İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə77/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   169

1812/2- Bu mevzuda ehemmiyetli diğer bir cihet de şudur: Âl-i Beyt, dini hi­maye ve maneviyattan nümune-i imtisal şahsiyetler oldukları ve üm­metin onlara itimad etmeleri gerektiği cihetle, sadaka almaları yasaklanmıştır. (S.E.D. 9. kitab, 29. bab; S.M. 12.kitab-üz zekat 50.bab; ibn-i Sa’d Tabakat l/388 ve S.B.M 739.hadis) Elbette ki onların vazifeleri ve hizmetleri yolunda yürüyen hizmet-i diniye ehlinin de, Âl-i Beyt’in bu istiğna kaidesinin hikme­tinden bu zamanda daha çok hissedar olması lâzımdır. Zira bu asırda şahsî ve dünyevî menfaat hissi ve hırsı ziyade oldu­ğundan, insanların nazarı kıyas-ı bin-nefs ile onları da kendi gibi telakki edebilir. Bu ehemmiyetli hikmetler için, Bediüzzaman Hazretleri istiğna düsturu üzerinde hassa­siyetle ve ısrarla durmuştur.

1812/3- Burada şöyle bir sual akla gelebilir: Kur’an ve Sünnette muh­taçlara muavenet tavsiye ve emrediliyor. Dinî hizmetler de maddî imkânlar ile yapılır. İs­tiğna kaidesi ise bu kapıları kapatır.

Cevaben denir ki: Maddi yardımı alacak olanlar eğer azamî ihlas ve rıza-yı İla­hîye istinad eden sırf imanî hizmet ve manevi irşad ehli iseler, istemez­ler fakat sa­mimi ehl-i hamiyetin yardımlarının kapısı da bütün bütün kapalı değildir.

İstiğna kaidesi üzerine gayet hassas davranan Bediüzzaman Hazretleri, şahsî menfaate bakmayan medrese hizmetleri için bile, Eski Said devresinde istiğna düs­turunu bozmadığını şöyle anlatıyor:

«Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çık­tığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın be­reketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla is­tiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı.” (E.L.II.216)

Ancak malî yardım istenmediği halde fedakârane, hâlisane ve hizmet-i diniyeye iştirak etmek niyetiyle yardımda bulunmak, Ehl-i himmetin dinî ve vicdanî vazifesi­dir. ehl-i hizmet buna mani olmaz. Ezcümle bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan ediyor:

“Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim Köyü’nde mütekaid muallim bir kardeşi­miz ve Nur’un has şakirdi, Nurların neşri ve tab’ı için âdeta sermaye­sinin kısm-ı azamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâ­lis ve has kardeşimi­zin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işdeki mas­lahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahra­manlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arka­daşlarına ve Nazif ve refiklerine bu meseleyi havale ediyorum. Nurun neşri için böyle çok büyük bir hayır ve se­vaba mani olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mik­tarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine veril­sin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.” (E.L.I.182)

Bu mektubda dikkati çeken ehemmiyetli noktalar var: Evvela, muaveneti yap­mak isteyen hâlis bir Nur şakirdidir. Saniyen, yapılmak istenen yardım hemen kabul görmüyor, ancak hayra mani olmak endişesiyle reddedilmiyor. Salisen, yapılmak is­tenen yardımın bir kısmının alınması teklifi getiriliyor. Çünki hissî bir heyecan anında böyle büyük bir yardım yapılmak istenmiş olabilir. Rabian, bu yardım bir borç şeklinde olması veya karşılığında kitab verilmesi gibi şıklar ortaya konulup, muavenetin ihlas ve samimiyetinin tam tebarüzüne çalışılmaktadır. Bütün bu tek­liflere rağmen muavenette yine ısrar gösteriliyorsa , o zaman tam bir gönül rahatlığı mevzubahis demektir.

Cevaben denir ki: Maddi yardımı alacak olanlar eğer azamî ihlas ve rıza-yı İla­hîye istinad eden sırf imanî hizmet ve manevi irşad ehli iseler, istemez­ler fakat sa­mimi ehl-i hamiyetin yardımlarının kapısı da bütün bütün kapalı değildir.

İstiğna kaidesi üzerine gayet hassas davranan Bediüzzaman Hazretleri, şahsî menfaate bakmayan medrese hizmetleri için bile, Eski Said devresinde istiğna düs­turunu bozmadığını şöyle anlatıyor:

«Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çık­tığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın be­reketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla is­tiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı.” (E.L.II.216)

Ancak malî yardım istenmediği halde fedakârane, hâlisane ve hizmet-i diniyeye iştirak etmek niyetiyle yardımda bulunmak, Ehl-i himmetin dinî ve vicdanî vazifesi­dir. ehl-i hizmet buna mani olmaz. Ezcümle bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan ediyor:

“Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim Köyü’nde mütekaid muallim bir kardeşi­miz ve Nur’un has şakirdi, Nurların neşri ve tab’ı için âdeta sermaye­sinin kısm-ı azamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâ­lis ve has kardeşimi­zin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işdeki mas­lahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahra­manlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arka­daşlarına ve Nazif ve refiklerine bu meseleyi havale ediyorum. Nurun neşri için böyle çok büyük bir hayır ve se­vaba mani olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mik­tarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine veril­sin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.” (E.L.I.182)

Bu mektubda dikkati çeken ehemmiyetli noktalar var: Evvela, muaveneti yap­mak isteyen hâlis bir Nur şakirdidir. Saniyen, yapılmak istenen yardım hemen kabul görmüyor, ancak hayra mani olmak endişesiyle reddedilmiyor. Salisen, yapılmak is­tenen yardımın bir kısmının alınması teklifi getiriliyor. Çünki hissî bir heyecan anında böyle büyük bir yardım yapılmak istenmiş olabilir. Rabian, bu yardım bir borç şeklinde olması veya karşılığında kitab verilmesi gibi şıklar ortaya konulup, muavenetin ihlas ve samimiyetinin tam tebarüzüne çalışılmaktadır. Bütün bu tek­liflere rağmen muavenette yine ısrar gösteriliyorsa , o zaman tam bir gönül rahatlığı mevzubahis demektir.

İşte hizmet ve himmet ehline her zaman için ehemmiyetli bir ders olan böyle mektublar, çeşitli kayıtlarıyla nazara alınırsa hizmet düsturlarının âdeta bir ilmihali gibidirler.

Bediüzzaman Hazretleri bir eserini 5000 nüsha basmak isteyen bir nâşir talebe­sinin bu arzusuna iştirak etmemesinin hikmetlerini beyan ederken de aynı hususu te’yid eder:

“Risale-i Nur’un meşrebi izhar-ı hacet etmemek ve ehl-i dünyanın cema­atlerin­deki o su-i istimal edilen ianeler toplamak gibi, başkaların malî yar­dımlarını iste­memek ve dünya menfaatı için mukaddesatı âlet edenlerin na­zarında ihlas zararına “Ver” dememek; belki istemeden verilse ve kabulü rica edilmek şartıyla alınmaktır. Yoksa bu kadar rakibler karşısında, Nurların ha­lis ve safi mesleğinin muhafazası müşkil olur. “ (53. no.lu Elyazma Emirdağ Lâhikası sh: 51l)

Amma geniş dairedeki çalışmalarda, talim ve tedris gibi faaliyetlerinde ehl-i hamiyetin vicdanî serbestliğine manevi baskı yapılmadan, meselâ umuma hitab eden broşür gibi vasıtalarla maddi imkânlara olan ihtiyaç ve yardım yeri ve şekli bil­dirilebilir. Malî yardım istemeyip sadece bilgi veren bu broşür, şahs-ı manevi veya belli bir müessese namına lüzumu halinde bazı adreslere de gönderilebilir. Fakat bu geniş daire faaliyetleri, manevi hizmetle­rin hassas düsturlarıyla karıştırılmamalıdır.

Atıf notları:

-Ashab-ı Suffa’nın istiğnası, bak: 2477.p.

-Bediüzzaman Hazretleri, padişah II.Abdülhamid’in ihsan-ı şahane olarak gön­derdiği pa­rayı almaması, Bak. 3275,3276.p.lar.

-İmam-ı Azam’ın halife Mansur’dan hediye kabul etmemesi, bak: 1608.p.

-İbn-i Cerir-i Taberi’nin atiyeleri kabul etmemesi, bak. 3622/1.p.sonu.

1813- qqİSTİHARE ˜‡_FB,~ : Tefe’ül. Sual sorup cevap istemek. *Hayırlı olmayı istemek. *Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. *Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uy­kuya yatmak.

Hak veya batıl, hayır veya şer olduğu Şeriatça bilinen şeyler hakkında is­tihare yapılmaz. Ancak şer’î ölçülerle açık olarak bilinemiyen ve tereddüd edilen umûrlar hakkında yapılır. Böyle tereddüdler ise daha çok tatbikat ha­yatında, muamelat ve içtimaî münasebetler sahasında ortaya çıkar.



1814- Büyük İslâm İlmihali’nde istiharenin yapılış şekli hakkında şu bilgi verili­yor: “İstihare namazı: Şöyle ki, hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadı­ğına dair Allah tarafından manevi bir işarete nail olmak isteyen kimse yata­cağı zaman iki rek’at na­maz kılar. İlk rek’atında (Kâfirun) süresini, ikinci rek’atında da (İhlas) süresin okur. Nihayetinde de istihare duasını okur; sonra da abdestli olarak kıbleye yönelerek ya­tar. Rüyada beyaz veya yeşil gö­rülmesi hayra, siyah veya kırmızı görülmesi de şerre delalet eder. Bu vechile istihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk lâhik olana bakılması da bir hadis-i şerif ile beyan buyurulmuştur.

Resul-i Ekrem Sallallahü Teala Aleyhi Vesellem Efendimiz, ashab-ı kiramına istihareyi talim buyururlardı. İstihare namazını kılmak müteazzir olunca, yalnız dua­sıyla iktifa edilir. Hadd-i zatında meşru ve hayırlı olan birşey hakkında yapılacak is­tihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması için yapılabilir. Yoksa bizzat o şe­yin doğru olup olmadığı hakkında yapılmaz. Muayyen bir senede hacc yapılıp ya­pılmaması ve bir mütemerridin bir münkerden nehyedilip edilmemesi gibi. İstihare duası Resul-i Ekrem Efen­dimiz’den şu vechile rivayet olunmuştur:

Ú•‹Û ¬yÁV7~ ­ÄY­,«‡ «–_«6 :«Ä_«5 _«W­Z²X«2 ­yÁV7~ «|¬/«‡ ¬yÁV7~ ¬f²A«2 ¬w²"¬~ ²h¬"_«% ²w«2

~«†¬~ ­ÄY­T«< ¬–³~²h­T²7~ «w¬8 «?«‡YÅK7~ _«X­W¬±V«Q­< _«W«6 _«Z¬±V­6 ¬‡Y­8­ž²~|¬4«?«‡_«F¬B²,¬ž²~_«X­W¬±V«Q­<

|¬±9¬~ Åv­Z±V7«~ ²u­T«[¬7 Åv­$ ¬}«N<¬h«S²7~ ¬h²[«3 ²w¬8 ¬w²[«B«Q«6«‡ ²p«6²h«[²7_«4 ¬h²8«ž²_¬" ²v­6­f«&«~ Åv«;

«tÅ9¬_«4 ¬v[¬P«Q²7~ «t¬V²N«4 ²w¬8 «t­V«¶[²,«~«— «t¬#«‡²f­T¬" «¾­‡¬f²T«B²,«~«— «t¬W²V¬Q¬" «¾­h[¬F«B²,«~

­v«V²Q«# «a²X­6 ²–¬~ Åv­Z±V7«~ .¬€Y­[­R²7~ ­•ÅŸ«2 «a²9«~«— ­v«V²2«~ «ž«— ­v«V²Q«#«— ­‡¬f²5«~ «ž«— ­‡¬f²T«#

>¬h²8«~ ¬u¬%_«2 «Ä_«5 ²—«~>¬h²8«~¬}«A¬5_«2«— |¬-_«Q«8«— |¬X<¬… |¬4 |¬7 °h²[«' «h²8«ž²~ ~«g«; Å–«~

«h²8«ž²~ ~«g«; Å–«~ ­v«V²Q«# «a²X­6 ²–¬~«— ¬y[¬4 |¬7 ²¾¬‡_«" Åv­$|¬7 ­˜²h¬±K«<«— |¬7 ­˜²‡¬f²5_«4 ¬y¬V¬%³~«—

­y²4¬h²._«4 ¬y¬V¬%³~«—>¬h²8«~ ¬u¬%_«2 «Ä_«5 ²—«~ >¬h²8«~ ¬}«A¬5_«2«— |¬-_«Q«8«— |¬X<¬… |«4 |¬7 Êh«-



(176) ¬y¬" |¬X¬/²‡«~ Åv­$ «–_«6­b²[«& «h²[«F²7~ |¬7 ²‡¬f²5~«— ­y²X«2 |¬X²4¬h².~«— |¬±X«2

Meali:”Ya İlahî! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayırlısını bana bil­dirmeni dilerim. Ve kudretin yettiği için ben senden kuvvet ve takat isterim. Ve hayra er­memi senin büyük fazıl ve kereminden niyaz eylerim, çünki sen herşeye kadirsin. Ben ise kadir değilim. Ve sen herşeyi bilensin. Halbuki ben bilemem, sen gayıblara da tamamen âlimsin. Ya Rabbi! Sen bilirsin, eğer bu iş; benim dinim, yaşayışım, akibet-i emrim, dünyam ve âhiretim hakkında hayırlı ise, bunu bana nasib ve mü­yesser eyle, Sonra da benim için feyiz ve bereket vücuda getir. Ve eğer bu iş benim dinim, hayatım akıbet-i emrim hakkında ve dünyevî, uhrevî hususlarımda benim için bir şer ise bunu ben­den çevir, beni de bundan çevir. Bunun için gönlümde bir meyil bırakma ve benim için hayrı nerede ise müyesser et; sonra da beni bu mu­kadder hayır ile hoşnut buyur. ey Kerim olan Hâlikım.” (B.i.İ. 190)



qqİSTİHBAB _AEB,~ : Bir şeyi iyi ve güzel addetmek. * Dost edinme. * Müstehab etmek ve olmak. (Bak: Müstehab)

qqİSTİKAMET y8_TB,~ : (Bak: Sırat-ı Müstakim)

1815- qqİSTİRAHAT }&~hB,~ : Dinlenmek. Rahatlamak. (Bak Tenef­füs)

®}«2_«K«4 ®}«2_«, «Y­V°T²7«~ ~Y­&¬±—«‡ “Gönüllerinizi vakit vakit dinlendiriniz, ra­hat ettiriniz.” İzah: Bir insan mütemadi surette bir şeyle meşgul olursa yo­rulur. Usanır, neş’esini gaib eder, zaafa düşer. Binaenaleyh itidali elden bı­rakmamalıdır. Vücudu mübah olan şeylerle, meselâ tenezzühe çıkarmakla, güzelce sohbetlerde bulun­makla, helal olan tatlı şeylerden yeyip içimekle va­kit vakit dinlendirmelidir. Böyle bir hareket, dinî vazifeleri daha ziyade bir huzur ve neş’e ile yapmağa yardım eder. Bu hıfzussıhha bakımından faydalı­dır. (177)



qqİSTİŞARE ˜‡_LB,~ : Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşave­rede bulunmak. (Bak: Şura)

qqİSYAN –_[M2 : (Bak: Ma’siyet)

1816- qqİŞRAKİYYE FELSEFESİ |KZSKV4 y[5~h-~ : İslâm dün­ya­sında “İşrakiyye” denen felsefe çığırın, Şehabeddin Sühreverdî (Mi. l153-l191) aç­mıştır. İşrak, kelime olarak “Güneşin doğması” “tan ağarması”, “ay­dınlanma” de­mektir. Felsefî bir terim olarak “keşf”, “ilham”, “seziş”, “mü­şahede”, “esrarın kalbe açılması”, “hakikat nurunun kalbe doğuşu” demek­tir.

1817- İşrakiyye, felsefede bilgi nazariyesi (Bak: 1304/1-1305.p.lar) olarak bilinen “Hakikatı bulma imkânı ve kaynağı” mes’elesinde ortaya atılan gö­rüşlerden biridir. Bu mevzuda İslâm dünyasında “Meşeiyyun” denilen Aris­tocu ve akılcı filozoflar aklı esas alarak akılla mutlak hakikatın bilineceğini iddia ederler. Maddeden başka varlık tanımıyan maddiyun denilen filozoflar ise, beş hasseyi esas alırlar. Osmanlıca “Reybiyyun” (Septikler) denilen şüp­hecilere gelince: Hakikatın hiçbir vasıta ile bili­nemezliğini iddia ederler. Sühreverdî’nin işrakî felsefe dediği çığır ise, akıl ve hasse­leri yeterli bulmaz ve “hads”, “sezgi” “ilham”, “keşif” gibi tabirlerle ifade edilen ruhî ve kalbî bir kuvveti esas aldığını söyler. Sühreverdî “Bana herşey taakkul, mu­hakeme, istidlal yolu ile değil, büsbütün başka bir tarzda gelmiştir. Ben sonra bu keş­fedilmiş şeylerin delilini aradım.” demektedir.

Akıl ancak bundan sonra işe karışır.



1818- Sühreverdî bu mevzuda filozofları üç zümreye ayırır:

l- Sırrî haz ve keşifle uğraşanlar: Bunlar taakkul ve istidlale iltifat etmez­ler. Beyazıd-ı Bestamî, Mansur gibi...

2- Akıl, muhakeme ve istidlal yolunu tercih edenler: Bunlar sırrî haz ve keşfi bilmezler. Meşaiyyun gibi...

3- Keşf, müşahede, sırrî zevk yolunda gitmekle birlikte kalbe açılan hakikatların tesbit ve izahında akıl ve nazar yolunu beraber kullananlar. Sühreverdî kendini bunlardan sayar. Kendinden önceki Eflatun ve Efla­tuncu filozoflarla Zerdüşt’ü de bunlardan sayar.

Kendi zamanında ve sonraları Endülüs’ten Hindistan’a kadar bir kısım taraf­tarları olmuştur. Fakat belki Meşaiyyun’un şiddetli tenkidi, belki de dü­şüncelerin­deki mübhemlik ve anlaşılma zorluğu sebebiyle Sühreverdî’nin eserleri pek tanın­mamıştır.

1819- Sühreverdî ve diğer filozoflar gibi Aristo ve Eflatun’un te’sirinden kur­tulamadığından mevcudatın hudûsunu, kesret ve tebeddülünü izahta bü­yük müşkilatla karşılaşır. Sühreverdî de Farabî, ibn-i Sina gibi feleklerin akıl, ruh ve irade sahibi oldukları nazariyesini ileri sürer. Bu nazariyede Aristo’ya bağlı kalan bu filozoflara göre: “Birden bir çıkar. Kesret ve tebeddülat, se­bebinde de tebeddülünü gerektirir.” deyip önce Vacib-ül Vücud’dan “Akl-ı Evvel” dedikleri bir varlığın su­dur ettiğini ve ondan da ikinci aklın ve birinci feleğin meydana geldiğini, ondan da üçüncü aklın ve ikinci felek çıktığını ve hakeza dokuz felek ve on aklın sudurunu iddia ederler.

Buna binaen insan aklı ve nefsine, hayvan, nebat ve unsurlara kadar muhtelif varlıkların teselsülen meydana gelişini güya izah ederek böyle es­babı, uluhiyette bir nevi ortaklar tevehhüm ederler. (Bak: Akl-ı Evvel ve 941.p.)



1820- Sühreverdî bu teselsülen sudur nazariyesinin izahında, İlahî nurun, varlık mertebeleri üzerindeki farklı tecellisini ileri sürer. En nurani varlık te­lakki ettiği akl-ı evvelden en kesif ve karanlıklı kabul ettiği madde ve unsur­lara kadar bu tecelli de­recelenir, der.

Bu görüşüyle Meşaiyyun’un teselsülen sudur nazariyesine küçük bir izah fark getirirse de, mezkûr nazariyenin esasında onlardan ayrılmaz.

Böyle dâhi şahısların dehalarına rağmen hidayet yolunu bulamamalarının en bi­rinci sebebi, bütün beşerî düşüncelerin üstünde ve kâinat Hâlikının ke­lâmı olarak tam bir istiklaliyete sahib olan Kur’ana sadakatla bağlı kalmayıp, beşerî iktidar ve bilgi imkânı ile de hakikatı bulabilecekleri zannıyla felsefeye de rağbet göstermeleri­dir. (Bak: 1305.p.)

1821- Sühreverdî Harput, Diyarbakır, Konya, Sivas ve Haleb’de bu­lundu. Ken­disi, “Hayatının büyük bir kısmını seyahatle, tetkikle ve aydın bir dost aramakla ge­çirdim” demektedir. Selçuklu beylerinden Harput Emiri İmaduddin Karaaslan’ın himayesinde çalıştı. Son olarak Haleb’e gidince bü­yücülük ithamı ile Salahaddin- Eyyubî’nin emri ile ölüme mahkûm edilmiştir. (B.Sami Sağbaş, Felsefe öğretmeni) (Bak: Meşşaiye)

qqİTAAT }2_0É~ : (Bak: İkrah, Ulu-l Emr ve 178,179,180.p.lar)

Atıf notları:

- Hz.Ömer (R:A.(ın Allah’a itaat şartıyla halktan itaat istemesi, bak: 801.p.

-Zevcenin zevcine itaatı, bak: 176.p.

-Müsriflere itaat etmemek, bak: 1773.p.da âyet notu.

-Düşmanın tahakkümü altında kalan mükreh padişaha adem-i itaat, bak: 376.p.

Ehl-i dünyaya itaat etmemek, bak: 3177.p.da âyet notu.

1822- qqİ’TİKAD …_TB2É~ : İnanmak. inanç. Sıdk ve doğruluğuna kal­ben ka­rarlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini mey­dana getiren şey­lere inanmak.

İtikad kelimesi: Düğümlemek ve bir bağ ile bağlamak manasındaki “akd” kö­künden manasını alarak, “Bir şeye gönül bağlayıp kalbin ona karar kıl­ması” demek­tir. (Bak: İman)



qqİ’TİKAF ¿_UB2~ : Bir şeye devam etmek. *Ist: Bir yere çekilip yal­nız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet,ilm-i iman ve Kur’an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye “Mu’tekif” denir. Kur’an (2:187) âyetinde geçen i’tikaf hakkında, hadîslerde de hayli yer verilmiştir. Ezcümle T.T.ci: 2, sh:170’de i’tikaf bölümü, Buhari 22. Kitabı; Müslim 14. Kitabı; ibn-i Mace 7. Kitabın 58 ilâ 67. babları, Ebu Davud 14. Kitabın 77 ilâ 80. babları i’tikafa dairdir. B.i.İ. sh: 305-310 i’tikaf’ın mes’elelerini izah eder.

1823- qqİ’TİZAL Ä~iB2É~ : Ehl-i sünnet olan hak mezhebden ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak. *Mu’tezile olmak (Bak: Mutezile)

1824- qqİTTİFAK »_S±#É~ : Beraber hareket için sözleşmek. İttihad ve muva­fakat etmek. Söz birliği etmek. Anlaşmak.

İttifak kelimesini mana muhtevası ve fiilî tezahürleri, çeşitli şekilleriyle ele alınır. Meselâ mütecaviz bir kuvvetin ve cereyanın tecavüz ettiği farklı din ve milletten olan toplulukların bu mütecavize karşı ittifakları, tecavüzden korunmak içindir. Bu ittifakta müttefikler, dinlerini veya milliyetlerini birleş­tirmiş olmazlar. Keza bir dine bağlı olan cemaatlar, bağlı oldukları dinin esasatında ittifak ederler.Cemaatların te­ferruat sayılan meslekî hususiyetlerin de birleştirmelerine mecburiyet yoktur. Keza dinî bir cemaatın mensubları da, kendi mesleklerinin esaslarında ittifak eder. Ferdler arasında teferruata ait bazı anlayış ve meşreb farklarının bulunması, ittifaklarına za­rar vermez ve vermemeli. Keza dünyevî ve siyasî cemiyetler de, aralarında anlaşa­bildikleri sistem ve prensipler etrafında ittifak ederler ve hakeza..

Bazan da bir taraf diğer tarafa, bütün hususiyetini benimseyerek ve kendi farklı hususiyetlerini tamamen terkederek katılırlar. Bu ise ittifak etmekten daha çok ittiba ve iltihak demektir. Bir tarafı tamamen tercih ve kabuldür. İslâmiyette hakiki ma­nada ittiba, hakka ve hak kanunlarına edilir. (Bak. 3893/1, 3893/2.p.lar)

İslâmiyet, bütün müslümanların asgari olarak gayede ve esasat-ı diniyede müt­tefik olmalarını ister. Aksi halde izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edemeyip zillete dü­şerler. Kur’an (3:103) âyetinde hablullaha sarılmak ve onda ittifak etmek emredilir. (Bak: Hablullah)

İslâm dünyasındaki ittifakta, bütün müslümanların dinin en küçük tefer­ruatına kadar bütün meselelerde ve anlayışlarda birleşip aralarında hiçbir farklılığın bulun­maması, yani meşru’ mezheb, meslek ve meşreblerin kaldı­rılması lâzımdır, şeklinde düşünmek gerekmemektedir. Zira “Cemaat”, “Mezheb” ve “Ehl-i Sünnet” mad­delerinde de bahsedildiği gibi, meşru’ dinî meslekler vardır. Pek çok akval-i müfes­sirîn ve müctehidîn, Kur’an ve sün­netin her asra ve her tabaka-i nâsa hitab eden maani ve hakaik-i mütenevviasını izhar etmesiyle; ümmetteki müsbet ihtilafın gü­zelliği gözlere de görünür olmuştur. (Bak: Adem-i Merkeziyet, İhtilaf, İttihad-ı İslâm)

1824/1- Dinî cemaatlar arasında, dinin esasat ve zaruriyatından bir kıs­mına; dinî bir cemaat efradı arasında da bağlı oldukları mesleklerinin esasatından bir kıs­mına bil’ihtayr uymayanlarla ittifak ve hizmet beraberliği caiz olmaz. Ancak büyük bir mütecaviz düşmana karşı ve yalnız o düşmanı def’etmek işinde ittifak caiz olur. O halde bir cemaat mensupları, ihtilafın olmamasını ve ittifakın devamını ciddi ola­rak istiyorlarsa; herşeyden evvel, uyulması zaruri olan esasatın usûlüne uygun tesbitiyle, o esaslarda ittifakat davet etmelidirler veya böyle bir davete uymalıdırlar. Aksi halde, mücerred ittifak davası; ciddiyetsiz ve gayr-ı ilmî olur. Bu durumda hakka bağlı olanlar, Kur’anda “Hecran Cemilâ” âyetiyle bildirilen (Bak: Hecran Cemilâ) kaideye uyarak ve ihtilaf etmiyerek uzaklaşırlar. Kur’an (49:9) âyeti, bu hükme de ba­kar.

1825- Mevzumuzla alâkalı olarak Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bazı sual­ler ve verdiği cevap ve izahları:

“Sual: Âlem-i İslâmdaki ihtilafı tadil edecek çare nedir?

Cevab: Evvela; müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünkü Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’anımız bir, zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik, zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telakki veya tarik-i te­fehhümdeki tefavüt bu ittihad u vahdeti sar­samaz, racih de gelemez.

¬yÁV7~ |¬4 Ç`­E²7«~ düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa-ki; za­man dahi pek çok yardım ediyor- ihtilafat sahih bir mecraya sevkedilebilir.” (S.T.İ. 83) (İhtilafı terk ile esasat-ı diniyede ittifak etmek, bak: 629.p.)



1826- “Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bazan hak, ehaktan ehaktır. Hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine “Hüve hak” demeli, “Hüve-l hak” dememeli. Veyahut “Hüve hasen” demeli. “Hüve-l hasen” dememeli... (M.475)

“Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit mesleğim haktır veya daha güzel­dir demeye hakkın var. Fakat yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur.

_«<¬—_«K«W²7~ >¬f²A­# ¬n²FÇK7~ «w²[«2 Åw¬U«7«— °}«V[¬V«6 ¯`²[«2¬±u­6 ²w«2_«/¬±h7~ ­w²[«2«— sır­rınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez. “ (M. 265)

1827- “Sual. Âlem-i İslâm ülemasının ortalarındaki müthiş ihtilafata ne dersin? Re’yin nedir?

Cevab: Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya intizamı bozumuş bir meclis-i meb’usan ve bir encümen-i şura nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki: Re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. işte şu, bu mec­listeki re’y, ekseri­yetin naziresidir. Re’y-i cumhurdan maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa istidadatın reylerine bırakılır. Ta herbir istidad, terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin. Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır.

Birincisi: Şu istidadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazam­mun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o istidad ile mah­sus olduğu halde,. sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etbaı ilti­zam edip tamim etti. Mukallidi taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin hedmine çalıştılar. Şu nokta­dan müsademe, müşagabe, cerh ve red, o derece meydan aldı ki; ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden du­man ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bazan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyet’in tecellisine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-i şemsden tefeyyüz etmesine istidad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men’etmetektir.

İkincisi: Ekalliyette kalan kavl. eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden istidadlardaki heves ve heva ve muris ayineye ve mizacına ga­lebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zira istidad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine çevirir ve telkih eder, kendi emrine müsahhar eder. İşte şu noktada hüda hevaya ta­havvül ve mezheb dahi mizacdan teşerrüb eder. Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.” (S.T.İ. 71/73)



Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin