Eski dü çeşmim ile bulmuş idi neşvü nema Âh o mahsûli ciğerpareden oldum mehcûr Gitti ol kâtibi nevhat dahi Mektûbîye Alnımın kaare yazısı ne aceb itti zuhur
Beyit
Bir siyah saçlı kara kaşlı kömür gözlü civan Sinemi külhen gi'bi âteşlere yakdı aman
Beyit
Çekdim âguıışe o nıehpâreyi sordum ismin Yanarak yakılarak buse virüp Yanko dedi
FATİN EFENDİ —- (B.: Gökmen Fatin).
FATİN HOCA İLK OKULU —- Yukarı Boğaziçinin Anadolu yakasında Paşabağçesi ile Beykoz arasında Sultaniye Çayırmdadır; büyük bir bağçe içinde iki katlı beton bir binadır. 1954 - 1955 ders yılında beş sınıflı olarak tedrisata açıldı; sonra bağçesine üç baraka ilâve edilmiş, bu suretle 11 dershaneli ve 22 şubeli bir ilk okul olmuşdur; ve sabah ve öğleden sonra çift tedrisat yapan bir ilk okul olmuşdur'. 1967 yılında ziyaretimizde 1000 öğrencisi vardı ve hemen hepsi civar fabrika işcile-: rinin çocukları idi, ve hepsi beslenme eğitimine tâbi idi. Bir Yavru Türk oymağı ve bir Çocuk Mehter takımı vardır.
Okulun adı, yıllarca Kandilli Rasadhânesi müdürlüğünde bulunmuş ve İstanbul Üniver-, sitesi Fen Fakültesinde astronomi okutmuş, talebesi ve halk arasında Fatin Hoca diye anılmış Prof. Fatin Gökmen'in hatırına hiirmeten verilmişdir (B.: Gökmen, Fatin).
Koridorların duvarları Türk büyüklerinin resimleri ile süslenmişdir, bu arada okula adı verilmiş Fatin Hocanın da resmi vardır. Ayrıca, 1956 -1966 arasında geçen on yılda okuldan diploma alan çocukların vesikalık resim portreleri ile: «Çocuk bir çiçek, okul bir bağ-çedir», ve 1963 yılı mezunlarının resimleri ile de «Fatin Hoca» levhaları yazılmış ve duvara asılmışdır. 1956 -1966 arasında bu ilk okuldan 399 kız ve 675 oğlan olmak üzere 1074 öğrenci diploma almışdır. Ziyaretimiz tarihinde okul müdürlüğünde Bay Şakir Akyüz bulunuyordu.
Hakkı GÖKTÜRK
FATMA (Aşkaleli Kara) — İstiklâl Savaşının gönüllü kadın mücâhidi, müstevli Yunan askerî kıt'aları ve düşmana destek olan yerli müsellâh rumlara karşı bilhassa Kocaeli ve Bursa cebhelerinde çarpışmış zaman zaman 100 -150 kişilik bir Türk gönüllü süvari müfrezesinin kumandanı fahrî üsteğmen; beş defa yaralanmış bir defa esir düşmüş ve kısa bir esâretden sonra kaçıp tekrar mücâdeleye katılmış, zaferden sonra kırmızı kordelâlı İstiklâl Madalyası ile taltif edilmiş Türk kadım; hayatı maal esef kalem diline verilmemiş, hal tercemesi derlenememiş, hakında yazılanlar gaayet sathî şeyler olmuşdur.
1878 -1879 arasında Erzurumun Aşkale kazasının Ergemahsul Köyünde doğdu; hâli vakti yerinde bir çiftçi kızıydı, nasıl gelip yerleş-diği bilinmiyor, 1918 de Mondros Mütârekesinin imzası sırasında erkek kardeşi Süleyman, oğlu Mehmed, ve Mehmedin 8-9 yaşlarındaki kızı ile birlikde İstanbul'da Kasımpaşa'da oturuyor idi. İzmir'in işgaali üzerine, kendi sözleriyle: «İstanbulda teşkil edilen bir müfrezeye oğlu ve kardeşiyle ve küçük kız torunu ile birlikde katılmış, 'ehlikeli bir seyahatdan sonra Anadoluya geçmiş ve Millî Mücâdeleye ilk günlerinde Kocaeli bölgesinde katılmışdı».
Aşkaleli Kara Fatma
(Resim: S. Bozcalı)
İstanbul'a 1923 senesi temmuzunda, Lozan Muahedesinin henüz imzalanmadığı sırada dönmüşdü.
Şöhretini istismara tenezzül etmedi, taşıdığı İstiklâl Madalyasının şerefini titizlikle korudu. Kardeşinin ve oğlunun ölümlerinden sonra yine Kasımpaşada Camiikebir Mahallesinde Gülhane Sokağında 12 numaralı kulü-bemsi bir evde ve tamamen unutulmuş, derin bir yoksulluk içinde yaşadı ve o halde iken 1950 ile 1955 arasında vefat etti.
Orta boylu, okuma yazma bilmeyen duygulu ve metin bir kadındı. İstanbulun tarih ve günlük hayat kütüğü olan bu ansiklopedi Kara Fatma Hanımın sânını lâyık bir hal ter-cemesinin yazılmaması üzüntüsü ile bu satırları vesile rahmet olarak dere ediyor.
FATMA (Fındık) — İşgal yılları ile Cum
huriyet devrinin ilk yıllarında, 1920 - 1935 ara
sında İstanbul zabıtasını hayli yormuş bir yan
kesici kadın; kaşı gözü yerinde, bilhassa toy
taşralıları cezbedecek şekilde süslenmesini, bo
yanmasını bilir, eline düşürdüğü erkeği cin gi
bi çarpardı. Bir kaç defa girip çıkdığı mahpus
hanede 1935'den sonra müteverrimen öldüğü
nü zan ediyoruz. O devrin gazete ve mecmua
larından toplanacak -maceralarına bir az da
aşk oyunları katılarak hayatı, bir polis romanı
konusu olabilir. . .
FATMA (Kandırah) — 1933 ile 1935 arasında Eminönü Balıkpazarında «Kızmanav» diye meşhur 18 20 yaşlarında bir seyyar satıcı kız; kırmızı turp, kara bayır turpu, kıvırcık salata, taze soğan, taze nane, limon satardı; boylu boslu, yüz nakışları düzgün, yarı er-kekleşmiş gelinlik çağında bir kızdı; babası Birinci Cihan Harbinde şehid olmuş, anası ile İstanbul'a gelmiş, Küçükpazarda hanlaştırıl-mış eski bir ahşab konağın üç odasını ayda 12
"•-3?
lira kira ile tutmuşlar; günde saf-, kâr 3 liradan ayda 90 lira kazanmakda, kendi tâbiri ile «gül gibi geçinmekde» idi. Tek eksiği, yine kendi tâbiri ile «aynalı bir koca» idi.
Bibi.: Haftalık Mecmua
FATMA (Kozanh Kara) — Kırım Harbinde kahramanlığı dillere destan olmuş Kozaa'ın
Türkmen aşiretlerinden Cirit Aşiretinden bir kadın, 1854 de aşiretinden 600 atlı gönüllünün başında İstanbula gelmiş, Kırıma sevkedilen orduya katılmış, bilhassa Sivastopol muharebelerinde büyük yararlıklar göstermiş, erkek kardeşi şehid düşmüş, kendisi de yaralanmış-dı. Meşhur Sivastopol Destanında da adı geçer :
Beş altı gün sonra geldi Kara Fatmai Gaazi Nisalar kahramanı serefrâzı
ı
Beş altıyüz kişiyle geldi ol an Kamusu feep süvârii namdâran
Anların nâmı var Türkman ilinde Kargı kollarında kılıç belinde
Onlar çok düşman kırdı dökdü karını Şehid oldu karındaşı nisanın
O hâtûn kendi dahi yaralandı Onuldu yarası hoş varlandı
Ömer Paşa olup Şumnuda kaaim Onlara gönderir cebhâne dâim
Kozanh Kara Fatma Kırıma giderken ve harb sonunda memleketine dönerken bir müddet İstanbulda kalmışdı. Erkek kıyafetiyle ve elinde dâima bir kamçı, atlı veya yaya şehir içinde dolaşmış, İstanbullular tarafından hürmetkar bir tecessüsle tâkib edilmiş, o tarihler-
Kozanlı Kara Fatma
(Resim: S. Bozcalı)
FATMA (Kör)
— 5572 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5573 —
FATMA ALİYE HANIM
de İstanjbulda bulunan Avrupalı ressamlar tarafından resimleri yapılmışdır.
Müverrih Cevdet Paşa «Mâruzât» isimli eserinde şunları yazıyor: «.. Cirit Aşireti halkı zararsız olup Kırım Muharebesinde İstanbula gelip orduya girmiş olan Kara Fatma bu aşiretin bir ocağının kâhyası idi..».
Hicrî 1282 (M. 1865-1866) da fırka kumandanı olarak Kozan havaâlisine gitmiş olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa da hâtıralarında : «.. Meşhur Kara Fatma, Çukurova üstünde dağlarda oturan Giritli Aşiretine mensubdur. Bereket dağının Adana cihetine geçdiğimizde 16 atlı ile bizi karşıladı. Erkekden hiç farkı yokdu...» diyor.
Niyazi Ahmed BANOÖLU
FATMA (Kör) — Gençliği zevku safa ve iyşü nûş âlemlerinde geçmiş ve hayli dünyalık edinmiş İstatibulda Sulukule Mahallesi sâ-
Kor Fatma
(Resim: S. Bozcalı)
kinlerinden bir kıbti kadını; 1966 da yine kendi cinsinden Şükrü Güveyler adındaki şehbaz ijzolosu ile yaşarken genç adam onun üstüne ayni mahalle sakinlerinden Bebek Remziyeyi dost edinmiş; Kör Fatma da rakîbesi Remziyeyi tabanca ile öldürmüşdür. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 15 yıl habse mahkûm olan Kör Fatma 1968 yılı martında Sul-tanahmed Cezaevinin kadınlar kısmında cin-
net alâmetleri göstermiş ve kaldırıldığı Bakırköy Akıl Hastahânesinde çıldırarak ölmüşdür.
Bürhâneddin OLKER
FATMA (Paçası...) — Geçen asır sonlarında İstanbulun «Koltuk» denilen randevu evlerinden birini işleten bir yosma; evi Langada idi ve koltukların âdilerinden, mübtezellerin-dendi; kayıkçı, hammal, arabacı takımı kaldırımda bulup getirdikleri ve kendi ağızları ile «Zeybek» dedikleri yosmaların buluşma yerle-rindendi (B.: Koltuk; Zeybek).
Bibi.: Ahmed Rasim, Fuhşi Atik.
FATMA (Şakırşukurun) — Geçen asrın ikinci yarısında yaşamış namlı bir çengi; oyuna ekseriya erkek kılığında çıkar, laz horası deper, horon oynar, zeybek oyunu oynardı. Boyunun kısalığı büyük kusuru ve üzüntüsü idi; yanında boydan bosdan konuşulmasını istemez, konuşanlar olursa bunu kendisine alaylı bir îmâ kabul ederek hemen küserdi.
Sermed Muhtar ALÜS
FATMA AFİYET — Zamanımızda esrar kaçakçısı ve.satıcı bir kadın, 22-23 nisan tarihli ABC Gazetesinde «İstanbulda esrar satışını kadınlar idare ediyor» başlıklı bir yazıda bu kadının da namlı bir satıcı - kaçakçı olarak adı geçmişdir; bir kaç defa yakalanmış ve hapse girmiş olan Fatma Afiyetin hayli maceralı olması gereken hayatı tesbit edilemedi.
Bürhâneddin OLKER
Fatma Afiyet
(Resim: S, Bozcah)
FATMA ALİYE HANIM — Edebî ve tarihî makaale ve kitapları ile tanınmış aydın bir Türk kadını; din ve hukuk bilgini ve müverrih, nazırlıklarda bulunmuş değerli devlet adamı Ahmed Cevdet Paşanın büyük kızı (B.: Ahmed Cevdet Paşa, cild l, sayfa 336); 1864 de İstanbulda doğdu, hususî fakat çok sağlam ve geniş tahsil ile yetişdi. bir edebî ve ilmî mahfil olan babasının konağında devrin en değerli sîrnâları Fatma Aliye Hanıma hocalık ettiler, bu arada, o devrin kadınlarının çoğunun mahrum kaldığı yabancı dil, mükemmel Fransızca öğrendi; tarih; edebiyat ve arabca hocası da bizzat babası oldu. Kitab hâlinde yayınlanan ilk eseri Georges Ohnet'nin «Vo-lonte» isimli eserinin tercemesidir ki kitaba «Meram» adını ve mütercim ismi olarak da «Bir Hanım» imzasını koymuşdu. Bu terceme o kadar rağbet gördü ki Fatma Aliye Hanım bundan sonra bâzı makaalelerini de «Meram Mütercimi» diye imzaladı.
Kitab hâlinde basılmış diğer eserleri şunlardır: «Nisvânı islâm», «Muhâdarât», «Re'fet», «Ûdî», İstilâyı İslâm», «Levânihi Hayat», «Te-râcimi Ahvâli Felâsife», «Tedkiki Ecsam», «İslâm Kadınları», «Enin», «Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı», «Mahmud Esad Efendinin Taaddüdü Zevezâtı'na Zeyil», «Kosova Muzafferi-yâtı». Eserlerinin içinde en çok okunmuş olanı Muhâderât olmuşdur.
Faik Paşa adında bir zât ile evlenmişdi; Fatma Zübeyde adında bir kızı oldu; anası
Fatma Aliye Hanını
(Resim: Sabiha Bozcalı)
gibi çok ciddî bir tahsil gören bu kız görgü ve bilgisinin genişlemesi için gönderildiği Fransada irtidad etmiş, bir katolik rahibesi olmuşdur, 1960 da Tunusdaki Nötre Dame de Sion fransız kız lisesinde «Mere Mariam» adı ile muallimelik yapmakda idi (B.: Mariam, Mere).
Fatma Aliye Hanım 13 temmuz 1936 da vefat etmiş, cenaze namazı Teşvikiye Camiinde kılınarak Feriköy Kabristanına defnedil-mişdir. İbrahim Alâeddin Gövsa'nın Türk Meşhurları eserinde ölüm tarihi fahiş bir hatâ ile 1924 olarak kaydedilmişdir.
Bu ünlü kadın yazarın ölümü münâsebeti ile İstanbul basınında yalnız iki kişi konuş-muşdur, Cumhuriyet Gazetesinde M. Turhan Tan ve Son Posta Gazetesinde E. Ekrem Talu; aşağıdaki satırlar o yazılardan alınmışdır :
«Dün, onbeş yirmi kişilik ufak bir cemaat, tarihçi Cevdet Paşanın kızı edib Fatma Aliye Hanımı Feriköy mezarlığına kadar teşyî ederek, yeryüzündeki son durağına tevdî ettiler.
«O büyük adamın bu büyük kızı, yetmiş iki yıllık hayatında, yüksek kültürü ve yabana atılmıyacak kıymetteki eserlerile Türk kadınlığına hizmet etmişti.
«Dün, onun tabutunu tâkib edenlerin azlığından anladım ki bu hizmetler unutulmuş; yahut ki onları takdir eden kalmamış.
«Gerçi, unutmak insanlığın şiarıdır. Fakat Cevdet Paşanın kızının bu kadar çabuk hemcinslerinin nankörlüğüne hedef olacağını tah-^ min edemezdim.
«Sosyal tarihimizin son yarım asırlık faslında, Fatma Aliyenin bir öncülük mevkii vardır. Harem ve kafes devrinde, Türk kadınlığı kasten koyu bir cehalet içinde, boğulurken, okur, yazar ve yazdığını okutur olarak dosta, düşmana gösterebildiğimiz birkaç kadının basında o vardı.
«Çok esaslı bir tahsil görmüş ve öğrendiği şeyleri hazmetmişti. Mükemmel arapça, farisî, fransızca bilirdi. İşlenmiş hafızasında Müte-nebbînin kasideleri, Hafızın divanı ve Lamar-tine'in Meditat:ons'ları yanyana yaşardı.
Ölümünden pek az evvel, kendisine Fransız kitapçısında rastgelrniştim. Yeni müelliflerin son eserlerini karıştırıyordu. Ayak üzerinde on dakika, bana François Maııriac'ın Andre Maurois ile mukayesesini yaptı.
L
FATMA ÂNI HÂTÛN
— 5574 —
İSTANBUL
ansiklopedisi
— 5575
FATMA HANİM
Otuz, otuz iki sene evvel Hanımlara Mahsus Gazete'de edebî makalelerini neşrederken muhakemesi ne ise, o gün de öyle idi. Ayni kuvvet ve ayni ciyâdet!
Fatma Aliye, iki roman neşretmişti. Biri Muhaderât, öteki de Udî'dir. Bunların her ikisi de, içinde kullanılan lisan fazla terkipli ve ağdalı olmasa, klâsikler meyanına geçecek kıymettedir. (E. Takı, Son Posta).
«Dünkü gazeteler, para ile konulan ilânlar arasına sıkışmış dört satırla Cevdet Paşa kızı Bayan Fatma Aliyenin öldüğünü haber veriyorlardı. Şu yazılıştan bu ölünün Türk edebiyatı, Türk irfan hayatı üzeıinde vaktile hayli müessir olmuş bilgili bir muharrir olduğunu anlamıya imkân yoktu. İlân ücretinin kabar-maması için olacakdır; gerçekten acıklıdır. Çünkü Fatma Aliye, sayısı henüz çoğalmıya başlıyan münevver Türk kadınlarının en değerlilerinden biri idi. Çünkü Fatma Aliye, peçenin Türk kadın yüzünü karanlıklarda bıraktığı devirde bilgi güneşinden nur alarak aydın yaşamış bir çehre idi. Çünkü Fatma Aliye, Avrupa har sile yetişen ilk Türk kadını idi. Çünkü Fatma Aliye, kadın kaleminden çıkan ilk Türk romanının hâlıki idi. Çünkü Fatma Aliye, eserleri Avrupa dillerine çevrilen Türk muharrirlerinin en eskilerindendi. Çünkü Fatma Aliye ölümüne ağlanılacak, tabutu taşınılacak, mezarına çelenk konulacak seçkin bir yurddaş-tı. Onun ölümünü dört satırla haber vermek bir facia değil de nedir?
«Ben şahsan bu büyük kadının hayatını safha safha ve devir devir takib eden bir adamım. Muhâdarât adlı romanını okuduğum zaman çocuk sayılacak bir yaşta idim, onu Ah-rned Mithatlardan çok üstün bularak hayretler içinde kalmıştım. Sonra «Kefet» ini, «Udisini,. «Enin» ini okudum, hakkındaki saygımı bir kat daha çoğaltmak mecburiyetinde kaldlm. Çünkü bunlar, bu romanlar, halkın mütâlea zevkini kökünden değiştiren ve okumak îsti-yen gözleri Battal Gazilerden, Şah Meranlar-darı, Kesik Başlardan ve hattâ Hasan Mellâh-lardan, Hüseyin Fellâhlardan, Dürdâne Hanımlardan uzaklaştıran yepyeni mevzuda eserlerdi. Fatma Aliye, Ahmed Mithatm yapamadığım veya eksik yaptığını yapıyor, garb çeşnisi veren yazılarile edebî idrâk seviyesini yükseltiyordu.» (M. Turhan Tan, Cumhuriyet)
Resid Hâlid GÖNÇ
(B.: Ani Hâtûn,
FATMA ANÎ HÂTÛN
Fatma, cild 2, sayfa 862)
FATMA HANIM (Hafız) — 1880 ile 1885 arasında Üskü darda Çinili semtinde oturur ulemâdan bir zâtin güzellikde yekta ve gelinlik çağında kızı olub semtlerinde çıkan bir yangına gelen tulumbacılar arasında Bülbül-dereli Altınbaş Mustafa adında bir bıçkın şeh-baza gönül, vermiş, yolunu bulub baldırı çıplak oğlan konuşmuş, fakat konu komşu arasında vak'a şüyu bulunca güzel kızın adı kötüye çıkmış, anasından babasından döşeğe düşecek derecede de dayak yemiş, bir sabah da henüz; ortalık ağarmadan hasta döşeğinden kalkmış ve intihar edeceğini beyan eden bir mektub bırakarak evden kaçmışdı. Belki yüzlerce kuyu arandı, cesedi bulunamadı, kendisini Şem-sipaşa taraflarından denize attığı tahmin edildi. Tulumbacı Altınbaş Mustafa da çok tazyik edildi, karakolda bir kaç sefer dayak yedi, kız ile buluşub konuşduğunu inkâr etti, hattâ Fatma Hanım tarafından sevildiğini bile bilmediğini söyledi. Aşağıdaki manzume bu vak'a üzerine Üsküdarlı Aşık Râzi tarafından kaleme alınmışdır:
Saç safâdan uzar tırnak cefâdan Sevilenler geçmez semti vefadan Bir bıçkınm nâri aşkına yandım Lokman hekim ümid kesdi şifâdan
Molla kızı hafızı Kur'an idim Dürdâne sahibi hüsnü ân idim Nâmım Fatma nâz ile perran idim Bildim bu derd bana gaybü hatâdan
Nerden gördüm yâ Rab ben ol fetâyı Tulumbacı civan bürehne payı Âtoûyi vahşî püsküllü 'belâyı Dâd ü feryâd Altunbaş Mustafadan
Canımla sevdim külhânî çapkını Ayağı koşarlı gözü baygını Kundaklandı dil hanesi yangını tçdim şarâbı aşkı musaffadan
Molla babam duydu oldu bir ejder Validem gazabı pederden beter Şebü rûz darbider valide peder Râhi halâs mevt ola 'bu cefâdan
Gülmemiş ne Şirin, ne Zühre, Leylâ Benîm başımda da ayni vaveyla Bir yan duzah bir yan deşti kerbelâ Yârim el çekdi âteşi itfadan
Hafız Fatma Hanım
(Sabiha Jîozcalının Kompozisyonu)
Bir şeb vakti seher virdim karârı Ağlattım vatan şehri Üsküdân, Çözülmedi mevtimin (hiç esrarı Sâde mektup kaldı kasdı ifâdan
Vâsıf HiÇ
FATMA HANIM (Hanende) —
Büyük bestekâr Hamamîzâde İsmail Dede Efendinin büyük kızı, Dürri Bey adında bir zât ile evlenmişdi; oğlu yahud üveyoğlu saray hanendelerinden Şevket Bey Fatma Hanımın himmeti ile yetişmişdi. Ünlü babasının nefis bir şarkı mecmuası bu hanımın elinde idi. Vefa semtinde oturan Fatma Hanım, tesbit edil-rnemiş bir tarihte doksan yaşında vefat etti.
Bibi.: S. N. Ergun, Türk Musikisi Antolojisi; II.
FATMA HANIM (Prenses) —
İstanbul Darülfünununa (Üniversitesine) mühim bir vakıf vasiyet etmiş olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa torunlarından Mısırlı bir Türk prensesi; Mısır Hıdivi İsmail Paşanın kızı ve Mısır Kiralı Fuadın kız kardeşi; İstanbul Darülfünununa vakfettiği para, Mısırdaki geniş arazisinin gelirinin onda biri idi. Fakat Mısır hükümeti, 1912 de vefat eden Prenses Fatma Hanımın bu vasiyetinin beyan ettiği paranın İstan-bııla yollanmasına 1923 den sonra mâni oldu, adî, bayağı bir sebeb ileri sürüldü, vasiyetnamede İstanbul için «Dârülhilâfe» adı kullanılmışdı, Türkiyede Hilâfet müessesesi kaldırılmış ve İstanbul artık Dârülhilâfe sıfatım kaybetmişti. Müteveffa Mısır Kiralı Faruk muhterem halasının bir ilim müessesesine vakfettiği parayı sefâhet yollarına harcadı.
Fatma Hanım yakın akrabalarından Prens Tosun Paşa ile evlenmişti.
FATMA HANIM (Sadâret Ket-hüdâsı Mehmed Ağa zevcesi) — On-
sekizinci asır başlarında . yaşamış,
FATMA HANIM
— S576 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5577 —
FATMA HÂTÛN
Lady Montague, aynı muhibbesine 10 FATMA HÂTÛN — Üsküdarda kendi a-
mart 1718 tarihli diğer bir mektubunda Güzel dına nisbetle bir mescid yaptırmış hayır sâhi-
F'atmadan şöyle bahsediyor; besi bir kadın; hayatı hakkında adından baş-
aşırı derecede güzelliği, ve güzelliğine denk zarafeti ve zekâsı ile tanınmış bir Türk hanımı ki kendisini, İngiliz edibesi ve Türkiyedeki İngiliz elçisinin zevcesi Lady Mantague'nun Londrada muhibbelerinden bir kontese yazdığı 18 Nisan 1717 tarihli mektup Ue tanıyoruz. Güzel Fatma Hanım, sadaret kethüdası (Yani İçişleri Bakam) Mehmed Ağanın zevcesiydi. Lady Montague şöyle anlatıyor: «Tercümanım olan Rum kadını kethüdanın hanımını ziyaret etmemi ısrarla teklif etti. Gittim. Kapıdan iki haremağası tarafından karşılandım. Beni uzun bir sofadan geçirdiler. Burada iki sıralı cariyeler dizilmişdi, hepsinin örülmüş saçları topuk-
Prenses Fatma Hanım
(Resim: Sabiha Bozcalı)
larına kadar inmiş ve elbiselerinin kenarı sırmalı idi; ayıp olmasaydı, kendilerini teker teker daha yakından görmek için duracaktım. Daha sonra, kafesleri yaldızlı bir odaya girince bu kızları unutuverdim. Pencerelere hanı-melleri ve yaseminler sarılmıştı; oda çiçeklerin tatlı kokusuyla doluydu.. Odanın ortasında bir mermer fıskiye vardı. Fatma Hanım, zarif İran halılarıyla döşenmiş bir sedire uzanmış, işlemeli beyaz saten yastıklara yaslanmıştı. Dizinin dibinde takriben 12 - 14 yaşlarında iki kız çocuğu oturuyordu. Esvapları serapa elmaslarla müzeyyendi; pek sevimli idiler. Fatma Hanıma gelince, bu kadar lâtif bir yüzü ömrüm boyunca gördüğümü hatırlamıyorum. Bir yüz ki, insan, hayran hayran seyretmek istiyor. Beni görünce ayağa kalktı, elini göğsüne götürerek Türk âdetince selâm verdi. Bu selâmı o kadar asilâne ve vaku-râne verdi ki, bu zarafet Allah vergisi-dir, saray terbiyesiyle de elde edilemez. Sedirin üzerinde baş köşeye oturtuldum. Bu güzellik karşısında bir müddet söz söylemeğe cesaret edemedim. O ne mütenasip sîma!.. O ne güzel mecmua-i hüsn!.. O ne mevzun endam!.. Nedir üstündeki tatlı renk!.. Nedir o tebessüm'erindeki cazibe!.. Ve o gözler!.. Gözleri iri ve siyahtı ve mavi gözler gibi baygın bakıyordu. Yandan, karşısından, hangi taraftan bakılırsa bir başka güzellikti. Bu ani tesirlerin hayreti geçince, kendisinde küçük bir kusur aradım. Mütenasip olarak güzel bir kadın hoşa gitmez derler, meğer ne kadar yanlışmış. Eski Yunan ressamlarından Apellis mükemmel bir sima vücude getirmek için sanatın bütün vasıtalarına beyhude yere başvurmuş, bu mucize ancak tabiata vergi imiş, tabiat da onu Fatma Hanımı vücude getirerek göstermiş. Vekaarı ile, tavır ve hareketlerinin asaleti ile, tereddütsüz söylüyorum, Avrupamn en muhteşem tahtlarından birine kraliçe olarak oturur...
«Boylu boyuna beyaz sim kenarlı, sırmalı dibadan bîr entari giymiş. İnce bürüncük gömleğinden gerdanı bütün güzelliği ile görünüyor. Şalvarı soluk karanfil renginde, gömleği gümüşî yeşildi. Beyaz saten terliklerinin işlemeleri pek güzeldi. Zarif kollan elmas bileziklerle süs-
lüydü. Belinde işlemeli kemer, başında da zemini karanfil renginde sırmalı bir çevre vardı. Örgü örgü ayrılmış lâtif siyah saçları topuklarına kadar iniyordu. Başının bir yanına gayet sanatkârane elmas iğneler takmıştı. En vekarlı muharrirler birkaç güzel tablodan, birkaç meşhur heykelden vecdile bahsetmişlerdir, neden tabiatın nefîs bir mahlûku bu âciz kopyalar kadar methe şayan olmasın?! Hiç u-tanmadan itiraf ediyorum: En güzel bir heykelden ziyade dilber Fatmayı seyir ve temaşadan mütelezziz oldum. Fatma Hanım, dizi dibinde gördüğüm çocukların kendi kızları olduğunu söyledi. Halbuki kendisi bunların annesi görünmiyecek derecede taze idi. Yirmi kadar cariye, oturduğumuz sedirin alt başına dizilmiş, bana su perilerini hatırlattı. Bu manzara yazılamaz, gözle görmek lâzımdır. Fatma Hanım çalgı çalmalarını, oynamalarım emretti. İçlerinden dördü lavtaya, kitaraya benzeyen sazlarla gayet rakik havalar çalmağa, türküler söylemeğe başladı, öbürleri oynuyorlardı. Böyle bir raksı da ömrümde görmedim. Fevkalâde oynak ve şehvetengiz bir raks.. Gözlerinin süzülüşünü, vücutlerinin arkaya kıvrılışını ve sonra sanatkârane bir çeviklikle doğrulusunu gören en katı ruhlu bir zahit, kendinden geçecektir. Türklerin musikisi kulakları tırmalar diyen Avrupalılar, sokaklardaki baldırı çıplakların ırlamalarından başka bir şey işitmemişlerdir. Londra sokaklarının mızıkacıları da muhakkak ki İngiliz musikisini temsil etmezler.
«Ctyun bitince, odaya ellerinde gümüş buhurdanlarla dört sarışın cariye girdi. Havayı anber, sarısabır ve sair güzel kokularla kokulandırdılar. Sonra diz çökerek bana Japon por-selenleriyle, al bir tabağın içinde kahve verdiler. Güzel Fatma Hanım benimle gayet nazikâne, zarîfâne konuşuyordu. Bana «Güzel Sultanım» diye hitap ediyordu. İngilizce bilmediğini üzülerek söyledi. Ayrılacağım zaman iki cariye işlemeli çevrelerle dolu güzel bir gümüş sepet getirdiler, Fatma Hanım bu çevrelerden en güzelini seçti: «Güzel Sultanım!.. Başım için kabul edin!..» dedi. Ah aziz hemşirem.. Fatmayı beraber ziyaret etmeliydim!..».
«... Dün yine Güzel Fatmayı ziyarete gittim. Gözüme eskisinden daha güzel göründü. Beni oda kapısından karşıladı. Gayet zarif bir eda ile, elini uzatarak, kendisini melekler kadar güzelleştiren tebessümü ile:
— Hıristiyan kadınlar için vefasız derler..
Sizi bir daha göremiyeceğim sanıyordum. Şim
di anlıyorum ki hoşunuza gitmek saadetine na
il olmuşum. Kadınlarımıza hakkınızda neler
anlattığımı bilseniz, tarafınızdan muhibbelik
(Unvanına lâyık olduğumu kabul edersiniz...
dedi.
«Bir ara Güzel Fatmaya:
— Simanız, kadar lâtif bir sîmâ Londrada
veya Pariste ne velveleler uyandırırdı!., de
dim.
Gayet zarif bir tebessümle:
— Güzel Sultanım, bu sözünüze inana-
mam, eğer memleketinizde güzellik, dediğiniz
gibi o derece takdir edilmiş olsaydı sizin bura
lara gelmemeniz lâzımdı!., dedi.
«Aziz muhibbem.. Size bunu övünmek için değil, Süzel Fatmanın zekâ ve zarafetini göstermek için yazdım».
FATMA HANIMSULTAN — İkinci Sultan Bayazıdın oğlu Şehzade Mahmudun kızı; «Hançerli Hanımsultan» diye anılır, lâkabını ne münâsebetle almışdır tesbit edemedik; gençliğinde delikanlılar gibi beline bir hançer takmaktan hoşlanmış olabilir. Yalısı Eyyubsul-tanda idi, o yalı da halk ağzında «Hançerli Yalısı» diye anılmışdır; 1532 -1533 de öldü, kabri Eyyubsultandadır; yalısı ise mîrî binalar arasında XIX. yüzyıla kadar geldi, İstanbuİun en uzun ömürlü yapılarından biri oldu; devir devir pâdişâh kızları sultanların ikaametine tahsis edilirdi; aşağıdaki satırlar 1814-1815 arasında tanzim edilmiş Bostancıbaşı 'Defterinden alıyoruz: «(Eyyubsultan İskelesinden Bahariyeye doğru).. Hibetullah Sultanın yalısı —yanında Hatice Sultanın yalısı — yanında Ha-mmsultanzâdenin oturduğu Çukur yalı — yanında Yalı Hamamı — yanında Yalıhamam] iskelesi— yanında kayıkhane — yanında Hançerli Yalısı, boşdur — yanında Şah Sultan Yalısı...».
Dostları ilə paylaş: |