İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə69/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   75

ÂZER (Seyyid Ce-yad) —: Hafızasında Fars ve Türk edebiyatından binler-c e kıt'a ve beyit bulunan münevver is adamı; Hicrî 1318, Milâdî 1900 de Azerbaycanda Selmas'da doğdu, babası Ulemadan Seyid Ahmeddir; 1917 de Ermenilerin Selmas Müslümanlarından ve Türklerinden 170.000 kişiyi öldürdükleri büyük katliâmda bütün ailesi efradını kaybetti; onyedi yaşında bir gençti, cenazelerin üç ay sokaklarda yattığı Selmas'da, katliamdan mucize eseri kurtulan bir avuç Türk arasında Selmas'a giren Ali İhsan Paşa Kolordusu tarafından selâmete çıkarıldı, 1919 da İstanbula

gelerek tütüncü ve kahveci çıraklığı ile iş hayatına atıldı; bir ara emsali iş adamları ile kurdukları bir şirket adına Denizyolları vapurlarının büfelerini işlettiler; 1938 -1958 arasında yirmi yıl da Köprünün Kadıköy iskelesi içindeki büfeyi işletti. 1959 da liman vapurlarından Moda vapurunun büfesini işletiyordu. Üçü kız biri oğlan dört evlâd sahibi, görgüsü ile, terbiyesi ile bir şahsiyettir.

AZERBAYCANLILAR (İstanbulda) — İstanbul fethinden günümüze kadar muhtelif devirlerde, muhtelif vısıtalarla, çeşitli yollarla İstanbula bir hayli Azerbaycanlı Türkler gelmiş, yerleşmiş, büyük bir kısmı bir iki nesil sonra İstanbullularla kaynaşmıştır.

Fetihten sonra, Fatihin ilim, sanat ve edebiyat mensuplarını himaye etmesi üzerine seve seve İstanbula gelip Büyükşehrin ilim mahfillerine intisab edenleri ancak devrin tezkirelerinden, İstanbul kütüphanelerini dolduran yazma eserlerin mülkiyet hayatlarından, ketebelerin-den, öğreniyoruz.

Fâtih daha çocuk iken Mevlâna Şirvâni isminde birisinden «Gülistan» okumuştu.

Fâtih devri şuarasından Mevlâna Kabuli'nin de Şırvandan geldiği divanından anlaşılıyor. Ka-rakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin saraylarında bulunan ilim ve sanat adamları da, bu Türkmen devletleri sukut edip memleketleri Osmanlılarla Safevilerin eline geçince, İstanbula hicret etmişlerdi. Safevi - Osmanlı muharebelerinde, Âzerbaycanın Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda da, Tebrizden ve diğer meşhur Azerbaycan Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda da, Tebrizden ve diğer meşhur Azerbaycan şehirlerinden ilim ve* sanat adamları İstanbula celbedilmişti.

Safeviler devrinde, Şiy'î Kızılbaş Safevi idaresi altında yaşamak istemiyen Sünnî Azeriler Osmanlı ülkesinin muhtelif yerlerine hicret etmişler ve oralardan İstanbul'a gelmişlerdir. Son asırlarda, Rus istilâsı devrinde de, gayri muslini bir devletin tebaası olmak istemîyen Azerbaycanlılar Türkiyeye, bu arada bilhassa İstanbula göç etmişlerdir.

Bunlardan maada ticaret için, icrayi sanat için, hattâ amelelik, hammallık, uşaklık, aşçılık, tüccarlık, tüccar kâtipliği, ayak simsarlığı gibi işlere girişmek için İstanbula pek çok kimse gelmiştir. Bunlardan başka, Hacce giderken İstanbula gelip yerleşen, mensup olduğu tarikat pirinin ziyaretine gelip bir tekkede hücrenişin olan Azerbaycanlılar da mühim bir yekûn tutar. Birinci Cihan Harbinden evvel İstanbulda 25.000 Azerbaycanlı vardı; hiçbir devletin pasaportunu taşımayıp başı boş gezenler bu yekûna dahil değildir İstanbulda Azerbaycanlılar her işde, her yerde her sanatta görünürler; Osmanlı devletinin sadırâzamlığına kadar yükselenlerden Büyükşehrin çöpçülüğüne tenezzül edenlere kadar vardır: Âlim, şair, derviş, hoca, memur, esnaf, ayak satıcısı, -kahveci, mezeci, zabit, polis, faizci, tiyatrocu, sinemacı ve oyuncudan umumhane işletenlere varınca rastalanır. Bununla beraber birkaç sanat ve meslek, İstanbulda zaman zaman, Azerbaycanlılar arasında fazla yayılmıştır; bunlar da Azerilerin kopup geldikleri Azerbaycan şehir ve kasabalarına göre ayrılabilir; meselâ Tebrizİiler umumiyetle halı ticareti, kâğıt ve kırtasiye işleri ile uğraşırlardı. Selmaslılar ve Koylular daha fazla çuvalcılık, sandıkçılık, gümrük hammal-lığı, komisyonculuk gibi işlerle meşgul olurlardı. Şirvanlılar, halı ticareti, ipekli -kumaş

