1925: “KARŞI-DEVRİMCİLİĞİN TASFİYESİ” VE YÖNETSEL KURULUŞ
Aslı Yılmaz
Emperyalizme karşı silahlı mücadelenin sona ermesi sonrasında, bağımsızlığını kazanan devletin şekli askıda beklemekteyken,1 Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile başlatılan devrimler gidilen yönü adım adım ortaya koymaktadır. Sosyo-ekonomik yapıya yapılan her müdahale yeni bir siyasal çatışma doğurmakta ya da çatışmayı kızıştırmakta, emperyalizme karşı silahlı mücadele yerini toplumsal iç savaş durumuna bırakmaktadır.
1925 yılına gelindiğinde, saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş ve halifelik kurumu lağvedilmiş; devletin şekli neredeyse ortaya çıkmıştır. Fakat toplumsal alanda huzursuzluk devam etmekte, Hükümete ve rejime karşı başkaldırılar artmaktadır.
Aşar vergisinin kaldırılması gibi üretim ilişkilerine keskin bir müdahale ile açılan yıl, Genç İsyanı ve Şapka İsyanı ile şekillenecektir. Meclis’in iktidar (Cumhuriyet Halk Fırkası – CHF) ve muhalefet (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası - TCF)2 partileri arasındaki çekişmenin, toplumsal alandaki çatışmayı yansıtabildiği söylenemez. İsyanların ardındaki siyasal dinamikler siyasal alandan değil, basın alanından takip edilebilmektedir. Örneğin, Hâkimiyet-i Milliye,3 iktidarın resmi yayın organıdır ve toplumsal çatışmanın bir tarafıdır. Gazete’de başyazılar CHF mebusları tarafından kaleme alınmaktadır: Bolu mebusu Falih Rıfkı (Atay), Mardin mebusu Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Siird mebusu Mahmud (Soydan), vb. Karşısında ise "Times'ın da belirttiği gibi Terakkiperver Fırka'nın bir organı gibi çalışan"4 Tanin yer almaktadır. Hâkimiyet-i Milliye ile Tanin’in keskin, suçlayıcı yazıları, çatışma noktalarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Çatışma, Tanin’in 15 Nisan 1925’de kapatılması, başyazarı Hüseyin Cahit’in tutuklanarak, ömür boyu sürgüne gönderilmesi ile sonlanacaktır.5
Siyasal çatışma, partilerin taraf olduğu zeminin derininde, CHF içerisinde de kızışmaktadır. Zamandizinden izlenebileceği gibi Ocak ayında Recep (Peker) Bey ile Ali Fethi (Okyar) Bey arasında yaşanan ve Mart ayında hükümet değişikliği ile sonlanan Ali Fethi (Okyar) Bey ile İsmet (İnönü) Paşa çatışması, “iktidar içerisinde iktidar değişikliği” olarak görülebilecek türden büyük bir siyasal devir-teslimdir.
Çatışma, Hükümet tarafından, rejimi kurmaya ve yaşatmaya çalışan devrimci kadro ile devrimci adımlara karşı geliştirilen karşı-devrimciliğin refleksi olarak değerlendirilmiş; 1925 yılında karşı-devrimciliğin tasfiye dönemi başlatılmıştır.
Karşı-devrimciliğin tasfiyesi, doğu bölgelerinde bir yönetim biçimi olarak sıkıyönetimi çağırırken, ulusal düzeyde başta İstiklal Mahkemeleri’ne sevk yetkisi ile yürütmeyi hükümet sisteminde öne plana çıkmaktadır. Bu bağlamda, gücün merkezileştiği ve yoğunlaştığı bir döneme girilmektedir.
Merkezileşen güç, devrimlerin kurumsallaşmasını sağlayacak yönetsel yapılanmaya öncelik vermekte; tüm yurtta siyasal ve idari otoriteyi kurabilmenin yolları tetkik ve tahkik [araştırma ve inceleme] edilmektedir. Bu doğrultuda, yönetici ve temsilcilerin tetkik ve tahkik seyahatleri ile tetkik ve tahkik komisyonları dikkat çekmektedir. Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere (Kastamonu, Bursa, İzmir, vb.), bakanlar (İçişleri, Dışişleri, Sağlık bakanlarının Erzurum, Elazığ ziyaretleri, vb), üst düzey yöneticiler ve özel görevli komisyonlar (taksimatı mülkiye tetkik heyeti, Darülfünun Heyeti, vb.) yurdu ve özellikle doğu bölgelerini karış karış gezmekte ve incelemelerde bulunmaktadır (özellikle yaz aylarında). Söz konusu incelemeler sonunda da yönetsel kuruluş çabaları hızlanmaktadır. Ki, çalışmada da asıl olarak yıl içerisindeki yönetsel kuruluşun izi sürülmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda, odağına yönetsel alanı alan bu çalışmada, siyaset, ekonomi ya da uluslararası ilişkiler disiplinlerinin odağında yer alabilecek birçok önemli olay yönetsel alanı açıklamak üzere yardımcı bilgi ve belge olarak çalışmada yer bulabilmiştir.
Çalışma, adı konulmamış üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde 1925 yılı Türkiyesi’nin ruhunu okuyucuya verebilmek üzere siyasal-toplumsal alanı belirleyici olaylar aktarılmaktadır: Aşar vergisinin kaldırılması, Genç İsyanı, Şapka İsyanı. İkinci ana bölümde ise, isyanlara karşı alınan önlem niteliğindeki siyasal-yönetsel yapıdaki kuruluş ve değişim ele alınmaktadır: Doğu illerinde sıkıyönetim, yürütmede gücün merkezileşmesi ve yoğunlaşması ile adli ve idari yeniden yapılanmalar. Üçüncü ana bölümde ise, daha teknik düzeyde yönetsel yapının, işleyişin ve personel yönetiminin kuruluşu incelenmektedir.
AŞAR VERGİSİNİN KALDIRILMASI: DEVRİMİN NİYET BEYANI
1925 yılı, üretim ilişkilerine köklü bir müdahale niteliği taşıyan ekonomi politikası ile açılmıştır. 17 Şubat 1925 tarihinde kabul edilen 552 sayılı “Âşarın İlgasiyle Yerine İkame Edilecek Vergi Hakkında Kanun” ile aşar vergisi (öşür) kaldırılmıştır. Aşar vergisinin kaldırılması, devrimin kurucu aşamalarından biri olarak kabul edilmektedir.
Ergani mebusu Kâzım Vehbi Bey aşar vergisi kanunu için “[b]u muazzam inkılâptan sonra bütün Türk Milletini tebrik ederim, esaslı inkılâbı şimdi yapıyoruz” demiştir.6 Çünkü aşar vergisi, “[k]öylerimizin harabetine, ahâlinin cahil kalmasına sebep”tir.7 Bu cahilliktir ki, isyanların çıkmasına neden olmaktadır. Devrimlerin yaşatılabilmesi için acilen bu toplumsal yapının yeniden yapılandırılması gereklidir. İşte, “sosyo-ekonomik yapıda önemli değişiklikler yapılmadan devrimlerin yaşatılamayacağı”na dair bir uyarıyı içinde barındıran bu düzenleme, devrimlerin yöneleceği noktayı gösteren bir niyet beyanıdır. Ne var ki, aşar vergisinin kaldırılması ile gerçekleştirilen müdahalenin amaçları da sonuçları da hala tartışılmaktadır.
Aşar vergisi tartışması 1925 yılına özgü ve yeni değildir. Yalçın Küçük’ün Cerrahoğlu’ndan aktardığına göre, 1908 Ağustos’unda sosyalist olarak Meclisi Mebusan’a giren Dimitri Vlahof Efendi, çiftçilerin aşar vergisi olarak verdikleri paraların ancak % 44’ünün Hükümet’e gittiğini, resmi istatistiklere göre % 56,3’ünün mültezimlerin eline geçtiğini bildirmektedir.8 Bu bağlamda, mültezimlerin aradan kaldırılması ve aşar vergisindeki sorunlar çok önce tartışılmaya başlanmıştır. Daha sonra, aşar vergisinin kaldırılması talebi İzmir İktisat Kongresi’nde (1923) çiftçiler tarafından dile getirilmiştir.9
Sonunda, 17 Şubat 1925 tarihinde Meclis’de kabul edilen 552 sayılı “Âşarın İlgasiyle Yerine İkame Edilecek Vergi Hakkında Kanun” ile aşar vergisi kaldırılmıştır.
Kanunun ikinci maddesine göre, üretilen tarımsal ürün üzerinden % 10 oranında alınan ayni aşar vergisi kaldırılmakta; yalnızca kaza ve nahiye merkezlerine satılmak üzere getirilen ürünler ile iskele ve tren istasyonları aracılığıyla taşınan ürünlerden % 10'luk nakdi verginin alınması öngörülmektedir:
Madde 2: İskele ve istasyonlara altmış kilometre mesafeden getirilip imrar [geçirilecek] edilecek olan ve şimdiye kadar öşüre tabi bulunan mahsülâtı arziyeden [elde edilen hasılat] sevkedildiği iskele ve istasyon rayici ve daha uzak mesafelerden getirilerek iskele ve istasyon veya gümrüklerden imrar edilecek olan mahsülâtı arziye ile un, kırma ve bulgurdan mahalleri rayici üzerinden mahallinde fiyatının yüzde onu nispetinde vergi alınır. Ancak yaş sebze ve yaş meyve herhangi bir mesafeden gelirse gelsin, istihsal [üretildiği] olunduğu mahal rayicine göre resme tabidir. İstanbul, Beyoğlu, Üsküdar vilâyetlerine mülhak kaza, nahiye ve kuradan mezkûr vilâyetlere herhangi vasıta ile nakledilecek yaş sebze ve meyveden resim alınmaz.
Kanun ile ayrıca aşar vergisine konu arazinin kıymeti üzerinden alınan binde altı oranındaki arazi vergisi sekiz katına çıkarılmıştır (md. 4). Diğer bir deyişle, ürün üzerinden alınan vergi yükü, servet üzerinden alınan vergiye kaydırılmıştır.
Ali Fethi Bey amaçlarının “mahsulatı ziraiye vergisini arazi vergisine” tahvil olduğunu belirtmesine10 rağmen -diğer bir deyişle ürün üzerinden alınan vergiden servet üzerinden alınan vergiye geçmek-; arazi vergisine geçmek için öncelikle tapu, kadastro kayıtlarının ve hukukunun tamamlanması ve arazilerin üretim potansiyelinin bilinmesi gerekmektedir. Sözü edilen düzenlemeler ise hem maliyet hem zaman gerektirmektedir.11 Bunun yerine, Kanun’un dördüncü maddesi ile var olan arazi vergisinin miktarı artırılmıştır. Ürün üzerinden alınan vergi, her üretilen ürüne vergi borcu doğurduğu için üretimi cezalandırmaktayken; servet üzerinden alınan vergi, ekilebilir toprağın genişlemesini, ham toprakların işletmeye açılmasını teşvik etmektedir.12 Türkiye Cumhuriyeti’nin de gereksinimi olan toprakların üretime açılması ve üretimin artırılmasıdır. Ne var ki, toplumsal güç dengesi nedeniyle 1960’lı yıllara kadar tarıma dolaysız vergi konulamayacaktır.13
Diğer taraftan, ürün miktarı üzerinden ayni olarak alınan verginin yerine fiyat üzerinden nakdi olarak vergiye geçişle; tarımsal ürünlerin pazar ile buluşması teşvik edilmiş, tarımda metalaşma başlamıştır.14 Bu doğrultuda, aşar vergisinin kaldırılması tarımda niteliksel bir değişimi beraberinde getirmiştir. Tarımsal ürünlerin metalaşması ve (demiryolları politikaları gibi altyapı yatırımları) ticaretin geliştirilmesi, aşar vergisinin kaldırılması ile birlikte düşünüldüğünde, mutlak kazanç açısından geçimlik üretim yapan üreticinin değil, büyük toprak sahiplerinin yararına görünmektedir.
Aşar vergisi düzenlemesini önemli kılan nedenlerden biri de tarımın, ekonomik etkinlikler içerisinde temel olmasıdır. Nüfusun önemli bir bölümü tarımdan gelir kazanmakta; ekonomik gelirin önemli bir bölümü tarımsal vergilerden gelmektedir. 1925 yılında 3 milyon 298 bin 568 aşar vergisi mükellefi bulunmaktadır ve aşar vergisi, devlet gelirlerinin % 20'sinden fazlasını oluşturmaktadır (Bkz. Ek 1 1925 yılı Bütçesi). Bu doğrultuda, devlet gelirlerinin önemli bir bölümünü oluşturan aşarın kaldırılması ile gelirlerde 12 milyon liralık bir azalma olacağı öngörülmektedir.15 Bu açığı kapatmaya yönelik olarak yeni vergi yükümlülükleri, 575 sayılı “Damga ve Tuz Resimlerinin Tezyidine ve Pamuk ve Yün Mensucattan İstihlak Resmi Alınmasına Dair Kanun” (3 Mart 1925) ile kabul edilmiştir.16
Kanun ile damga, tuz ve pamuklu mensucatta vergiler artırılmaktadır:
Madde 1: 29 Eylül 1336 tarih ve 29 numaralı kanunun birinci maddesiyle üç misline iblağ edilmiş olan maktu damga resmi beş misle iblağ edilmiştir.
Madde 2: 8 Nisan 1340 tarih ve 468 numaralı kanunun birinci maddesiyle kilosu dört kuruşa iblağ olunan tuz fii resmisi iki kuruş zammiyle altı kuruşa iblağ edilmiştir.
Madde 3: Gümrük tarifesinin 270nci maddesinde muharrer pamuk mensucat ile 323ncü maddesinde muharrer yün mensucattan beher kilosuna gümrük resminin birer misli derecesinde istihlak resmi vazedilmiştir.
Bu üç maddenin seçilmesinde Lozan Antlaşmasının kısıtları önemli rol oynamıştır.17 İzmir mebusu Rahmi Bey şöyle açıklama yapmaktadır: “Muvazenei Maliye Encümeni tetkik etti. Şimdilik bunlardan başka üzerine zammiyat yapılacak mevad bulunmadı… Lozan Muahedesi bizi birçok kuyudat ile bağlamıştır.”18 Muhalefet ise yeni vergiler ile çiftçi üzerine yeni yükler getirildiğini savunmuş, bunun yerine lüks tüketim mallarına vergi konulması gerektiğini belirtmiştir.19
Bu noktada, Kanun’un dolaylı olarak tarımdan sanayiye kaynak aktarımı yerine, sanayi ürünlerinin pazarını daraltıcı bir etki yarattığına dair iddialara değinilebilir. Şöyle ki, tarımsal üründen alınan vergilerin kaldırılması sonrasında verginin kentli tüketicilere yansıtılması kabul edilmiştir. Getirilen vergiler, kentli – ücretli çalışanların temel tüketim maddelerine yüklenmesi nedeniyle (tuz, damga ve pamuklu mensucata), sanayi ürünleri pazarını daraltıcı bir etkiye neden olmuştur.20
Son olarak, Kanun’un başlıca amacının “[k]azanç nispetinde arazi vergisine doğru yürürken evvelen usulü iltizamın tevlit ettiği tahakkümü halkın üzerinden ref ile varidatı hazinenin vesilei intifa olmasını ve birçok takyidât ve suiistimalâta mani olmak” olduğu kabul edilirse amaca ulaşılmıştır.21 Gerçekten, Kanun’un kabulü ile öncelikle hükümet - üretici arasında aracılık yapan mültezimler grubunun türemesi22 engellenmiştir.
Dostları ilə paylaş: |