Bibi. Sicül-i Osmanî, IV, 504; Ayvansarayî, Hadîka, I, 220; Ayverdi, istanbul Haritası, C 5; Danişmend, Kronoloji, 123-124; Evliya, Seyahatname, II, 19; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 104-105; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 361; Fatih Camileri, 339.
ZEYNEP AHUNBAY
MUMCULUK
Bizans Dönemi
"Keros" ya da "kerion" denen mum, evlerde ya da kilise aydınlatmalarında kullanılırdı. Antik çağda mum kullanımı pek yaygın değilken, Romalılar mumu, cenaze merasimlerinde ve kilise ayinlerinde meşale gibi kullandılar. "Kerion" sözcüğü klasik metinlerde "bal peteği" anlamına gelmekte ve "keroprates" (mum tüccarı) ya da "keropoleion" (mum atölyesi) sözcükleri ile birlikte yer almaktadır. Geç Roma döneminde mumlar, donyağı ile balmumu karışımından yapılırdı. Konstantinopolis' teki ticaret ve lonca yaşamına ilişkin önemli bir kaynak olan 10. yy eseri Eparhos'un Kitabı'nda (bak. Eparhos tes Pole-os) ise mum yapımında balmumu ve zeytinyağı kullanıldığı, hayvani yağlardan ka-çınıldığı kaydedilir.
Kiliselerde "ikonostasis" denen yerde sürekli yanan mumlar bulunurdu. Patrik kiliseye mumların ve buhurların eşliğinde gelirdi ki bu geleneğin kaynağı saray törenleriydi. Kilisede mumların yerleştirildiği üç kollu şamdan (trikerion) Hıristiyanlığın üçleme (teslis) öğretisini, iki kollu şamdan (dikerion) ise İsa'nın insani ve ruhani doğalarını sembolize ediyordu.
"Kerullarios" denen mumcular loncasına Roma döneminde rastlanmaz. Bu mesleğin önem kazanması ancak 7. yy'da antik seramik yağ lambalarının yerini mumun almasıyla olmuştur. "Kerullarios" sözcüğü ilk kez 7. yy eseri St. Artemios'un Mucizeleri adlı kitapta görülür. 9- yy'da tarihçi Teofanes, Constantinus Forumu' nda(-») faaliyet gösteren varlıklı bir mum yapımcısından söz eder. 931'de burada yaşanan büyük bir yangın sonucu meydandaki mumcu atölyeleri (keropoleia) ile kürkçü dükkânları yanmıştı.
Eparhos'un Kitabı'na. göre kerullarios-lar mum yapımında kullanmak üzere gereken balmumunu ve zeytinyağının bir bölümünü tüccarlardan, bir bölümünü de kiliselerden temin ederler, mum haline getirdikten sonra dükkânlarında satarlardı. Mumcu dükkânları arasında olası bir yangın tehlikesine karşı, belli bir uzaklık olması gerekliydi. Bu konudaki tek istisna, Ayasofya civarındaki dükkânlardı.
Mum yapımı özellikle önemli yortular
söz konusu olduğunda büyük bir beceri gerektirirdi. İkinci kalite mumlarda "pinai" yani fitiller olmazdı. 14. yy'a ait bir kaynakta, bir Noel alayında kullanılan kandiller tanımlanırken bunların tepelerinin sülüğen ile boyandığı ve ortalarının, üzerlerine haç resimleri kazınmış levhalar taşıyan altın yapraklarla süslenmiş oldukları anlatılır. (Ayrıca bak. aydınlatma.)
Bibi. C. Mango, "Addendum to the Repoıt on Everyday Life", Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik, S. 32 (1982), s. 255.
AYŞE HÜR Osmanlı Dönemi
Eldeki belgeler Osmanlı döneminde mum-culuğun diğer mesleklerde olduğu gibi devlet denetiminde olduğunu göstermektedir. 17. ve özellikle 18. yy'larda devletin bu denetimi artırdığı, mum kıtlığı yüzünden aydınlatma sorunu ile karşı karşıya kalan İstanbul'da zorlayıcı önlemler alındığı görülüyor.
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'de verdiği bilgiye göre 17. yy'ın ortalarında Emi-nönü'nde Odunkapısı (Hatap Kapısı) içinde büyük bir mumhane bulunuyordu. Ağası, emini ve 100 işçi ve ustasıyla bu mumhanede İstanbul'daki bütün selatin camileri, Topkapı Sarayı ve vezir konakları için mum dökülürdü. Bu mumhanede balmumu ya da içyağından olmak üzere iki çeşit mum yapılmaktaydı. Saf balmu-mundan yapılanlar daha kaliteliydi. Ayrıca yanma sırasında güzel kokmaları için değişik maddeler de katılırdı. Büyüklü küçüklü birçok kalıba göre dökülen mumların en büyükleri selatin camilerin mihraplarının sağ ve soluna konulan devasa mumlardır. Süleymaniye Camii'nin mihrap mumlarından her biri 880 okka (1.126 kg) tutmakta, fitilleri ise kol kalınlığında olmaktaydı. Uyandırılmak (yakılmak) için 10-15 ayaklı merdivene ihtiyaç gösteren bu mumlar heybetli görünüş ve yanışlarıy-la cami için aydınlatma yanında bir güzellik aracıydı. Ayrıca caminin iç ve dışını, gerektiğinde minarelerini aydınlatmada çok sayıda mum ve kandilden de yararlanılmaktaydı.
Zaman zaman üretim azlığından ya da dış ülkelere fazla ihracat yapıldığından İstanbul'da balmumu sıkıntısı çekildiği, devletin bu sıkıntıyı ortadan kaldırmak için balmumu ihracatım ya da serbest tacirlere satılmasını yasaklayan kararlar aldığı belgelerden anlaşılıyor. İzmir kadısına yazılan 1579 tarihli bir hükümde şemhane (mumhane) mülteziminin şikâyeti üzerine dışarıya balmumu satılmaması ve doğrudan doğruya İstanbul'a gönderilmesi çok sert bir biçimde buyurulmuştur. 1605 tarihli ve İstanbul kadısına yazılmış bir başka hüküm de içyağından üretim yapan mumcularla ilgilidir. Belgede Yedikule mezbahalarında kesilen koyun ve sığırların içyağ-lan öteden beri mumculuk yapan gayrimüslimlere verilirken başka kimselerin de devletin bilgisi dışında mumculukla uğraştığı ve içyağı satın aldığı için asıl üreticilere yeteri kadar hammadde ulaşmadığı, bu yüzden üretimin düştüğü ve Yeniçe-
ri Ocağı'nda ve diğer yerlerde mum sıkıntısı çekilmeye başlandığı belirtilerek mumcular dışında ellerinde içyağı bulunduranların cezalandırılması da buyurulmuştur.
İstanbul'da tüketilen mumların adileri kasaplık hayvanların içyağından, orta kalitede olanları içyağı ve balmumu karışımından, iyi mumlar ise balmumu ve diğer katkı maddelerinden yapılırdı. Halk büyük ölçüde ucuz ve orta kalite mum tükettiği için mumcularla kasapların işbirliği yapmaları zorunluydu. Bu yüzden Evliya Çelebi "Esnaf-ı Mumcuyân" başlığı altında tanıttığı adi mum yapanların kasapların yamağı olduğunu bildirir. Bu kaynağa göre içyağından mum imal eden 555 işyerinde 5.500 usta ve işçi çalışmaktaydı.
Evliya Çelebi "Esnaf-ı Tacirân-ı Sem'-i Asel" başlığı altında Zindan Kapısı dışındaki 55 dükkânda balmumundan mum yapanlardan da söz eder. Evliya Çelebi ayrıca "Esnaf-ı Mumcuyân-ı At Meydanı" başlığıyla, Yeniçeri Ocağı'na iş yapan ve yeniçerilere 3 mumu l akçeye satan 75 mumcu dükkânından da söz eder. Bu dükkânlarda askerlere ucuz mum satıldığı için esnafın zararını defterdar paşanın karşıladığım belirtir.
İstanbul'da mumculuğun 16-18. yy'larda genellikle gayrimüslimlerce yapıldığı belgelerden anlaşılmaktadır. Kaynaklarda "Şemhane mültezimi İshak nam Yehu-di"den (16. yy) ve "İstanbul'da mumculuk eden kefere taifesi"nden (17. yy) söz edilmesi, mumculuğun uzun süre Yahudi ve Hıristiyan mesleği olduğunu göstermektedir.
1640 tarihli "Es'âr Defteri"nde İstanbul'da uygulanacak mum fiyatları verilirken "yağ mumu"nun 20 dirheminin l akçeye; "şem'-i kâfur"un (kâfürulu mum) vu-kiyyesini (okka) "getürücü"nün (toptancı) 66, dükkân sahibinin 70 akçeye; "sarı balmumu"nun vukiyyesini "getürücü"nün 62, dükkân sahibinin 65 akçeye satacağı belirlenmiştir.
1766 tarihli İstanbul, Galata, ,Eyüp ve Üsküdar kadılıklarına yazılmış bir hükümde buralarda işlemekte olan 44 mumhane-den söz edilmiş, gedik usulüne göre çalışan bu işyerleri dışında herhangi bir mumhane açılmasına müsaade edilmemesi istenmiştir.
19. yy'da, İstanbul'un pek çok yeniliklere kucak açtığı yıllarda saray ve konaklarda Avrupa'dan gelen ispermeçet mumu kullanılmaya başlanmış, biraz daha yaygınlık kazandıktan sonra da 18ö3'te Beykoz'da bir ispermeçet fabrikası kurulmuştur. 1924-1925'e ait Türk Ticaret Salname-si'nde istanbul'da faaliyet gösteren 9 balmumcu, 11 mumcu ad ve adresleriyle yer almış bulunmaktadır.
Şehrin muhtelif yerlerinde bulunan "mumhane", "balmumu" ve "mumcu" adlarını taşıyan sokaklar ve ünlü Balmumcu semti bu mesleğin anılarım yaşatmaktadır.
Bibi. BOA, Cevdet iktisat, no. 1784 (Recep 1180); Evliya, Seyahatname, I, 559-560; Türk Ticaret Salnamesi. Birinci Sene. 1340/1341, İst., 1340/1341, s. 83, 206, 367; (Altmay), Onaltıncı Asırda, 112-113, 123; (Altmay), On-birinci Asırda, 28-29; "Balmumu", ISTA, IV,
MURADDI
498
499
MURADm
Çarşı ressamı gözüyle mum satıcısı, 17 yy. Berlin Kunsbilbliotbek/Galeri Alfa
2056-2058; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 59; Y. Yücel, Osmanh Ekonomi-Kültür-Uygarhk Tarihi-ne Dair Kaynak. Es'ar Defteri (1640 Tarihli), Ankara 1992, s. 30-35; Musahibzade, istanbul , 1992,193.
MURADm
(4 Temmuz 1546, Bozdağ Yaylağı/Manisa -16 Ocak 1695, İstanbul)12. Osmanlı padişahı (21 Aralık 1574-16 Ocak 1595).
"Murad-ı Sâlis", "Sultan Üçüncü Mu-rad", "Sultan Murad bin Sultan Selim" olarak da bilinir. II. SelimO-») ile Nurbânû Sul-tan'm oğludur. Saltanatı boyunca İstanbul' dan ayrılmamış, Edirne'ye dahi gitmemiştir. Padişahlığı salt saray yaşamı olarak algıladığından döneminde, haremin etkinliği, sarayın resmi işlevinin önüne geçmiş; Topkapı Sarayı harem dairesi de bu yıllarda en geniş kadrosu ile teşekkül etmiştir. Buna koşut biçimde, gösteri sanatları, düğün ve şenlikler de III. Murad döneminin bir özelliğini oluşturmuştur. Ancak II. Mehmed'den (Fatih) (hd 1451-1481) beri kent yaşamım ve ticaretini düzenleyen temel ilkelerin bozulması, rüşvet ve yolsuzlukların yaygınlaşması, ilk yüksek enflasyon, kapıkulu askerlerinin saraya dönük eylemleri de bu yıllardadır.
Fas'ın Osmanlı himayesine girmesi (1576), Lehistan'ın tabiyet altına alınması (1577), Osmanlı-Iran savaşlarında Tiflis, Şirvan, Revan ve Tebriz'in fethedilmesi (1578-1585) ile Osmanlı Devleti'nin nüfuz ve egemenlik sınırlarını genişletme siyaseti sürdürülmüş, 1593'te Almanya'ya savaş açılmıştır.
I. Süleyman'ın (Kanuni) torunu olan III. Murad, babası II. Selim Manisa sancakbeyi iken doğdu, sünnet düğünü de 1557'de Manisa'da yapıldı. 1558'de Akşehir sancakbeyi oldu. 156l'de büyükbabasının elini öpmek ve onu görmek için İstanbul'a geldi. Babası Selim'in Kütahya valiliğine
atanması ile Manisa sancakbeyi oldu. Manisa Sarayı'ndaki yaşamı, din, siyaset, edebiyat, müzik ve dil (Arapça ve Farsça) programlarını kapsayan uzun bir eğitim sürecinden sonra, başta binicilik ve atıcılık olmak üzere spor ve eğlencelerle geçti. Bu dönemde, Venedikli Baffo ailesinden eşi Safiye Sultan dışında, harem yaşamına fazla ilgi duymadı. İstanbul sarayından ayrılmayan annesi Nurbânû, küçük üvey kardeşlerinin sancağa çıkmalarını engelleyerek taht varisliğini güvencede tuttu.
II. Selim'in beklenmedik ölümü, Nurbânû Sultan tarafından gizlendi. Vezirazam Sokollu Mehmed Paşa bir mektup yazıp Hasan Çavuşla Manisa'ya gönderirken Kılıç Ali Paşa da bastarda ve yedeği ile III. Murad'ı alıp getirmek için Mudanya'ya hareket etti. Fakat yeni padişah, bastardayı beklemeden, iskeledeki Feridun Bey'in 18 oturaklı forsa kalyete denen ve zahire taşıyan gemisine, silahdar, rikâbdar, çuhadar ağaları, hocası ile binip uygun bir rüzgârla gece yarısına doğru Sarayburnu'na geldi. Sultan Bayezid Köşkü'ne çıktı ve veziraza-ma haber gönderdi. Sokollu Mehmed Paşa fenerle gelip Murad'la birlikte saraya gittiler. Gece vakti Bâb-ı Hümayun açtırıldı. Hasodaya geçilerek taht kurduruldu ve ivedilikle iç biat yapıldı. Ertesi sabah 22 Aralık 1574'te devlet erkânı matem giysileriyle Ayasofya'da namaz kılıp saraya geldiler. Gece ise III. Murad'ın emriyle, küçük 5 şehzadenin boğulması gerçekleştirilmişti. Devlet erkânı yeni padişah cülus(->) için çıkıncaya kadar divanhanede oturup beklediler. Taht Bâbüssaade önüne kuruldu. III. Murad uzun yenli siyah çaprastlı nim-tene ve mor atlas dolama ile iki yanında ağalar ve çaşnigirler olduğu halde erkânı selamlayıp tahta oturdu. Cülustan sonra II. Selim'in cenaze alayı(->) yapıldı. Bu kez padişah, mor butraki kadife nimtene ile namazda yer aldı. II. Selim'in tabutu serviler arasında tahtadan bir taht üstüne konulup Şeyhülislam Hamid Mahmud Efendi namaza imamlık etti. Cenaze, Ayasof-ya'ya kadar kalabalıktan zor götürüldü. O sırada kapıcılar kethüdası gelip devlet erkânım saraya davet etti. Bu kez beş şehzadenin ayrı ayrı namazını kılıp tabutlarını alarak aynı yere getirdiler. Cenazeler çadırda l gün bekletildikten sonra ertesi gün defnedildi.
III. Murad'ın iç hazineden her biri 10.000'er altınlık 110 kese altın çıkarması üzerine 25 Aralık'ta cülus bahşişi dağıtıldı. 26 Aralık'ta matem giysileri çıkarıldı ve kış nedeniyle mevsim kürkleri giyildi. Çıkma yöntemiyle de Enderan'un(->) üst kadroları yenilendi. 31 Aralık günü yeni padişahın ilk cuma selamlığı(-0 Ayasofya'da yapıldı. III. Murad, camiyi dolduran cemaati, hünkâr mahfilinin kafesinden selamladı. 5 Ocak 1575 günü türbeler ziyareti de denen kılıç alayı(-0 düzenlendi. Eyüp'e denizden gidilip karadan saraya dönüldü ve Fatih, Süleymaniye, Bayezid türbeleri de ziyaret edildi. 10 Ocak günü kadir alayt(-0 düzenlenerek kandillerle aydınlatılan Ayasofya'da dualar edildi.
m. Murad
G. Renda, Osmanlı Padişah Portreleri, ist., 1992
III. Murad, ilk bunalımla 11 Ocak 1575 günü yapılan ulufe divanında karşılaştı. Ulufe divanını, Kasr-ı Adl'den bir süre izleyip Arzodası'na(-») geçtiğinde dışarıda "kapıkulu gulgulesi" başladı. Bölük halkları "Ağalarımız bize ulufemizi kusur üzere ve terakkilerimizi eksik vermek isterler. Bunun aslı nedür?" deyip eyleme geçtiler. Olay, noksan dağıtılan ulufelerin tamamlanması ile güçlükle yatıştırıldı.
Eski vezirlerden Ferhad Paşa'nın 7 Şubat günü ölümü, İstanbul hekimlerini bir itham karşısında bıraktı. Dönme bir düzmece hekim, Divan-ı Hümayun'a başvurup Ferhad Paşa'nın "mesirditos" verilerek zehirlendiğini ileri sürdü. Hekimbaşı ve İstanbul hekimleri divanda sorgulandılar. Ferhad Paşa'ya mesirditos veren Şeyh Şü-câ tutuklandı.
III. Murad'ın cülusu nedeniyle 1575-1577 arasında İstanbul'a pek çok elçi geldi ve hükümdarları adına yeni padişahı kutlayarak hediyeler sundular. Venedik doju adına Balyos Soranzo, Divan-ı Hümayun'a 50.000 duka takdim etti. Avusturya İmparatoru Maximilian'ın elçisi von Prey-ner, değerli hediyelerle geldi. İran Şahı Tahmasb'ın elçisi Revan ve Nahcivan Hâkimi Tokmak Han ve maiyeti için öngörülen protokol ve törenler çok görkemli oldu. Tokmak Han geldiği zaman III. Murad avlanmak için gittiği Halkalı Sara-yı'ndaydı. Padişahın saraya dönmesi münasebetiyle bütün vezirler silahlı kapı halkları ile başka başka alay bağlayıp kent dışına çıktılar. Tokmak Han'ın, Acemioğ-lanlar Meydanı'ndaki Aşçıbaşı evlerine yerleştirilen kalabalık maiyeti, vezir alaylarını hayranlıkla izlediler. Şahın gönderdiği "kırk hazinelik" murassa eşya ve silahlar, paha biçilmez değerdeydi. Aynı günlerde, İstanbul semalarında görülen kuyrukluyıldız korku uyandırdı. Saî-i Daî bu münasebetle "Didim târihin Acem Şa-
hı ola nâ-gâh mat" diye bir tarih düşürdü ve kısa bir zaman geçince Tahmasb'ın öldüğü (1576) haberi geldi.
Tahta geçtiği ilk yıl harem yaşamına soğuk duran III. Murad'a eşi Safiye Sul-tan'ın büyü yaptırdığına inanılıyordu. Bu nedenle büyüyü çözücü önlemlere başvuran annesi Nurbânû Sultan'ın çabasıyla "ukde-i murad ber-mukteza-yı fuad" çözüldü. Esir pazarlarından, vezir saraylarından getirtilen cariyelerle Murad'ın hareme ilgisi günden güne artırıldı. Eski Saray'daki harem örgütü de bütünüyle Topkapı Sarayı'na taşındı. Darüssaade ağalığı da ak hadımlara verilmekte iken ilk kez Habeş (zenci) Mehmed Ağa bu göreve getirildi ve haremin yönetimi, bekçiliği zenci harem ağalarına geçti. Nurbânû Sultan, Eski Saray'dan gelen Canfeda'yı harem kethüdası yaptı. Manisa Sarayı hareminden gelen Kaziye Kalfa da yeni harem örgütünde vekilharç oldu. Canfeda'nın, Nurbâ-nû'ya bağlılığı oranında Raziye Kalfa da Safiye Sultan'ın sırdaşı ve yardımcısıydı. Bu dört kadın, saray hareminde kadınlar saltanatını ve rekabetini başlatanlar olarak bilinir. Henüz hayatta olan Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'la(->) II. Selim'in kızı ve Sokollu Mehmed Paşa'nın eşi Esma-han (İsmihan) Sultan da bu kadrolarda yer almışlardı. III. Murad, salt haremin etkisinde kalmadı. Kendisini etkileyen dış çevrede ise başta Hâce-i Sultam Sadeddin Efendi olmak üzere Şemsi Paşa, Kara Üveys Paşa, Kadızade Şemseddin Efendi, Şeyh Şücâ ve Bâbüssaade Ağası Gazanfer Ağa vardı.
Diğer yandan, Kanuni döneminden beri görevde olan Vezirazam Sokollu Mehmed Paşa'nın, devletin tüm kurumları üzerinde egemenliği sürmekteydi. Doğu'da Gürcistan ve Azerbaycan'a yönelik istila, İran'a akınların başlatılması kararları da 1578 başında Sokollu'nun yönettiği Divan-ı Hümayun'da alındı. Böylece, yıllarca sürecek ve hazineyi ilk kez açık vermeye zorlayacak bir bunalım sürecine de girildi. O yıl Lala Mustafa Paşa, şark serdarı olarak İstanbul'dan hareket etti.
III. Murad'ın, eniştesi Sokollu Mehmed Paşa'yı tasfiye etmek düşüncesi, kendi yakın çevresindekilerin telkinleriyle bir kine dönüşmek üzereyken 12 Ekim 1579 günü, Sokollu ikindi divanında iken bir "ha-rabatî müfsid Bosnalı divane", eskiden beri iyiliğini gördüğü paşaya, arzuhal sunacak gibi yaklaşıp yeninden çıkardığı hançeri göğsüne sapladı. Akşam ezanına doğru ölen Sokollu Mehmed Paşa, ulemanın fetvası ile "şehid-i hakikî" sayıldı ve ertesi gün defnedildi. Katil ise dört parçaya ayrılıp bir beygire bağlandı ve İstanbul sokaklarında sürüklendi. 14 Ekim günü Ah-med Paşa vezirazam oldu. Fakat bir varlık gösteremeden 28 Nisan 1580'de öldü. III. Murad, bir süre vezirazam atamadı. "Lazım değil mühür verilmek simden gerü. Kimseye mühür verilmez... Her kim itaat ve inkıyad etmezse kapusu önünde salb ve siyaset eyleyesin!" diyerek Siyavuş Paşa'yı "kaimmakam" sanıyla divan işlerinin tedvirinde görevlendirdi. Fakat bir süre ge-
III. Murad'ın tuğrası.
S. Umur, Osmanh Padişah Tuğraları, ist., 1991
cince, şark serdarlığından dönen Lala Mustafa Paşa'yı kaymakam atadı. Mustafa Paşa ölünce de Şark Serdarı Sinan Paşa'ya 25 Ağustos 1580'de mühr-i hümayunu gönderip "ılgar ile İstanbul'a dönmesini" emretti. Alınan önlemlere karşın, hayat pahalılığı her gün artmakta, narhlara ve para rayiçlerine uyulmasına ilişkin buyruklara uyul-mamaktaydı. Piyasa, kırkık ve ayarı düşük akçelerle dolmuştu. İstanbul kadısına çıkarılan hükümlerde l altının 60 akçe, l kuruşun 40 akçe düzeyinde tutulması, halis gümüşün israf edilmemesi istenmekle birlikte para darlığı yüzünden hükümler geçersiz kalmaktaydı. Bu sıkıntılar sürerken 10 Nisan 1582'de Mihrimah Sultan'la Rüstem Paşa'nın kızı Ayşe Hümâşah Sultan, Nişancı Feridun Bey'le evlendi. Aynı günlerde İstanbul düğünlerinin en büyüğü ve görkemlisi için de hazırlıklar başlatılmıştı. Şehzade Mehmed'in (III) sünneti için 51 gün sürecek bir sur-ı hümayun programı hazırlandı ve aylarca önceden tüm eyalet kadılarına, beylerbeylerine, bağlı beyliklere, komşu devletlerin hükümdarlarına hükümler, davetiyeler gönderildi. Acem şahı, "Kum ve Kaşan hâkimi Türkmen oymağından İbrahim Han Tava-cı'yı bin nefer yarar kızılbaş ve nice pe-sendide âdemler ve tuhaf pişkeşler ile" herkesten önce İstanbul'a gönderdi. Buha-ra'dan Çağatay padişahının elçisi, Kırım, Kıpçak hanlarının elçileri, Gürcistan hâkimlerinin Mağrib-i Zemin meliklerinin, Moskov, Üngürüs (Macar), Leh krallarının elçileri değerli hediyelerle İstanbul'a geldiler. Alman, Çek, Fransa, Venedik, Dub-rovnik, Boğdan ve Eflâk temsilcileri de bu yarışta geri kalmadılar. Osmanlı başkenti, dünyanın dört bucağından gelen, giyimleri, dilleri ile birbirinden çok farklı davetlilerle doldu. Heyetlere büyük konaklar ve saraylar ikametgâh olarak tahsis edildi. III. Murad, çok sevdiği büyük şehzadesinin sünnet düğünü için Rumeli Beylerbeyi İbrahim Paşa'yı düğüncübaşı, Anadolu beylerbeyini şerbetçibaşı, yeniçeri ağasını kol-cubaşı, Matbah-ı Âmire Emini Kara Balı Bey'i "sûr emini", eski nişancı Hamza Bey'i "sûr nazırı" atadı.
Hazineden 50 yük akçe çıkarıldı. At-meydanı'nda yapılacak düğün için Sinan Paşa Sarayı kiler seçildi. Miri fırın önünde alestasından ocaklar ve mutfaklar inşa edildi. 5.000 adet büyük ve derin kazan, sahan ve tepsi alındı. Bölüklerden 600 nefer sipahi, taşıma ve servis işleri için, görüp gözetme için de Cebeci Ocağı görevlendirildi. Seyrangâh olarak İbrahim Paşa Sarayı onarıldı, bir şahnişin eklendi, devlet erkânına mahsus divanhane yapıldı, elçilere ve konuklara da özel yerler hazırlandı. Düğün 29 Mayıs 1582'de başlayıp, 19 Temmuz'a değin sürdü. Şehzadenin sünnetini Cerrah Mehmed Paşa yaptı. Düğünde sipahilerle yeniçeriler arasında kavga çıktı ve 2 kişi öldürüldü. Düğün boyunca, ip cambazlığından köpeklerle domuzların boğuşmalarına, maskara, soytarı, maymun gösterilerine, hünerbazlarm dikilitaşlara tırmanmalarına, savaş sahnelerinin canlandırılmasına, cirit, binicilik, nişan müsabakalarına, esnaf geçitlerine, dans, konser ve oyunlara değin sayısız etkinlik sergilendi. Düğünün anısına çok değerli minyatür albümleri hazırlandı. Vezirazam Koca Sinan Paşa, düğünden birkaç gün sonra 22 Temmuz'da İstanbul'a geldi.
Düğün ertesinde İstanbul, III. Murad'la ilgili bir rüşvet skandalıyla çalkalandı. Padişahın yanından ayrılmayan saray cücesi Nasuh'un "taşra halkıyla eli olub küllî ih-tilatı" olduğu ortaya çıktı. Sözde soruşturma başlatıldı. Cüce Nasuh hapsedildi ve bazı eyalet valileri görevden alındı. Nasuh aklanamadığı gibi, defterdarların da saraya akıtılan rüşvetlerden kendilerine düşen payları, odun yığınlarının altına sakladıkları anlaşıldı.
Doğu seferinde bir başarı gösteremeden İstanbul'a dönen Vezirazam Sinan Paşa 6 Aralık 1582'de azledilerek 24 Aralık'ta Siyavuş Paşa atandı. Ferhad Paşa da şark serdarı oldu. Eski vezirazamın Üsküdar'daki sarayında oturmasına izin verilmeyerek "İstanbul zahiresine sıklet vermesün, Malkara otlu ve sulu yerdür, anda karar eyle-sün" denilerek Malkara'ya sürgün edildi.
İlk İngiltere elçisinin, Kraliçe Elizabeth'i temsilen 26 Mart 1583'te gemiyle İstanbul'a gelişi heyecan uyandırdı. "Susan of Lon-don" adlı gemi ilkin Yedikule açıklarında demirledi. Elçi Harborne'un İstanbul Lima-nı'na girişi, Venedik ve Fransız balyoslarım telaşlandırdı. İngiltere elçisi III. Murad'a pek değerli hediyeler sunduktan sonra, ülkesi tüccarlarına Osmanlı topraklarında serbest ticaret hakkı tanıyan bir ferman elde etmeyi başardı. W. Harborne, İngiltere'ye gönderdiği raporlarda ise İstanbul'a ilişkin hayli ilginç bilgilere yer verdiği gibi, çarşı pazar, bedesten yaşamlarını, kentin saray, konak ve evlerini, tarihi yapılarını ve meydanlarını da uzun uzun anlatmıştır. Onunla birlikte ve daha sonra gelen pek çok İngiliz de İstanbul'u her yönüyle tanıtan değerli eserler bırakmışlardır. Bunlar arasında, ilk gelişi 1584'te olan John Sanderson'ın seyahatnamesi, III. Murad dönemine ilişkin olarak hazırlanan ve günlük yaşamdan tabloları içeren albümler önemlidir. Sanderson, İstanbul'a
MURADHI
500
507
gelen her yabancının mutlaka uğradığı Sa-
f8*1» raçhane'yi, Fatih İmareti'ni, şehre gelen su-
1 lan, kent içi kaldırımları, evleri ve inşaat
: malzemelerini, evlerin iç zenginliğini, yan-
gınlarm verdiği zararı anlatmıştır.
7 Aralık 1583'te III. Murad'ın annesi Nurbânû Valide Sultan öldü. Cenaze alayına devlet erkânıyla birlikte oğlu da katıldı. Valide sultan, Fatih Camii'nde kılınan namazdan sonra Ayasofya'da II. Selim Türbe-si'ne defnedildi. Bundan bir hafta sonra da Şehzade Mehmed sancağa çıktı.
Meşale Savaşı'nı kazanarak Şirvan'ın
merkezi Şamahı'yı alan Özdemiroğlu Os
man Paşa'nın 30 Haziran 1584'te İstan
bul'a gelişi, kent halkına günlerce süren
bir bayram havası yaşattı. Şâdmânlık top
lan atıldı, şölenler verildi. III. Murad, Os
man Paşa'nın hizmetlerinden memnun
olarak onu Siyavuş Paşa'nın yerine 28 Tem-
muz'da vezirazamlığa atadı. Aynı günler
de İstanbul'da, halkın aymazlığından ötü-
'•• rü Tann'nın bir cezası kabul edilen ve bu
i nedenle de "mübarek taun" denilen ve-
ba salgını başladı. Ahlar ve ağlayışlar göklere yükseldi. Kentte ölenlerin sayısı belli değildi. Diğer yandan yoğun sefer hazırlıkları devam ediyordu. Kasım ayı sonuna doğru Vezirazam ve Serdar-ı Ekrem Osman Paşa, Kırım'da çıkan sorun nedeniyle Üsküdar'da çadır kurup hareket etti. Donanma da Karadeniz'e çıktı. Mesih Paşa, İstanbul kaymakamı oldu.
1585 Ramazan'mı (Ağustos) Eski Saray'da geçiren III. Murad kadir alayı için Süleymaniye Camii'ne gitti. Ertesi gün, Topkapı Sarayı'ndaki oda, salon, havuz ve hamamların yapımı tamamlandığından buraya taşındı. Mısır'dan dönen İbrahim Paşa, III. Murad'a hediyelerini bayram alayından sonra sundu. Bunlar arasında 80.000 miskal altından yapılma üzeri zümrüt işlemeli taht da vardı (1922'ye kadar cülus tahtı olarak kullanılmıştır). Padişah, ibrahim Paşa'ya, Atmeydam Sarayı'nı (İbrahim Paşa Sarayı) verdi. Azerbaycan'ın fethi haberinin gelmesi üzerine Aralık 1585'te üç gün üç gece şenlikler yapıldı. Fakat aynı günlerde Özdemiroğlu Osman Paşa'nın Acıçay menzilinde öldüğü haberi de İstanbul'a ulaştı ve üzüntü nedeni oldu, l Aralık 1585'te Hadım Mesih Paşa vezirazamlığa, Ferhad Paşa da şark serdarlı-ğma atandılar. Divan-ı Hümayun çalışmalarına müdahaleleri onaylamayan Mesih Paşa 14 Nisan 1586'da istifa etti ve Siyavuş Paşa ikinci kez vezirazam oldu. Mayıs ayında, Vezir İbrahim Paşa, III. Murad'ın kızı Ayşe Sultanla evlenerek damat oldu. Kılıç Ali Paşa'nın sağdıç olduğu düğünde, Ayşe Sultan'a gönderilen hediyeler arasında cevahir işlemeli istefanlar, elmas, yakut, lal ve zümrüt işli levhler, bilezikler, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın gönderdiği duvak ve çizme, İstanbul şekercilerinin hazırladıkları şekerleme sepetleri ve tepsileri, düğünde giydirilen 3.000 hilat, nikâh mihri olarak ödenen 300.000 altın, düzenlenen ziyafetler, eğlence ve gösteriler, hanendelerin, kalabalık saz gruplarının konserleri, gelin sultanın eski geleneklere göre kırmızı atlas cibinlik ile Es-
ki Saray'dan çıkarılışı ve görkemli gelin alayı, İstanbul halkına heyecanlı günler yaşattı. III. Murad Ağustos 1586'da Tersane Bahçesi'nde bir süre kalarak yeni yapılan bastardanın denize indirilişinde hazır bulundu. 2 yıl önceki veba salgını o yıl bir kez daha arttı ve "yakub yıkmaduk ev ve insan" bırakmadı. Tarihçi Mustafa Se-lanikî'nin deyişiyle "Saki-yi ecel câm-ı mevti sunub meclis be-meclis devr etdi". İstanbul'a gelmiş bulunan Buharalı Nakşibendî ulularından Taşkendî Şeyh Ahmed Sadık da vebadan öldü. Cenazesi, III. Murad'ın buyruğu ile devlet töreni yapılarak kaldırıldı. Veba salgını, izleyen yıllarda da devam etti ve ancak 1590'a doğru etkisini yitirdi.
1587'de İstanbul Kadısı Ali Efendi, kentteki Yahudilerin şeriata aykırı olarak cariye satın almalarını yasaklamak istedi. Yasakçı ve muhzırlarla Yahudi evlerine baskınlar düzenletti. Bu evlerden çok sayıda cariye çıkarılınca İstanbul'da karışıklıklar başladı. III. Murad, bu yüzden Ali Efendi'yi azlederek Hubbî Mollası Muhyid-din'i İstanbul kadılığına atadı. 21 Haziran 1587'de Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın öldüğü, ertesi günkü divan toplantısına resmen bildirildi. III. Murad'ın buyruğu ile malları müsadere edildi. 60.000 nakit altını ve 500.000 altına ulaşan mallarının bedeli hazineye devredildi.
Hz Muhammed'in doğum günü olan 12 Rebiülevvel gecesi münasebetiyle 9 Şubat 1588 akşamı İstanbul'da selatin camilerin minareleri kandillerle donatıldı. Daha sonra diğer kutsal günlerde de kandil yakma âdet olduğundan halk böyle gecelere "kandil" "kandil-i şerif" demeye başlamıştır. Yaptığı sayısız anıtsal eserle İstanbul'a yepyeni bir siluet kazandıran Mimarbaşı Koca Sinan'ın 9 Nisan 1588'de ölümü, büyük üzüntü nedeni oldu ve Süleymaniye' deki türbesine gömüldü.
2 Nisan 1589'da İstanbul'da gergin bir gün yaşandı. Tarihe Beylerbeyi Olayı(->) olarak geçen o günkü eylemde, kapıkulu sipahileri, kendilerine dağıtılan ulufe akçesinin ayarı yarı yarıya bozulmuş gümüşten kesilmiş olması nedeniyle saraya saldırdılar. III. Murad, ilk an direnmek istemekle birlikte gözü dönen eylemcilerin "Yerine başka padişah buluruz" tehdidi karşısında Doğancı Mehmed Paşa ile Defterdar Mahmud Efendi'nin boyunlarını sofalı çınar altında vurdurarak Vezirazam Siyavuş Paşa'yı, şeyhülislamı ve birçok görevliyi azlederek olayı yatıştırmak zorunda kaldı. Koca Sinan Paşa ikinci kez vezirazamlığa getirildi.
10 Nisan 1589 ve 30 Haziran 1589'da İstanbul iki büyük yangın geçirdi. İlkinde Kapalıçarşı bedestenleri, Bitpazarı, Gedik-paşa Hamamı çevreleri ile birçok mahalle 24 saat boyunca yandı. Yeniçeriler, söndürmeden çok, yağmaya giriştiler. Yangın yerleri ise zenginlere mülk oldu. İkinci yangın Tahtakale'de başladı ve fazla yayılmadan yeniçeriler etrafım kestiler.
28 Aralık 1589'da elçi olarak İstanbul'a gelen İran Şehzadesi Haydar Mirza'ya, tarihçi Selanikî Mustafa Efendi mihmandar
oldu. 1.000 kişilik maiyeti olan elçiye ve Mehdi Kulî'ye Pertev Paşa Sarayı tahsis edildi. Elçilik heyeti Pendik'te karşılandı. Pendik'ten Üsküdar'a kadar yol boyunca her taraf seyre çıkanlarla doluydu. İzdihamdan İstanbul'a geçiş gecikti. Ortalık mahşer gibiydi ve "er ile avret" seçileme-mekteydi. Tören alaylarının elçiyi Üsküdar'daki karşılayışı çok görkemli oldu. İstanbul'da ise dükkânlar, çarşı pazar gün boyunca kapanmıştı. Herkes Tersane'den tahsis edilen kadırgalara binip Anadolu yakasına geçtiğinden kent ıssızlaşmıştı. Karşılamadan sonra bu kez Üsküdar'dan İstanbul'a geçişte zorluklar oldu ve halkın çoğu karanlığa kaldı. Bu, İstanbul'da yaşanmayan bir durum olduğundan herkes ne yapacağını şaşırdı. "Güneş görmeyen hatunlar ta yatsu namazına değin" evlerine varamadılar. Ya tanıdıklarına konuk oldular veya yollarda zamparaların tuzağına düştüler. 500 kadar kadın, çaresizlikten Sultan Bayezid Hamamı'na girip sabahlamaya mecbur oldu. Evlerde nahoş olaylar geçti. Karı kocaların araları açıldı, boşananlar oldu. O gün, zendostlar için bulunmaz bir fırsat olmuştu. Olay, İstanbulluların seyir merakına, kış ortasında bile her şeyi göze alarak uzak yerlere alay izlemeye gitmekten vazgeçemeyişlerine ilginç bir örnektir. Şehzadenin gelişi gecikince sarayda divanhanede kandiller yakıldı ve içeriden şamdanlar getirtildi. Elçilik heyetinin 1.500 atı, yük taşıyan 336 baş katırı ve devesi ise Üsküdar Kervansarayına bağlandı. Elçilik heyetine her gün için 100 koyun, 100 kile şeker, 100 parça balmumu, mutfak ve diğer gereksinimleri için de buna göre sebze, baharat ve diğer malzeme tahsis edilmişti. Ertesi gün Haydar Mirza III. Murad'ın huzuruna çıkarak hediyelerini sundu ve İran şahının barış dileğini bildirdi. Hediyeler arasında, çok özenli yazılıp ciltlenmiş Kuranlar, Şehname, Ham-se-i Nizamî, Külliyat-ı Hakanı, Yusuf ü Züleyhâ, Hafız Divanı, Mahzenü'l-Esrar, Rubaiyyat-ı Hayyam, Cemşid ü Hurşidvb çok sayıda eser de vardı.
Mart 1590 başında Karaman Pazarı'nda, birkaç gün sonra da Saraçhane'de yangınlar çıktı. Bu iki yer ve çevreleri tamamen yandı. Bunların birer kundaklama eseri olduğu halk arasında konuşuldu. Taşra eşkıyasının ünlü sergerdelerinden olan ve Mehdi Kethüdası diye ün yapan Yahya' nın, iç organları boşaltılmış cesedi İstanbul'a getirilip Bayezid Camii avlusunda eskiden remmallik yaptığı yerde kazığa asılıp teşhir edildi. Temmuz ayında ise irsaliyelerin tahsilinde yeterince çaba göstermeyen bazı Rumeli kadıları tutuklanınca İstanbul'daki ulema efendiler, danişment-leri, suhteleri kahvehanelere salıp "Ulemaya bu ihanet nedür? Cümlemize sirayet eder!" dedirttiler ve Fatih Camii avlusunda toplandılar. III. Murad, bunları yönlendiren 7 kadıyı Yedıkule'de tutuklattı.
Mart 1591 başında Eski Bedesten'de benzeri görülmedik bir soygun gerçekleştirildi. Bunun, öğle vakti bütün hacegîlerin namaza gittiği bir sırada bedesteni iyi bilen birisince yapıldığı anlaşıldı, istanbul Ka-
dısı Çivizade Ali Çelebi, Yeniçeri Ağası Mehmed Ağa ve Subaşı Rıdvan Çavuş, 15 gün bedesteni açtırmayarak soruşturma yaptılar. Kimi esnafı zincire vurup işkenceye koştular. Sonuçta, bedestenin Kuyumcular Kapısı'nda misk amber satan bir Acemin dükkânında, çalınan tüm paralar bulundu.
III. Murad, İstanbul'un en önemli sorunlarından olan odun gereksinimi için kendisine önerilen projeyi başlangıçta uygun bularak 6 Mart 1591'de bir ferman çıkardı. Buna göre, I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Mimar Sinan ile Kiriz Nikola'nın tasarısı olan İzmit Körfezi ile Ayan (Sapanca) Gölü arasında bir kanal açılması, Sapanca Gölü ile de Sakarya arasının bağlanması yeniden gündeme geldi. Bu kez aynı projeyi Vezirazam Sinan Paşa canlandırmak istedi. Mimarlar buldurup işin üstüne düştü. Sakarya'dan ark açılıp nehir suyunun göle akıtılması için yer yer rakımlar ölçüldü. Hazırlanan planlar III. Murad'a sunuldu, l yılda hazırlıklar tamamlandı. 30.000 usta, işçi, ırgat yazıldı. Anadolu Beylerbeyi Hasan Paşa mübaşir atandı. Kazıların başlatılacağı Hen-dek'e giden Vezirazam Sinan Paşa, 3 gün kalıp mimar ve mühendislerle çalışmaları görüştü. Dönüşünde de durumu padişaha aktardı. Bu bağlantı sağlandığında Bolu ve Kocaeli'nden İstanbul'a daha çok odun ve kereste sevk edileceği, Tersane'nin gemi kerestesi ihtiyacının da daha kolay sağlanacağı kesindi. Fakat bu, odun ve kereste ticaretini tekellerinde tutanlarca hoş karşılanmayarak elaltından padişah ikna edildi. III. Murad daha önce ferman vermiş olmasına rağmen ikinci bir fermanla işi durdurup donanmaya öncelik verilmesini istedi. III. Murad'a "Sinan Paşa bu işe el atmakla kendi adını ve yüceliğini sizi unutturacak biçimde ebedileştirecek bir niyet gütmektedir" denildiği de dönemin tarihini yazanlarca rivayet edilmiştir.
1591 nevruzunda eğlenmek ve dinlenmek için kıyıdaki Sultan Bayezid Köşkü'ne indi. Bu sırada Galata halkı peremelerle gelip feryat ettiler, Galata kadısının kötülüklerinden yakındılar. Kadı Abdullah Efendi azledildi. Yapımına 1590'da başlanan ve bütün masrafı Vezirazam Sinan Paşa tarafından karşılandığı için onun adıyla anılan, kıyı surları üstündeki ünlü köşkün yapımı Mayıs 1591'de tamamlandı. Mimar Da-vud Ağa'nın(->) eseri olan Sinan Paşa Köşkü, bir cepheden Boğaz'a ve Marmara'ya, diğer cepheden de sarayın Kabak Meyda-nı'na bakmaktaydı. Burada, III. Murad'ın da katılımı ile bir açılış şöleni düzenlendi. Köşk önünde yapılan "kayıklar koşusuna, peremeler yarışına öğdüller" konuldu, Kabak Meydanı'nda da silahşorlar hüner gösterdiler.
Temmuz 1591'e rastlayan ramazan içinde Tophane çarşısında yangın çıktı. Halk teravih namazındaydı. Verilen kandil işaretleri ile kentin her tarafında bir panik başladı. Yangının nerede çıktığı bilinmediğinden halk dedikodulara inanıp oraya buraya koşmaya başladı. Yeniçeriler kent kapılarını açtılar ve ateş söndürmeye se-
ğirttiler. Oysa, onlar gidinceye kadar yangın durmuştu. Bu kez odalarına dönen yeniçeriler Şehzadebaşı'nda Peripeyker evlerinde kalan Diyarbekir beylerbeyi ve Kethüda Canfeda Kadın'ın kardeşi Deli İbrahim Paşa'nın kapısı önünde toplandılar. Halka yaptığı kötülükleri sayıp dökmeye, öldürülen bir yoldaşlarının kan davasıyla bağırmaya başladılar. Ellerinde baltalar ve nacaklar "Hukuk-ı nas görülsün! "Biz bu heriften öcümüzü almaz mıyuz?" demekteydiler. Kapıya yüklenip içeriye girdiler. Otluğu ateşe verdiler. İbrahim Paşa, paralar saçıp kaçmaya çalıştı. Yeniçeriler buldukları her şeyi, hattâ paşanın III. Murad'a hediye edeceği mücevherli eşyayı, akmişe ipeklileri de kapıştılar. Evi yakıp kül ettikten sonra odalarına gittiler. Ertesi gün ise ulufe divanında eyleme geçtiler. İbrahim Paşa'nın, evinde kamu malını tuttuğunu, suiistimallerini anlattılar. III. Murad, zorunlu olarak İbrahim Paşa'yı azledip Rumeli Hisarı'na kapattırdı. Hocalar ve vaizler ise bunun, uzun zamandan beri camilerde cemaatle yaptıkları duaların bir sonucu olduğunu halka inandırmaya çalışmaktaydılar. Oysa aradan çok geçmeden, Canfeda Kadın'ın baskısı sonucu III. Murad, İbrahim Paşa'yı bağışlayıp yeniden Diyarbekir beylerbeyliğine atadı.
l Ağustos 1591'de Sinan Paşa azledilerek eski şark serdarı Ferhad Paşa vezirazam atandı. İstanbul halkı, Sinan Paşa'yı iyi tanımadıklarından bu değişiklik herkesi memnun etti. 30 Ağustos'ta İran Elçisi Kara Ahmed Sultan, 3 Eylül'de de Gilan Hâkimi Han Ahmed'in elçisi Hüsameddin Tacir İstanbul'a gelip huzura çıktılar ve nameleriyle hediyelerini sundular. 16 Eylül'de de Lehistan elçisi III. Murad tarafından kabul edildi.
Mart 1592'de İstanbul'a gelen Erzurumlular, kentlerinde yurt tutan yeniçerilerin geçimlerine engel olduklarını, kendilerinin ise terk-i vatan etmek zorunda kaldıklarını bildirdiler. Oysa Erzurum'daki yeniçeri ve sipahilerden tam tersi bilgiler alındığı için, şikâyetçilerin kimi tutuklandı, kimi sorgulanıp asıldı. 5 Nisan 1592'de divan toplantısına gelen Vezirazam Ferhad Paşa'nın yolunu kesen yeniçeriler "Erzurum'dan gelenler asılarak bizim hakkımız alınmış mıdır?" deyip paşaya saldırdılar. Satırlar güçlükle engel olup Ferhad Paşa'yı kurtardılar. Yeniçeriler o günkü ulufe divanında çorbayı tepip serkeşliğe yönelince III. Murad, silahdar ağa aracılığı ile önlemler aldırdı. Ferhad Paşa azledilip Siyavuş Paşa üçüncü kez vezirazam oldu. Nisan sonunda Ayasofya-yı Kebir Mahallesi'nde Üs-küplü Mescidi yanında çıkan yangın sonucu çok sayıda Müslüman evi kül oldu.
O dönemde halk tarafından "başıbü-yükler" diye anılan muhtekir ve madrabazlar kente gelen yiyecek maddelerine kendi yöntemleriyle türlü zamlar uygulayıp öyle piyasaya sürmekteydiler. Bunun için de Haliç'teki iskelelerde büyük mahzenleri ve ambarları vardı. III. Murad, ne kadar madrabaz mahzeni varsa hepsinin yıkılması için emir verdi. Bu operasyondan sonra İstanbul'da özellikle tahıl ve zahire fi-
yatları yarıya düştü. Buna karşılık, zarar görenler, III. Murad'ın hasta olduğu söylentisini yaydılar. Halk o yılki ramazanı (Haziran-Temmuz 1592) endişe içinde geçirdi. Padişahın bir süre cuma selamlıklarına çıkmaması da söylentileri doğrular nitelikteydi. Fakat padişahın bayram alayına katılması herkesi sevindirdi.
Temmuz 1592'de veba salgını bir kez daha İstanbul'u kavurdu. 12 Temmuz 1592' de Okmeydanı'na çıkılıp vebadan kurtuluş için dua edildi. O yılın Kurban Bayramı da (18 Eylül) İstanbul ve Üsküdar kadılarının anlaşamaması yüzünden tam belirlenemedi. Herkes arife mi bayram mı şaşırdı. Vebanın giderek etkisini artırması üzerine III. Murad "taun-ı vebadan halas içün" kent halkını topluca Alemdağı'na duaya çağırdı. Bütün din bilginleri, şeyhleri ile halk, donanma kadırgaları ile Anadolu-hisan'na geçirildiler. Hemen herkes bu çağrıya koştuğundan İstanbul'da kimse kalmadı. Çarşılar ve dükkânlar kapandı. On binlerce insan, yaya veya arabalarla Alemdağı'na yürüdü. Bir gece Alemdağı' nda kalınıp ertesi seherde "cemiyet-i azîm" ile dualar edildi. Padişah sadakası olan kurbanlar kesilip bostancıbaşı tarafından onca kalabalığa sofralar donatıldı. İstanbul tarihinin en kalabalık sofralan kurulup kaldırıldı. Kadı sicillerine göre dua öncesinde her gün İstanbul kapılarından 325 cenaze çıkarken duadan sonra bu sayı 100'e düştü, yatanlar kalkmaya, hastalar iyileşmeye başladı. Veba illetinin İstanbul'dan uzaklaşması dileğiyle kent zindanlarındaki mahkûmlardan yeterince ceza çekenler de serbest bırakıldı.
Ülkesi Safevilerce istila edilen ve elçi göndererek III. Murad'dan yardım isteyen Gilan Hâkimi Han Ahmed, Osmanlı topraklarına sığınarak verilen izin üzerine 12 Ocak 1593'te İstanbul'a geldi. Selanikî Mustafa Efendi'nin mihmandarlığında Kırk-çeşme'deki Yusuf Paşa Sarayı'na yerleşti. III. Murad kendisini kabul ettiği gibi, tahsisat da bağladı. Han Ahmed, Osmanlı-İran barışının bozulmasını gerektirecek askeri yardımı temin edemediği için İstanbul'da üç ay kaldıktan sonra Kerbela'ya gitmek üzere kentten ayrıldı.
26 Ocak 1593'teki ulufe divanında, sipahiler mevaciplerini tam alamadıkları için ayaklandılar ve Divanhane'ye yürüdüler. Çavuşlar ve kapıcılarla aralarında kavga başladı. Divan-ı Hümayun'u birbirine kattılar. Vezirazam Siyavuş Paşa ile Başdefter-dar Emir Paşa'nın ve harem kethüdası Canfeda Kadın'ın başlarını istediler. Vezirlere taş yağdırdılar. Dışarıdan halk da geldi. Sarayın alay ve adalet meydanları mahşer yerine döndü. Sipahiler ek ödeme önerisini de reddettiler. İki namaz arası böylece geçti. Bir kazasker Kuran hükümlerinden söz edip yatıştırmak isteyince "Biz ânı biliniz, gerekmez!" dediler. "Kâfir olursunuz!" dendiğinde ise "Biz çoktan kâfir olduk. Hemen bize defterdarın ve Kethüda Kadın'ın başlarını getirin!" cevabını verdiler. Defterdar seyitlerdendi ve idamı seran uygun değildi. Bu hatırlatıldığında ise "İsterse Hasan ve Hüseyin'in başı olsun!" di-
Dostları ilə paylaş: |