1225- İkinci Mes’ele: Cesedlerin ihyasına misal ise: Çok büyük bir şehirde, şenlik bir gecede, birtek merkezden, yüzbin elektrik lambaları, adeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi; bütün Küre-i Arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lambalara nur vermek mümkündür.
Madem Cenab-ı Hakk’ın elektrik gibi bir mahluku ve bir misafirhanesinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlikından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette elektrik gibi binler nurani hizmetkârlarının temsil ettikleri, hikmet-i İlahiyenin muntazam kanunları dairesinde Haşr-i Azam tarfet-ül ayn’da vücuda gelebilir.
1226- Üçüncü Mes’ele ki, ecsadın def’aten inşasının misali ise: Bahar mevsiminde birkaç gün zarfında nev-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların bütün yaprakları, evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulatı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları, hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin birden beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def’aten “Ba’sü Ba’del Mevt’e mazhariyetleri ve neşirleri; hem,küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet derecede san’atlı bir surette ihyaları, hem bilhassa sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözüm önündeki kabilenin bir senede neşolan efradı, beni-âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri; elbette kıyamette ecsad-ı insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.
Evet dünya dar-ül hikmet ve âhiret dar-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması, hikmet-i Rabbaniyenin muktezası olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan
(16:77) «h²5«~ «Y; ²—«~ ¬h«M«A²7~ ¬d²W«V«6 Ŭ~ }«2_ÅK7~ h²8«~ _«8«— ferman eder.” (S.l12-l13)
1227- “Sual: Meydan-ı Haşir nerededir?
Elcevab: ¬yÁV7~ «f²X¬2 v²V¬Q²7~«— Hâlik-ı Hakîm’in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şeye çok büyük hikmetleri takmasıyla tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz serseriyane, bad-i heva azîm bir daireyi çizmiyor... belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin daire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip, mahsulat-ı maneviyesini ona devrediyor ki, ileride o meşherde enzar-ı nas önünde gösterilecektir. Demek yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen Şam-ı Şerif kıt’ası bir çekirdek hükmünde olarak, o daireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arzın bütün manevi mahsulatı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek; o manevi mahsulatları da, gaibden şehadete geçecektir. Evet Küre-i Arz bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulat vermiş ve onu istiab edecek mahlukat ondan akmış ve onu imla edecek masnuat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet nasılki nurani bir nokta,sür’at-i hareketiyle nurani bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de Küre-i Arz sür’atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulatıyla beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır. ¬yÁV7~ «f²X¬2 v²V¬Q²7~ _«WÅ9¬~ ²u5 (M.37)
1228- “Sual: İmam-ı Gazali’nin “Neş’e-i uhra neş’e-i ûlâya bütün bütün muhaliftir” demesinin sebebi?
Elcevab: Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazali’nin neş’e-i uhra neş’e-i ûlâya bütün bütün muhaliftir demesi, mahiyet ve cinsiyet itibariyle değildir. Çünki
(30:27) ˜f[¬Q< Åv$ «s²V«F²7~ Η «f²A«< >¬gÅ7~ «Y; ve (30:19) _«Z¬#²Y«8 «f²Q«" «Œ²‡«²~ |¬[²E<
«–Y% ¬h²F# «t¬7«g«6 «— gibi çok âyetlerin sarahatına muhalif olur. O muhalefet,
keyfiyet ve suret itibariyledir. Hem de umur-u uhreviyenin mertebece fevkalâde yüksek olmasına işarettir. Hemde Gazali’nin haşr-i cismanî ile beraber haşr-i ruhanînin dahi vuku’ bulmasına bazı ehl-i batına taklid ve mümaşat cihetiyle bir işaretidir.” (B.L. 257)
Atıf notu:
-Haşirde fıtrî libas, bak: 3774.p
-Haşir akidesinin cemiyet hayatında müsbet tesirleri, bak: 1651.p
1229-Haşirle alâkalı, Kur’andan birkaç not:
-Haşir meydanında tanışma: (10.45)
-Haşrin mahkeme-i kübrasında mütekebbir aldatıcılarla aldatılanların suçu birbirine atmaları: (Bak: 34:31,32,33)
qqHATİCET-ÜL KÜBRA >hAU7~ }«D<¬f«' : Peygamberimizin (A.S.M.) ilk zevcesi ve mü’minlerin annesi. Yirmidört sene bütün varlığıyla ve mülkiyle Peygamber efendimize hizmet etmiş ve Peygambere (A.S.M.) ilk olarak iman etmiştir. (Radıyallahü Anha)
İslâm Ansiklopedisi’nin kaydına göre:
Hz. Hatice Kureyşî ve Abdüluzza ailesinden Huveylid’in kızıdır. Dul olduğunda ittifak vardır. İki kere evlenmiş ve çocukları olmuş. Kocasının biri Mahzum kabilesinden, diğeri Temim kabilesinden Abdulhala adında biri olup, asıl adı muhtelif şekillerde kaydedilmektedir. Peygamberimizden üç sene evvel vefat etmiştir. (S.B.M. 10. ci. sh: 30 ve 1395. hadisi Hz Hatice’nin menakibi hakkındadır.
1230- qqHAVA š~Y; : (Heva) Hava. Dünyayı çevreliyen atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası. “Hafif yel. *Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. *Bir yerin hali ve sıhhat bakımından durumu. *Müzikte ezgili ses. seda. (Bak. Atmosfer)
1230/1- Atmosfer kelimesinde hava hakkında fennî malumat verildiğinden burada hikmet-i Rabbaniye cihetindeki vazifelerine bir nebze temas edilecek. Şöyle ki:
“Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi:
(35:10) `¬±[ÅO7~ v¬V«U²7~ f«Q²M«< ¬y²[«7¬~ âyetinin sırrıyla; güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin, kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havada melaike ve ruhanilere işittirmek ve arş-ı azam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır.
Madem havanın kudsi vazifesinin hikmet-i hilkatının en mühimmi budur. Ve ruy-i zemini radyolar vasıtası ile bir tek menzil hükmüne getirip nev’-i beşere pek büyük bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer, bu pek büyük nimete karşı bir umumi şükür olarak, o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan başta Kur’an Hakim hakikatleri ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zaruri menfaatlerine dair kelimatlar olmalı ki; o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşere.” (N.A.20)
1231- “Meselâ: Bir tek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar kelime olarak cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiği gibi;
(35:10) `¬±[ÅO7~ v¬V«U²7~ f«Q²M«< ¬y²[«7¬~ remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, adeta zamansız, kalem-i kudret ile istinsah edildiği gibi manevi ve makbul hakikatların bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan küre-i havada kudretin acib bir mucizesinin zaman-ı Âdem’den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri aynı hakikat ile sabit olmuş ki: İçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazır ve nazırdır ki; hadsiz ayrı ayrı kelimeler her bir zerre-i havaînin küçücük kulağına girip, incecik dilinden çıktığı halde karışmıyor, bozulmuyor, şaşırmıyor. Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fitriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiç bir cihette yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağında ve dilinde gayet hârika-i san’ata hiç bir cihette hiç bir parmak karışmadığı için, ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; adi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.” (N.A.32)
1232- Yüksek bir tefekkür dürbünüyle kâinatta seyahat eden mütefekkir bir zat, hava unsuruna ait müşahedesinden bir kısmını şöyle beyan ediyor:
“O yolcu, cevvdeki rüzgara bakar görür ki: Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmane ve kerimane istihdam olunur ki, güya o camid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi; bu kâinat sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmıyarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle; zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zihayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkihine vasıta olmak gibi çok külli vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârane ve alîmane ve hayatperverane istihdam olunuyor.” (Ş. 107)
1233- “Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: “Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahiri suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahimane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedeha isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgarın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadir ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkihine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ve idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhassa seslerin ve bilhassa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların isaline ve bu hizmetler gibi umumi ve külli hizmetlerden başka, azot ve mevellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.
Demek (2:64) ¬Œ²‡«²~«— ¬š_«WÅK7~ «w²[«" ¬hÅF«KW²7~ ¬_«EÅK7~«— ¬ƒ_«<¬±h7~ ¬r<¬h²M«#«— âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbani hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmani işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vacib-ül Vücud ve Kadir-i Külli Şey ve Alim-i Külli Şey bir Rabb-i Zülcelali ve -l İkram’dır der, hükmeder.” (Ş.108)
qqHAVAİC-İ ASLİYE y[V.~ ¬c¬=~Y& : Temel ihtiyaçlar. *Fık: Mesken ile, eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silahtan, âletten, kitabdan ve binek (hayvan) ile hizmetçi ve bir aylık -sahih görülen diğer bir kavle göre; bir senelik- nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. (Bak: 4046) p)
qqHAVARİC ‚‡~Y' : (Haricî c.) Haricîler, Hariçte kalanlar. (Bak. Haricîler)
1234- qqHAVARİYYUN –Y<‡~Y& : Hz. İsa’nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 kişinin hepsine birden verilen isim.
“Havariyyun kelimesi esasen “havari” ism-i mensubunun cemi’idir. Kamus Şarihinin beyanına göre bazılarının kavlince cem’den cinse menkul olarak müfrede ve cem’a ıtlak olunur. Havar ve haver asl-ı lügatta beyaz ve beyazlık manasına isimdir. Halis ve temiz dost ve mededkâra ve bahusus Enbiya-i İzam Hazeratının davet ve ahkâmını infaz uğrunda yar ve yardımcıları olanlara da., hulus-i niyet ve temizliklerinden dolayı “havari” ıtlak olunur.” (E.T. 4944)
Havariyyunun isimleri ve İsa (A.S.) tarafından nerelere gönderildikleri mevzuunda verilen bilgiler, kaynak kitablarda kısmen farklıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, yazdığı tefsirinde (ci.: 7, sh.4944) muhtelif kaynaklardan nakiller yapmıştır.
Matta İncili, Bab: 10’da, oniki havariyyunun isimleri şöyle kaydedilmiştir: “Ve oniki resulün adları şunlardır: Birincisi, Petrus denilen Simun ve kardeşi Andreas, Zebedi’nin oğlu Yakub ve kardeşi Yuhanna, Filipus ve Bartolomeus, Tomas ve vergi mültezimi Matta, Alfeus’un oğlu Yakub ve Taddeus, Gayyur Simun ve İsa’yı ele veren Yahuda İskariyot:” (Kitab-ı Mukaddes “Tevrat ve İncil”, İstanbul 1981)
Havariyyun, Kur’anda (3:52) (5:lll,l12) (61:14) âyetlerinde geçer. (Bak: İsevilik)
1235- “Ashab-ı Kiram içinde Aşere-i Mübeşşere Resulullah’ın havarileri makamındadır. Bir hadis-i şerifte (131) h²[«"ˆ >¬‡~«Y«&«— >¬‡~«Y«& ¯±|¬A«9 ¬±uU¬7 yani, her peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim de Zübeyr’dir diye bilhassa Hz. Zübeyr bu vasf ile yad olunmuş olmakla beraber Katade’den rivayet olunduğu üzere, ondan başkalarına havari ıtlak olunduğu varid olmuştur. Denilmiştir ki, Resulullah’ın havariyyunu: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Ca’fer, Ebu Ubeyde İbnil Cerrah, Osman İbni Maz’un, Abdurrahman ibn Avf, Sa’d ibni Ebi Vakkas, Talha ibni Ubeydullah ve Zübeyr ibni Avvam hazeratıdır. (R.A.)” (E.T. 4949)
Hz. Musa (A.S.) ın da dinî hizmette beraberinde bulunan ve “feta” (genç yiğitler) tabiriyle Kur’an (18:60,62) âyetinde bildirilen yardımcıları yani beraberinde olan bu mücahidleri, havariyyun mahiyetindedir. Ashab-ı Kehf de (Bak: Ashab-ı Kehf) din yolunda mücahid genç yiğitler idiler. Mezkûr nakillerden anlaşılıyor ki, geçmiş bazı peygamberlerin ve mücahid dinî şahsiyetlerin, haslar dairesi manasında, fedakârlar cemaatı vardı ve kıyamete kadar da olacak ve olmalı (Bak: Vakf-ı Hayat)
1236- qqHAVASS ±‰~Y' : (Hasse. c.) Hasseler. Duygular.
“Beşi, yalnız cismanî, muhit hâdiselere nazır olan havass-ı hamse; altıncısı, onların varidatıyla daha ilerisine nazır olan akl ü mantık; yedincisi, herkeste sari ve kavi olmamakla beraber hepsinden geniş olan ilham ve vahiy kuvveleridir.” (E.T. 5167) (Bak: Hiss, Hiss-i Kabl-el Vuku, Letaif-i Aşere)
1237- qqHAVF VE RECA š_%‡— ¿Y' : Korku ve ümid. Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilme ümidi veya cehenneme gitmek korkusu. Yani ne Allah’ın azabından emin olmak ve ne de Allah’tan ümid kesmek.
Kur’an ve hadislerde havf ve reca ortasında bulunmayı ders veren ifadeler vardır. Ezcümle (7:56) (31:33) (32:16) (70:27,28) âyetleri ve S.B.M. 12. cild. 2031. hadisi örnek verilebilir. (Bak.Reca, 242, 514,2032.p.başı,3963/1. p.sonu)
Havf ve reca manasında bir hadis meali de şöyledir: “Hiç ölmeyeceğini zanneden adam gibi amel et ve yarın ölecek adam gibi de hazer et, kork. “ (R.E.sh.75) Bu hadis, insanın vazifedar olduğu dinî veya dünyevî meşru hizmetinde, dünya hayatını hikmetsiz zanneden bedbin nazar ile hayatta gayesiz ve şevksiz olmamak; bununla beraber dünya hayatının faniliğini görüp onu hırsına, gafletlerine ve günahlarına dalmamak manalarında derin ve hikmetli ders veriyor. (Benzer hadîs için bak: Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları, Envar Neşriyat, 803.sıra no.)
1238- qqHAVVA š~±Y& : Haz. Âdem (A.S.) ın muhterem zevcesi, eşi ki, Kur’an (4:l) (7:189) (39:6) âyetlerinde işareten zikredilir. “Rengi esmere mail kadın. *Yalancı, kezzab.
1239- qqHAYA š_[& : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.
Hayadan mahrum olan, hayasız kalır. Hayasızlık ise, manevî ve ahlâkî mefhumların, vicdanî şuuru kazanmadığından kötülükleri alenî ve sıkılmadan işleyebilmektir, şeklinde ta’rif edilebilir ki; fâsık-ı mütecahir manasındadır. Âhirzaman fitnesinde böyle hayasızlıklar, medenilik namı verilerek ekseriyetçe işleneceğini hadisler haber verir. (Bak: 985.p)
Haya hissi, günahlara karşı büyük bir maniadır.
Evet manevî ve ahlâkî yüksek hissiyata sahib olan kimse, o haletinin neticesi olan haya hissi sebebiyle açıkça günah işleyemez. İşlese, hayadan yüzü kızarır. Fakat böyle kâmil bir haya hissine sahib olabilmek için şeair-i İslâmiyeyi tam manasıyla yaşayan bir cemiyet veya bir cemaat içinde yaşamak lâzımdır. (Bak: Şeair) O da olmazsa ferdin kendisi şeaire ve sünnete riayetkâr olup yaşaması gerektir. Aksi halde yalnız haya değil belki vicdaniyatta (Bak: Vicdaniyat) zedelenme ve zayıflama başlar, bir kısmı mahvolur. Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde.
“Umumun., bahusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumî...” (K.L. 30) şeklindeki veciz ifadesiyle, millî ahlâkta tereddinin asıl sebebini bildirir. (Bak. 248 ilâ 252.p.lar) (Çocuklarda haya hissinin gelişmesi, bak. 173 p.)
Haya kadınlarda daha önemlidir. Zira millî ahlâkın bozulmasında, hatta âhirzaman fitnesinde, yüzsüz yani haya hissini kaybetmiş kadın ve kızların rolü büyüktür. Bunun içindir ki, Sahih-i Buhari 67. Kitab-ün nikah 17. babında; İbn-i Mace 36. kitab-ül fiten 19. babında ve S.M. 8. cild. 228 sh. ve 97,98,99. hadislerinde ve sair hadis kitablarında en zararlı fitne kadın fitnesi olduğu beyan edilmiştir. Evet hayalı kadın hem böyle fitnelere âlet olmaz, hem aile hayatında merkez olan kadın, emniyet ve şahsiyet kazanır. İşte bu gibi hikmetler içindir ki, bir hadis-i şerifte:
w«K²&«~ ¬š_«K¬±X7~ |¬4 yÅX¬U«7«— °w«K«& š_«[«E²7«~ Yani: Haya (utanmak) güzeldir, fakat haya, kadınlarda daha güzeldir.” buyurulur. (H.G.hadis: 153)
Atıf notları:
-Haya hissi ve namus mefhumu, bak: 3782/1 .p.
-Âhirzaman fitnesinde çocukların hayasız yetişmesi, bak: 166,167,167/1.p.lar
1240- Diğer bir hadistede:
¬‡_ÅX7~ |¬4 š_«S«D²7~«— ¬š_«S«D²7~«w¬8 š~«g«A²7~«— ¬}ÅX«D7²~|¬4 –_«W<¬²~«— ¬–_«W<¬²~ «w¬8 š_«[«E²7«~
buyuruluyor. Yani. Haya imandandır. İman ise, Cennet’tedir. (Rıza-yı İlahîyi ve Cennet’i kazandırır.) Beza (gayr-ı ahlâkî söz ve hareketler ise) cefadan maduddur. Cefa sahibi de ateştedir (Cehennem’e lâyıktır). Evet hayasızlığın neticesi olan kötü söz ve hareketlerle ehl-i diyanetin hayat-ı içtimaiyesini ifsad etmek, hukuk-u ammeye tecavüzdür.” (H.G.hadis: 154) (Bak.Fasık-ı Mütecahir)
Hayanın ehemmiyetini anlatan hadislerden bir kaçı da şöyledir:
yÇV6 °h²[«' š_«[«E²7«~ “Yani: Haya tamamıyla hayırdır.” (K.H. hadis: l179)
¯h²[«F¬" Ŭ~ |¬#Ì_«< « š_«[«E²7«~ “Yani: Haya ancak hayır getirir.” (K.H: hadis: l179) (T.T. c.ci: 5 hadis 217)
˜_«'«~ o¬Q«< «Y;«— ¬‡_«M²9«²~ «w¬8 ¯u%«‡ |«V«2 Åh«8 Ú •‹Û ¬yÁV7~ «ÄY,«‡ Å–«~
¬–_«W<¬²~ «w¬8 «š_«[«E²7~ Å–¬_«4 y²2«… Ú •‹Û ¬yÁV7~ ÄY,«‡ «Ä_«T«4 ¬š_«[«E²7~|¬4
“Resulullah (A.S.M.) bir gün, Ensar’dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensarî kardeşini hayadan menediyordu. Resulullah (A.S.M.) “Ona ilişme. Haya imandandır.” buyurdu.” (S.B.M. hadis.23) İman irtikab-ı maasiye mani’olduğu gibi, haya da mani’dir.
Bir atıf notu:
-Libas-ı takva (hiss-i haya), bak: 1712.p
1241- Haya, fiilî tezahürü ile varlığı isbatlanır. Kâmil bir huzur haletine (Bak. Huzur)sahib olan mü’min, gayr-ı meşru her hareketinde, Allah’a karşı haya hissinin lâzımı olarak vicdanen müteessir olur. (Vicdanî ve ihtiyarî ahvalin farkı, bak: 3968/1.p)
Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor.
. ¬y±V¬7 f²W«E²7~«— |¬[²E«B²K«9 _Å9¬~ ¬yÁV7~ «ÄY,«‡_«< _«X²V5 ¬š_«[«E²7~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 ~Y[²E«B²,¬~
_«8«— «‰¶~Åh7~ «o«S²E«# ²–«~ ¬š_«[«E7²~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 š_«[²E¬B²,¬ž²~ Åw¬U«7«— «t¬7~«† «j²[«7 «Ä_«5
«¾«h«# «?«h¬'´ž²~ «…~«‡«~ ²w«8«— |«V¬A²7~ «— |«#²Y«W²7~ ¬h6²g«B²7«— >«Y«& _«8«— «w²O«A²7~«— |«2«—
¬š_«[«E²7~ Ås«& ¬yÁV7~ «w¬8 _«[²E¬B²,¬~ ²f«T«4 «t¬7«† «u«Q«4 ²w«W«4 _«[²9Çf7~ «}«X<¬ˆ
“Yani: Peygamber (A.S.M.) : “Allah’tan hakkıyla haya edin” buyurdu. Biz de: “Ya Resulallah -hamdolsun- haya ediyoruz” dedik. Peygamber (A.S.M.): “Haya öyle sizi anladığınız gibi değildir. Allah’tan hakkıyla haya etmek, başın (yani zihnin) ve zihninin duygular vasıtasıyla içine aldığı şeyleri (kötü olmaktan); içini ve içindeki şeyleri (yani şehvetini ve yiyip içtiklerin haramdan) korumandır. Ölümü ve vücudun geçiciliği ile belâlarını hatırdan çıkarma! Kim Âhireti isterse, dünyanın (gaflet veren) zinetlerini terk eder. Kim buna muvaffak olursa, Allah’tan hakkıyla haya etmiş demektir.” (T.T. ci.5. hadis220)
Mezkûr hadisten anlaşılıyor ki, insanın iç dünyasında bulunan ve dıştan görünmeyen bütün düşünce, his ve haletler, fiilî tezahürle ortaya çıkarlar ve böylece o hislerin varlığı isbat olunur.
İki atıf notu:
-Haya hissinden nokta-i nazar, bak: 1438.p. sonu
-Allah’a karşı haya, bak: 75 ilâ 77.plar.
1241/1- Haya hissi, bahsinde hicab duyulan bazı dinî ahkâmın ve hakikatların öğrenilmesine mani olacak bir mecraya götürülmemeli ve böyle anlaşılmamalıdır. Asıl utanılacak şey, dinimizde yasaklanmış günahları işlemek olduğu hadislerde ifade edilmiştir. Ezcümle: Sahih-i Buhari 3. Kitab-ül İlim 50. babda ve Sahih-i Müslim 3. Kitab-ül Hayz 61 hadiste ve İbn-i Mace 2. Kitab-üt Tahare 124. babda bu husus zikredilir. (Bak: 2860.p.) İ.M. 36. Kitab-ülFiten 17. babı, haya hakkındadır.
1241-2- qqHAYAL Ä_[' : Zihinde tasarlanan şey. Olması mümkün veya var olan bir şeyi düşünürken, onun şeklinin zihne veya düşünceye gelmesi ve getirilmesi. Buna tahayyül ve tasavvur (zihinde suretlendirme) de denilir. Bu bir kuvve-i hayaliye = hayal edebilme yeteneğidir.
Hayal kelimesi Kur’anda yalnız (20:66) âyetinde u¬±[«F< şekliyle geçer ve Firavun sihirbazlarının ortaya attıkları ip ve sopalarının, hayalde hareket eder şekilde göründüğünü ifade eder. (Bak: 3400.p.)
Hayal gücünün ilim ve tefekkürde ehemmiyetli vazifesi vardır. Hayal gücü olmazsa, ciddi bir tefekkür yapılamazdı. Bunun için hayal, asıl vazifesinde çalıştırıp, nefsin isteklerinde tasvirci duruma düşürmemelidir. İhtiyarın dışında kalan durumlar müstesnadır. Çünki hayal bazan insanın iradesi dışında çalışır. (Aşağıdaki atıf notlarından dokuzuncusuna bakınız.)
Atıf Notları:
-Tasavvurun hususiyeti, bak: 2245,2248,3585.p.lar
-Dimağdaki idrak mertebelerinden biri olan tahayyül, bak: 1566.p
-Tefekkür ederken hayalin ehemmiyetli vazifesi, bak: 1952.p.
-Daire-i İslâm içinde yapılan zikrin geniş halkasını hayalen görmek, bak: 2806, 4100. p.lar.
-Bediüzzaman Hz.nin hayalin inbisatıyla, dünyayı bir menzil gibi görmesi, bak:3327.p.
-Namazda Kâbe’yi hayalen nazara almak, bak.2801.p.
-Hayali asıl vazifesinin dışında çalıştırmamak, bak. 1344/1.p.
-İknaiyat-ı hitabiye ile müddeayı hayalde şa’şaalandırmamak, bak: 761.1706.p.lar.
-Şeytanın hayalde çirkin tasviratı ve tahayyül-ü küfrün küfür olmadığı ve hayalde tedai-yi efkâr, bak.3954 ilâ 3957 ve 3961,3962,3963/1.p.lar
-Kuvve-i hayaliyle, âlem-i misalin vücuduna delildir ve küçük nümunesidir, bak: 206.p.lar.
-Kuvve-i hayaliye yokluğu gitmek istemez, bak: 410/1 .p.
-Hayalden âlem-i misale pencere açıp bazı garaibi müşahede etmek, bak: 2734.p.sonu
1242- qqHAYAT ?_[& : Dirilik, Canlılık. Yaşama. Sağlık. *Fık: Allah (C.C.) kendi Zat-ı Ehadiyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teala’nın ilmi, ile, irade ve kudret ile ittisafına has bir sıfattır. (Bak:Ruh)
“Hayat şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi. hem en büyük neticesi.. hem en parlak nuru. hem en latif mayesi, hem gayet süzülmüş bir hülasası.. hem en mükemmel meyvesi... hem en yüksek kemali... hem en güzel cemali... hem en güzel zineti hem sırr-ı vahdeti, hem rabıta-i ittihadı, hem kemalatın menşei... hem san’at ve mahiyetçe en hârika bir ziruhu, hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikatı... hem güya kâinatın küçük bir zihayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi; koca kâinatın bir nevi fihristesini o zihayatta göstermekle beraber, o zihayatı ekser mevcudatla münasebetdar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en hârika bir mu’cize-i kudrettir. “ (L.310)
Dostları ilə paylaş: |