İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə55/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   169

1225- İkinci Mes’ele: Cesedlerin ihyasına misal ise: Çok büyük bir şe­hirde, şen­lik bir gecede, birtek merkezden, yüzbin elektrik lambaları, adeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi; bütün Küre-i Arz yü­zünde dahi, birtek merkez­den yüz milyon lambalara nur vermek mümkün­dür.

Madem Cenab-ı Hakk’ın elektrik gibi bir mahluku ve bir misafirhane­sinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlikından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfi­yete mazhar oluyor. Elbette elektrik gibi binler nurani hiz­metkârlarının temsil et­tikleri, hikmet-i İlahiyenin muntazam kanunları daire­sinde Haşr-i Azam tarfet-ül ayn’da vücuda gelebilir.



1226- Üçüncü Mes’ele ki, ecsadın def’aten inşasının misali ise: Bahar mevsi­minde birkaç gün zarfında nev-i beşerin umumundan bin derece zi­yade olan umum ağaçların bütün yaprakları, evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulatı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları, hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden beraber intibahları ve inkişaf­ları ve ihyaları; hem kemikler­den ibaret olarak ayakta duran emvat gibi bütün ağaç­ların cenazeleri bir emir ile def’aten “Ba’sü Ba’del Mevt’e mazhariyetleri ve neşirleri; hem,küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet derecede san’atlı bir su­rette ih­yaları, hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzü­müzü okşayan gözüm önündeki kabilenin bir senede neşolan efradı, beni-âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair ka­bileler ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.

Evet dünya dar-ül hikmet ve âhiret dar-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması, hikmet-i Rabbaniyenin muktezası olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin teza­hürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakma­dan birden eşya inşa ediliyor. Bu­rada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan

(16:77) ­«h²5«~ «Y­; ²—«~ ¬h«M«A²7~ ¬d²W«V«6 ެ~ ­}«2_ÅK7~ ­h²8«~ _«8«— ferman eder.” (S.l12-l13)

1227- “Sual: Meydan-ı Haşir nerededir?

Elcevab: ¬yÁV7~ «f²X¬2 ­v²V¬Q²7~«— Hâlik-ı Hakîm’in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şeye çok büyük hikmetleri takmasıyla tasrih derece­sinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz serseriyane, bad-i heva azîm bir daireyi çizmiyor... belki mü­him bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin da­ire-i muhitasını çiziyor, göste­riyor. Ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip, mahsulat-ı maneviyesini ona devredi­yor ki, ileride o meşherde enzar-ı nas önünde gösterilecektir. Demek yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen Şam-ı Şerif kıt’ası bir çe­kirdek hükmünde olarak, o daireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arzın bütün manevi mahsulatı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meyda­nın def­terlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekene­sini de yine o meydana dökecek; o manevi mahsulatları da, gaibden şehadete geçe­cektir. Evet Küre-i Arz bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulat vermiş ve onu istiab edecek mahlu­kat ondan akmış ve onu imla edecek masnuat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet nasılki nurani bir nokta,sür’at-i hare­ketiyle nurani bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de Küre-i Arz sür’atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessü­lüne ve o daire-i vücud mahsulatıyla beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkü­lüne medardır. ¬yÁV7~ «f²X¬2 ­v²V¬Q²7~ _«WÅ9¬~ ²u­5 (M.37)



1228- “Sual: İmam-ı Gazali’nin “Neş’e-i uhra neş’e-i ûlâya bütün bütün muha­liftir” demesinin sebebi?

Elcevab: Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazali’nin neş’e-i uhra neş’e-i ûlâya bütün bütün muhaliftir demesi, mahiyet ve cinsiyet itibariyle değildir. Çünki

(30:27) ­˜­f[¬Q­< Åv­$ «s²V«F²7~ Η «f²A«< >¬gÅ7~ «Y­; ve (30:19) _«Z¬#²Y«8 «f²Q«" «Œ²‡«ž²~ |¬[²E­<

«–Y­% ¬h²F­# «t¬7«g«6 «— gibi çok âyetlerin sarahatına muhalif olur. O muhalefet,

keyfiyet ve suret itibariyledir. Hem de umur-u uhreviyenin mertebece fev­kalâde yüksek olmasına işarettir. Hemde Gazali’nin haşr-i cismanî ile bera­ber haşr-i ruha­nînin dahi vuku’ bulmasına bazı ehl-i batına taklid ve mümaşat cihetiyle bir işareti­dir.” (B.L. 257)

Atıf notu:

-Haşirde fıtrî libas, bak: 3774.p

-Haşir akidesinin cemiyet hayatında müsbet tesirleri, bak: 1651.p

1229-Haşirle alâkalı, Kur’andan birkaç not:

-Haşir meydanında tanışma: (10.45)

-Haşrin mahkeme-i kübrasında mütekebbir aldatıcılarla aldatılanların suçu birbi­rine at­maları: (Bak: 34:31,32,33)

qqHATİCET-ÜL KÜBRA >hAU7~ ­}«D<¬f«' : Peygamberimizin (A.S.M.) ilk zevcesi ve mü’minlerin annesi. Yirmidört sene bütün varlığıyla ve mül­kiyle Pey­gamber efendimize hizmet etmiş ve Peygambere (A.S.M.) ilk olarak iman etmiştir. (Radıyallahü Anha)

İslâm Ansiklopedisi’nin kaydına göre:

Hz. Hatice Kureyşî ve Abdüluzza ailesinden Huveylid’in kızıdır. Dul ol­du­ğunda ittifak vardır. İki kere evlenmiş ve çocukları olmuş. Kocasının biri Mahzum kabilesinden, diğeri Temim kabilesinden Abdulhala adında biri olup, asıl adı muh­telif şekillerde kaydedilmektedir. Peygamberimizden üç sene evvel vefat etmiştir. (S.B.M. 10. ci. sh: 30 ve 1395. hadisi Hz Ha­tice’nin menakibi hakkındadır.

1230- qqHAVA š~Y; : (Heva) Hava. Dünyayı çevreliyen atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası. “Hafif yel. *Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. *Bir yerin hali ve sıhhat bakımından durumu. *Müzikte ezgili ses. seda. (Bak. Atmosfer)

1230/1- Atmosfer kelimesinde hava hakkında fennî malumat verildiğin­den bu­rada hikmet-i Rabbaniye cihetindeki vazifelerine bir nebze temas edilecek. Şöyle ki:

“Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi:

(35:10) ­`¬±[ÅO7~ ­v¬V«U²7~ ­f«Q²M«< ¬y²[«7¬~ âyetinin sırrıyla; güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin, kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havada melaike ve ruhanilere işittirmek ve arş-ı azam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi ol­maktır.

Madem havanın kudsi vazifesinin hikmet-i hilkatının en mühimmi bu­dur. Ve ruy-i zemini radyolar vasıtası ile bir tek menzil hükmüne getirip nev’-i beşere pek büyük bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer, bu pek büyük nimete karşı bir umumi şükür olarak, o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan başta Kur’an Hakim hakikatleri ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lü­zumlu ve zaruri menfaatlerine dair kelimatlar olmalı ki; o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür gör­mezse, beşere zararlı düşere.” (N.A.20)



1231- “Meselâ: Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiği gibi;

(35:10) ­`¬±[ÅO7~ ­v¬V«U²7~ ­f«Q²M«< ¬y²[«7¬~ remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i ha­vada birden, adeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi ma­nevi ve makbul hakikatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin acib bir mucizesinin zaman-ı Âdem’den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet naza­rında saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri aynı hakikat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazır ve nazırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler her bir zerre-i havaînin küçücük kula­ğına girip, incecik dilinden çıktığı halde karış­mıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor. Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fitriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiç bir cihette yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gayet hârika-i san’ata hiç bir cihette hiç bir parmak karışmadığı için, ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; adi bir isim takıp, muvakkat kendilerini al­datıyor­lar.” (N.A.32)



1232- Yüksek bir tefekkür dürbünüyle kâinatta seyahat eden mütefekkir bir zat, hava unsuruna ait müşahedesinden bir kısmını şöyle beyan ediyor:

“O yolcu, cevvdeki rüzgara bakar görür ki: Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmane ve kerimane istihdam olunur ki, güya o camid havanın şuur­suz zerrele­rinden herbir zerresi; bu kâinat sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmıyarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve inti­zamla yerine getirir bir va­ziyetle; zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zihayata lüzumu bulunan hara­ret ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkihine va­sıta olmak gibi çok külli vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârane ve alîmane ve hayatperverane istihdam olunuyor.” (Ş. 107)



1233- “Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: “Bu camid, hayatsız, şuur­suz, mütemadiyen çalkanan, kararsız fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahiri suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahimane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedeha isbat eder ki: Bu çalışkan rüzga­rın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hare­keti yok, belki gayet Kadir ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin em­riyle hareket eder. Güya herbir zer­resi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir em­rini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkihine ve büyümesine ve hayatına lü­zumlu maddelerin yetiş­tirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinele­rin seyr ü seyahatına ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların isaline ve bu hizmetler gibi umumi ve külli hizmetlerden başka, azot ve mevellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan ha­vanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rab­banî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyo­rum.

Demek (2:64) ¬Œ²‡«ž²~«— ¬š_«WÅK7~ «w²[«" ¬hÅF«K­W²7~ ¬_«EÅK7~«— ¬ƒ_«<¬±h7~ ¬r<¬h²M«#«— âye­tinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbani hizmetlerde istimal ve bulutla­rın teshiriyle hadsiz Rahmani işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vacib-ül Vücud ve Kadir-i Külli Şey ve Alim-i Külli Şey bir Rabb-i Zülcelali ve -l İkram’dır der, hükmeder.” (Ş.108)



qqHAVAİC-İ ASLİYE y[V.~ ¬c¬=~Y& : Temel ihtiyaçlar. *Fık: Mesken ile, eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silahtan, âletten, kitabdan ve bi­nek (hayvan) ile hizmetçi ve bir aylık -sahih görülen diğer bir kavle göre; bir sene­lik- nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. (Bak: 4046) p)

qqHAVARİC ‚‡~Y' : (Haricî c.) Haricîler, Hariçte kalanlar. (Bak. Haricî­ler)

1234- qqHAVARİYYUN –Y<‡~Y& : Hz. İsa’nın (A.S.) yardımcı ve saha­beleri olan 12 kişinin hepsine birden verilen isim.

“Havariyyun kelimesi esasen “havari” ism-i mensubunun cemi’idir. Ka­mus Şarihinin beyanına göre bazılarının kavlince cem’den cinse menkul ola­rak müfrede ve cem’a ıtlak olunur. Havar ve haver asl-ı lügatta beyaz ve be­yazlık manasına isim­dir. Halis ve temiz dost ve mededkâra ve bahusus En­biya-i İzam Hazeratının davet ve ahkâmını infaz uğrunda yar ve yardımcıları olanlara da., hulus-i niyet ve temiz­liklerinden dolayı “havari” ıtlak olunur.” (E.T. 4944)

Havariyyunun isimleri ve İsa (A.S.) tarafından nerelere gönderildikleri mevzu­unda verilen bilgiler, kaynak kitablarda kısmen farklıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, yaz­dığı tefsirinde (ci.: 7, sh.4944) muhtelif kaynaklardan na­killer yapmıştır.

Matta İncili, Bab: 10’da, oniki havariyyunun isimleri şöyle kaydedilmiştir: “Ve oniki resulün adları şunlardır: Birincisi, Petrus denilen Simun ve kardeşi Andreas, Zebedi’nin oğlu Yakub ve kardeşi Yuhanna, Filipus ve Bartolomeus, Tomas ve vergi mültezimi Matta, Alfeus’un oğlu Yakub ve Taddeus, Gayyur Simun ve İsa’yı ele veren Yahuda İskariyot:” (Kitab-ı Mu­kaddes “Tevrat ve İncil”, İstanbul 1981)

Havariyyun, Kur’anda (3:52) (5:lll,l12) (61:14) âyetlerinde geçer. (Bak: İsevilik)

1235- “Ashab-ı Kiram içinde Aşere-i Mübeşşere Resulullah’ın havarileri ma­kamındadır. Bir hadis-i şerifte (131) h²[«"­ˆ >¬‡~«Y«&«— >¬‡~«Y«& ¯±|¬A«9 ¬±u­U¬7 yani, her pey­gamberin bir havarisi vardır, benim havarim de Zübeyr’dir diye bil­hassa Hz. Zübeyr bu vasf ile yad olunmuş olmakla beraber Katade’den riva­yet olunduğu üzere, ondan başkalarına havari ıtlak olunduğu varid olmuştur. Denilmiştir ki, Resulullah’ın havariyyunu: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Ca’fer, Ebu Ubeyde İbnil Cerrah, Osman İbni Maz’un, Abdurrahman ibn Avf, Sa’d ibni Ebi Vakkas, Talha ibni Ubeydullah ve Zübeyr ibni Avvam hazeratıdır. (R.A.)” (E.T. 4949)

Hz. Musa (A.S.) ın da dinî hizmette beraberinde bulunan ve “feta” (genç yiğit­ler) tabiriyle Kur’an (18:60,62) âyetinde bildirilen yardımcıları yani bera­berinde olan bu mücahidleri, havariyyun mahiyetindedir. Ashab-ı Kehf de (Bak: Ashab-ı Kehf) din yolunda mücahid genç yiğitler idiler. Mezkûr nakil­ler­den anlaşılıyor ki, geçmiş bazı peygamberlerin ve mücahid dinî şahsiyetle­rin, haslar dairesi manasında, feda­kârlar cemaatı vardı ve kıyamete kadar da ola­cak ve olmalı (Bak: Vakf-ı Hayat)



1236- qqHAVASS ±‰~Y' : (Hasse. c.) Hasseler. Duygular.

“Beşi, yalnız cismanî, muhit hâdiselere nazır olan havass-ı hamse; altın­cısı, on­ların varidatıyla daha ilerisine nazır olan akl ü mantık; yedincisi, her­keste sari ve kavi olmamakla beraber hepsinden geniş olan ilham ve vahiy kuvveleridir.” (E.T. 5167) (Bak: Hiss, Hiss-i Kabl-el Vuku, Letaif-i Aşere)



1237- qqHAVF VE RECA š_%‡— ¿Y' : Korku ve ümid. Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilme ümidi veya cehenneme git­mek korkusu. Yani ne Allah’ın azabından emin olmak ve ne de Allah’tan ümid kesmek.

Kur’an ve hadislerde havf ve reca ortasında bulunmayı ders veren ifa­deler var­dır. Ezcümle (7:56) (31:33) (32:16) (70:27,28) âyetleri ve S.B.M. 12. cild. 2031. ha­disi örnek verilebilir. (Bak.Reca, 242, 514,2032.p.başı,3963/1. p.sonu)

Havf ve reca manasında bir hadis meali de şöyledir: “Hiç ölmeyeceğini zanne­den adam gibi amel et ve yarın ölecek adam gibi de hazer et, kork. “ (R.E.sh.75) Bu hadis, insanın vazifedar olduğu dinî veya dünyevî meşru hizmetinde, dünya hayatını hikmetsiz zanneden bedbin nazar ile hayatta ga­yesiz ve şevksiz olmamak; bununla beraber dünya hayatının faniliğini görüp onu hırsına, gafletlerine ve günahlarına dalmamak manalarında derin ve hikmetli ders veriyor. (Benzer hadîs için bak: Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Envar Neşriyat, 803.sıra no.)

1238- qqHAVVA š~±Y& : Haz. Âdem (A.S.) ın muhterem zevcesi, eşi ki, Kur’an (4:l) (7:189) (39:6) âyetlerinde işareten zikredilir. “Rengi esmere mail kadın. *Yalancı, kezzab.

1239- qqHAYA š_[& : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile gü­nahtan kaçınmak.

Hayadan mahrum olan, hayasız kalır. Hayasızlık ise, manevî ve ahlâkî mef­humların, vicdanî şuuru kazanmadığından kötülükleri alenî ve sıkılma­dan işleyebil­mektir, şeklinde ta’rif edilebilir ki; fâsık-ı mütecahir manasında­dır. Âhirzaman fitne­sinde böyle hayasızlıklar, medenilik namı verilerek ekse­riyetçe işleneceğini hadisler haber verir. (Bak: 985.p)

Haya hissi, günahlara karşı büyük bir maniadır.

Evet manevî ve ahlâkî yüksek hissiyata sahib olan kimse, o haletinin ne­ticesi olan haya hissi sebebiyle açıkça günah işleyemez. İşlese, hayadan yüzü kızarır. Fakat böyle kâmil bir haya hissine sahib olabilmek için şeair-i İslâmiyeyi tam manasıyla yaşayan bir cemiyet veya bir cemaat içinde yaşa­mak lâzımdır. (Bak: Şeair) O da ol­mazsa ferdin kendisi şeaire ve sünnete ria­yetkâr olup yaşaması gerektir. Aksi halde yalnız haya değil belki vicdaniyatta (Bak: Vicdaniyat) zedelenme ve zayıflama başlar, bir kısmı mahvolur. Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde.

“Umumun., bahusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esas­lar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumî...” (K.L. 30) şeklindeki veciz ifadesiyle, millî ahlâkta tereddinin asıl sebebini bildirir. (Bak. 248 ilâ 252.p.lar) (Çocuklarda haya hissinin gelişmesi, bak. 173 p.)

Haya kadınlarda daha önemlidir. Zira millî ahlâkın bozulmasında, hatta âhirzaman fitnesinde, yüzsüz yani haya hissini kaybetmiş kadın ve kızların rolü bü­yüktür. Bunun içindir ki, Sahih-i Buhari 67. Kitab-ün nikah 17. ba­bında; İbn-i Mace 36. kitab-ül fiten 19. babında ve S.M. 8. cild. 228 sh. ve 97,98,99. hadislerinde ve sair hadis kitablarında en zararlı fitne kadın fitnesi olduğu beyan edilmiştir. Evet hayalı kadın hem böyle fitnelere âlet olmaz, hem aile hayatında merkez olan kadın, emniyet ve şahsiyet kazanır. İşte bu gibi hikmetler içindir ki, bir hadis-i şerifte:

­w«K²&«~ ¬š_«K¬±X7~ |¬4 ­yÅX¬U«7«— °w«K«& ­š_«[«E²7«~ Yani: Haya (utanmak) güzeldir, fa­kat haya, kadınlarda daha güzeldir.” buyurulur. (H.G.hadis: 153)

Atıf notları:

-Haya hissi ve namus mefhumu, bak: 3782/1 .p.

-Âhirzaman fitnesinde çocukların hayasız yetişmesi, bak: 166,167,167/1.p.lar

1240- Diğer bir hadistede:

¬‡_ÅX7~ |¬4 ­š_«S«D²7~«— ¬š_«S«D²7~«w¬8 ­š~«g«A²7~«— ¬}ÅX«D7²~|¬4 ­–_«W<¬ž²~«— ¬–_«W<¬ž²~ «w¬8 ­š_«[«E²7«~

buyuruluyor. Yani. Haya imandandır. İman ise, Cennet’tedir. (Rıza-yı İlahîyi ve Cennet’i kazandırır.) Beza (gayr-ı ahlâkî söz ve hareketler ise) cefadan maduddur. Cefa sahibi de ateştedir (Cehennem’e lâyıktır). Evet hayasızlığın neticesi olan kötü söz ve hareketlerle ehl-i diyanetin hayat-ı içtimaiyesini ifsad etmek, hukuk-u am­meye tecavüzdür.” (H.G.hadis: 154) (Bak.Fasık-ı Mütecahir)

Hayanın ehemmiyetini anlatan hadislerden bir kaçı da şöyledir:

­yÇV­6 °h²[«' ­š_«[«E²7«~ “Yani: Haya tamamıyla hayırdır.” (K.H. hadis: l179)

¯h²[«F¬" ެ~ |¬#Ì_«< «ž ­š_«[«E²7«~ “Yani: Haya ancak hayır getirir.” (K.H: hadis: l179) (T.T. c.ci: 5 hadis 217)

­˜_«'«~ ­o¬Q«< «Y­;«— ¬‡_«M²9«ž²~ «w¬8 ¯u­%«‡ |«V«2 Åh«8 Ú •‹Û ¬yÁV7~ «ÄY­,«‡ Å–«~

¬–_«W<¬ž²~ «w¬8 «š_«[«E²7~ Å–¬_«4 ­y²2«… Ú •‹Û ¬yÁV7~ ­ÄY­,«‡ «Ä_«T«4 ¬š_«[«E²7~|¬4

“Resulullah (A.S.M.) bir gün, Ensar’dan bir kimsenin yanından geçi­yordu. Ensarî kardeşini hayadan menediyordu. Resulullah (A.S.M.) “Ona ilişme. Haya imandandır.” buyurdu.” (S.B.M. hadis.23) İman irtikab-ı maasiye mani’olduğu gibi, haya da mani’dir.

Bir atıf notu:

-Libas-ı takva (hiss-i haya), bak: 1712.p

1241- Haya, fiilî tezahürü ile varlığı isbatlanır. Kâmil bir huzur haletine (Bak. Huzur)sahib olan mü’min, gayr-ı meşru her hareketinde, Allah’a karşı haya hissinin lâzımı olarak vicdanen müteessir olur. (Vicdanî ve ihtiyarî ah­valin farkı, bak: 3968/1.p)

Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor.

. ¬y±V¬7 ­f²W«E²7~«— |¬[²E«B²K«9 _Å9¬~ ¬yÁV7~ «ÄY­,«‡_«< _«X²V­5 ¬š_«[«E²7~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 ~Y­[²E«B²,¬~

_«8«— «‰¶~Åh7~ «o«S²E«# ²–«~ ¬š_«[«E7²~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 ­š_«[²E¬B²,¬ž²~ Åw¬U«7«— «t¬7~«† «j²[«7 «Ä_«5

«¾«h«# «?«h¬'´ž²~ «…~«‡«~ ²w«8«— |«V¬A²7~ «— |«#²Y«W²7~ ¬h­6²g«B²7«— >«Y«& _«8«— «w²O«A²7~«— |«2«—

¬š_«[«E²7~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 _«[²E¬B²,¬~ ²f«T«4 «t¬7«† «u«Q«4 ²w«W«4 _«[²9Çf7~ «}«X<¬ˆ

“Yani: Peygamber (A.S.M.) : “Allah’tan hakkıyla haya edin” buyurdu. Biz de: “Ya Resulallah -hamdolsun- haya ediyoruz” dedik. Peygamber (A.S.M.): “Haya öyle sizi anladığınız gibi değildir. Allah’tan hakkıyla haya etmek, başın (yani zihnin) ve zihninin duygular vasıtasıyla içine aldığı şeyleri (kötü olmaktan); içini ve içindeki şeyleri (yani şehvetini ve yiyip içtiklerin ha­ramdan) korumandır. Ölümü ve vücudun geçiciliği ile belâlarını hatırdan çı­karma! Kim Âhireti isterse, dünyanın (gaflet veren) zinetlerini terk eder. Kim buna muvaffak olursa, Allah’tan hakkıyla haya etmiş de­mektir.” (T.T. ci.5. hadis220)

Mezkûr hadisten anlaşılıyor ki, insanın iç dünyasında bulunan ve dıştan gö­rünmeyen bütün düşünce, his ve haletler, fiilî tezahürle ortaya çıkarlar ve böylece o hislerin varlığı isbat olunur.



İki atıf notu:

-Haya hissinden nokta-i nazar, bak: 1438.p. sonu

-Allah’a karşı haya, bak: 75 ilâ 77.plar.

1241/1- Haya hissi, bahsinde hicab duyulan bazı dinî ahkâmın ve hakikatların öğrenilmesine mani olacak bir mecraya götürülmemeli ve böyle anlaşılmamalıdır. Asıl utanılacak şey, dinimizde yasaklanmış günahları işlemek olduğu hadislerde ifade edilmiştir. Ezcümle: Sahih-i Buhari 3. Kitab-ül İlim 50. babda ve Sahih-i Müslim 3. Kitab-ül Hayz 61 hadiste ve İbn-i Mace 2. Kitab-üt Tahare 124. babda bu husus zikredilir. (Bak: 2860.p.) İ.M. 36. Kitab-ülFiten 17. babı, haya hakkında­dır.

1241-2- qqHAYAL Ä_[' : Zihinde tasarlanan şey. Olması mümkün veya var olan bir şeyi düşünürken, onun şeklinin zihne veya düşünceye gelmesi ve getiril­mesi. Buna tahayyül ve tasavvur (zihinde suretlendirme) de denilir. Bu bir kuvve-i hayaliye = hayal edebilme yeteneğidir.

Hayal kelimesi Kur’anda yalnız (20:66) âyetinde ­u¬±[«F­< şekliyle geçer ve Fira­vun sihirbazlarının ortaya attıkları ip ve sopalarının, hayalde hareket eder şekilde göründüğünü ifade eder. (Bak: 3400.p.)

Hayal gücünün ilim ve tefekkürde ehemmiyetli vazifesi vardır. Hayal gücü ol­mazsa, ciddi bir tefekkür yapılamazdı. Bunun için hayal, asıl vazife­sinde çalıştırıp, nefsin isteklerinde tasvirci duruma düşürmemelidir. İhtiyarın dışında kalan durum­lar müstesnadır. Çünki hayal bazan insanın iradesi dı­şında çalışır. (Aşağıdaki atıf not­larından dokuzuncusuna bakınız.)

Atıf Notları:

-Tasavvurun hususiyeti, bak: 2245,2248,3585.p.lar

-Dimağdaki idrak mertebelerinden biri olan tahayyül, bak: 1566.p

-Tefekkür ederken hayalin ehemmiyetli vazifesi, bak: 1952.p.

-Daire-i İslâm içinde yapılan zikrin geniş halkasını hayalen görmek, bak: 2806, 4100. p.lar.

-Bediüzzaman Hz.nin hayalin inbisatıyla, dünyayı bir menzil gibi görmesi, bak:3327.p.

-Namazda Kâbe’yi hayalen nazara almak, bak.2801.p.

-Hayali asıl vazifesinin dışında çalıştırmamak, bak. 1344/1.p.

-İknaiyat-ı hitabiye ile müddeayı hayalde şa’şaalandırmamak, bak: 761.1706.p.lar.

-Şeytanın hayalde çirkin tasviratı ve tahayyül-ü küfrün küfür olmadığı ve hayalde tedai-yi efkâr, bak.3954 ilâ 3957 ve 3961,3962,3963/1.p.lar

-Kuvve-i hayaliyle, âlem-i misalin vücuduna delildir ve küçük nümunesidir, bak: 206.p.lar.

-Kuvve-i hayaliye yokluğu gitmek istemez, bak: 410/1 .p.

-Hayalden âlem-i misale pencere açıp bazı garaibi müşahede etmek, bak: 2734.p.sonu

1242- qqHAYAT ?_[& : Dirilik, Canlılık. Yaşama. Sağlık. *Fık: Allah (C.C.) kendi Zat-ı Ehadiyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teala’nın ilmi, ile, irade ve kudret ile ittisafına has bir sıfattır. (Bak:Ruh)

“Hayat şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi. hem en büyük neticesi.. hem en par­lak nuru. hem en latif mayesi, hem gayet süzülmüş bir hülasası.. hem en mükemmel meyvesi... hem en yüksek kemali... hem en güzel cemali... hem en güzel zineti hem sırr-ı vahdeti, hem rabıta-i ittihadı, hem kemalatın menşei... hem san’at ve mahi­yetçe en hârika bir ziruhu, hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikatı... hem güya kâinatın küçük bir zihayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi; koca kâinatın bir nevi fihristesini o zihayatta göstermekle beraber, o zi­hayatı ekser mevcudatla münasebetdar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en hâ­rika bir mu’cize-i kudrettir. “ (L.310)



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin