KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə41/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   140

KÜLLİYELER

168

169

KÜLTÜR VE TA1BİAT

Süleymaniye Külliyesi'nin 18. yy'da kent siluetindeki konumu. Çizim Nadide Seçkin/Doğan Kuban arşivi

yazılarının ustalarına ayrılır. Evliya Çelebi, bu büyük anıtların methinde, herkesin aciz kaldığım yazar. Süleymaniye dünyanın en sağlam yapısıdır. Caminin büyük avlu kapısı çok sanatlı bir mutluluk kapısıdır. Usta demirci pencere demirlerini yaparken, Davud Peygamber gibi sanat gösterip öyle bir renk vermiştir ki, hâlâ cilasına bir toz konmamıştır. Demirleri Nahçıvan

çeliği gibi parlaktır. Evliya Çelebi, caminin çevresinden de kısaca söz eder. Caminin dış avlusu kumluktur. Çınar, servi, ıhlamur ve kuşdili ağaçlarıyla doludur. Kuzeye açılan set duvarı üzerinden bütün İstanbul, hattâ bütün cihan seyredilir. Bu caminin 3.000 hizmet edeni vardır. Vakıfları bütün Akdeniz adalarıdır. Mütevellisinin 500 adamı vardır. Evliya Çelebi, külliyenin yapılarını



Süleymaniye Külliyesi

Ara Güler

sayar, fakat anlatmaz. Külliye Galata'dan "gömgök" kurşun örtülü bin kubbesiyle etkilidir.

İmparatorluğun başka hiçbir yerinde bu yoğunluk ve büyüklükte külliyeler yapılmamıştır. İstanbul dışında 15. yy "m sonu ve 16. yy'da bir-iki örnek sayılabilir, istanbul külliyelerinin yapımında imparatorluğun bütün ekonomik olanakları seferber edilmiştir. Bunlar inşa edilirken sultanların en öncelikli işleri olmuşlardır. Klasik dönemin ünlü külliyeleri hep fetih mallarıyla yapılmıştır. Evliya Çelebi, örneğin. Süleymaniye'nin Belgrad, Malta ve Rodos ganimetleriyle yapıldığını yazar. Fatih'in, Süleymaniye'nin, Nuruosmaniye'nin inşaat süreçlerine ilişkin bilgiler büyük külliyelerin başkent ve Osmanlı yaşamındaki ağırlığını çok açık anlatırlar. I. Mahmud (hd 1730-1754) Nuruosmaniye inşaatını hemen her gün kontrol etmiştir. Donanma, ö-zellikle taşıma, iskele kurma işlerinde görevlendirilmiştir. Acemioğlanları külliye inşaatına yardım eder ve çalışırlar. Süleymaniye şantiyesinde uzun yıllar binlerce işçi çalıştırılmıştır. Bunlara dışarıdan malzeme getirenler dahil değildir. Külliyeler kentin sosyal yaşamının kaburgasını oluşturur. Doğrusu istenirse, içlerindeki etkinlikler açısından, saray ve çarşı ile birlikte külliye İstanbul yaşamının temel sahnelerinden biridir. Simgesel ve fiziksel olarak da ca-mileriyle birlikte toplumun ve kentin en e-gemen etkinlik ve gösteri odaklarıdır.

Osmanlı döneminde, Batı'yla karşılaştırıldığı zaman, bir kent planlama geleneği olduğu söylenemez. Fakat İstanbul'da

bir kent yaratma iradesi oluşmuştur. Bu, işlevsel olduğu kadar sultanlara ilişkin simgesel bir karakter de taşımıştır. İstanbul'u fiziksel olarak tanımlayan, Türk öncesi ve Türk dönemlerine ilişkin birçok veri içinde büyük külliyeler, temel öğeleri oluştururlar. İstanbul'un merkezinde Süleymaniye Külliyesi ile taçlanan eşsiz siluet bugüne kadar bu gerçeği vurgulamıştır. Osmanlı kent vizyonunun en büyük gösterisi bu olduğu kadar, Osmanlı mimari kompozisyonunun da en büyük yaratmaları külliyelerdir. Burada tek yapıyı aşıp bir kompleks tasarımına erişmiş bir mimari gelenekten söz etmek gerekir. Süleymaniye'nin, Sultan Ahmed'in, Nuruosmaniye' nin, Gazanfer Ağa'nın, Hekimoğlu Ali Pa-şa'nın külliye olarak kompozisyonları, istanbul kentinin hem dışarıdan, hem de içeriden en görkemli ve en etkili mimari verileridir.

DOĞAN KUBAN



KÜLLÜK KAHVESİ

Bayezid Camii'nin türbe kapısı önünde ve Beyazıt Meydanı'nın Marmara Denizi' ne bakan tarafında, ünlü Emin Efendi Lo-kantası'mn yanında bulunmaktaydı.

Kahvenin ocak kısmı, ki aynı zamanda kışlık bölümüydü, türbe kapısının hemen karşısındaki Emin Efendi Lokantası'nın mutfak bölümüne bitişik ön cephesi tümüyle camlı ve tek kadı salaş bir binadan meydana geliyordu. Burası daha çok yaz aylarında şenlenen mevsimlik bir kahveydi. Bahar ve yaz aylarında Bayezid Camii'ni ve meydanı çevreleyen kestane ve çınar ağaçlarının altına kurulan masalar ile kahve sokağa taşardı. Ayrıca eski ve ulu bir caminin çevresinde oluşu nedeniyle mistik bir atmosfere de sahipti. İ8. ve 19. yy' da bu civarda yine bu tür salaş ve açık kahvelerin olduğu bilinmektedir. 20. yy'm başında Beyazıt Meydanı'nı ve Bayezid Camii'ni gösteren fotoğrafların, kartpostalların bir kısmında, sokağa kurulmuş masalarda çay, kahve içen tiplere rastlanır.

Küllük Kahvesi'nin edebi açıdan önem kazanışı Cumhuriyetin ilanından sonraya rastlar. 1920'li yıllarda salaş binasıyla var olduğu sanılan kahve eski Harbiye Nezareti binasının(->) İstanbul Üniversitesi'ne verilmesiyle üniversite hocalarının, edebiyatçıların toplandıkları bir yer halini alır. 1939'da Bayezid Medresesi'nin belediye kütüphanesi olarak açılması, Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin(->) ve Zeyneb Hanım Konağı'nın(->) (fen ve edebiyat fakültesi) ve Sahaflar Çarşısı'nm(->) bu civarda bulunuşu da eklenince bu yer edebiyatçı, bilim adamı, sanatçı kişilerin sıkça devam ettikleri bir mekân haline gelmiştir. Bayezid Camii'nin güneye bakan ağaçlıklı, kuytu, serin bir kısımda yer alan Emin Efendi Lokantası ve Küllük Kahvesi bütün sanatçı, edebiyatçı ve bilgin kimselerin önce yemek yedikleri, sonra da çay, kahve içip birbirileri ile konuşup tartıştıkları bir edebi mahfil haline dönüşür. Burasının müdavimlerinden Edebiyat Fakültesi Başkâtibi Sıtkı Akozan manzum bir tarihçe yazmış ve bunu Küllükname adıyla 1936'da

yayımlamıştır. 16 sayfalık bu küçük esere göre Küllük "Beyazıt semtinin mütevazı, fakat çok güzel bir köşesidir ve bilhassa yaz tatilinde üniversite ve lise hocalarıyla memleketin birçok fikir ve sanat adamlarının uğrağıdır." Yine Sıtkı Akozan'a göre bu köşenin "Muallimler Bahçesi", "Akademi" ve "Küllük" olmak üzere üç adı vardır. Bu eserde kahveye gelen kişiler meşhur yanları vurgulanarak birer mısrada sıralanmaktadırlar. Küllükname yazarı "Bunda, yükseldi velilik burcuna bay Ercüment/Bunda, olmuştur hayatın sırrına Agâh Levent/Bunda, anlattı Fatin yıldızların esrarını/Bunda atmıştır Niyazi son dubara zarın? şeklinde yazdığı mısralarını mutlaka bir nükte veya ismi geçen kişinin öne çıkan bir yönüne telmih yaparak süslemiştir. 1940'ta kahvenin müdavimlerinden Abidin Dino ve Alaeddin Hak-güder Küllük adlı bir edebiyat dergisi çıkarırlar. Bir sayı çıkabilen bu dergide Orhan Veli'nin "Tahattur" isimli şiiri ilk kez yayımlanır. Hattâ derginin bu şiir yüzünden kapatıldığı söylentiler arasındadır. Nevzat Sudi de burada yaşadıklarım Küllük Anıları adlı kitabında toplamıştır. 1940'lı ve 1950'li yılların edebi ve kültürel olaylarını anlatan Nevzat Sudi, Küllük müdavimleri ve yaşanan olaylar hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Abidin Nesimi'nin Yılların içinden isimli anılarında da küçük notlar halinde bilgi bulmak mümkündür. Küllük müdavimlerinin en geniş listesi hiç şüphesiz Küllükname'de mevcut olandır. Bu esere ve Küllükname'de yer alış şekli ve sırasına göre Küllük müdavimleri İb-nülemin Mahmud Kemal (İnal), Mükrimin Halil (Yınanç), Rıfkı Melûl (Meriç), Doktor Nihad, Şemseddin Reşad, Kâzım Nâmi (Duru), Müderris Macid (Arda), Burhan Ümit (Toprak), Ali Canib (Yöntem), Selim Nüzhet (Gerçek), Ord. Prof. G. Keşler, Ekrem Besim, M. Sekip Tunç, Hilmi Ziya (Ülken), Peyami Sefa, Sadettin Nüzhet (Er-gun), Ferit Kam, Kilisli Rıfat (Bilge), Haberci Rasim, Kenan Hulusi (Koray), Hüsnü Hanıit (Dilgan), Haydar Niyazi, Doktor Bosert, Rıdvan Nafiz (Edgüer), Ali Haydar, Reşad Nuri (Güntekin), Şevket Aziz (Kansu), Avni Başman, Bay Cevad (Meh-med Fuad) Köprülü, Şemseddin Günaltay, Lütfi Ömer (Barkan), (İsmail Hakkı) Uzun-çarşılı, Akdes (Nimet Kurat), Sadri Ethem (Ertem), Nurullah Ataç, (Enver) Behnan (Şapolyo), Emin Alî (Çavlı), Galip Bahtiyar, Avni Yağız, Ahmet Refik (Altınay), Mesut Cemil (Tel), (Neyzen) Tevfik, Salahat-tin Topay, Mahmut Ok, (Reşid) Rahmetî (Arat), Ragıp Özdem, Cafer Kılıç, Safvet Sav, Ziya Fahri (Fındıkoğlu), Doçent Nus-ret, Halit Oğuz, İbrahim Alaeddin (Göv-sa), Ercüment (Ekrem Talu), Agâh (Sırrı) Levend, Fatin (Gökmen), Niyazî, Necmettin Halil (Onan), Yunus Kazım (Koni), Hamam-cıoğlu İhsan, Hikmet Feridun (Es), Tevfik Kut, Muhsin Ertuğrul, Faruk Nafiz (Çam-lıbel), Necip Fazıl (Kısakürek), Yusuf Ziya (Ortaç), Orhan Seyfi (Orhon), Tahir Kud-si (Makal), Salih Zeki (Aktay), Tevfik Ya-lıner, Ahmet Muhip (Dranas), Halit Fahri (Ozansoy), M. Behçet (Yazar), Cemal Na-

dir (Güler), Burhan Felek, Osman Cemal (Kaygılı), (Vâlâ Nurettin) Vâ-Nû, Refik Ahmet (Sevengil), Ethem İzzet (Benice), Abidin Daver, Nizamettin Nazif (Tepede-lenlioğlu), Hakkı Süha (Gezgin), Turhan Tan, Mazhar Osman, Ekrem Reşit, Reşad Ekrem (Koçu), Suût (Ebusuudoğlu), Ah-med Caferoğlu, Mazhar, Enver Ziya (Ka-ral), Profesör Vehbi (Eralp), Bay Sabahattin, Kâzım Esat, İsmail Suat (Gürkan), Doktor Saib, Yaşar Nabi (Nayır), Doçent Hıfzı (Velidedeoğlu), Hilmi Ömer (Budda), Yusuf Ziya, Doktor H. Ritter, Çallı İbrahim gibi şahsiyetlerdir. Bu listeye 19401ı yıllarda "Genç Kuşak" adıyla anılan Orhan Veli, Abidin Dino, Fikret Adil, Asaf Halet Çelebi, Rıfat İlgaz, Arif Dino, Hasan İzzettin Dinamo, Lütfü Erişçi, Bedri Rahmi Eyü-boğlu, Ömer Faruk Toprak, Orhon Murat Arıburnu, Oktay Rifat, Celal Sılay, Zahir Güvemli, Şevket Rado gibi aydınlar ve edebiyatçılar da eklenir. Refik Halid Üç Nesil Üç Hayat isimli eserinin "Şiirler ve Şairler" bölümünde "Genç Kuşak" grubunun edebi ve siyasi yönlerini alaycı bir üslupla anlatır.

Küllük Kahvesi 1950'den sonra başlayan Beyazıt Meydanı'nı genişletme ve Ak-saray-Sultanahmet arasındaki yolu düzenleme faaliyetleri sırasında yıkıldı. Kahvenin yıkılışından sonra ısrarlı müdavimler yine Beyazıt Meydanı'na bakan Simkeş-hane ile Beyaz Saray Çarşısı arasındaki Marmara Kahvesi'ne devam etmeye başladılar. Eskiye göre sayıları azalan ve "Mar-maratör" ismini alan bu kişilerden Rasim Ozdenören'in eski Küllük müdavimlerinden dinleyip aktardığına göre Küllük müdavimleri üç sınıfa ayrılıyormuş: l- Ni-zam-ı âlem taifesi (dünyaya nizam verenler), 2- esafil-i Şark taifesi (düşkün entelektüeller) 3- şiş taifesi (birinci ve ikinci gruptan olmayan Küllük'e tavla oynamak, çay içmek için gelenler).

Bibi. S. Akozan, Küllükname, İst., 1936; Nev-zad Sudi (Odyakmaz), Küttük Anılan, Ankara, 1987; Çubukçuzade Mehmed Sıtkı (Akozan), Avengi Yaran, İst., 1931; R. Özdenören, "Filozof Cemal", Aile {Zaman gazetesi ilavesi), S. 77 (Mayıs-Nisan 1994), s. 6-7; S. Birsel, Kahveler Kitabı, İst., 1975, s. 303-319; Abidin Nesimi, Yılların içinden, ist., 19*^7, s. 197-201; D. Ku-ban-Y. Kâhya, Beyazıt Meydanı Tarihi Geli-şimi-Beyazıt Meydanı Kentsel Tasanm Projesi Yarışması, ist., 1987, s. 22-23; B. N. Şehsuva-roğlu-M. Gökman, Oğretmen-Edebiyat Tarihçisi- Yazar ve Kütüphaneci Sadettin Nüzhet Er-gun, İst., 1976, s. 8-10; S. R. Kırkpmar, Salim Rıza'dan Anılar, ist., 1990, s. 61-64; inal, Türk Şairleri, III, 1716; H. Akyüz, Şebinkarahisar Şairleri, 1952, s. 27; Refik Halid (Karay), Üç Nesil Üç Hayat, ist., (1940), s. 118.

EMİN NEDRET İŞLİ



KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU

Kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak yurdun çeşitli bölgelerinde kurulmuş karar organı. 2863 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştiren 3386 sayılı yasa ile 1987'den beri görev yapmaktadır. Kökeni Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıt-



KÜREK

170

171

KÜRKÇÜ HANI

lar Yüksek Kumlu'na dayanır. Daha da öncesinde İstanbul Eski Eserleri Koruma En-cümeni(-0 ve eski eserlerin değerlendirmesinde hükümler içeren "nizamnameler" bulunmaktadır.

Türkiye'de eski eserlerle ilgili yasal düzenlemeye geçilmeden önce korumacılara yol gösteren "nizamnameler" olmuştur. Asâr-ı atika nizamnamelerinde konu, yeraltında ve yer üstünde bulunan arkeolojik eserler ile taşınır objelerdir. Osmanlı eserlerinin, İslanıi yapıların korunması ile ilgili değerlendirmeler 1917'de oluşturulan Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümeni'n-ce yapılmıştır, istanbul Vilayeti dahilindeki eserlerle sınırlı kalan encümenin çalışmaları, 1951'de Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kuruluşu ile önemini kaybetmiş ve giderek son bulmuştur.

Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu 2 Temmuz 1951'de yürürlüğe giren 5805 sayılı yasa ile kurulmuş, korunması gerekli mimari ve tarihi anıtların koruma, bakım, onarım, restorasyon işlerinde uyulacak ilkeleri ve bunlarla ilgili programları saptamak, uygulamasını izleyip denetlemek, anıtlarla ilgili olarak yöneltilecek veya kendi incelemeleri ile elde edebilecekleri bilgilere göre her türlü konu ve anlaşmazlık üzerinde ilmi görüş bildirmekle görevlendirilmiştir. Tarih, arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, estetik, şehircilik alanlarında eser vermiş olmak koşulu ile tüm üniversitelerden (ve kurulacaklardan) ve ilgili bakanlıklardan seçilen üyelerden oluşan bu kurulun üyeliği daimi idi. İlk kurulda Celal Esad Arseven (başkan), Ekrem Akurgal (başkan vekili), Ah-med Hamdi Tanpınar, Arif Müfid Mansel, Zeki Faik İzer, Tahsin Öz, H. Kemal Söy-lemezoğlu, Orhan Çapa, Cahit Kınay, Orhan Alsaç, Behçet Unsal, Osman Turan, Mithat Yenen, Ali Saim Ülgen yer almıştır.

Kabul tarihi 18 Haziran 1973 olan 1741 sayılı yasa ile kurulun oluşumu ve görevlerine ilişkin bazı değişiklikler yapılmış, üye sayısı 21 ile sınırlandırılmış, tabii üye ve seçimle gelen üye tanımları getirilmiş, tabii üyelerin asıl memuriyetleri süresince üyeliklerinin devam etmesi, diğer üyelerin ise bu sıfatlarının 65 yaşına bastıkları tarihte sona ereceği hükme bağlanmıştır. Asıl önemlisi ise kurulun oluşumu ve görevlerine ilişkin özel yasa olmasına karşın 6 Mayıs 1973'te yürürlüğe giren "Eski Eserler Kanunu" ile kurulun görevlerinin yeniden belirlenmesidir. Bu yasada yer alan SİT tanımı (tarihi, arkeolojik, doğal vb) ve kavramı, kurulun çalışma ve yetki alanını genişletmiş, bu tarihten önce aldığı, eski eserlerin yoğun olarak bulunduğu yörelerin (Üsküdar gibi) toplu tescilleri ya da eski eserlerin yanında ve yakınında yapılacak yeni inşaatın koşullarının saptanmasına ilişkin (Beylerbeyi gibi) kararlar, böylece yasal temele oturtulmuştur. Kurulun aldığı kararlarla eski eser ve tabii anıt olduğu (ağaç) tescil edilen taşınmazların tapuya işlenmesi de bu yasa ile gerçekleşmiştir.

1983'e kadar Türkiye sathında görev yapan ve eski eserler konusunda yasal tek

yetkili karar organı olarak çalışan kurul bu zaman içinde İstanbul'da aldığı 16.000 dolayında kararla tek yapıdan SİT ölçeğine uzanan tescil işlemini, yeni yapılacak yapıların tescilli eski eserlere yaklaşma sınırı, mimari niteliği vb yapılaşma koşullarının saptanmasını gerçekleştirmiş, restorasyon esaslarım belirlemiş, eski eserlerin bakım, onarım, değerlendirilmesi konularında yapılacak uygulamalar için ilkeler saptamış, en önemlisi koruma kavramını kamunun kabullenmesini sağlamıştır.

Kabul tarihi 21 Temmuz 1983 olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ka-nunu'nun yürürlüğe girmesi ile Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu görevini Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu ile (çeşitli bölgelerde) Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulları'na devretmiştir. Yurtiçinde bulunan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan bu kurullardan 7'si bürokrat olmak üzere 15 kişiden oluşan yüksek kurulun görevi kısaca, koruma ve restorasyon ilkelerini belirlemek ve kültür ve tabiat varlıklarının tescilini yapmaktır. Bölge kurulları ise 4'ü bürokrat o-larak toplam 9 kişiden oluşmuş ve uygulamaya yönelik kararlar almakla görevlendirilmiştir. Çalışmayı gerek bürokratik gerekse teknik açıdan zorlaştıran ve kurullar arası yetki kargaşasına yol açan bu yasanın bazı maddeleri nihayet 17 Haziran 1987'de yürürlüğe giren 3386 sayılı yasa ile değiştirilmiş ve böylece Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu son şeklini almıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklarım Koruma Yüksek Kurulu'nun ve koruma kurullarının kuruluşu, görev, yetki ve çalışma şekilleri bu yasa ile saptanmış ve düzenlenmiştir.

14 kişiden oluşan, yılda en az iki defa toplanan yüksek kurul, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonu i-le ilgili işlerde uygulanacak ilkeleri belirlemek, koruma kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak, uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek görüş vermek suretiyle Kültür Bakanlığı'na yardımcı olmak amacı ile kararlar almaktadır.

Kültür Bakanlığı'nın seçtiği arkeoloji, sanat tarihi, müzecilik, mimari ve şehir plancılığı konularında uzmanlaşmış kişi ve Yüksek Öğretim Kurulu'nca saptanan konu ile ilgili 2 öğretim üyesinden oluşan koruma kurullarına ise, görüşülecek konularına göre ilgili belediyeler, bayındırlık ve iskân müdürlükleri, vakıflar bölge müdürlükleri ve Orman Genel Müdürlüğü temsilcileri ile katılmaktadırlar.

Kültür ve tabiat varlıklarının tescili, bunların gruplandırılması, SİT alanlarının tescili, SİT alanlarında (geçiş dönemi) yapılanma koşullarının belirlenmesi, koruma amaçlı imar planlarının ve değişikliklerinin incelenip onaylanması, koruma alanlarının saptanması, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile ilgili uygulamaya yönelik kararların alınması ve görevli ve yetki-

li olan koruma kurullarının sayısı yurt sathında 16'dır. 3'ü İstanbul'da görev yapmakta fakat çalışma alanı sadece İstanbul il sınırları içinde kalmamaktadır.

İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun sorumlu olduğu bölgeler, tarihi yarımada (Eminönü, Fatih ilçeleri), Eyüp, Bakırköy, Zeytin-burnu, Şişli, Beyoğlu ilçeleridir. II numaralı kurulun sorumluluğu Çatalca, Silivri, Küçükçekmece, Büyükçekmece, Kartal, Maltepe, Kadıköy, Şile, Yalova ve il sınırı dışına taşarak Gebze ve İzmit'i de kapsamaktadır. III. kurul ise Boğaz'ın iki yakasındaki ilçeler ve Adalar'dan sorumludur.

Kurulların göreve ilk başladığı yıldan günümüze kadar alınan kararlarla özellikle İstanbul'un kültür ve doğal değerlerinin korunması ve geleceği açısından son derece önem taşıyan (örneğin, Boğaziçi Tarihi ve Doğal SİT Alanı, Süleymaniye, Zey-rek-Cankurtaran, Yedikule vb gibi kentsel SİT alanları, arkeolojik alanlar) SİT bölgeleri saptanmış, Boğaz yalıları ayrı bir kararla tescil edilmiş, restorasyonlarının gerçekleştirilmesinde esas olacak müdahalelerin boyutlarını saptamak üzere koruma grupları tespit edilmiş, aynı özenle Adalar'ın korunması gerekli tüm öğeleri ahşap ev, cami, çeşme, kilise, ağaç vb tescil edilmiş, ayrıca tüm Adalar "doğal SÎT alanı" olarak tescil edilmekle gelişigüzel yapılanmalara engel olunarak kültür ve doğal verilerin değerlerinin yitirilmesi önlenebilmiştir.

Yasada tanımı yapılan kültür varlıklarının hemen her çeşidinin, gerek doğal, gerek kentsel SİT alanlarının nitelik ve nicelik açısından yoğun olarak bulunduğu kuşkusuz olan İstanbul'da koruma kurulları, yasanın emrettiği şekilde aksatmadan her hafta toplanmakta, kendine iletilen konularda kararlar üretmekte, kültürel ve doğal değerlerin korunması, yaşatılması, gelecek'kuşaklara aktarılması amacı ile aldığı kararlarda çalışmalarına yerel belediyelerin katılımına özen göstermektedir. YILDIZ TOKER

KÜREK

İstanbul'da ilk kürek yarışlarının fetihten sonra Boğaziçi ve Marmara sularında başladığı bilinir. Modern anlamda ilk kürek yarışlarının 1715'te Thames Nehri'nde İngiliz kayıkçıları arasında yapılmaya başladığı kabul edilirse de bu tarihten 135 yıl önce İstanbul'da kürek yarışlarının yapıldığına dair kesin bilgiler mevcuttur. Top-kapı Sarayı arşivlerindeki bir belgede, 1579' da yapılan bir yarışma detaylarıyla ana-tılmaktadır. Bu belgeye göre sadrazam, vezir ve ağa kayıkları arasındaki yarışmaya 25 kayık katılmıştır. III. Murad'm da Saray-burnu Kasrı'ndan izlediği bu yarışmayı Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'mn kayığı kazanmış, Vezir Ferhad Paşa'mn kayığı da ikinci olmuştur. Yine aynı belgeden, padişahın birinciliği ve ikinciliği kazanan kayıkların kürekçilerine ihsanlarda bulunduğu ve yarışmayı kıyılara toplanan büyük bir kalabalığın ilgiyle izlediği öğrenilmektedir.

Öte yandan, 1889'da Japonya'ya bir dostluk ziyaretine giden Ertuğrul firkateynine mensup Türk denizcilerinin, yolda uğradıkları Singapur'da düzenlenen kürek yarışlarına katıldıkları ve birincilikler kazandıkları da bilinmektedir.

Modern anlamda ilk kürek yarışları 7 Eylül 1913'te Moda Koyu'nda, Osmanlı Donanma Cemiyeti tarafından düzenlenmiştir. 19l4'te Fenerbahçe kulübü, kürek sporunda önemli bir hamleyi gerçekleştirmiş, bir kayık filosu meydana getirilmiş, Kur-bağalı Dere kıyısındaki kulüp binası yanına bir de kayıkhane inşa edilmiştir. Daha sonra Anadolu, Altınordu, Galatasaray, Haliç İdman kulüpleri kürek sporuna eğilmişler ve özellikle Cumhuriyet'in ilanını izleyen yıllarda Türk kürek sporu büyük gelişme kaydetmiştir.

İstanbul, kürek sporundaki öncülüğünü günümüze dek sürdürmüştür. Bunda Fenerbahçe, Galatasaray, Anadoluhisarı ve Beykoz kulüplerinin de pek büyük payı olmuştur. Moda Koyu, Yenikapı-Samatya ve Pa-şabahçe-Beykoz rotaları Türk kürek sporunda çok uzun yıllar büyük faaliyete sahne oldu. Son yıllarda da Küçükçekmece Gölü'nde önemli faaliyete rastlanmaktadır. Öte yandan 1940'lı yıllarda düzenlenen ve Kavaklar ile Bebek arasındaki parkurda yapılan; tek çifte, iki çifte, dört tek ve sekiz tek ekipleri arasında bir bayrak yarışı halinde cereyan eden "merhaleli kürek yarışları" da kürek sporuna ayrı bir hareket ve renk katmıştı.

1829'dan beri aralıksız olarak Thames Nehri'nde yapılmakta olan ve kürek sporu dünyasının en büyük klasiğini teşkil e-den Oxford-Cambridge üniversiteleri arasındaki yarışma, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan'ın Halic'i temizleme operasyonu sırasında 1988'de Haliç'te tekrarlanmıştı ki, bu da kürek sporumuz için önemli bir olay teşkil etmektedir.

İstanbul kulüplerine mensup kürekçiler her zaman Türk Milli Kürek Takımı'mn temelini oluşturdular. 1942'de Galatasaraylı kürekçi Sami Urallı'nın Cambridge ekibinde yer alıp geleneksel yarışmada Oxford takımına karşı mücadele etmesi; Fenerbahçeli kürekçi Tonguç Türsan'ın 1955'te Barselona'da yapılan Akdeniz Oyunları'n-

Kürkçü Hanı

Yavuz Çelenk, 1994

da tek çiftede gümüş madalya kazanması ve yine aynı kürekçinin Almanya'da yapılan yarışmalarda en büyük armağan o-lan "Altın Skiff 'i kazanması Türk kürek sporunun en önemli yurtdışı başarıları arasında yer almaktadır.

CEM ATABEYOĞLU

KÜRKÇÜ HANI

Eminönü İlçesi'nde, Mahmutpaşa Yoku-şu'nun bir tarafındaki ada üzerinde inşa edilmiştir.

15. yy II. Mehmed (Fatih) dönemi (1451-1481) han-kervansaray yapıları içinde günümüze ulaşabilen tek örnektir. Banisi Vezir Mahmud Paşa, mimarı da Atîk Sinan'dır.

Mahmutpaşa Yokuşu'nun bir kenarında kuzey-güney yönünde konumlanmış o-lan yapı, iki avlu üzerine iki katlı olarak inşa edilmiştir. İnşa edildiği alanın şekline bağlı olarak biçimlenmiş yapıda ikinci avlu etrafında yükselen ikinci kat ile birinci avlu etrafında yükselen ikinci kat arasında görülen uyumsuzluğun nedeni, yapının yapıldıktan kısa bir süre sonra yamuk şekilli ikinci avluyu çeviren ahır mekânı ü-zerine bir kat mekânlar sırasının inşa edilmesidir. Araştırmalar sonucu yapının inşasından bir süre sonra vakfının Fatih'e geçtiği ve 894/1489'da Ayasofya gelirleri arasında yer aldığı belgelerden öğrenilmektedir. İşte bu yıllarda Mahmutpaşa'da tica-

Altmordu Kız Kürek Takımı 1925'te Boğaziçi kıyılarında bir çalışma sırasında. Cengiz Kahraman arşivi

ri hayatın gelişerek yoğunlaşması, yapıya ikinci avlu etrafındaki ahır mekânları üzerine bir kat daha ilavesini gerektirmiş olmalıdır. Kürkçü Hanı'nın bu kanadı özgün durumunu kaybetmiş olarak günümüze u-laşmıştır.

Bütünüyle 128x68 m'lik bir alana konumlanmış olan yapının Mahmutpaşa Yo-kuşu'na açılan tuğla kemerli kapısı, enine dikdörtgen şekilli ve aynalı tonoz örtülü, eyvanlı bir giriş mekânı şeklindedir. Beşik tonoz örtülü giriş koridoruna iki taraftan kemerle birer mekân açılır. Böylece 41x45 m ölçüsündeki revaklı avluya girilir. Avludaki dikdörtgen planlı, fevkani mescit yapısı ise Silahdar Hacı Küçük Ahmed Ağa tarafından inşa ettirilmiştir. Böylece yapının bütünlüğü içine katılan mescit yapısı, altta beşik tonozlu dükkânlara sahiptir. Zemin kattaki 48 kare mekân, birer kapı ve pencere ile revak sistemine açılır. Bu mekânların üst örtüsü, köşe mekânlarında değişiklik gösteren beşik tonozdur. Avluyu çeviren kare kesitli payeler tuğla-derz, örme dokuludur. Kemerler de tuğladan inşa edilmiş olup, her iki katta da sivri kemer şeklindedir. Avluya giriş ekseninin her iki tarafında yer alan revak altındaki taş merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. Üst kat mekânları da köşelerde değişiklik gösteren beşik tonoz sistemiyle örtülüdür. Bu katta revaklar kubbe ile örtülmüştür. Her iki katta yer alan mekânlar revak altına birer kapı ve pencere ile açılırlar. Kapı kemerleri taştan yuvarlak şekilli olup, pencereler dikdörtgen taş sövelidirler ve tuğla-derz dokulu alınlıklara sahiptirler. Üst kat mekânları birer dikdörtgen pencere ile de dışa açılmakta, Mahmutpaşa Yokuşu boyunca cephede yer alan bir sıra dükkân üzerinde hanın özgün cephesini şekillendirmektedirler.

Kürkçü Hanı'nın kuzey kanadını oluşturan ikinci avluya, zemin kat revakları altına açılan kuzeydeki mekânlar arasında, iki taraftan geniş kemerli ve beşik tonoz örtülü bir giriş mekâmyla girilmektedir. Eşit olmayan beş kenarlı ikinci avlu etrafındaki hacimlerin özgün durumuyla günümüze gelmemiş olmasına rağmen ahır mekânları olduğu anlaşılmaktadır.

Kısa süre sonra beşik tonozlu mekân-


Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin