İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə16/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   75

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1273


ATIF AHMED EFENDİ



Ateşmehmedpaşa Köprüsü (Mecmua! Efeuzziyadan)

dar yayını elden bırakmadı, kendisini seven, takdir eden birkaç perestişkârı musiki ile âdeta hususî denecek surette bir bezmi cûşa-cûşu edeb vücuda getirdi, var olsun.

«Piyasa benim Anastaşla hemâhenk, kanunî Mihal ile vâyedan şevk, Lavtacı Lâmbo ile sen, Ulah çalgıcılariyle alafrangadan müstağni, Tam saat dört buçukta meydanda kurulan sandal ile içindeki fişenk kaptan alevler, patırdılar içinde kaldı. Güzel bir manzara husule geldi. Çoluk çocuk, familyalar, ihtiyar, genç, köylü, yabancı orasını doldurmuştu. Zabıtaya, polise teşekkür olunur. Herkes emniyet ve itimadla gezinip gülüp eğlendi. Hoşça bir âlem edildi».

ATEŞ İSTİDASI — Tanzimattan evvelki devirde, bilhassa On yedinci asır sonlarına kadar, şikâyet feryadı gökyüzü tuttu denildiği gibi, görülen haksızlık ve zulümden bizzat Pâdişâha şikâyet edebilmek için, huzura çıkılamayınca başvurulan son çâre idi. Şöyle ki, Pâdişâhın sahilsaraylardan birinde pencere önünde oturması gözlenir, ve hemen 'bir kayık ile denize açılarak, içinde saman, talaş, hasır parçaları veya ziftli paçavralar bulunan bir kab başüstüne konularak tutuşturulur; bu, «Pâdişâhım, her taraftan gördüğüm hazsızlık ve zulüm ile artık başımda ateş yanıyor. Son ümidim sendedir, sana sığınıyorum fakat beni senin yanına sokmuyorlar!» demekti. Bunu Pâdişâh derhal müştekiyi huzuruna getirtir ve derdini dinleyerek icabeden emirleri verirdi. Ateş istidasının en parlak örneği^ Nâi-ma Tarihinin dördüncü cildinde (H. 1058) 1648 yılı vak'aları arasında kayıtlıdır ve Sultan İbrahim saltanatının son günlerine rastlar; şöyle ki:

Yedi tane İngiliz tüccar 'kalyonu, Galata önünde derya ortasında ak bayraklar çekip bütün mürettebatı güverte üzerine dizilir, başlarında birer bakraç zift yakıp bağrışmağa başlarlar. Derhal saraydan adam gönderilip dertlerinin ne olduğu sorulur. Meğer getirdikleri maldan evvelâ ticaret muahedesiyle tesbit edilen yüzde üç yerine yüzde altı gümrük resmi alınmış. Sonra satın alınan takriben 15.000 kuruşluk mallarının bedeli ödenmediği gibi gemi kaptanlarına limanı derhal terketmeleri de emrolunmuş... «Bu mezalim üzerimizden ref buyurulsun, yahut sefinelerimizle umumen ateşlere yanarız demek ister-

miş». Bunu öğrenen Sultan İbrahim, hemen Çavuşbaşı Ağayı Sadırâzam Hezarpâre Ahmed Paşaya göndererek İngilizlere yapılan haksızlığı tamir ettirmiş.

ATEŞ KAYIĞI — Boğaziçinde yangın olduğunda, tulumbalarla tulumbacı takımlarını Anadolu yakasından Rumeli yakasına, yahut Kümeliden Anadolu yakasına, veya îstanbul-dan Üsküdara geçiren kayıklar ki, dört çifte, pazar kayığı büyüklüğünde, fakat daha hafif ve çok daha yollu idi; sair zamanlarda Üsküdar ile İstanbul arasında, Üsküdar ve İstan-buldan yukarı Boğaza yük ve dolmuşa adam taşırlardı.. Geceleri, Eminönü ve Üsküdar iskelelerinde bir veya iki ateş kayığı yangın nöbeti tutarlardı; yangın tulumbaları tulumbacılarla beraber kayığa girip de iskeleden açılınca yangın nöbetçisi elinde bir harbi ile kıç üzerinde otururdu.

Dilimizde sür'at ve tezcanlılık için «ateş gibi» tabiri vardır; kendi kürek sayısındaki diğer kayıklardan çok yollu olan ateş kayığının adı bu bakımdan da ayrıca manâlıdır; fakat Ateş kayığını Hüseyin Kâzım Bey merhumun büyük Türk «Sür'at kayığı» deyip geçmek Myük hatâdır.

Sürûrî bu ismi hezel yollu bir beyitinde şöyle kullanıyor:



Kalafatçılarda ateş kayığın yağlattık Yine su aldı, çeküp iskeleye bağlattık..

Bibi.: Emrullah, Muhitül maarif.

•s?

ATEŞMEHMETPAŞA KÖPRÜSÜ — Em-i nönünü Galataya bağlayan ve halk ağzında Ka-raköy köprüsü denilen ve günün alaca aydınlığından başlayarak gece yarısından çok sonralara kadar üzerinden on «binlerce insan geçen köprülerin ikincisidir. Haliçte ilk köprü, Unkapanı (Atatürk) köprüsü yerinde İkinci Mahmud tarafından yaptırılmıştır 'ki «Hayra-tiye» adiyle meşhur. Karaköy köprüleri ise sırasiyle şunlardır:



  1. — Hicrî 1261 (M. 1845) köprüsü. Ab-
    dülmecid tarafından yaptırılmış ve Hicrî 1279
    (M. 1862) tarihine kadar on yedi senelik bir
    ömre sahibolmuş bir ahşap köprüdür.

  2. — Hicrî 1279 (M. 1862) köprüsü —
    Ateşmehmedpaşa köprüsü; Hicrî 1295 (M.
    1878) tarihine kadar on beş-on altı senelik
    bir ömre sabibolmuş bir ahşap köprüdür; ki

İstanbullular ağzında «Cisri atîk), «Eski köprü» diye meşhurdur.

  1. — Abdülâziz zamanın yaptırılıp yerine
    İkinci Abdülhamid zamanında konulan demir
    köprüdür; bunun da ömrü Hicrî 1295 (M.
    1878) den Hicrî 1330 (M. 1911) otuz üç-otuz
    dört sene kadar sürmüştür.

  2. — Hicrî 1300 (M. 1911) de yaptırılan
    zamanımızın Karaköy köprüsü (B.: Köprüler).

İkinci ahşap Karaköy Köprüsü, Ateş Meh-Mehmed Paşanın Bahriye Nazırlığı zamanında yapılmıştı. Ebüssiya Tevfik merhum, «Mecmuai Ebüzziya» nın 144 üncü nüshasn-da «Karaköy Köprüsü» başlığı altında neşrettiği bir makalede Ateşmehmedpaşa Köprüsü hakkında: «Hattâ o köprü, zamanına göre 'bedayii hendesiyeden ma'dut idi. Modeli Sultanahmed meydanındaki Sergii Osmanîde teşhir olunmuştu, ki, elyem Tersane Müzesinde mevcud -bulunmuş olması melhuzdur» diyor ki, hu model büyük muharririn tahmini hilâfına, sergiden müzeye nakledilmemiş, kaybolmuştur.

ATEŞMEHMED SOKAĞI — Beyoğlu ka


zası Kasımpaşa nahiyesinin Çatmamescid ma
hallesi sokaklarmdandır. Çatmamerdiven So
kağı ile Tepebası - Akarca yolu arasında
uzanır. .

Çatmamerdiven Sokağı kavşağından girildiğine göre, iki araba genişliğinde olup, yer yer otlarla kaplı bozuk taş döşeli bir sokaktır. Evleri, ikişer üçer kat kagir ve ahşaptır. Sekenesinin ekserisi Türk, bir kısmı rum-dur. Kayde değer başka 'bir hususiyeti yoktur (Mayıs 1947).



İsmail Ersevim

ATEŞPÂRE SOKAĞI — Beyoğlu kazası, Galata nahiyesinin Pürtelâş Hasanefendi Mahallesi sokaklarmdandır. İkisi de bozuk taş

merdivenli olan Fındıklı Mezarlık yokuşu ve Tekke yokuşu arasında uzanır. Genişliği bir araba kadar olup, Tekke yokuşuna doğru patika halini alır. Sokak boyunca bir tarafta ufak bir «ateşpâre» ile çıra gibi yanabilecek ikişer, üçer katlı ahşaplar sıralanmıştır. Bu ahşapların karşısı yüksekçe, ot bürümüş arsalardır. Sokağın sekenesi fakir Türk aileleridir (Haziran 1947).

İsmail Ersevim

ATGECMEZ SOKAĞI — Fatih kazası, Fener nahiyesinin Tevkiicafer mahallesi So-kaklanndandır.

Usturumca Sokağı kavşağından girildi-ne, göre, üç araba genişliğinde kaba taş döşeli ve bozuk bir yoldur. Her iki tarafta ekseri üçer ğatlı kagir evler bahçe ve arsalık-lar vardır. Rumlar ve daha çok Türklerle meskûn olan loş ve sessiz bir sokaktır. (Ekim 1946).

İsmail Ersevim

ATIF (Feshaneli) — Geçen asır sonların- / da, Defterdarda Feshane fabrikası amelesinden bir delikanlıdır; Eyyub, Defterdar ve civarının tulumbacılık ve kabadayılık âlemlerinde pek sevilmiş bir sima idi; bir gün, kendisini fabrika çarklarından birine kaptırma-siyle feci bir surette parçalanarak ölmüş, bu ölüm, muhitinde derin bir tesir uyandırmış ve hakkında mersiye yollu bir destan yazılmıştır. Osman Cemal Kaygılı merhumun «Semai Kahveleri» adındaki eserinde, «Ahlı oflu göz yaşlan içinde yıllarca okunup dinlenmiş» destanların isimleri arasındaki küçük bir nottan gayrı, hayatı hakkında hiç bir kayda rastlanamadı.

ATIF AHMED EFENDİ — Devlet adamı; aslı Çankırılı olup Üsküdarda attarlık

ATIF BEY

— 1274


istanbul

ANSİKLOPEDÎSÎ

— 1275 —

ÂTIFBEY SOKAĞI




eden Osman Dede adında bir zatın oğludur. Devlet ricalinden Lâleli Mustafa Efendi dairesinden yetişmiş, devrinin seçkin kâtiplerinden biri olarak tanınmış, Reis-ül-küttablığa (Hariciye Nazırlığına) kadar yükselmiş (H. 1222) 1807 yılı başlarında elli altı yaşlarında ölmüş, ÜS'küdarda Şerifkuyusunda defnedil-miştir. Muasırlarından Namık Efendinin naklettiğine göre «sahibi haysiyet, fen inşa ve kitabette susunu reşidei derecei nihayet, zarif ve nüktedan, hezlü istihza ile gûyan, zevk ve sevka mail ve meyü mahbûbe şifte dil» imiş. Son memuriyeti olan Çavuşbaşılıktan azlinde hanesi içinde olan eşya ile yedi bin foeşyüz kuruş faizli bir ziamet'den gayrı bir şeyi yoktu; onlar da borçlarını karşılamayacak derecede idi. Kendisi de hastalanıp yatağa düşmüştü; adamları: «Artık bu vefat eder» diye dağılmışlar, yanında üç nefer emektar adamından gayrı kimse kalmamıştı. Bir gece evinden yangın çıktı, haremindeki kadınlar, bin zorlukla Atıf Efendiyi bir seccade içine koyarak ateşten çıkardılar. Eşyasından bir hilâl bile kurtulamadı. Evinin civarında cariyelerinden birinin iki. odalı evine sığındı. Değiştirecek çamaşırı bile olmadığından, memuriyet hayatında hiç sevişmediği İbrahim Ne-sim Efendi, sırf hakaret kasdı ile bir kat es-vab ile beş yüz kuruş gönderdi. Atıf Efendi: «Başıma gelen bu âfet, Sahib Efendiye ettiklerimin cezasıdır!» diye ağladı. Bu Sahib Efendi, gayet namuskâr bir zat idi. Atıf Efendi rekabet hırsiyle biçareyi uzun zaman açıkta bıraktırmış, hasta olduğunu işitince de iki yüz elli kuruş göndererek: «Tabibe versin!» diye hakaret etmişti. Biçare Sabih Efendi ölürken «ilâhî! Benden beter olsun!» diye ağ-lıyarak beddua etmişti.

Bibi.: Cevdet Tarihi, VIII.

ATIF BEY — (B.: Kamçıl, Atıf).

ATIF BEY (Bebekli) — Geçen asır sonlarında yaşamış ve İstanbulda ilk Türk tayyaresini yaparak uçma teşebbüsünde bulunmuş amatör bir fen adamıdır. Bu büyük adamın hayatı hakkında, Ebüzziya Tevfik merhumun «Ahdi sabavete aid bir hâtıra» adındaki makalesinde aşağıdaki satırlardan gayri hiç bir şey öğrenilemedi: «Sultan Abdülâzizin senei cülusuna müsadif 1861 senesinde doğma büyüme Bebekli Atıf Bey isminde me-

raklı bir zat da bir tayyare icadetmişti. Bazı aksamı âdeta mukavva inceliğinde . gürgen ağacından ve bazı parçaları ince saçtan tasnif edilmiş kanadları ve kuyruğu havi idi. El ve ayak ile tedvir edilecek birkaç çarkı vardı. Atıf Bey, bir gün Bebek halkına uçacağını ilân etti. O tarihte Bebekte bulunan Protestan mektebinin (Amerikan Kollejmin) bahçesindeki sedin üzerine çıktı. Kollarını kanad-lara, ayaklarını kuyruğa geçirerek çarkları tahrike başladı ve -kendini kaldırıp şedden salıverdi. Vakıa tereffü edemedi, fakat ufkî 'bir halde on metre kadar ilerliyerek düştü. Biçarenin galiba kolu ve ayakları incinmişti. Böyle şeylerde bir musibete uğrayanların haline acıyanlardan ziyade gülenler çok olur. Herkes bu sukuta kahkahalarla güldü. Fakat kimse sakıtın kaldırılmasfını düşünmedi. Şitaiban olan dört beş muallim gidip beyi kaldırdılar. Eğer Atıf Bey Avrupada bulunmuş ve bu fikrini mevkii tatbike koymayı tasavvur etmiş olsaydı, kendisine fikren, ilmen, fiilen ve nak-dea pek çok muavenet edenler bulunurdu.' Bizde ise: Budala mirasyedi, babasından kalan beş on kuruşu böyle olmıyacak şeylere sarfeyledi gitti dediler. Biçareye bir de sefa-het ve cinnet isnad ettiler. Ben o tarihte 01 iki yasında idim. Bebek ahalisinden benimle hemsi olup da elyevm berhayat bulunan zevatın bu vak' ayı tahattur etmeleri ve merhumun mesup olduğu aileyi bilmeleri me'mul-dür. —Ebüzziya Tevfik».

ATIF BEY (Kuyucakh) — Geçen asır

sonlarının en seçkin muallimlerinden, devrinin ulema, udeba ve şuarası tarafından «allâ-mei şehir» unvaniyle anılmış -bir sima; ulemadan Kuyucaklı Abdürrahman Efendinin oğludur; (H. 1267) 1851 de doğdu; (H. 1316) 1898 de İstanbulda Heybeliadadaki konağında öldü. Mektebi nevvab Müdürlüğü, Askerî Kassamlığı, İlâmatı Şer.iyye Mümeyyizliği, Evkaf Müfettişliği gibi bazı vazifelerde bulunarak iffet ve istikameti ile tanınmış olan Kuyucaklı Atıf Bey, ömrünü bilhassa muallimliğe vakfetmiş, Mülkiye ve Hukuk mek-tepleriyle serbest cami derslerinde binlerce genç yetiştirmiş; derin bilgisi, takrirlerindeki belagatı, fevkalâde zerafet ve necabeti ile sonsuz bir sevgi ve hürmet mihrakı olmuştu. Ölümü, devrinin hemen bütün İstanbul gaze-

telerinde derin bir teessürle karşılanmıştı. Şair İsmail Safa şu mersiyeyi yazmıştı:



Kimdir bu rehrevi ebediyet ki pür vekar Tâbuttan yemin ü yesâre selâm ider Kimdir, sevadı matemi gaybubeti bugün Nısfünnihâri mülkimizi tirefâm ider

Kimdir bu, böyle medhini bigâne, âşinâ, Birlikde geyhü şâbü ahavasü âm ider. Bir naaş ki eyâdii hürmet tehâlüken Bâlâya doğru ref'i içün ihtimam ider

Kimdir, kimin bu heykeli fâniyeti beşer Dâri fenâde kimse bu ibkayi nâm ider Atıf Beyin cenazesi, Atıf Beyin ki âh Yâdi cemili hiç unutulmaz devam ider

Aşağıdaki kıt'a da Babanzade Naîm Bey merhumun yazdığı mersiyeden bir parçadır:



Gelmez nâziri diğerin Üstad! âleme Ziynet idin, letafet idin nev'i âdeme Yefret nümâyi hüzn olarak rengi mateme Hatırda mıydı dûşine alsun rical!!

ATIF BEY (Mehmed) — Abdülmecid ve Abdülâziz devirlerine dair pek kıymetli ve orijinal malûmatı ihtiva eden «Hâtırai Atıf» müellifi; Ağnam müdürü Ali Şakir Raif Efendinin oğludur; (1252) 1836 da İstanbulda doğdu; bir kaleme çırağ edilmek için lâzım gelen tahsili görerek Meclisi Valâ Mektubî kalemine girdi ve burada serhalifeliğe kadar yükseldi. Validesi İkinci Mahmudun hazinedarlarından zevcesi de Abdülmecidin cariyelerinden idi, bu kadınlar dolayısiyle saraya intisabı vardı, (H. 1288) 1871 de Mabeyni Hümâyûn- kâtipliğine alındı, (H. 1290) 1873 de Mabeyn Başkâtibi oldu, (H. 1292) 1857 de bu vazifesine ilâve olarak Hazinei Hassa Nazırı tâyin edildi; Abdülâzizin hal'inde üç yıl ma'-zul kaldı. (H. 1297) 1879 da kendi isteği ile Amasya mutasarrıflığına, (H. 1301) 1883 de Karesi valiliğine tâyin edildi; bu vilâyetin lağvı üzerine İstanbula geldi, tekaüt oldu. Son yıllarını Horhordaki konağında, maişet darlığı ve sıkıntılar içinde geçirdi. (H. 1335) 1916 da öldü; vasiyeti üzerine Edirnekapı dışında İbni Kemalin kabri civarına defnedildi. Kendi sahasında sağlam bilgi sahibi ve doğru, fevkalâde terbiyeli bir memurdu.

Büyük Edib biyograf Mahmud Kemal İnal, Türk Tarih Encümeni mecmuasına yazdığı bir makalede «Hâtırai Atıf» m nasıl kaleme alındığını anlatır ki yukarıdaki malûmat da bu makaleden alınmıştır.

«Mehmed Atıf Bey erbabı fazilet ve istikametten bir zatı muhterem idi. Pederim Mehmed Emin Paşa merhumla Meclisi Valâyi Ahkâmı Adliyede sebkeden refakatinin istilzam eylediği muhabbet, bu abdi acize intikal etmişti. Horhordaki konağında ve fakirhanede teşerrüf edildikçe, sarayda görüp işittiği ve-kayiden, 'bilhassa Sultan Abdülâziz merhumun hal'ine müteallik mevaddan bahsederdi. Bu bahislerden hâtıramda kalanlar, yahut kayde-debildiklerim ne kadar doğru olursa olsun aslına tamamiyle tevafuk edemiyeceğini ve vesaiki mutebereden addolunamıyacağını düşündüm. Mesmuat ve müşahedatım - ahlâfa yadigâr olmak üzere - bizzat yazmasını müşarünileyhten rica ettim. Sinnüsalinden ve ademi iktidarından bahs ile itizar eylediyse de ısrarıma mukavemet edemiyerek «muavenet ederseniz yazmağa çalışırım» dedi. O günden itibaren işe başlandı, İki kısımdan mürekkeb olarak «Hâtırai Atıf» namiyle bir eser vücuda geldi».

Mahmud İnal'm da pek aydın olarak belirttiği gibi Hâtırai Atıf, Abdülmecid ve bilhassa Abdülâziz devirleri için en kıymetli malûmat kaynaklarından biridir.

ÂTIFBEY SOKAĞI — Üsküdar Kazası, Kısıklı nahiyesinin Küçükçamlıca semti so-kaklarmdandır.

Kalfaçeşmesi ve Faikbey Mescidi sokaklarının yaptıkları kavşaktan, ıbir arabanın ferah geçebileceği genişlikte, çok bozuk olarak başlar. Az ileride hafif bir mşyil kapanarak yükselirken, iki araba enine çıkar. Daha ileride gittikçe yükselerek biraz daralır ve Raif-paşahanı Sokağına kavuşuncaya kadar, tarlalar arasından patika halinde uzanır.

Evlerin bir kısmı ikişer kat ahşaplardan ibarettir ki dargelirli Türk ailelerini barındırır. Bir kısmı ise zengin harcı kârgir binalardır. Sağda, 8 numaralı, yeşil pancurlu, iki katlı konak yavrusu zikredilmeğe değer.

Sol tarafta ise Prevantoryom'un muhteşem binası bulunmaktadır.

İstisnasız bütün evlerin yemiş ağaçlariyle dolu vâsi bahçeleri vardır. Yaz için iyi toir dinlenme ve şifa mahallidir. (Mayıs 1947).



İsmail Ersevim

L..

ATIF DİVÂNI

1276 —

istanbul

ANSİKLOPEDİSÎ

ÂUFIFSNDİ KÜTÜPHANESİ



zili meşrutalarda bizzat sakin olmaları ile meşrut ola ve eğer hilafı sarti mezkûr menâzili mahsuslarında sakin • olmazlar ise cihatları refi ve hânei meşrutalarda sakin olmağa ra-gib ve hizmeti lâzimelerini edaya kaadir mu-temed kimselere verile. Hulâsai kelâm hafızı kütüblük cihati bizzat hânei mezkûrelerde sakin ve mutavaattın olmaları ile meşrut ola ve hafızı kütüblik cihatının örfi beled gibi kasri yedi hilafı şartım olmağla kasri yed murad edenler ruhsat verilmeyüb eğer izhari fütur iderlerse ciheti refi şurûti mezkûreye mürai bir kimseneye tevcih oluna ve hafızı kütüblik hizmeti vakfeylediği kütbi mutebere muhafazasından ibaret bir mâna olmağla hizmeti mezbûreye kaim olanların mutemed kimselerden olması lâzinıei halden olub hafızı kü-tüblerin 'birisi ıbi emrillâhi tealâ fevt oldukda örfi belede kıyasen sabi oğluna verildiği la muhalühü âhiri tevkile muhtaç ve vekili olan kimse bizzat ciheti merkumenin mutasarrıfı
ATIF DİVANI — On sekizinci asır şairlerinden Vefadaki meşhur kütüphanenin 'banisi Defterdar Mustafa Atıf Efendinin divanında, İstanbul hayatı ve tarihini alâkadar eden parçalar şunlardır:

,— Topkapı Sarayında Hüsnâbad kas-rındaki camekâna tarih 1146,



  • İzzet Ali Paşanın kasrına tarih 1129,

  • Rakım Efendinin kasrına tarih 1134,

  • Kayserili Mehmed Efendi yalısına ta
    rih 1131,

  • Defterdar Halil Efendinin evine tarih
    1132,

  • İzzet Ali Paşanın arabasına medhiye
    (B.: Araba).

  • Padişahın yarış kayığına medhiye:

Koşuda keştü.şâiîişeM dehri Atıf

Geçeriz fikrini itmek kati beyhude hayâl

Uçar elbette perestû gibi ol zevrat kim

Ola (bir kelime okunamadı) perri hümâyi ikbâl

— Hamamlarda dellâkların siyah peşte-


mal sarındıkları hakkında:

Fûtenin bahtı siyehdir dimeyim, şad tövbe Koydu Atıf, beni, ikbâli bugün hayretde Kaplamış her yerini kaidei kâm üzre Ahıu§ aguşine bir sim teni halvetde

ATIF EFENDİ (Defteri Mustafa) — On sekizinci asır şair ve maliyecilerinden; Vefada meşhur Atıf Efendi Kütüphanesinin banisi; sülüs ve nesih yazıyı Ağakapılı İsmail Efendi ile oğlu Mustafa Efendiden meşket-mişti; keskin divani yazıları ise, kalem kâtipleri tarafından daima bir örnek olarak saklanmıştı. Mesleğinde Baş Defterdarlığa kadar yükselmiş, (H. 1155) 1742 de ölmüş, Üsküdar-da defnedilmistir. Muasırlarından Seyyid Vehbi, Atıf Efendi hakkında «hoşğû .ve hoş-lehee güzel şair» diyor. Bilhassa kamerî ve şemsî senelerin hesabı üzerine tanzim ettiği bir risalede, cizye tahsili için, maliye memurlarının elinde uzun zaman en muteber eserlerden biri olarak kalmıştır. Babası Mustafa Efendi, asrında İstanbulun sayılı zenginlerinden idi; Sadrâzam Şehid Ali Paşa, bir bahanei şer'iyye ile idam ettirmiş ve malının büyük bir kısmını müsadere ettirmişti.



ATIF EFENDİ (Mehmed Emin) — On

sekizinci asır hattat ve şairlerinden, babası Kepekciler Mescidi imamı olan Mehmed Efendi isminde bir zattır; yazıda üstadı olan asrın

büyük hattatı Mehmed Rasim Efendi halasının kocası idi. Henüz otuz yaşında iken (H. 1158) 1743 de öldü. Edirnekapı dışında med-fundur.

ÂTIFEFENDİ KÜTÜPHANESİ — Vefada Vefa Caddesiyle Tirendaz Sokağı ve San-bayezid Caddesinin teşkil ettiği dörtyol ağzında İstanbulun bir on sekizinci asır yapısı, büyük vakıf kütüphanelerinden biridir. Türk yapı sanatının da nefislerindendir. Vefa Caddesi ve Sarı bayezid Caddesi üzerinde bulunan cephesi; bu iki yolun teşkil ettiği kavşağın inhinasına uyarak alt katlar az muhaddep, son üçüncü kat da altı kanadlı bir yelpaze halinde açılmış çok güzel bir görünüşe sahiptir. Bir mütalâa salonu, bir kitap hazinesi ve vakıfın bugün mer'i olmıyan vakıfnamesi mucibince bulunacak üç hafızı kütü'bün yine bu vakıfname mucibince oturmağa mecbur oldukları üç meşruta evden mürekkep ve serapa üç sıra tuğla arasında kesme taştan yapılmış olan bu kütüphaneye Vefa Caddesi üzerinde büyük ve yarım daire şeklindeki kemerli bir kapıdan girilir. Bu sokak kapısının üzerinde Hicrî 1289 (1872) rakam tarihi taşıyan mermer kitabesinde «Darül Kütibi Atıf» yazılıdır. Bu kapıdan girilince üzeri tonos kemer örtülü uzunca bir dehlizden geçilir. Bu dehliz kütüphanenin bahçesine çıkar. Dehlizin üzerinde soldaki küçük bir kapı, dehlizi geçince sağda bahçeye açılan iki küçük kapı hafızı kütüblere meşruta evlerin iç kapılarıdır ki bu evlerin ayrıca sokağa açılan kapıları da vardır. Dehlizden bahçeye girilince karşıya gelen ve bodur bir kuleyi andıran köşeli bina mütalâa salonudur. Bu salona, dehlizden bahçeye çıkınca sola rastlayan altı basamaklı bir merdivenle çıkılarak girilir. Merdivene gitmeden meşruta evlerden birinin altına rastlayan bir küçük çeşme vardır ki iki duvardan tek bir sütun üzerine atılmış gayet küçük, diğeri az büyükçe iki kesmeli bir saçak altına alınmıştır. Merdivenden çıkılınca bir camlı kapıdan kapalı ve küçük bir taşlığa girilir. Vaktiyle bahçe tarafına ve arkaya bakan kısımlar açık olduğu duvara yarı gömülmüş bir sütundan pek aydın olarak anlaşılan bu taşlık bilâhare tarihi tesbit edilemiyen bir tamirde bu iki açık kısmı örülerek erbabı mü-lâanın cemaatle namaz kılmalarına tahsis edilmiştir. Bu kapalı namazgahta bahçeye açı-



Atıfefendi KütiTohâacsi, sokak kapusu, hafızı kütüblere meşruta odalar (Resim: Salih Sina»)

lan kapının tam karsısına rastlayan, yine camlı bir kapıdan mütalâa salonuna girilir. Mütalâa salonuna girerken sağdaki duvar içinde büyük bir mermer üzerine Atıf Efendi Kütüphanesinin vakfiye hulâsası hâk ve tesbit edilmiştir ki metni şudur:

Hâzini hulâsatül vakfiye Elhamdü lillâhi vesselâti ala nebiyyihi ve .alini. Vakfiyyei mamulün bihâmde zikrü tas- . rih olunduğu üzere kütübi mevkufem talâben an marazatillâh mânâsı ile ihyasına muvaffak olduğum işbu kütübhanemde hıfz olunup kütübi mezkûre istinsah ve istifade tariki ile rehin ile olursa dahi veçhen minel vücuh taşra çıkarılıb bir kimseye verimliye.. Müsteid ve mütedeyyin üç kimse hafızı kütüb olup hizmeti lâzimelerine bizzat kıyam, idüb vekil nasb eylemiyeler ve kütüphanem ittisalinde bünyad edüb süknasını şart eylediğim üç bab kagir menazilin herbirinde sakin ve hafızı kütüblük cihâtına mutasarrıf olmaları menâ-

atıfefendi kütüphanesi

1278



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ



1279 —

atıfefendi kütüphanesi




olmadığına binaen hizmetinde kusuru emri bedihi olmağla vechi meşruh üzere hafızı kü-tüblük edâyi hizmeti meşrutaya müstenid olmayan sabi oğluna tevcih olunmaya ve kü-tübhânem salı ile cumadan maada haftada beş gün tulûi şemsden bir saat mürurundan gurûM şemse iki saat kalınca kütübhânem ka-pusu kapanmıya ve hafızı kütüb olanlar müderrisini kiram ve kuzati zevil ihtiram ve eim-me ve müezzinin ve kayum olmaya hasılı kelâm şurûti meşrutam üzre sabahtan akşama-dek edâyi hizmeti mezkûreye mâni hizmeti olmaya ve hafızı kütüb olan üç kimsenin manii şeriyyeleri olmadığı halde her gün maan kütüphanemde mevcud bulunanlar ve mütevelli olanlar şurûti mezkûreye müracaatta ihtimamı tam ideler. Femen beddelehû bâ'de-ma semaa fe innema ismehû alellezine yül bedelûn İnnallahü semiün âlim. Sene 1154». Bu vakifeye sureti altındakitarihi de kü-

tübhan«nin inşa ve tesis tarihi olarak kabul etmek lâzımdır.

Mütalâa salonuna girer girmez soldaki demir kanadlı kapı kitab hazinesinin medha-lidir. Kitab hazinesinin mütalâa salonuna bakan iki küçük penceresi vardır.

Mütalâa salonu bir murabba saha etrafında yelpaze halinde açılmış beş sofadan mürekkeptir. Bu sofaları yekdiğerinden menşur şeklinde duvarlar ayırır ki her sofanın bu satırların yazıldığı sırada rutubetten ötürü istimal edilmiyen birer küçük dolapçığı vardır. Her sofanın üstü da birer kemerle çevrilmiş olup kitab hazinesinin tam karşısına gelmek üzere sağdaki ve soldaki sofaların nihayeti hizasında istalâktitli iki ince mermer sütun üzerine atılmış ortadaki büyük, iki kitabedeki küçük üç kemerle mütalâa salonunun diğer üç sofası ayrı bir yer teşkil eder gibi olmuştur ki bu sofaların vaktiyle kibar



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin