Geçen geçmiştir artık, ânı müstakbelse müphemdir
Hayatından nâsibin bir şu geçmek isteyen demdir
Size varlık veren vücûdlardan bir an için soyunun. Cenâb-ı Hakk karşısında varlık istemez, rakibe tahammülü yoktur. Bugün secdeye baş koymayanlar yarın bir leş gibi arka üstü uzanacaklardır. Bu âleme çıplak gelip çıplak gitmekteki nükteyi anlamıyanların Mısır firavunlarının arkasında hüsrana kapılmaları çok muhtemeldir. Gözün bir tek ilâcı vardır. Lokman Peygamber buna tûtiyâ diyor, biz de sizin gözlerinize tûtiyâ çekiyoruz, ebedî körlük arız olmasın diye.
Vücûdunuz bu âlemden göçüb gitse de o göz nûru, idrâk nûru, Hakkın nûru bâki kalır. Ruhlar bâkidir. Vücûdlardan, cesedlerden başka birşey göremeyen bu dünyâ gözlerinin önünde sonsuz bir de ruhlar âlemi vardır.
Herhangi bir kimse ile konuşurken dikkat ediniz. Karşınızda bir insan vardır. O insandan konuşan O’nun nefsidir, gönlüdür. Size gönül küpünde olanı satıyor. Zenginse paradan, hem de binlerden bahsediyor. Sizin muhatabınız altın, gümüş, bakır oluyor.
Aldığı, yaptırdığı, satmak istediği, satıp da çok para kazandığı apartman, han vesaire ise sizinle konuşan taş topraktır. Çapkınlıktan ve içkiden bahsederse sizinle konuşan tavuk ve horoz ruhlu bir kimsedir; heva ve hevesle koca bir ömrü yerinde kullanmayan bir müflistir. Zavallıdır. Eğer özden ve gönülden ama perdesiz bir gönülden, Hakk aşkından bahsediyorsa onu dinleyiniz. Çünkü onun sözü, Hakkın ve Peygamberin sözüdür, ruhunuzu kesafet âleminden almış sizi asıl vatanınıza götürüyor. Sizi Kâbe etrafında dolaştırıyor. Onlar insanlar arasındadır, fakat tek tüktür. Arayan kolay kolay bulamaz. Bulan da kıymetini bilmez. Acaba o mudur diye şüpheler içinde kıvranır.
Fahr-i Âlem Efendimiz, bir çok ibâdetlerden sonra kendi akıllariyle arkadaş olarak yâni mücadeleye son vererek gönül huzurunu elde ettikten sonra hakikat âlemine mî’râc etmişler, kul olarak Rabbın huzuruna gitmişler. Fakat akıl, her şeyi görmek isteyen akıl, madde âleminden başka bir şey bilmeyen akıl, aczini itiraf edince halkımızın da refref ve düldül diye tanıdıkları aşk kızağına binmişler, ruh olarak sonsuz bir âlemde cevelân ve seyrana çıkmışlardır. Avdette Kur’ân-ı Kerim dediğimiz Hakkın kelâmını bizlere hediye olarak getirmiştir. İçinde Cenâb-ı Hakkın azametini gösteren âyetler, bizim iyiliğimiz için yapılmaması lâzım gelen işler, doğru yolda gidenlere vaad olunan mükâfatlar, kabahat yapanlara cezalar, hikâye tarikiyle ibretli levhalar, doğru yolda yürümeyip azanları, binleri aşan milletler dahi olsalar nasıl mahvedildikleri yazılıdır.
Bütün bu ifâdelerin arasında sevgilileri vuslatla, aşkla teşhir eden müjdeler de gizlenmiştir. Kitap yazanların çoğu usulden. Cezâların nev’ilerinden yâni cehennemden bahsederler. Adetâ o cehennem hayatını yaşarlar, hem de okuyanları yaşatırlar. Hakkla kul arasında büyük büyük uçurumlar açarlar. Korku ve ümitsizlikle kulları Hakktan uzaklaştırırlar.
İsteyen oraya gider, isteyen bu âlemdeki zevkleri kâfi görür. Ruh olarak vücûdsuz kaldıkları zaman orada cennette nasıl yaşayacaklarını düşünerek hayal kurarlar.
Biz de şu ufak ufak kitaplarımızla Kur’ân-ı Kerim’in özünü, incilerini ele alıyoruz. Sizi Hakka yaklaştırmağa, aranızı bulmağa çalışıyoruz. Perdeleri yırtmağa uğraşıyoruz. Hattâ beraberliğinizi isbat etmeğe çalışıyoruz, isteyen de bizimle gelsin.
Şunu bilmeli ki, âlemleri yoktan yaradan Hazreti ALLAH, bilerek bilmiyerek kabahat yapan âciz bir kulunu yakmaktan zevk almaz.
Ama adalet lâzımdır. Bir başkasının hakkına tecavüz eden cezâlandırılır. Fakat Cenâb-ı ALLAH (Benim Rahmetim gazabımı örtmüştür) buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim, bir bakımdan âşıkların mâşûku olan Hazreti ALLAH’dan kullara gönderilmiştir. Yâni mâşûktan âşığa emir ve nasihatlerle doludur. Biz de deriz ki, Kur’ân-ı Kerim âşıktan mâşûka gönderilmiştir. Çünki ana baba çocuklarının üzerine titrerler ve iyi olmasını isterler. Ressam, heykeltraş, mimar… Herhangi bir sanatkâr, eserinin hatasız olmasını ister. Cenâb-ı ALLAH da sevdiği, övdüğü, âşık oldugu insanların gayet tabiî ki çok çok iyi olmalarını ister. (Kişi sevdiğinin üzerine pervane gerek) derler. İşte aziz kardeşlerim, biz mâşûk idik, sevgi ve muhabbet dolu olarak yaradıldık. Bizim etrafımızda teşkilâtımızı tamamlamak için yaradılan tabiatın varlıklarına, hoşluklarına ve birbirimize gözümüz ilişti.
Hayat ve saadet bu imiş diye yanlış yola saparak onlarla meşgul ola ola ömrü geçirdik. Eğer vaktinizi değerlendirmek istiyorsanız, Hazreti ALLAH’ı çok zikrediniz, anınız. Onu bütün sevgilerin üstünde tutunuz. ALLAH’ı anmadan geçen her saatiniz boş yere geçmiştir, israf olmuştur. ALLAH ile kul arasında pek kuvvetli bağlar vardır. Hepsi aşkla düğümlenir. Esfeli sâfiline indirildik. Beşeriyetin icâbı budur. Tekrar eski mâşûk makamımıza yükselinceye kadar âşık olmamız lâzım. Ağlamamız, yalvarmamız, ibâdet etmemiz, yanıp yakılmamız lâzım. Yanmakta olan herşeyde yakmak kabiliyeti de vardır. Bazı kimselerin gönül küplerinde bulunan tevhid şırası mürûru zamanla kuvvetli bir şarap olur.
Üzüm tanelerinin de küplerde bekletilmesi gibi bizim küpümüzde de aşk ve nasihat taneleri 43 seneden beri beklemekte idi. Şarap kemâle erdiği için dağıtmaya başladık. Evvelâ sizi şarapla yokluğa, sarhoşluğa götürüyoruz. Sonra tam manasıyla var olacaksınız, ebedî olacaksınız. Şarap içenler mutlaka bir sevgilinin hayâlini düşünerek içerler. Gam ve keder âleminden kurtulmak için içerler ve nihayet kendilerinden geçerler.
Bir an için sarhoşluğunuzu unutun; aklı, fikri bir kenara birakın, onlar ayağınıza köstektir, ihtiraslardan, ibtilâlardan, maldan, mülkten… Hakktan gayri ne varsa hepsini bırakın, unutun. İşte Lâ ilâhe illellah diyoruz ya, hep bu sözlerimizden maksad budur. Yokluktan sonra varlık. Ebedilik, sonsuzluk gelir.
Mevsimler de bunu söyler, gece ile gündüz de bunu söyler. Yeşeren, kuruyan otlar da, meyvalar da bunu söylerler. Toprak, hava, su, ateş, gökte, yerde, denizdeki mahlûklar da bunu söylerler. Semâvi dört kitap da bunu söyler. Aklına, parasına, sıhhatine güvenen gafil insanlar da bunu söyleseler ne olur? Cihan kitabının sahifelerinde okumaya değer neler vardır.
Müslümanlar da, Hıristiyanlar da böyle sonsuz kudret ve kuvvet sâhibi olan bir varlığın bir dostu, bir sevgilisi olmanın tabiî olacağını bildikleri için bir peygambere tâbi olmuşlardır.
Biz bildiklerimizi, söylediklerimizi, yazdıklarımızı, tattığımız aşkı haddimiz mi var ki kendimizden söyleyelim. İşte bize islâmiyetin bu nûrlu yolunu aydınlatan, tevhid hüzmesini üzerimize tutan, bazı gözleri zayıf olanlarımızın da gözlerini kamaştıran, âlemlerin sevgilisi bir Hz. MUHAMMED (S.A.V.) vardır.
O da, «Ben bir kulum» diyor. «Sizin gibi bir beşerim» diyor. Yalnız ona Hakk tarafından bir melek gönderilmiş.
Daha ne olsun sevgili kardeşlerim. O melek niçin bize gelmiyor? Bizim gibi Hakkın varlığına arkasını dönüp dayanmış değil. Tam cepheden O’nun nûrunu almış.
Kur’ân-ı Kerimi okurken kendinden geçiyor. Benliğini Hakkın nûru, rûhu istilâ ediyor. Peygamber ağzından Hakk konuşmuş oluyor. Ahlâkı ve sıfatları tam Rabbına uygun. Ona aykırı hiç bir hareketi yok. İşte insanlar da ancak bu kanaldan Hakka varabilirler, yol bu yoldur.
Aristolar, Sokratlar, Bethovenler… Babalar, dedeler, atalar Hazreti Muhammed’in gittiği bu yoldan yürümedikçe hakikate vâsıl olamazlar. O yoldan yürümeyip de vuslata erenlerin müstesnası yoktur. Bu âlemde gül ve karanfil gibi kokuları koklayabilirsiniz fakat bunların mânevi ifâdelerinden gafil olarak meşâmı hakikatiniz bu kokuları almamışsa hattâ her an bu kokuları koklamağa alışmamış iseniz milyoner de olsanız, en yüksek mevkilerde de bulunsanız, kıymetinizin solda sıfır olduğunu söylersem bana gücenmeyiniz. Bu sözlerin değerini, ancak hasta ve ölüm döşeğinde anlayacaksınız. Fakat heyhat! Ben sizden daha evvel yok olacağım. Mahcup ve gaflette olanlar, «Rabbim bize ibâdetle meşgul olarak kabahatlerimizi, gafletimizi affettirecek bir mühlet, bir ömür ver» diyecekler, ama O «vermiyeceğim» diyor.
Sâkiden şarap dileniyorum. Kendimi kaybettim, âlemi kaybettim. Şimdi biraz aklım başıma gelir gibi oluyor.
Fakat ne o? Benim aradığım bu sâki idi. ALLAH’ım, sevgilim, Rabbim, Sultanım, bana sen gel. Şaraptan, kadehten de vazgeçtim. Nasıl? Beni anlamıyacak sandın. Bana şârabı içirecek, sonra da alay edecektin. (Behey gafil ben varken şarabı ne yapacaktın, sen sarhoş olmağa lâyık değilsin. Çocuksun, acemisin) deyip kaçacaktın değil mi? Kadeh zaten çatlak, onu ne yaparsan yap. Hayır! Hayır! Şarabı da isteyenlere ver, ben şarap ile sarhoş olmak değil, seninle beraber olmak istiyorum. Ben yokum. Sen varsın ey sevgili… Sen.
Uzun bir sarhoşluk devresini sessiz, yazısız, düşüncesiz geçirdim. Kardeşlerim etrafa mânâsız gözlerle baktım durdum. Çünki gözlerim de, ruhum da sevgiliye takılıp gitmişti. Ben yaşayan bir ölü idim.
Hayır! Hayır! Öyle değil. Ölü ve hissiz görünen yekpare bir hayat idim, kaynayan, fışkıran bir hayat.
Dostları ilə paylaş: |