ticareti, pamuklu bez, havlu, yazma ve bu gibi işlerle meşgul olurlardı. Aynı zamanda Şirvan ahalisinin çoğu âlim ve fâzıl adamlar olduğu için yüksek memuriyetlere, hocalığa ve münevver zümreye mahsus islere de intisab ederlerdi. Genceliler ise halı ticareti kumaş, çay ve kahve işleriyle daha çok uğraşırlar. Karabağlılar, çay ticareti, antikacılık, altun ve gümüş işleriyle uğaraşırlardı. Sebüşterliler tuhafiye, kahvecilik otelcilik, faizcilik ve tütüncülükle meşgul olurlardı, Muhtelif köylüler ise, hammalık, esekcilik ve ayak satıcılığı ile meşgul olurlardı; bu köylülerden biri gelişini şöyle nakletmiştir:

«Birkaç kuruşla köyden çıktım. Birkaç günlük yiyecek ekmeğimi aldım. Yaya olarak yola 'koyuldum, köylerde çalışarak üç ayda Trabzona geldim, vapura binip vapur parasını vapurda kömür ve eşya 'hamallığı ederek ödedim. Üstelik birkaç kuruş da para biriktirdim. İstanbula çıkar çıkmaz hemşehrileri buldum, bana bir yer tarif ettiler. Bir tabla tedarik ederek ufak tefek satmağa başladım. Köprüde, pazar yerlerinde dolaştım, hem geçimimi temin ettim, hem de para biriktirip işimi büyüttüm. Şimdi Kumkapu ile Çamlıca-da birer evim, Asmaaltında bir dükkânım vardır». Bu Azeri köylü, bu satırlarım yazıldığı sırada İstanbul zenginlerinden biri idi.

Harbi Umumîden evvel git gel kolay idi, döviz meseleleri, is kanunları çıkmadan İstanbul ile Azerbaycan şehirleri arasında devamlı bir bağlılık vardı. Bir müddet İstanbulda oturup memleketlerine dönenler çok idi; bunlar, Osmanlı Türk kültürünün Azerbaycanda yayılmasına çok hizmet etmişlerdir.

İstanbulda bulunan belli başlı büyük aileler şunlardır:

I: Şirvanlılar


  1. — Faik Paşa Şirvâni ve kardeşi Halet
    Molla Bey; Faik Pasa son Osmanlı paşalarm-
    dandır, âlim, fâzıl bir zat idi; Şehzadebaşın-
    da konağı vardı.

  2. — Sadırâzam Şirvanizade Rüştü Paşa,
    kardeşi Ahmet Hulusi Efendi. Şehzadebaşında
    konakları vardı; bugün bu semtte Şirvanizade
    sokağı onun adına atfedilmiştir. Bu ailenin
    evlâd ve ahfadı, bu satırların yazıldığı sıra
    larda mühim memuriyet ve işlerin başında
    bulunmaktadırlar.

  3. — Mesut Efendi Şirvâni: Son zaman-

sın

AZERBAYCANLILAR

— 1688


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1689 —

AZERBAYCANLILAR




larda gelmiştir, edip bir zat olup, mekteplerde Türkçe muallimliği yapmıştır. Sabık Maarif Vekili Hasan Âli Yücel, Mesut Efendinin talebelerinden biridir.

4 — Kurbanoğlu ailesi, iki nesilden beri İstanbuldadır; halı ve antika eşya ticareti ile meşgul idiler. Beşiktaşta konakları vardı; yandı. Ailenin bir parçası Şiryandadır. İstanbula Safder Beyle Baba Bey Kurbangil (Kurbanof) gelmişlerdir. Baba Beyin edebiyat ile tevag-gulü, türkçe ve farsça eş'arı vardır.

II: Sekililer

Pek çoktur, fakat ekseriyetle ufak tefek ticaret işleriyle meşguldürler. Maruf simalar az yetişmiştir.



  1. — Profesör Ali Nihat Tarlan ailesi, ev
    velâ Erzurumda tavattun etmiştir. Üç nesil-
    denberi de İstanbulda yerleşmişlerdir. (B.:
    Tarlan, Ali Nihad).

  2. — Saraceddin Bey ailesi; geçen asır
    sonlarında İstanbulda yerleşmiş halı ticareti
    ile meşgul bir zat idi; bu satırların yazıldığı
    sırada oğulları da tanınmış halı tüccarların
    dan idi. Hafız Hüsnü Beyle kardeşi, Halıcılık
    Türk Limited Şirketi sahibidirler.

  3. — Hacı Bekir Efendi; Kapalıçarşı es-
    nafındandır; tipik bir seki kıyafetini muhafaza
    eder, altmış yıldanberi İstanbulda olduğu hal
    de Türkçeyi Seki lehçesiyle konuşur; ve mem
    lekette olduğu gibi dükkânında da post üze
    rinde oturur.

  4. — Hacı Taki Efendi ailesi; geçen asır
    sonlarında İstanbula gelmiş, gümrükte halı
    komisyonculuğu ile işe başlamış «Dellâl Hacı
    Taki» diye şöhret bulmuştur; oğlu, Ali Bey de
    gümrük komisyoncusu olup zarif, nüktedan
    bir zattır.

III: Karabağlılar

İ — Gaffar Oğulları; büyük bir ailedir, Yirminci asrın basından beri İstanbulda yerleşmiş bulunmaktadır, antikacılık ve halı ticareti ile iştigal ederler. Bebekte yalıları vardır, çocukları Robert Kollejde okuduklarından bir kısmı Amerikaya hicret etmişlerdir; İstanbulda Kapalıçarçıda Antikacı Ahmet Kaner bu ailenin îstanbulda en maruf simasıdır.

2 — Feyyaz Oğulları; bu da kalabalık bir ailedir, dünyanın en mühim şehirlerinde kolları vardır. Vaktiyle gayet zengin idiler, Ca-

ğal oğlunda konakları, Bebekte y ahları, Ka-dıköyünde Kuşdilinde köşkleri vardı. İstan-bulun meşhur ve ilk büyük sineması olan «Melek Sineması», bu aileden İsmail Bey'in kızı Melek Hanımın ismine izafeten konulmuştur. Sirkecideki «Azeri Sinema» da aynı aile efradından birinindir.



  1. — Civanşir ailesi; Civanşir Âzerbay-
    canın en eski ailelerinden biri olup Timûri-
    ler zamanından beri Karabağ vilâyetinin be
    yi, hükümdarı olmuşlardı. Bunlardan Behbud
    Han Civanşir Azerbaycan Sadat hükümetinin
    harbiye nazırı idi. Park otelinde Ermeni Tor-
    kiyan tarafından öldürüldü; elbisesiyle Azer
    baycan bayrağı, hâtırasını taziz için Askeri
    Müzeye kaldırıldı.

  2. — Ağaoğlu Ahmed Bey ailesi: (B.: Sa-
    med Ağaoğlu Tezer Ağaoğlu).

IV : Saliyanlılar

  1. — Merhum Ali Bey Hüseyinzâde ailesi;
    İkinci Abdülhamid devrinde İstanbula gelmiş,
    Tıp doktoru idi. Mektebi Tıbbiyede profesör
    lük yapmış, Genç Türklerin hareketlerine iş
    tirak etmiş, Türk milliyetçilerinin ünlülerin
    den biri olmuştur. Sultan Hamid tarafından
    takibata maruz kalmış, bir ara Üsküdarda
    Genceli Mehmedzâdelerin yalılarına çekilmiş,
    bu sıralardadır ki, Hacı Cevat Geneelinin (bu
    satırların muharririnin babası) bir portresini
    yapmıştır. Oğlu Mehmet Selim Turan İstan-
    bulun tanınmış ressamlarındandır.

  2. — Ali Bey Aksin; Birinci Cihan Harbi
    sıralarında Bakûda Türk Konsoloshanesinde
    çalışırdı; sonra İstanbula gelip yerleşmiştir.
    Gayet zarif bir zattır. Türkçede Azerbaycan
    ağzım muhafazasiyle meşhurdur.

V: Bakû'lular

Yeni inkişaf eden bir şehir olup iş sahası da geniş olduğundan

l — Mirza Bala, Bakûnun tanınmış ailelerinden birine mensup bir zattır. Harbi Umumîden sonra İstanbula yerleşmiştir ki, kuvvetli kalem sahibidir. Farsça, fransızca, rusca iyi bilir; ilim ve fazileti ile seçkin bir simadır. Rind meşreb, hayyamperesttir. İslâm Ansiklopedisinde değerli makaleleri vardır.

VI: Nahcivan ve Revanlılar

Bu vilâyetler uzun zaman Osmanlı idaresinde bulunduğundan İstanbula gelenler çok olmuştur; fakat bunlar, İstanbul denilen deryada, bir katrecik su gibi kaybolmuşlardır. Bugün tanınmış Nahcivanlı ve Revanlı ailelerden:

l — Nahcivan vilâyeti ve beylerbeylsi Kengerlü aşireti beyi Fereeullah Han oğulları, torunları, torunlarının torunları. Fereeullah Han, bu satırların yazıldığı sırada 98 yaşında Kızıltopraktaki köşkünde torunlarının oğulları ile oturuyordu. Kendi dişleri ile, her zaman cebine doldurduğu bademleri yer. Doksan sene evvel okuduğu Gülistanın birçok yerleri hafızasındadır. Kızıltopraktan Kadıkö-yüne yaya gidip gelir. Canlı bir tarihtir. 1293 Kars muharebesini görmüş ve İstiklâl Harbine iştirak etmiştir.

2 — Sadık Bey Hafcverdi, Revanlıdır, kumaş fabrikatörüdür. VII: Karabağlılar


  1. — Ahmedağaoğlu ailesi .(B.: Ağaoğlu
    Ahmed).

  2. — Mehmet Sadık Bey: Karabağın şe
    hir ailelerinden birine mensuptur. Bilgili, fa
    ziletli bir zattır; farsça, arapça, rusça, fran
    sızca, almanca ve fince bilir. Azerbaycan ta
    rih, coğrafya ve etnolojisi üzerine kıymetli
    tetebbuleri vardır. Ulus'ta, Cumhuriyet'te,
    Tasvir'de ve Tanin'de değerli makaleleii in
    tişar etmiştir. Finlândiyada «Yeni Turan» ga
    zetesini çıkarmıştır; muhtelif gazetelerinıM
    Avrupada ve Şark memleketlerinde temsil";ı;t-
    miştir. İstanbuldan başka, Ankara, Kaıîj.
    Trabzon ve Erzurumda da şöhret sahibidir.

  3. — Doktor Ağaoğlu Mehmet; İstanbul
    da yerleşmiş, Viyanada ikmali tahsil etmiş, İs
    lâm sanat tarihi mütehassısıdır. Evkaf Müze
    sinde, İstanbul Darülfünununda bulunmuş,
    Amerikaya davet olunarak Filadelfiya Üni
    versitesi İslâm Sanat Tarihi profesörü olmuş
    tur. Arş İslâmice cemiyetinin mecmuasını ida
    re ediyordu. 1949 da orada öldü. Annesi Bâ-
    nû Hanım İstanbuldadır.

VIII: Tebrizliler

Birçok aileler gelmiştir. İçlerinden vezir, hattat, şairler yetişmiştir.

l — Muallim Feyzi Efendi (B.: Feyzi Efendi, Muallim); Tebrizin Türkmenler kasa-basmdandır. Babası Esedullah Molla kasaba

nm müftisi ve hocasıydı. Feyzi Efendinin oğlu Mehmet Safa Bey (Safa İksel), Osmanlı hariciyesinin değerli memurlarmdandır, matbuat müdürlüğü yapmıştır, bu satırların yazıldığı sırada Cumhuriyet Merkez Bankası muhaberat müdürü idi. Onun oğlu Settar İksel, Paris elçiliği müsteşarıdır; kızı Zeyneb Hanım, Ankara Radyosunda tarihî müzik saatini dinleten Cevat Memduh Altar'ın zevcesi-dir,



  1. — Remzi Baba (B.: Remzi Baba), İstan-
    tanbulda yerleşmiş Töbrizli kalender 'bir Bek-
    taşidir; deryakes idi, her çeşit adamla düşüp
    kalkar, vüzeradan, şuaradan sokak dilencisi
    ne varınca herkesle demleşirdi.

  2. — Sadık Kâğıtçı; Afitab mağazası sa
    hibidir. Kâğıt ve kırtasiye ticaretiyle meşgul
    hayırsever bir zattır.

  3. — Cevat Bey Âzer; milliyetçi, Türkçü
    bir zattır. Tebrizde muallim idi, İstanbula
    gelerek ticaretle iştigal etti. Eedebiyat ve ta
    rih ile sağlam ülfet sahibi sözü tatlı bir zattır.

  4. — îhrabi, Tebrizin İhrab Mahallesin-
    dendir. Harbi Umumîden evvel İstanbulda
    yerleşmiştir. Ailesi ötedenberi İstanbul ile
    Tebriz arasında halı ticareti ile meşgul idi.
    Âlim, fâzıl bir zattır. Farsça şiirleri vardır.

  5. — Prens Daniş, Prens Mirza Rıza Er-
    faüddevle, aslı Erzurumludur, geçen asırda
    Revana hicret etmiş bir ailenin evlâdıdır, îs
    tanbulda uzun zaman sefiri kebir olarak İra
    nı temsil etmiştir. Ana dili Türkçeden başka
    farsça, arapça, fransızca, rusca, almanca, lâ-
    tince, ingilizce bilir. Türkçe ve farsça şiirler
    yazmıştır.

IX: Genceliler

l — İstanbula yerleşmiş Genceli Azerilerin en eskisi «Genceliler» denmekle meşhur Kara Mehmed Bey ailesidir. Bunlara «Mehmedzâdeler, Mehmedoflar» da denilir. Dört kuşaktanberi İstanbul hemşehrileridirler. İlk defa 1250 ye doğru ticaret maksadı île gelmişlerdir. Üsküdarda Şemsipaşada bir yalı almışlardır. 1300 de Mahmutpaşada Yıldız Hanının büyük bir hissesine sahib olmuşlardır. Bu aileden merhum Hacı Baba Genceli ve kardeşi Necef Genceli (bu satırları yazanın dedesi) Büyükşehrin maruf tüccarları olmuşlardır. Bu aileden Mehmed Bey Mehmed--zâde, Yıldız Hanında ticaretle meşguldür. Edip bir zattır. Bu satırların muharriri, Ali



AZERÎ

— 1690


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1691

AZİYADE



Genceli, herkesle ülfet ve sohbet eder, mizacı mizaha mail, samimî bir itirafın -hükmü olarak, kalender adamdır. (Bu satırları Reşad Ekrem muhabbetle ilâve eder: Has mânada münevver, harikulade enerji, belki Mraz talihsiz, ateşin zekâsının hakkı olan tevazuun bir ucunu arasıra açmaktan hoşlanan bir zattır. İstanbul Ansiklopedisinin hazırlıklarından ilk haberdar olanlardandır ve Reşad Ekrem Koçu'yu teşci edenlerdendir. (B.: Genceü, Ali). Merhum Zeynel Genceli, edip, şair, âlim bir zat idi. Ömründe 'hiçbir işin üzerinde sebatkâr olamad, eserini tebyiz etmekten bile üşendi. . Bütün ömrünü eşe dosta takılmak, lâtife ile geçirirdi. Şiirlerini, makalelerini hep müstear isimle neşretti.

  1. — Âdil Ziyadoğiu ailesi, Gencinin en
    eski ailelerindendir. Safevi, Osmanlı ve Rus
    devirlerinde dededen babadan Gence beyler-
    beylsi olmuşlardır; Kaçar aşiretinin Yuharı
    Başkolunun Ziyadoğiu boyuna mensupturlar.
    Bu aileden İstanbula yerleşen Âdil Cevad
    Handır; Geneenin son beylerbeyisi Cevad Ha
    nın oğludur; Azerbaycan hükümeti hariciye
    nazırı idi. Sonra îran sefiri oldu; Finlandiya
    Müslümanlar Kongresinde Azerbaycan müs-
    lümanlarını temsil etti. Üniversitede Rus dil
    ve edebiyatı profesörlüğünden tekaüt edildi.
    Rusça, farsça, fransızca ve almancayı ana dili
    gibi bilir. Azerbaycan etnografyasında ve
    folklorunda derin bilgi sahibidir: Azerbaycan
    hakkında Tahranda, Bakûda, İstanbul'da bir
    çok eserler neşretmiştir.

  2. — Yusuf Bey kızları; Gencenin tanın
    mış ailelerinden Yusuf Bey, Azerbaycan dev
    let reisi idi; Azerbaycan devleti sukut edince
    kayboldu, kızı, refikası ve damadı İstanbul'a
    yerleştiler; refikası Şefika Hanım, Kırımlı
    meşhur Gaspıralı İsmail Beyin kızıdır.

  3. — Doktor Ahmed Caferoğlu; Genceden
    İstanbula tahsile gelmiş ve Büyükşehirde yer
    leşmiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fa
    kültesinde Türk Dili Tarihi profesörüdür. Bir
    çok telîfatı vardır (B.: Caferoğlu, Dr. Ahmed).

Ali Genceli

AZERÎ — On sekizinci asır şâirlerinden ve Büyükşehrin kâtib tabakasından; doğma büyüme İstanbullu, Lâleli Çeşme semtinden idi. Kadıasker Mehmed Salim Efendinin şue-râ tezkiresinde Reis (Reisulküttâb) kaleminde hâlince yükselmiş olduğu kaydedildikten son-

ra hakkında şu satırlar yazılmıştır: «Elbette bir mahbuba lâleveş dağ ber dil olup âteşi aşkı ile sûzan olur ve gülistanı cihande bir an mahbubsuz evkaatı güzeran etmezdi. Akıbet bu havadan feragat itmeyüp ve Lâleli Çeşmede beyhude sükûnetde bûyi râhet bu-lamayup dimağı efsürdesin revâyihi samı cennet meşâm ile taUîr içün Şam defterdarı olup getti».

Samda öldü. Salim tezkiresinde sür di-

j> "

line örnek olarak su mısralar alınmıştır:



Telli itti iygimi lebini nû§i hand iden Kılmış seni tabîb beni derdınend iden

Virnıiş şekîbü sabri sevüp sen sitemgeri Sabr it belâyı aşka deyû bana pend iden

Âteş bırakdı mecmerei kalbi âşıka Ruhsârm üzre dânei hâlin sipend iden

Bu üç beyit taze dilli seçkin bir şâir olduğunu söylemek için kâfidir. Bibi. : Salim, Şuerâ Tezkiresi.

AZİMET VAPURU (23 Numaralı) — Şirketi Hayriyesinin eski vapurlarından; (Rumî 1286) 1870 de İngilterede yaptırıldı ve aynı yıl içinde İstanbula gelerek hizmete girdi; 90,31 ton hacminde olup makinesi 60 beygir kuvvetinde idi; ve (Rumî 1327) 1911 de kadro dışı bırakılarak satıldı.

AZİMKAR SOKAĞI — Kumkapu Nahiyesinin Mimar Kemaleddin ve Mesihpaşa Mahallesine ait sokaklarmdandır. Atatürk Bul-variıile Koska Caddesi arasında uzanır.

^i?'Atatürk Bulvarından girildiğine göre yol, üç arabanın geçebileceği genişlikte, toprak ve bozuktur. Aksaray Caddesi, Paşazade Sokağı, Lâleli Caddesi ve Kızıltaş Sokağı ile kavuşağı vardır.

Yolun başlangıç ve sonları daha mamur olup ekseri üçer dörder katlı apartımanlar sıralanmıştır. Ortaları, en çoğu sokak kavşak- . larına rastlamak üzere sık sık arsalar ve ikişer kat kagirlerle çevrilidir. Bulvar kavşağında, sağda: «Bereket» Döşeme ve kravattık kumaş imalâthanesi, ve Lâleli Caddesine yakın bir kundura tamircisi bulunmaktadır. Sekenesi, hali vakti yerinde Türk aileleridir. Bibi.: Muzaffer Esen ve İsmail Ersevim Gezi notu.

AZİYADE, AZADE — Fransız ediplerinden Pierre Loti'nin bu isimdeki romanı, içinde İstanbulun tasvir edildiği Garb romanları

arasındaki en meşhurlardan biri, hattâ belki bunların en meşhurudur.

Malûm olduğu veçhile hakikî ismi Julien Viaud ve mesleki bahriye subaylığı Loti (1850-1923), Yakın Doğuya ilk önce 1870 de bir mektep gemisi içinde gelerek İzmiri görmüşse de bu ilk ziyaret, üzerinde büyük bir tesir yapmamıştır. «Aziyade» romanı bundan altı sene sonraki ziyareti esnasında tutulmuş notların mahsulü ve iddiasına göre hayatta tattığı en büyük aşkın tasviridir. 1870 -1876 arasında, genç 'bahriye zabiti, dünyanın birçok tarafını, Amerika ile Afrikanın bir hayli yerini görecektir; ve 1876 ilkbaharında bir harb gemisinin subaylarından olarak Selâ-nik'e gelecektir. Konsolosların katli üzerine büyük devletler bu limana harb gemileri yollamışlardır ve romanın anlattığı şekle göre İngilterenin yolladığı gemideki genç subaylardan biridir. Eserde onun ruznamesindeki notlardan ve Londraya gönderdiği mektuplardan mürekkep olup 1879 da Pariste müellif ismi taşımaksızın [Aziyade (İstanbul 76-77) 10 Mayıs 1876 da Türkiye hizmetine girerek 27 Teşrinievvel 1877 de Kars istihkâmları içinde maktul düşmüş olan bir İngiliz bahriye mülâ-ziminin not ve mektuplarından çıkarılmıştır] başlığı altında neşredilecektir. Bu izahattan sonra artık vakaların seyrini takib edebiliriz:

Genç İngiliz bahriyelisi Loti, gemiden izinli çıktıkça şehrin -Türklerle meskûn mahallelerinde dolaşır ve bir gün bir kafes ardında Azyade'yi görür: «Kalın demir parmaklıklar arkasında bir insan başının üst kısmımı ve bana dikilmiş iki büyük yeşil gözü kendi yakınımda fark ettiğim zaman garip bir his duydum. Kaşlar siyah, hafifçe çatık, birbiri ile birleşecek kadar yakındı; bu nazarın ifadesi irade ile masumluğun bir imtizacıydı; o kadar tazeliği ve gençliği vardı ki, bir çocuk bakışı denebilirdi.» Kafes arkasından ve gariptir ki, sırtında yeşil ferace ile görülen, gözleri yeşil renkli ve kümrah saçları kızıl Azyade onaltı onyedi yaşlarında bir Çerkeş cariyedir ve zengin bir ihtiyar olan efendisinin ayrıca üç karısı vardır. Samuel isminde, palâspareler içinde, fakat bir «dişi kedi kadar temiz» Yahudi-nin delâleti ile bu genç kadınla tanışacaktır, ve şehirde mutlak ve korkunç >bir taassubun hüküm sürmesine ve Aziyade'nin kocası Abed-din Efendinin hareminde şiddetli bir istibdat

mevcut bulunmasına rağmen, iki sevdalı Selanik limanında geceleri, kayıkta saatlerce sevişeceklerdir. Aziyade'nin Loti'yi kabul ettiği kayık «yumuşak halılar, Türkiye yastık ve halılariyle doludur. Bunda Şark rehavetinin bütün incelikleri bulunur ve insan bir kayıktan ziyade yüzen bir yatak gördüğünü zannedebilir.» Bir müddet sonra Loti'nin gemisi İstanbula gider. Fakat Aziyade'den ayrılış kısa sürecek, Abecfdin Efendi ailesi İstanbula nakledeceği gibi sadık Samuel de gelecektir. Loti'nin İzmitle daha içerilere yapacağı kısa bir seyahat müstesna, eser artık hep İstanbulu tasvir edecek, fakat gariptir ki, Leş desen-chantees (Bezgin kadınlar) Boğazın şanına bir uzun kaside olacağı halde bunda ilâhî sahillerden Wç bahsedilmiyecektir.

Bir gece yarısı pek genç Loti'ye Kasımpaşa mezarlığı servilerinin arasından çıkıp musallat olacak adamın kabul edilmiş gibi davranıldıktan sonra elli metrelik kayalardan Loti'nin eli ile fırlatılışına ait çirkin hikâyeden sarfınazar, eser bir müddet siyasî olayların akislerini ihtiva eder. Sultan Murad tahttan indirilmiş olup İkinci Abdülhamid kılıç kuşanmağa gider; ve Eyyubda Eylülün ihtişamı içinde yapılan bu merasimin tasviri hakikaten güzeldir.

Loti gemiden ayrıldıkça Beyoğlunda yaşamakta ve Halice yükseklerden bakan evinde sıkılmaktadır; türkçeyi ise Türk sanılacak kadar öğrenivermiştir. Samuel kendisine en müteassıp semtte, Eyyubda bir ev tutup tanzim edecek ve Loti bu evde Arif Efendi ismi altında mahalle ihtiyarlarının saygılarına mazhar bir halde yaşıyacaktır. Hakikatte Ey-yublular bir Hıristiyan ve bir yabancı olduğunu bilseler bile bu Müslüman hayatını sürmesine ses çı-karmıyacaklardır. Ve işte, kış bastırdıktan sonra Aziyade Eyyubdaki bu eve gelir. Biçare Abeddin Efendi, işleri icabı hep Asyada seyahat ederken, Loti ile genç kadın pek mes'ut günler geçirirler. Bu esnada Sultan Hamid millete Kanunu Esasî verecek ve Loti İstanbuldaki cevelânları esnasında keyfiyetin ihtiyar sarıklılar tarafından İslâmlığa ne kadar aykırı sayıldığına şahid olacaktır. Fakat asıl mühim mesele aşklarının en güzel günlerini tüketmeğe başladıklarıdır. Çünkü bir gece, Loti ile Samuele rakip diğer bir fedakâr dost, genç Ahmed münavebe ile kürek

AZİYADE

1692 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 1693

AZİYADE




çektikleri halde Aziyade ile birlikte Eyyub-daki eve dönülürken baslarında baykuş ötecek ve başlarında felâket kuşunun ötüşü zavallı Aziyade'yi göz yaşlarından bitkin bir hale getirecektir.

Kaldı ki, Loti 'bir gün Çirağan sarayı arkasındaki caddede ve muhteşem bir konak arabasında rastladığı - fakat buluştukları zaman kendisine yakışmayan -bir garb tuvaleti içinde görüp sevmiyeceği - fevkalâde kibar bir Müslüman kadını ile bir maceraya girmek üzere Aziyade'yi aşk yuvasından kovup korkunç bir ıstıraba da salacak ve bu hale pek hiddetlenen Ahmed de Eyyubclaki evden uzaklaşacaktır. Fakat dediğim gibi Loti, konak arabalı zengin ve kibar hanıma, Seniha'ya rağbet etmiyecek ve Aziyadenin saltanatı yeniden bağlıyacaktır.

Heyhat ki, bu saltanat artık kısa sürer, İngiliz gemisi Deerhound, Loti'nin gemisi, İn-giltereye çağırılır. Bu esnada Rusya ile Türkiye arasında harb başlamıştır ve Aziyade'den ayrılmamak isteyen Loti bir an seraskerliğe müracaat edip din ve tabiiyetini değiştirerek Müslüman olmağı düşünür. Hattâ müracaat eder ve arzusu kabul olunur. Fakat san dakikada, İngiltere ile ve ailesiyle bütün bağlarını kıramıyacağını hissederek vaz geçer. Gidecektir ve bu gidişten. Aziyade'nin duyduğu ıstırap müthiştir. Eyyubda ziynetli eşyasından mahrum kalınca eski harab halini alan —bir yangın da geçirmiş olan— eve 'birlikte veda ederler ve sonra Fındıklıda, gemiye gitmek üzere filikaya bineceği sırada Loti artık ebediyen görmiyeceği sevgilisinden ayrılır.

Kısa bir zaman sonra gerçi tekrar gelecek, dünyaya bezgin gelmiş kalbine ilk defa olarak rikkat ve muhabbet getirmiş olan genç kadını bulmak ve artık evinden hiç ayrılmamak kararı ile İstanbula yeniden dönecektir. Lâkin, Asiyade'nin kederden ve keder kadar haremdeki zulüm ve istibdadın İstırabından ölüp gittiğini öğrenecek, sevgilinin mezarını ziyaret edip soğuk taşa sarılarak baygınlık geçirdikten sonra Müslüman olup harbe gitmeğe, ölümü aramağa karar verecektir. İngiliz zabiti artık Osmanlı hizmetine girmiştir:

«Yanımda Türk yatağanı sarkıyordu ve yüzbaşı üniformasını lâbis bulunuyordum;

burada olan insan Loti değil fakat Arif, yüzbaşı Arif Ussaın ismini taşıyordu: — Cephenin ön safına gönderilmek müsaadesini istemiştim. Yarın gidiyorum...»

Gidecek ve bildiğimiz gibi cesedinin Kars önündeki şehitler arasında bulunduğunu ve Karaca Emir sahralarındaki Kızıltepe eteklerine gömüldüğünü İstanbul gazetesi olan «Ceride-i Havadis» bildirecektir.

Romanı bu gazete havadisi ikmâl eder...

Loti, bütün inanılmaz safhalarına ve seyrine rağmen bu maceranın hakikî olduğunda İsrar etmiş, Eyyubdaki mezar taşını evinin en aziz hâtırası seklinde saklamış, sade Aziyade'nin hakikatte Hakidje (hesapça Hatice) olduğunu söylemiştir. Rus Harbi.esnasında hakikaten din ve tabiiyet değiştirmeyi ve sevgilisini muhafaza etmeği düşünmüş olduğu da iddia edilir. Loti'nin eserleri hakkında mevcut malûmata ve verilmiş izahata göre de, sade Aziyade'yi memleketine döndükten sonra tekrar gelip araması bu romanda tasvir edilen şekilden farklıdır. Loti, birkaç ay sonra değil, ancak 1880 de Aziyade'yi aramağa, alıp götürmeğe gelecek ve izini Haliç sahillerinin semtlerinde arayıp ölümünü öğrenişinin hikâyesi de — dilimizde tercümesi bulunmayan «Fantome d'Orient» (Doğu Heyulası) isimli ve romanımsı esere vücut verecektir.

Genç, taşralı, fakir ve hamiden mahrum bahriye zabiti Julien Viaud o tarihte pek revaçta olan natüralist romanlara tamamen zıd ve seyahatname ve hataat çeşnili romanına kolayca tâbi bulamaz ve bir hayli taraftan reddedilen eserini nihayet Çalmanın - Levy müessesesi 500 franga satın alıp 1879 ocak ayında neşreder. Kitap bazı tecessüs ve alâkaları mucib olur, tenkid makaleleri çıkar; fakat bu ilk eserin aynı zamanda bir şaheser olduğu ancak yıllar geçtikten ve Loti'nin daha sonraki romanları büyük bir rağbet kazandıktan sonra teslim ve tasdik edilecektir.

Memleketimizin münevverleri ise İstan-bıılım eski âbidelerinin, muhteşem camilerinin erişilmez bir şiir lisaniyle tasvir edildiği eseri fark bile etmiyecekler, Namık Kemal ve arkadaşları, Şark hayatı yer yer gülünçleştiril-se bile, muhteşem bir maziye sahib şehrin, içinde bütün azametiyle terennüm edildiği bu romandan haberdar olmıyacaklardır. Yirmi yıl sonra, Edebiyatı Cedide devrinde, Tevfik

Fikret, Beyoğlu salonlarına müdavim bir subayın, Cumhuriyet devrinin mütekait general milletvekili Muhiddin Akyüz'ün bu esnada İstanbuldan geçen Loti ile Aziyade hakkında bir münakaşasından da galiba mülhem olarak «Serveti Fünun» da eserden uzun uzun bahsedecek, bütün şahıs ve hâdiseleri sıkı bir tahlilden geçirerek böyle bir maceranın hakikî olması imkânı bulunmadığının isbatını mühim bir muvaffakiyet sayacakta. Halbuki, mesele maceranın hakikî olup olmaması meselesi değildir. Mesele eserde İstanbul şehrinin ihtişamla tasvir edildiği ve üslûbun nefasetidir. Fikret, Loti'nin dilindeki büyüleyici güzelliği itiraf etmiş, fakat mabetlerimizin, Halicin, Eyyub'un Lotiye ilham ettiği müstesna satırlar üzerinde durmamıştır. Bu makaleyi de yılların lâkaydisini takip edecek ve Çerkeş kadınının bir İngiliz zafeitiyle muaşakasını tasvir ettiği için olacak, hiçbir mütercim kalemi bu pek lâtif eseri — neler tercüme edildiği halde— dilimize çevirmiyecektir. Handan Lûtfi imzalı bir bayan Aziyade'nin ilk mütercimi olmuş ve bu tercüme, iyi hatırlı-" yorum ki, eski harflerle ve aldanmıyorsam «İkbal» kütüphanesi neşriyatı arasında çıkmıştır. Fakat bir nüshasını maalesef bulamadığım için bunun neşir tarihini öğrenemedim. Aziyade'nin ikinci mütercimi ise bu küçük yazının muharriridir ve 1940 da yapmış olduğu tercüme yine aynı yıl içinde Hilmi Ki-tabevi tarafından neşredilmiştir.

Not — Bu makaleyi yazmak için bilhassa Pierre Brodin'in «Loti» isimli eserinden istifade edilmiştir.


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin