerden birkaç not:

-Hainler lehine müdafaada bulunmamak. (4:105)

-Nefislerine hıyanet eden ve hıyanetlerini halktan gizleyen müfrit hainler: (4:107,108)

-Nakz-ı misak ile hakikatı unutup terk etmiş olan hainlerin ifsadatı: (5:13)

-Muahedede hainlik edenlere, mevcud ahdin hükümsüz kaldığını bildirmek: (8:58)

-Gözlerin hain bakışı: (40:19)-1285

qqHIZIR hN' : Kur’an-ı Kerim’de ismi geçmemesine rağmen, din âlim­lerinin çoğuna göre Hz. Hızır peygamberdir. Onun veli olduğunu söyliyenler de vardır. Hızır, yeşillik manasına gelmektedir. Bu ismin verilmesini, Pey­gamberimiz (A.S.M.) şöyle açıklamıştır. “Hızır, otsuz kuru bir yere oturur da, ansızın o otsuz yer, yeşille­nerek peşisıra dalgalanırdı.” (S.B.M. 9. ci.1389.hadis)

Bu rivayet teşbih cihetiyle düşünülünce: İçtimaî büyük fıtneler içinde manen ölmüş kalbleri nur-u iman ve marifetullah ab-ı hayatıyla (Bak: Ab-ı Hayat) yeşillenip manen canlanmalarına sebeb olabilen asırların büyük mürşidlerinin irşadlarını; hasseten (S.B.M. 6.ci893. hadiste ifade edildiği gibi) Deccal’a karşı çıkıp ihya-i din ve muvazzaf şahsiyetin nâfiz ve hârika irşadına da telmih vardır.



1286- Hazret-i Hızır ile alâkalı kıssa Kur’anda (18.59 ilâ 82) âyetlerinde zikredi­lir. Hz. Hızır’ın hayatta olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Bir kı­sım âlimler, onun hayatta olduğunu ifade ederlerken, bir kısmı da, Hızır’ın hayatta olamayaca­ğını söylemişlerdir. Bu mes’elenin hakikatı, 1249,1250.p.larda izah ediliyor, bakınız

Atıf notları:

-Hayat-ı Hızıriyeye yakın evliya makamları, bak: 38.p

-Hz. Hızır gibi berhayat olan enbiya bak: 1605.p.

-Hızır (A.S.) Ledünn ilmine sahip kılınmıştı, bak: Ledünn.

1287- qqHİCRET ?hD; : Bir yerden bir yere göç etmek. Kendi memle­ketini bı­rakıp başka memlekete taşınmak. *Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın izn-i İlahî ile ve dine hizmet için Mekke’den Medine’ye hicret etmesi. (Mi. 622) (Bak.Vakf-ı Hayat, 3699.p.)

Hizmet-i diniye, meydan-ı imtihan ve ibtilada cereyan ediyor. Gerekti­ğinde evlad ü iyali, mesken ve memleketi, makam ve maaşı feda etmek imtihaniyle kader, dünya ve âhiret yolunun kavşağında birini tercih gibi im­tihan-ı şedid ile imtihan edip, mücahidîn sınıfını seçiyor.



1288- Büyük İslâm İlmihali’nin Siyer-i Enbiya kısmında zikredilen pey­gamber­lerin hicretleri hakkında verilen bilginin özeti şöyledir:

Kur’anda ve cihad-ı diniyede hicret, büyük bir fedakârlık ve gayret-i di­niye ni­şanesi olmuştur. Gerek Peygamberler tarihinde gerek İslâm tarihinde ehemmiyetli örnekleri vardır. Meselâ: Hud (A.S.) bir tarafa; Salih (A.S.) Şam,Filistin, Mekke’ye; İbrahim (A.S.) Şam, Mısır ve Kenan iline; Lut (A.S.) İbrahim (A.S.) ‘ın yanına; Şuayb (A.S.) Mekke-i Mükerreme’ye; Musa (A.S. Tih sahrasına hicretleri gibi.

Hz İsa’nın (A.S.) Havariyyunu (Bak. Havariyyun) muhtelif beldelere hic­ret et­tiler. Hatta bir manada Âdem (A.S.) da umum hicretleri mutazammın olan, Cen­net’ten dünyaya tavzifen hicret ettirildi, denilebilir.

İsa’nın ‘(A.S.) hak yolunda şart koştuğu azamî fedakarlık ve terk-i dünya Luka İncili 14. bab. 26 âyetinde şöyle ifade ediliyor: “Eğer bir kimse bana gelir ve kendi babasına, anasına, karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kızkardeşlerine... evet hatta canına buğz etmezse, benim şakirdim olamaz.”



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin