İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


Hak Azizi yevm-i mahşerde eder mutlak aziz



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə73/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   75

Hak Azizi yevm-i mahşerde eder mutlak aziz.

«Medenî Aziz Efendi'nin musiki alanındaki çalışmalarını iki kısma ayırabilirsiniz: Bestekâr lığı, İcrakârlığı.

«Aziz Efendi, musikimizin dinî ve lâdinî kısımlarında, muhtelif makam ve şekillerde, birçok sözlü eserler meydana getirmiştir. Kendisine asıl şöhreti temin eden, şüphesiz bu alandaki çalışmalarıdır. Meselâ, şu anda hatıramıza geliveren hicaz makamında ve ağır düyek ikamda şarkı:

Yar açtı taze yare sine-i şad pareme Gayn el çek ey felek vâkıf değilsin çâreme

ile yine Hicaz makamında ve Türk aksağı ikamda şarkı:



Ey çerh-i sitemger dil-i nâlâne dokunma Hicr almidir ettiğim efgane dokunma Ey tig-i elem yareledin cismimi, bari Canıma nezreylediğim câne dokunma

Onun en çok sevilen ve dinlenen eserlerindendir. Hele onun, seslerle işlenmiş, küçük bir minyatür tablo kadar zarif, şu Hüzzam şarkısı ne kadar renkli ve ahenklidir:



Kerem eyle, mestâne kıl bir uigâh Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah Bu bezm-i safadır, gel ey ruyi mâh Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah

«Medenî Aziz Efendi'nin bestekârlıkta önem ve kıymet verdiği cihetlerden biri de




1712 —

1713 —
4ZİZ EFENDİ (Medenî)

güfte meselisidir. Malûmdur ki bir kısım bes-tekârlanmız, besteleyecekleri güftelerin mâna ve mahiyetlerini hiç de.göz önünde tutmamışlardır. Muhtelif şekildeki bestelerimiz hakkında «bestesi çok güzel, fakat güfte nafile!» gibi hükümler, hâlâ ağızdan ağıza dolaşır, durur Bunun sebebi, ya 'bestelenecek güftenin gelişi güzel seçilişinden doğan bir lâubalilik, bir aldırmamazlık, yahut .bestekârın güfte seçişindeki iktidarsızlığıdır. Buna, üçüncü olarak hatır ve gönül gayretini de ilâve edebiliriz. Halbuki Medenî Aziz Efendi'nin bestelediği bir çok eserlerin güfteleri, onun kendi duygu ve heyecanlarının birer ifadesi olduğu gibi, başkalarının nazmettiMeri sözlerin de, mâna ve mahiyet güzelliklerini kendi kalbine naklettikten sonra, onlara, aynı zamanda melodilerle ifade edilen bir renk, bir eda verirdi.

«Aziz Efendi ierakârlıkla da uğraşmıştır, îyi Tanbur ve Lüvta çalarmış. Piyano da öğrenmişti; kız mekteplerinde piyano dersleri verirdi. Fakat onun en mükemmel icraatı sesi idi. Bildiği bütün eserleri, hususiyle kendi bestelerini, hafif, tatlı, ölçülü sesi ve kendine mahsus bir tavır ve eda ile okurmuş.. Esasen Aziz Efendi, hanendeleri iki kısma ayırıyor: Bir kısmı, elleri şakaklarında, gözleri ve şahdamarları fırlamış, şişmiş, ağızları çarpılmış müthiş bir işkence âletinin tazyiki altında kıvranan biçareler gibi bütün hüner ve marifeti, sesleri kısılıncaya kadar avaz avaz, haykırmakta bulunanlardır ki, onların şu lüzumsuz, tatsız feryatlar, onun kendi tabiriyle, «bağırmak» veya «haykırmak» tu1! Diğer kısım ise, okudukları eserlerin bütün güzelliklerini, derin bir sanat ve sanatkârlık haz ve zevki içinde ölçülü, muvazeneli bir ses ve tavırla, dinleyenlerin kulaklarından kalplerine âdeta fısıldar gibiler; işte onun nazarında asıl okumak ve okuyuculuk budur.. Aziz Efendi, muhtelif ses cinslerinin tizlik ve pestlik hadleri hakkında edindiği teknik bilgiye dayanarak her okuyucunun, her eseri aynı düzenle oku-yamıyacağı, fikrini, pek doğru ve haklı olarak, daha o zaman ortaya atmış bulunuyordu. Bir de Aziz Efendi gazel dediğimiz ve bir anın duyguluğunu ses ve sözle ifade eden irticalî 'beste şekillerinde, güfteyi melodi üzerine Mlerken, aralarına «aman, of, ley ilâh...» gibi metrelerce uzayıp ve güftenin lâfzî ve

İSTANBUL


mânevi değerini bozan klişeleştirilnıiş kelime yığınlarından fevkalâde çekinir ve bunu konuşma arasında «efendiceğizime söyH-yeyim, şey, filân!» gibi yersiz ve lüzumsuz sözlere benzetilmiş. İşte Medenî Aziz Efendinin bilhassa bestekârlık ve okuyuculuk hakkındaki şu fikir ve hanaatlerinin, daha şuurlu ve daha ilmî anlaşmasının zamanı çoktan gelmiştir!» (Radyo Mecmuası).

Ahmed Midhat Efendi'nin kaleminden çıkmış şu tasvir de güzeldir. «Vekarı tezyin edecek bir tevazuu alınız, edep ve irfana ziynet efza olacak bir şûhiyet-i âşıkaneye katınız, badehu bunu sabrı cemil, kanaati sahi-ha, muhabbette vefa, samimiyette halâvet gibi cevahir-i ahlâk ile tarsi' ediniz, işte Aziz Efendi merhumun halini tasvir etmiş olursunuz.»

Aşağıdaki satırlar, İstanbul Ansiklopedisinin necip dostu T. Yılmaz Öztuna'mn gönderdiği çok kıymetli notlardan alınmıştır:

«Hünkâr İmamlığı gibi mühim bir vazifede bulunmuştur; bundan anlaşıldığına göre, çok güzel sesli, ilm-i kıraate, dinî musikiye hakkiyle vâkıf 'bir zat olduğu anlaşılır (Saded-din Nüzhet, Dinî Eserler, II, 402 de de bu nokta zikrolunmuştur). Fakat Aziz Efendi'nin dinî bir eseri yoktur. Aziz Efendi, lâ-dinî bestelerinden ziyade, musikiye geniş vukufu, yetiştirdiği talebeleri, âlimane dersleri, edibâne sohbetleri ile büyük şöhret kazanmıştır. Dr. Suphi Bey, 1885 tarihlerinde pederinin hanesinde haftada bir defa musiki fasılları tertib edildiğini, bu fasla zamanın diğer üstadları ile Aziz Efendi'nin de —tabiî udu veya sesiyle— iştirak eylediğini kaydediyor (Amelî ve Nazarî Türk Musikisi, I, İstanbul 1935, 3). Merhum İsmail Fennî Ertuğ-rul'dan da, Aziz Efendi'nin Hünkâr İmamlığı vazifesinden tekaüt olduktan sonra Ortaköy' de ikamet ettiğini öğreniyoruz (İslâm - Türk Ansiklopedisi Mecmuası, No. 74, temmuz 1947, s. 9 b). İsmail Fennî, Dr. Suphi gibi, devrin üstad musikişinasları da Aziz Efendi'-den istifade etmişlerdir. Üstadın evinde daima musiki meclisleri ve sohbetleri eksik olmaz, Ali Efendi, Salim ve Faik Beyler, Zeki Arif Bey gibi musikimizin pek maruf simaları, evine devam ederlerdi. Dr. Suphi'den, Aziz Efendi'nin bir müddet de Lâleli'de oturduğunu öğreniyoruz. Dr. Suphi, pederi ile dost olan

ANSİKLOPEDİSİ

Aziz Efendi'nin mektepten mezun bulunduğu pazar geceleri bir hayli fasıl geçmiştir (ayni eser, 5). Gene Dr. Suphi Bey'den, Aziz Efendinin Hamparsum notası ile yazılmış gayet zengin kolleksiyonlara malik olduğunu, fakat üstadın seleflerinden aldığı bâzı asarın meselâ Zekâi Dede'de olanlarla tamamiyle tetabuk edemediğini öğreniyoruz.

Aziz Efendi'nin muhtelif lâdinî eserleri vadır. Bunların en güzel, meşhur ve zikre lâyık olanları, İsfahan Beste, Hicaz, Uşşak, Rast, Sevkefzâ v.s. şarkılarıdır. Medenî Aziz Efendinin, yalnız söz eserleri, bihassa şarkı şekli ile uğraştığı görülüyor. «Kerem eyle, mestâ-ne kıl bir nigâh» diye başlıyan çok kısa, son derece güzel, zarif derunî pek meşhur: Hüzzam şarkının Aziz Efendiye ait olduğunu iddia edenler varsa da, ben, bu eserin Bolahenk Nuri Bey'in eseri olduğu fikrindeyim; onun için, bu şaheseri mevzuubahis etmiyeceğim. Aziz Efendi'nin büyük şekillerde bestelediği parçaların belki en güzeli Isfahan makamındaki bestesidir. Eserin ikaı, büyük vezinlerin en basiti olan mürekkep Evsat usulünün 26/4 lük veznidir. Notasını, Dr. Suphi Bey üstadımız büyük eserinde (c. II, III - 8) neşretnıiş-tir. Güftesi «Künc-i gamda bî-mecalim ey perî, şad et beni» diye başlar ve Arûz'un «fâilâtün fâilâtün fâilün» veznindedir. Terennümleri «yel lel li» şeklinde ve manasızdır. Eser sekizlik bir segah (si) ile başlar. Uşşak gibi başlayıp Rast alan ve ekseriya Sebâ gibi dügâh perdevinde karar eden mürekkep bir makam olan İsfahan'dan, Zaharyan'ın 300, Itrî'nin 260, Hasan Ağa'nm 230, Tanburî İshak'ın 150 senelik besteleri bilhassa güzeldir. Musikimizin bu zengin makamının en güzel ve meşhur bestesi muhakkaktır ki Zaharya'nm şaheseri ise de, Aziz Efendi'ninki de nefîsdir; fakat piyasada duyulmaz. Aziz Efendi'nin Hicaz makamından ve Türk Aksağı ikamda bestelediği ve 'sık-sık okunan pek güzel:

Ey çerh-i sitemger, dîl-i nâlâne dokunma;

şarkısının; güftesi, Âşık Ömer'in meşhur ve pek güzel 4 beyitlik bir gazelinin matla ve makfaıdır (Saadeddin Nüzhet Ergun, Âşık Ömer, Hayatı ve Şiirleri, İstanbul 1935, 86). Aziz Efendinin Hicaz'dan bestelediği zarif bir şarkı da «Kendine niçin emsal ararsın» diye başlar ve pek kısa olduğundan, arada

AZİZ EFENDİ (Mektûbizâde)

yarım aranağme ile iki defa tekrarlanması münasip olur. Bu şarkı da —birincisi kadar olmamakla beraber— hâlâ okunmaktadır. Aziz Efendinin duyulabilen ve pek güzel bir şarkısı da Rast makamında olup, «Sevdi gönül bir dilberi, kıldı tebah cân-ü teni» diye başlar; yürük bir eser olup, Dede Efendinin aynı makamdan ve aynı uzunlukta meşhur «Üf-tâdenim ey bî-vefâ» şarkısının bariz tesirini taşır. Hicaz ve Rast gibi basit ve en zengin iki makamdan bestelediği bu şarkılardan başka, üçlü ve şedli bir mürekkep olup (Hicaz-ı Zîr-güle Acem-Aşîran (tabiî şeddi Çârigâh Nikriz) diye formüllendirebileceğimiz Şevkefzâ maka-mındaında bugün piyasada okunan zarif «Ey nevbahar-i hüsn-ü ân» şarkısını bestelemiştir. Fakat Aziz Efendinin şaheseri, «Hırâm-i yâr çemende, hayat-i candır» mısraı ile başlıyan son derece kısa ve meşhur bir Uşşak şarkıdır. Musikimizin Hicazdan sonra en zengin makamı olan bu basit ve esas makamdan bestelenen bu şaheser, Uşşakın hafiften işitilen tasavvufî negamatı içinde pek zarif bir parçadır. Çemende «hırâm-i yâr» m verdiği neş-veyi hisseylememek mümkün değildir,»

AZİZ EFENDİ (Mehmed) — Onsekizinci asır şâirlerinden; asıl adı Mehmed'dir; ulemadan Şehlâ Abdurrahman Efendinin oğlu olup medreseden yetişmiş, müderris olmuştu. Hiç istemediği halde Sofya Kadılığına tayin edilmesine gücenmiş, ısrar edildiği halde gitmemiş, ilmiye mesleğinden tamamen ayrılmıştı. Vazife reddinin Padişah ihsanına karşı gelme şeklinde tefsir edilerek sürgüne yollanmasından da korkarak adını gaaibe çıkartmış, evinde saklanarak uzun yıllar tam inziva içinde yaşamıştı. Şu kıt'ası şiir dilinin pürüzsüz olduğunu gösterir:

Simdi ey mâni şebârâ ülfetin kimlerledir Şem'ine pervane kimdir, sohbetin kimlerledir Mûmiyânm kim derâguuş'ı hayâl eyler senin Câmehâb içre safâyi vuslatın kimlerledir.

Bibi.: Salim, Şuerâ tezkiresi

AZİZ EFENDİ (Mektubîzâde) — Şâir ve hal tercümesi bilgini; 1801 de îstanbulda doğdu; Meşihat mektupçusu. İzzet Efendinin oğludur; Medrese tahsili gördü, 1820 de Müderris oldu, 1825 de (tedris hayatından ayrılıp •kadılık yoluna intisab etti, naiblik ile yirmi yü Anadolu ve Rumelinde Nazilli, Cisrierge-

AZİZ EFENDİ (Nefeszâde)

— 1714 —


ÎSTANBÜL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1715

AZİZİYE FES


ne, Manisa, İsparta, tırnava, Tekirdağ, uzun-eaabâd, Hasköy, Kütahya, Kayseri kasabalarını dolaştı, 1846 beytülmal kassamı oldu, 1847 de İzmir Kadılığı payesi aldı, 1852 de Şam Kadısı oldu, oradan tekrar Manisaya gitti; Mekke, az sonra da İstanbul Kadısı payesi aldı, 1862 de İstanbulda vefat etti; Üsküdar-da Hüdâî Aziz Mehmed Efendi Dergâhı naziresine defnedildi. Mustakimzâde'nin «Devha-tül mesâyih» adındaki meşhur eserine kıymetli bir zeyil yazmıştır.

Bibi.: M.K. İnal; Son asır Türk şâirleri.

AZİZ EFENDİ (Nefeszâde Seyyid Mehmed) — Onsekizinei Asır ulemasından ve seçkin talik hattatlarından; babası nakibül-eşraf Abdurrahman Efendidir; hüsnü hattı Dur-muşzâde Ahmed Efendiden öğrenmiştir. (H. 1130) M. 1718 de İzmir kadılığında, naibi ve biraderi olan müderris Mehmed Refi Efendi üe aynı günde ölmüştür. Şiir ile de meşgul olmuş, şiirde Hazım mahlasım kullanmıştır. Bibi.: Mustakimzâde, Tuhfei hattâtin.

AZİZ EFENDİ (Şişman) — Geçen asrın namlı müzehhib ve mücellidlerinden; H. 1275 (1858-1859) de öldü; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi: Hat ve Hattâtin.

AZİZEFENDİ SOKAĞI — Yukarı Boğazın Rumeli yakasında Yenimahalle köyü so-kaklanındandır, Yenimahalle Bağlar Yolu ile Yeniselimiye Sokağı arasında, sırtdan aşağı denize amud olarak uzanır; üst kısmı bir dere yatağını andıran, bozuk, yer yer basamaklı ve iki araba geçebilecek kadar geniş bir sokaktır, Boğaza fevkalâde bir nazareti vardır, evleri bahçeli ikişer üçer katlı ahşab yapılardır, sekenesi Türk ve Rum, orta halli ve hallice ailelerdir. Nisan 1947.



İsmail Erseyim

AZÎZÎ (Yedikuleli Mustafa) — Onaltıncı asır şâirlerinden, tesbit edilemeyen bir tarih-de İstanbulda Yedikulede doğmuş, uzun yıllar Yedikule Hisarı - Zindanının kethüdâlı-ğıında bulunmuş, 1585 de İstanbulda ölmüştür. Şiirlerini divan hâlinde toplamış olan Azî-zînin edebiyat tarihimizdeki şöhreti divanından ziyâde yazdığı bir «Şehrengîz» e dayanır. Esnaf civanlarının 'güzelliklerini övme yolunda yazılan, mevzuu dâima nıahbublar olan, ve

hangi şehrin güzel oğlanları medhediliyor ise o şehrin adına nisbetle anılan Şehrengizler içinde yalnız Azîzî'nin İstanbul Şehrengizi» bir istisna teşkil eder, şâir bu eserinde Büyük-şehrin kendi zamanındaki güzel kadınlarını medhetmiştir; elli güzel kadını üçer beyit ile övmüştür. Hiç tereddüt etmeden kaydederiz ki bu elli güzel kadın onaltmcı asır sonlarında İstanbulun dillere destan olmuş elli fâhişesidir; o asır için ırz ehli güzel kadınların bir şâir kalemi ile dile düşürülmesi 'asla düşünülemez.

Azîzî'nin güzelliklerini övdüğü elli İstanbul âşiftesi nazeninin isimleri şunlardır:

l— Saçlı Zemâne, 2— Penbe Aynî 3— Kız Âlem, 4— Meddâbî, 5— Deli Meryem, 6— Tabakkızı Fâtimâne, 7— Cennet, ' 8— Hümâ, 9— Burgucuzâde Ayşe, 10— Paşa, 11— Mumcukızı Fatma, 12— Kasab Ayşesi, 13— Küçük Kamer, 14—Tavukçu kızı Ayşe, 15— Terzikızı Alem, 16— Turremâne, 17— Zülfekızı Selimşah, 18— Mihri, 19— Bihzad Hümâsı, 20— Süğlün Emine, 21— Rahime, 22— Mevzûne, 23— Çeçezfcızı Münşine, 24— Aynî, 25— Koduk Hümâ, 26— EUerigüzel Cemile, 27— Kamerşah, 28— Küpelikızı Kerime, 29— Hocakızı Semiy, 30— Lâlpâre, 31— Eğlence, 32— Rebia, 33— Küçük Kamer, 34— Bölükbaşıkızı Hümâ, 35— Emine, 36— Ak Alem, 37— Cihâne, 38— Ermeni Sul-•tan, 39— Cermenlü Ayşe, 40— Kız Ayşe, 41— Hümâ, 42— Fahri, 43— Meryem, 44—Mü-zeyyenkızı Mihmatn, 45— Bakkalkızı Selimşah, 46— Kulak Emine, 47— Sığırcılar Ayşe, 48-— Kınacıkızı Ümmühan, 49— Havva, 50— Tabaklı Ayşe.

Şükrü Nail Bayrakdar

AZİZ İDRİS BEY (Kırımlı) — Hekim Batı Metodları ile Türk Hekimliğinin gelişmesinde büyük hizmetleri olmuş ilim adamı; 1840 da İstanbulda doğdu; aslı Kırımda Bağçesa-raylı olup İstanbulda yerleşmiş Saraç îdris Ağa adında bir zatın oğludur, «Kırımlı» diye anılması bu münasebetledir; henüz on «beş yaşında iken Askerî Tıbbiyeye girdi, 1860 da buradan diploma alarak ayni mektebe iç hastalıkları muallim muavini ve ayni yıl içinde Tıbbiyei Mülkiyeye müdür tâyin edildi; idarî vazifesinin yanında «Emrazı Umumiye», «Kimyayı Tıbbî», «Hikmeti Tıbbiye», «Em-

razı Dâhiliye» derslerini okuttu; Ders kitabı olarak 1869 da iki cildlik bir «Kimyayı Tıbbi» ve 1873 de bir «Emrazı Umumiye» yazdı.

1862 de meslek arkadaşlarından bazıları üe Eyyubsultanda Beşirağa Medresesinde «Cemiyeti Tıbbiyei Osmaniye» adı ile memleketimizin ilk akademik cemiyetlerinden birini kurdu; Meclisi Tıbbiyei Mülkiye'ye âza tayin edildi, 1874 de kurucularından bulunduğu Cemiyeti Tıbbiyeye reis, Hilâli Ahmer Cemiyetine delege oldu.

Doktor Aziz İdris Bey, evvelâ Tıbbiyei Mülkiyede, tıb öğretiminin türkçe yapılması yolunda çalışanların başta gelenlerinden bi-• ridir. Müdürlüğünü yaptığı Mülkî Tıbbiye'nin Türkçe verilen derslerle sağladığı başarı nihayet 1871 de bütün derslerin fransızca olarak verildiği Askerî Tıbbiyede de türkçe öğretime dönülmesine sebep oldu. O devrin gazetelerinde bilhassa lâtince deyimler ve terimler dolayısı ile tıb ilminin türkçe olarak okutulamıyacağını iddia eden bazı muharrirleri tamamen salâhiyet ve bilgiye dayanarak verdiği cevaplar, ilmî makaleleri ve eserleri ile susturdu; yine bu maksatla arkadaşları ile birlikte Nisten'in «Tıb Lügati» m türkçeye tercüme etti.

Bu değerli ilim adamı 1878 de pek gene, henüz 38 yaşında iken akciğer vereminden

öldü.


Bibi.: İnönü Ansiklopedisi.

AZİZİ HATUN — Onsekizinci Asırda yaşamış namlı çiçekçilerden; (H. 1108) M. 1696 de üç rumî lâlesi «Sincabı Kırlangıç», «Gül-peyker» ve «Cihangir Müşabihi» isimleri ile tescil edilmişti; ve o zamanlar, birincisi:



Oturdu sadri âliye bugün Sincabi Kırlangıç Virür bac ü haraç âne cihande baki kırlangıç

İkincisi de:



Şübheniz eyler ferâmus tâbi rûyi dilberi Çeşnıi rağbetle temaşa eyliyen Gülpeykeri

Beyitleriyle medhediunişlerdi. (H. 1109) M. 1697 de nadide bir zerrini açmıştı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı. Bibi.: Ubeydullah, TezMrei Şükûfeciyan.



AZİZÎ EFENDİ (Mehmed) — Onsekizinci Asır ulemasından, şair ve bir sülüs ve nesih hattatı; Adım Azk diye tesbit eden Salim tezkiresindeki kayde göre ulemâdan Bosnalı

İsa Efendi'nin oğludur; anasının babası da Onyedinci Asrın büyük müverrihi Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülâziz Efendidir Tuhfei Hattâtin ise baba tarafını Hasan Can sülâlesinden gösteriyor ki bu ailenin Bosna ile ilgisi yoktur. Yazıda Suyolcuzâde Mustafa Efendiden icazetname almıştır; bilhassa müteaddit Mushafı Şerif yazmıştır. Selanik kadılığından mûzul bulunurken H. 1100 (1688 -1689) de öldü. Şiir ile de meşgul olmuştur, şu beyit kendisinindir:



Ey şarabı aşkile âlûdei renci humar

Gam yime bir gün keser susuzluğun şemşiri yâr.

Bibi.: Mustakimzâde, Tuhfei hattâtin; Salim, Şuerâ tezkiresi.



AZİZİM — Münevver tabakanın günlük ülfet ve sohbetlerinde kullandığı bir tâbirdir ki, dilimizde İstanbul ağzının icatlarından-dır; ve 1908 Meşrutiyetinden sonra yayılmıştır; azizimden evvel, genç Osmanlılar aynı yerde «dostum» veya «monşer» tâbirlerini kullanırdı; ki bu satırların yazıldığı sırada yalnız «dostum» biraz yaşar gibi görünür, «azizim» ile «monşer» yaşları kırkı aşkınların dilinde kalmıştır. «Azizim» laubali meşreb ayak takımı ağzına düştüğünde:

Azizim Şekerden lezizim

diye bir de tekerleme doğmuştur.



Aziziye Fes

AZİZİYE FES — Sultan Azizin giydiği fesin adıdır ki, Devrinde ricalden ayak takımına varınca hemen istisnasız kullanmıştır. «Aziziye kalıp» da denilen bu fesin hususiyeti alt kısmının gayet geniş olup kulak hizasına kadar inmesi ve üst tablasının dar oluşu, püskülün Tanzimat püskülleri gibi kalın, fakat onlardan farklı olarak fesin alt kenarı hizasında kesilmiş olması idi. Abdülâziz tahttan indirildikten sonra Aziziye fes giyenler hoş görülmiye-ceğinden dolayı bu serpuş modası yerini «Hamidiye fes» lere terk etti ve fes kalıpçısı dükkânlarında Aziziye kalıplar da görünmez oldu.

AZİZİYE HAMAMI

— 1716 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 17İ*

AZİZİYE VAPURLARI İDAREİ AZİZİYE




AZİZİYE HAMAMI — Kadıköy ile Haydarpaşa arasında, rıhtım boyuna ve tramvay caddesine inen Recaizade Sokağında (bu sokağın es>ki adı Aziziyeham'am Sokağıdır) bir çifte hamamdır. Sultan Azizin son yıllarında inşa edildiğinden bu hükümdarın adlına nis-betle isim almıştır. Sokaktan görünüşü hiç de bir hamam yapısına benzemez, iç yapısında da kayda değer hususiyeti yoktur; her iki kısmı da "on yedişer kurnalıdır. Bu satırların yazıldığı sırada içinde natır, meydancı, papuç-çu, külhancı ve dellâk yedi hamam uşağı çalışmakta idi. Takımları temiz, çarşı boyu olmamakla beraber müşterisi oldukça çok, işlek bir hamamdır. Bugünkü sahipleri 5/8 hisse ile Karnik kızı Arusyak Andonyan ve 3/8 hisse ile Agavni Gregoryan Hayrebet ismin-de iki Ermeni kadınıdır; yarı hisseyi Elhac Ahnıed Hayri Bey, Nuri Bey ve Feyziyab Hanım veresesinden, yarı hisseyi de izalei şüyu ile Bandırmalı Bay Kâmil Umud'dan satın almışlar; hamamı da damadları Ardaş Gregoryan işletmektedir, ki bu zat Kadıköy çarşı hamamının da müsteciridir.

AZİZİYE KARAKOLHANESİ — Abdülâ-ziz devrinde gürültülü Galata hayatında, vurucu kırıcı kabadayıların, Galata yankesici ve 'hırsızlarının, şüpheli eşhasın sık sık uğradıkları bir yer idi Karaköy köprüsü başında, bu .satırların yazıldığı sırada Vagon-linin bulun-



Kadıköyünde Aziziye Hamamı (Resim: Nezih)

düğü eski 'Denizyolları (Seyri Sefain) binası-yerinde idi.



AZİZİYE VAPURLARI İDAREİ AZİZİYE

— Türkiye Devlet Denizyolları idaresinin ilk devirlerinde, vapurlarının ve idarenin bu isimdeki hükümdara nisbetle anıldığı bir devir olmuştur ki; Abdülmecid zamanında «Fevaid îdaresi» diye kurulan Devlet Denizyolları İdaresi, sırasiyle, «İdarei Aziziye» «îdarei Mahsusa», «Seyri Sefain İdaresi» ve nihayet Cumhuriyet devrinde «Devlet Denizyolları îdaresi» ismini almıştır' Fevaid idaredinin. ne zaman «İdarei Aziziye» ye çevrildiği kat'î olarak tespit edilmemekle beraber, «İdarei Aziziye» adına ilk defa (H. 1288) M. 1871 de rastlanıyor. İkinci Abdülhanüd'in cülusundan az sonra, idare ve vapurların muamele evrakından «Aziziye» ismi kaldırılmış ve «İdarei Mahsusa» terkibi kullanılmış ise de İstanbullular, devlet vapurlarına daha uzun zaman Aziziye vapurları diye gelmiştir. Bu vapurlar, uzak ve yakın Türkiye limanlariyle sevahili müte-cavireye (Adalar, Anadolu yakasında Pendik'e ve Rumeli yakasında da Yeşiköye kadar) giderlerdi.

Abdülâziz, kendi adını taşıyan Devlet De nizyolları İdaresinin, ticaret zihniyeti olmadan inkişaf edemiyeceğini görerek İdarei Aziziyenin bir millî anonim şirket haline konulmasına işaret etmiş, (H. 1289) M. 1872 de büyük servet sahiplerinden ve şûrayı devlet âzasından Bpğos Beyin üzerine devir ve ihale edilmiştir; fakat îdarei Aziziyenin «Kumpanya» devri ancak on dört ay kadar sürmüştür, bu devirde, idare varidatından mı, Boğos Beyin kendi kesesinden mi ödendiği bilinemez» 31 bin altın verilerek İngiltereye yeni üç vapur sipariş edilmişti. (H. 1290) M. 1873 de Boğos Bey ölünce, yine eski idareye dönüldü, (Meclisi Bahriye» nin eline verildi.

Gemide makine, tekne, sürat ve konfor kıymetleri gözetilmeden gemi sayısının çoğaltılması yolu tutuldu-, köhne ve yaşlı vapurlar

satın alındı; eldeki vapurlar bakımsız kaldı. Boğaziçindeki seyrü seferi temin, eden Şirketi Hayriye, ciddî ve temiz ellerde sür'atle inkişaf ederken, İdarei Aziziye, günlük siyasî gazetelerin mizah mevzuu olmağa başladı. «Sevahili mütecavire» ye işleyen vapurlarına, İstanbul zürafası «Tontonu Bahrî» lâkabını taktı; diğer limanlara gidip gelenler ise, yük ve yolcu bakımından pek az rağbet gördü; ancak fevkalâde ucuzluğu ile yolcu ve yük bulabildi. Kapitülâsyonlardan istifade eden ecnebi kumpanyalar, bu arada hattâ Yunan gemileri kuvvetli bir rakip oldular. Gün geçmezdi ki, gazetelerde, Aziziye vapurları hakkında millî gururu rencide eden bir şey okunurdu :

Malakof vapurunun yolda kazanı patlardı; Tekirdağ postasını yapan Musul vapuru, İstanbula gelirken Kumkapı önünde kömürü biter; Hayreddin vapuru Kartalda kayaya oturdu (Sabah gazetesi 1293 -1294). istiklâline sahip olmayan idare, meselâ harab olan Maltepe ve Kartal iskelelerinin tamirini Meclisi Bahriyeye arzeder, bir iskele tamiri, aylarca süren türlü muameleden sonra tahakkuk ederdi. Varidatına maliye el koyar, meclisi bahriyenin gösterdiği lüzum üzerine, idarenin masrafları maliyece verilen havalenamelerle ödenirdi. İdarenin vapur almak hususunda reyi yoktu; bu hususta da, araya birçok banker - komisyoncular girerdi. Meselâ, (H. 1290) M. 1873 de İdarei Mahsusa için satın alınan Yam Tengam? vapurunun bedeli olan 4000 altını tüccardan Apik Efendi eliyle ödenir, Apik Efendiye Edirne ve Kastamonu Vilâyetlerinden tahsil olunacak havaleler verilirdi.

Bazan, idareden gelen raporlarda: «Elde bulunan vapurlar müstacelen tamir olunmaz-larsa gelecek rûzi kasımda Selanik ve Köstence hatlarının tatiline mecburiyet hasıl olacağı» okunurdu (26 temmuz 1289 — 1873 tarihli rapor).

Bahriyeden idareye tebliğ edilen emirlerin içinde, garabetleri üzerinde dikkat ile durulacak olanları vardır. Meselâ 6 mart 1290-1874 tarihli emirnamede: «Vapurlar tamire çekildiklerinde bütün mürettebat ve za-bitanma yol verilmesi, tamirat bittikten sonra yeniden tayfa ve kaptan tâyini» bildirilmiştir.

9/10 Şevval 1290 gecesi Paşalimanında Bahriye Nazırı Hüseyin Avni Paşanın yalısında yapılan bir vükelâ sohbetinde, İdarei Aziziyenin durumu ile istikbaldeki gelişme ve ilerleme yolları konuşulup araştırılmış, Trabzon, Varna, Adalar, Kadıköy, Haydarpaşa ve Ayastefanos (Yeşilköy) hatlarında işleyen on altı, dört tane de tamirde olmak üzere yirmi vapura sahip olan İdarei Aziziye, İzmir, Preveze, Girit, Trablusgarb ve Mudanya hatları için dört vapur daha Satın alınmasına karar verilmişti. Bunun karşılığı olarak tespit edilen 115 bin lira, idare hasılatından birbu-çuk senede ödenebilirse de, vapurların satın alınabilmesi için bu kadar bir zaman beklemek doğru olamıyacağı, bu masrafı yüklenmek için hazinenin de takati olmadığı düşünülerek; müdürü ve meclisi idare azaları fen ve ilim adamı mütehassıslardan mürekkep bir heyet teşekiliyle İdarei Aziziyenin onların eline bırakılmasına karar verilmişti. Fakat dokuz ay kadar sonra, Hüseyin Avni Paşanın imzasını taşıyan bir bahriye buyuruldusu, yukarıdaki kararın tatbik edilemediğini gösterir, şöyle ki, nazır paşa, bu kâğıdında «İdarei Aziziye müdürlüğüne üç anbarlı süvariliği unvanını haiz Mehmed Beyin tâyin edildiğini, idare vapurlarının tâyin edilen günlerde yola çıkmalarını, hasılatın çoğaltılmasına bütün memurların çalışmalarını, hangi vapurlann hangi günlerde nerelere gönderileceğini bahriye nezaretinin tâyin edeceğim, her gün toplanan hasılatın geciktirilmeden bahriye hazinesine yollanmasını, maaşların her ay bir defteri gönderilip bahriye meclisinde tasdik olunup idareye ilmühaberi gelmeden maaş dağıtılamıyacağmı, hiçbir ferde alelhesap para verilemiyeceğini bildiriyordu. (R. 1294) M. 1878 den sonra İdarei Aziziyenin adı «îdarei Mahsusa» oldu. (B.: Fevaid îdaresi, îdarei Mahsusa, Devlet Deniz Yolları). Bu tarihte îdarei Aziziyeden İdarei Mahsusaya devredilen yirmi beş vapur şunlardır: Malakof, Kayseri, Heybeli, Pürsûd, Kartal, Mudanya, Kı-lınc Ali, Canik, Hereke, Medarı Tevfik, Şeh-per, Hayreddin, Pendik» Şerefresan, İzmit, Selanik, Maltepe, Batum, Medarı Fevaid, Seyyare, Musul, Nüzhetiye, Marmara, Hareket (gambot).

İdarei Aziziye müdürlüklerinde bulunan zatlar da şunlardır:



AZİZ KAPTAN

— 1718 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1719 —

AZIZ MAHMÜD EFENDİ





Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin