KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə40/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   140

KÜÇÜKSU VAPURU

Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Şirket-i Hayriye'nin^) 64 baca numaralı vapuru olarak 1910'da, Fransa, Dunkuerque'de, Ati. & Chant. de France tezgâhlarında inşa edildi. Sultaniye (61 no.), Hünkâr İskelesi (62 no.), Sütlüce (63 no.) adlı üç eşi daha vardı. 521 grostonluk olup yazın 866, kışın da 758 yolcu alıyordu. Uzunluğu 44,2 m, genişliği 7,3 m, sukesimi 3 m idi. Toplam 540 beygirgücünde 2 adet tripil buhar makinesi vardı. Çift uskurluydu. Saatte 12 mil'' hız yapıyordu.

Küçüksu da, baş ve kıç tarafı göze hoş gelmeyecek kadar yüksek olması yüzünden daha önceden çalışmaya başlayan ö-teki üç eşi gibi Boğaz halkı tarafından pek beğenilmedi. 30 Temmuz 1975'te hizmet dışı bırakılan Küçüksu, sonra yeniden kadroya alınarak baştan sona yenilendi. 10 yıl kadar çalıştıktan sonra 1985'te yeniden hizmet dışı bırakılınca, Avusturya'daki Vic-torien Steamship Association kuruluşu tarafından satın alınarak götürüleceğine dair haberler çıktıysa da, gerçekleşmedi. Elden çıkarılmak üzere tersaneye bağlandığında 78 yıllık bir tekneydi.

ESER TUTEL



KÜÇÜKYALI

Anadolu yakasında, Bostancı ile Maltepe arasında Marmara Denizi sahilinde ve sahilden içerilere doğru uzanan semt.

Halen Maltepe îlçesi'nin bir mahalleler topluluğu olan ve asıl Küçükyalı, Altınte-pe, Çınar, İdealtepe mahallelerini de içererek genişlemiş bulunan semtin batı ve kuzeybatı sınırını Bostancı Vapur İskelesi yakınlarında denize açılan Çamaşırcı Deresi ve Bostancı(->) semti; kuzey ve kuzeydoğu sınırını E-5 Otoyolu; doğu sınırını İdealtepe Mahallesinin de sınırını belirleyen Bü-yükyalı Deresi çizer. Güneyinde Marmara Denizi, denize paralel olarak uzanan, 1980' lerin ortalarında doldurulmaya başlanan ve 1990'da açılan sahil yolu (Çetin Emeç Bulvarı) ve tren yolu vardır.

Küçükyalı'nın sahil boyunca uzandığı bölgenin Bizans döneminde Satir adını ta-



Küçüksu Plajı

Gökhan Akçura koleksiyonu

siyan bir liman olduğu sanılmaktadır. Satir Mabedinin burada bulunması yüzünden böyle adlandırılmış olduğu düşünülen limanın ve köyün aslında Maltepe'de bulunduğunu iddia eden tarihçiler de olmakla birlikte, Bostancinın 2 km kadar doğusunda demiryolu boyunca bulunan harabeler Satir'in Küçükyalı yöresi olduğu varsayımını pekiştirmektedir. 1935'te bu sahilde eski bir limana ait olabilecek masif blok taşlar bulunmuştur. Yine bu yörede, Bizans döneminden kalma bir dalgakıranın kalıntıları yakın zamanlara kadar denizin içinde görülebilmekteydi. Satir Limanimn adı tarihte 718'de İstanbul kuşatması sırasında buraya sığınan Arap donanmasına ait gemiler vesilesiyle geçer.

Bizans dönemi boyunca küçük balıkçı yerleşmelerinin bulunduğu varsayılabile-cek yöre, Osmanlı döneminde de kırsal yapısını korumuş, Rum köyleri burada tarımsal faaliyetlerini ve balıkçılığı sürdürmüşlerdir. Kentin sınırı ve gümrüğü sayılabilecek olan Bostancı'nın Çamaşırcı Deresi' nin doğusunda uzanan kırlıklardan ibaret olan bölgenin, bugünkü Altıntepe mevkiine o zamanlar Kılavuz Çayın denmesinin nedeni de, Bostancı Köprüsü'nden uğurla-nan askerlerin, kervanların, yolcuların burada kılavuz almalarıydı.

Semtin Küçükyalı adının nereden geldiği tam bilinmemekle birlikte, uzun süreler bu yörenin Rumca köy adlarıyla anıldığı; daha sonra, özellikle de Cumhuriyet' in ilanıyla birlikte Küçükyalı, Büyükyalı, Güzelyalı vb adların yerleştiği anlatılmaktadır.

Küçükyalı 1925'e kadar Kartal'ın Ba-şıbüyük Köyü'ne bağlıydı. 1925'te Başıbü-yük Köyü'nün sahili ayrılmış ve ayrı bir muhtarlık olmuş; 1933'te de Küçükyalı Mahallesi Kartal'a bağlanmıştır. 1920'lerde, bugünkü Küçükyalı'nın çekirdeği sayılabilecek olan istasyonun çevresindeki ve Kılavuz Çayırinın güneyindeki bölgede biri şair Leyla Hanım'a ait olan sadece 7 köşk vardı. Bunlardan 3'ü sahilde, diğerleri içeride, eski Bağdat Caddesi çevresindeydi. Bu köşkler büyük bakımlı bahçeler içinde ahşap yapılardı.

Küçükyalı'da banliyö trenlerinin durmaya başlaması ve istasyonun yapılması 1934'e rastlar. 1930'larda Bağdat Caddesi boyunca, sahilde ve Altıntepe'ye (Kılavuz Çayırı) doğru bahçe içinde iki katlı kagir evler yapılmaya başlamış ve semt bir banliyö istasyonu kaldıracak kadar nüfusa sahip olmuştur. 1936'da Küçükyalı sahiline, İdealtepe'ye doğru bir mezbaha kurulmuştur. 1937'de semte elektrik gelmiş, yollar yapılmaya ve semt planlı biçimde ağaçlandırılmaya başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda da bütün muhtarlar ve belediye kurulduktan sonra da belediye başkanları ağaçlandırma işini sürdürmüşlerdir. Küçükyalı'da ilkokul 1940'lann başında yapılmış; Küçükyalı Camii 1942'de kurulmuştur. 1950'lerin başında, istasyonun yanında muhtarlığa irat getirmek üzere dükkânlar kurulmuştur. 1953'te bir eczane, 1955' te postane, 1959'da ilk banka şubesi (İş Bankası) açılmış ve Küçükyalı 1960larda



KÜLHANBEYİ EDEBİYATI

164

165

KÜLLİYELER

Kadıköy yakasının uzakça ama güzel bir semti olmuştur.

1960'lar semtin hızla genişlediği yıllardır. İdealtepe bölgesi de aynı dönemlerde hızlı bir iskâna sahne olmuş ve 1960 "ta Küçükyalı Muhtarlığı'na bağlanmıştır. Yine Altıntepe yöresindeki yerleşme genişlemiş; 1963'te Küçükyalı, Altıntepe, Merkez ve İdealtepe muhtarlıklarını içeren bir belediye olmuştur. Daha önce Kartal'a bağlı olan semt halen mahalleleriyle Maltepe îlçesi'ne bağlıdır.

Günümüzde Küçükyalı'da, eski bahçeli ev ve köşklerin hemen hemen tümü yok olmuş, yerlerini, sahil boyu dahil olmak ü-zere çok katlı apartmanlar, gerilere, E-5'e doğru da site blokları almıştır. Sahil doldurulmuş ve Küçükyalı önündeki bölümü 1989'da bittiği halde halen künk döşemesi ve bu türden altyapı inşaatı sürmekte o-lan geniş bir sahil yolu açılmıştır (bak. Ka-dıköy-Pendik sahil yolu). Evler arasında kalan arsa ve bostanlar da 1980'lerden sonra hızla bir yapılaşma sürecine girmiş, Küçükyalı sık bir şehir dokusuna sahip bir yerleşme görünümü kazanmıştır. 1940-1950' lerde özenle dikilmiş ağaçlar bazı sokaklar boyunca halen korunmaktaysa da, denizden bakıldığında görülebilen tek önemli yeşil nokta, Küçükyalı'nın ünlü Çamlık mevkiinde tren yolu ve dolgu yolun üstündeki sette direnen birkaç ulu çamdır. Oysa 1950-1960'larda buradaki Çamlık Gazinosu o dönemlerde bölgenin mehtabıyla ünlü en güzel açık gazinolarından biriydi.

İSTANBUL

KÜLHANBEYİ EDEBİYATI

Külhanbeylerinin(->) hayatını ve maceralarını işleyen ve değişik türlere ayrılmış e-debiyatları vardır. 19. yy'ın sonuyla 20. yy' in başlarında İstanbul'da âşık edebiyatı sö-nükleşmiş, bu tarz edebiyat örneklerinin meydana geldiği "âşık kahveleri" yerine "semai kahveleri", başta Tavukpazarı olmak üzere istanbul'un değişik semtlerinde açılmaya başlamıştır. Bunlar, en parlak yıllarını II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yaşayarak 1920'li yılların sonunda ortadan kalkmışlardır. Bu kahveler zamanla külhanbeyi edebiyatının mekânı haline gelmişlerdir. Bu kahvelerin sahipleri de



Küçükyalı

Banu Kutun/ Obscura, 1994

çoğu zaman külhani bir hayat süren kimselerdi. Külhanbeylerinin devam ettiği çalgılı kahvelerde fasıllara, manilerle başlanır, klarnet, çifte nara, darbuka, zilli maşa ve çığırtmadan meydana gelen saz takımı, mani havasıyla atışmaya giriştikten bir süre sonra münakaşalar, iskemle kavgaları gibi olaylar da hemen başlardı. Burada okunan maniler, konularını külhanbeyle-rinin değişik hadiselerinden alırdı. Bu maniler, herkesin bildiği 4 mısralı, 7 heceli yerine, 2 mısralı 14 heceli olarak düzenlenirdi. Bunlar "ayaklı mani" diye adlandırılır ve "Adam aman" diye başlar, rast ya da mahur makamlarıyla okunurdu.

Manileri takiben koşma ve semailere, sonra da destanlara geçilirdi. Destanlarda külhanbeylerinin maceralarının anlatılması, onların kullandığı argo kelimelerle değil, diğer destanlarda olduğu gibi edebi bir dille ifade edilirdi. Külhanbeyi destanları arasında Server ile Melek adlı kişilerin nazmettikleri Yorgancı Sadık Destanı, Hak-kı'nın Firuzağalı Hasan Çavuş Destanı, II. Abdülhamid dönemindeki Haddehane veya Çarkçı mektebindeki hayatı ve burada bulunanlarla külhanbeylerinin münasebetlerini anlatan Sıbyan Destanı, Komiser Hüsamettin Destanı en çok sevilenlerdi (bak. destanlar).

Külhanbeylerinin konularım kendilerinin teşkil ettiği ve kendi muhitlerinde o-luşturup çaldığı, dinlediği edebi türlerin dışında, hayatları romancılar tarafından da işlenmiştir. Özellikle Hüseyin Rahmi Gürpınar, külhanbeylerinin yaşayış, âdet ve davranışlarını birçok romanında işlemiştir. Tesadüfte (1900) Hayati; Şıpsevdi'de (1911)Raci; SonArzu'dz (1922) Raşit ve arkadaşları; Tebessüm-iElem'de (1923) Dîdar Bey, Yedi Bela Mustafa; Ölüler Yaşıyor mu'du (1973) Cemal, külhanbeyi tipinin temsilcisi olarak görülür. Ayrıca Ercüment Ekrem Talu Kopuk (1922) adlı romanında bu tip insanları, konuşmalarındaki argoyla, hırsızlık, cinayet gibi davranışlarıyla ve şehir içinde yangın yeri, köprüaltı gibi yerlerdeki yaşayışlarıyla işler. Sermet Muhtar Alus da Cumburiyet'te tefrika edilmiş olan Onikiler (1935) romanında istanbul kabadayı ve külhanbeylerinin hayatını tüm yönleriyle gözler önüne serer. Refi Cevad

Ulunay'ın Sayılı Fırtınalar (1955) romanı da kabadayı, külhanbeyi dünyasını anlatan eserler arasında yer alır. Muhtelif Karagöz fasıllarında da külhanbeyi ve kopuk tipleri kendilerini gösterir.

Bibi. E. E. Talu, Kopuk, ist., 1922; O. C. Kaygılı, istanbul'da Semaî Kahveleri ve Meydan Şâirleri, ist., 1937; T. Alangu, ÇalgılıKahveler-deki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, İst., 1943; Ahmed Rasim, Muharrir Bu Ya, Ankara, 1969, s. 256-268; F. Devellioğlu, Türk Argosu, İst, 1980, s. 32-45.

UĞUR GÖKTAŞ



KÜIJHANBEYLERİ

Genellikle sefihane bir hayat süren ve hamamların külhanında yaşayan kimselere verilen ad. Bunların piri, Külhânî-i Lâyhâr olup, kendisi de hamam külhanında yatar, şarap tortulan içerek yaşarmış.

istanbul külhanbeylerinin ilk olarak bir araya geldikleri yer, Gedikpaşa Hamamı' dır. 11-15 yaşlarındaki kimsesiz çocuklar, "Apaş Tekkesi" demlen hamam külhanında "destebaşı" unvanlı amirleri tarafından imtihana tabi tutularak kabul edilirlerdi. Külhanbeyi adayının o gün çarşıdan topladığı erzakla pişen yemek törenle yendikten sonra bir ayin yapılır, bu ayine "kardeşlik merasimi" denirdi. Kardeş olarak iki kişiye bir gömlek giydirilir, Fatiha okunarak merasim bitmiş olurdu.

ilk zamanlar lonca gibi bir teşkilata sahip olan külhanbeyleri, daha sonra dilencilik, hırsızlık yapmak, haraç toplamak suretiyle geçinmenin yolunu buldular. Dilenmeye genel olarak iki kişi olarak çıkmaları da "tarikat-ı külhaniye" nizamı olarak kabul edilirdi. 16-23 yaşları arasındaki yetişkin külhanbeyleri de eskiden istanbul'da kış mevsiminde "meydan süpürgesi" denilen büyük süpürgelerle çamurlu yolları temizlerlerdi. Kendilerine ait işlerden akşam yurtlarına dönen külhanbeyleri, yemekten sonra bir vakit şarkı, türkü, gazel söylerler, bağlama, çifte nekkare, saz çalarlar, peçiç, aşık, tavla benzeri oyunlar oynarlardı. Kumar oynamak kesinlikle yasaktı. Bazen de kestane pişirir, salep yapar, mısır patlatır, daha sonra da uykuya çekilirlerdi.

19. yy'ın sonlarından itibaren külhanbeyi tabiri genellikle toplum içinde asalak olarak kendi başına yaşayan ve serserilik yapan, ipsiz sapsız, belirli nizama tabi olmayan kimseler için kullanılmaya başlamıştı. Bu gibi kimselere "kopuk" da denirdi. Külhanbeylerinin muhakkak bir lakabı bulunur, birbirlerine bu lakaplarla hitap ederlerdi. Seyrekbasan Osman, Raconcu Cafer, Kavanoz Mehmet gibi lakaplar, onları toplumun diğer insanlarından farklı kılardı. Onların nazarında sarhoşluk, kumarbazlık, yalancılık, sahtekârlık, karmanyolacılık gibi işler sıradan sayılırdı.

Külhanbeylerinin meşguliyetleri ve yapmakla övündükleri çeşitli marifetleri bulunurdu. Cakalı boyun kırmak, omuz vurmak, dirsek çarpmak, çoluk çocuğa laf atmak, kadınlara sarkıntılık etmek, koç çarpıştırmak, kabara kabara gezmek, bazen de dayak yemek bu gibi kimseler için şıradan davranışlardı.

Birbirlerine hitap ederken "İmanım, eyvallah, yakarım, yandan gel, araba mısın tekerlek" gibi kalıplaşmış sözleri kullanırlardı.

Külhanbeyleri, son dönemde de hamamlarda faaliyet göstermekten geri durmazlardı. Hamamlarda zorla gecelerler, müşterinin yükte hafif pahada ağır eşyalarını da çalarlardı. Malını soran müşteriyi de "hamama girerken sende böyle bir şey yoktu" diyerek döverler ve hamamdan kovarlardı. Külhanbeylerinin bir kısmı evlerinde, bir kısmı bekâr odalarında, bazıları da sabahçı kahvelerinde yatıp kalkarlardı.

II. Meşrutiyet'in ilanından sonra külhanbeylerinin azgınlıkları son derece artmış, güvenlik güçleri bunlarla baş edemez olmuştu. Cumhuriyet dönemiyle birlikte toplumsal düzenlemeler de gündeme gelmiş, külhanbeyleri de 1930'lu ve 1940'lı yıllarda ortadan kalkmışlardır.

Bibi. (Ergin), Mecelle, I, 964, 1199; R. E. Koçu, Patrona Halil, ist., 1967, s. 54-62; Ahmed Rasim, Eşkâl-i Zaman, ist., 1969, s. 57-60; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 91-96; "Külhanbeyi", TDEA, VI, 36; R. C. Ulunay "Kabadayı, Külhanbeyi ve Mahalle Tosunları", istanbul için Şeh-rengiz, ist., 1991, s. 127-129; Sadri Sema, Eski istanbul'dan Hatıralar, ist, 1991, s. 68-79. UĞUR GÖKTAŞ

KÜLLİYELER

Günümüzde külliye sözcüğü bir cami çevresinde yapılmış medrese, sıbyan mektebi, türbe, tabhane ve başka işlevli yapılardan oluşan bir kompleks anlamına kullanılmaktadır. Oysa Arapça kökenli bu sözcük geçmişte böyle bir amaçla kullanılmamıştır, islam mimarisinde de böyle bir terim yoktur. Vakfiyelerde, Evliya Çelebi' de, Hadîka'dz bu terim kullanılmamıştır. 1861 tarihli Redhouse sözlüğünde de bu sözcük yoktur. Ferit Devellioğlu "külliye" sözcüğünün, Osmanlı döneminde, bazı Arap medreseleri için kullanıldığını yazar. Büyük bir olasılıkla bu sözcük 20. yy'ın başında bir yapı kompleksi karşılığı olarak uydurulmuş, daha doğrusu bu amaçla kullanılmaya başlanmıştır.

islam mimarlık tarihinde cami, değişik işlevlerle birlikte kavramlaşmış, peygamberin evi olan ilk camiden bu yana birçok işlevi bünyesinde barındırmıştır. Osmanlı mimarları, islam dünyasının hiçbir ülkesinde olmayan bir kapsamda hemen hemen bütün sosyal işlevleri yan yana getirdikleri ve onları cami çevresindeki farklı yapılara yerleştirdikleri halde, kavram o-larak cami, bu işlevleri doğal olarak içeren bir genel ibadet ve kamu yapısı olarak kabul edilmiştir. Onun için Osmanlı yazarları sadece camilerden söz eder ve külliyenin diğer yapılarını saysalar bile, onlar hakkında fazla bir bilgi vermezler. Bazen diğer yapıların adını bile etmezler. Örneğin Evliya Çelebi oldukça büyük ve ilginç bir külliye olan Haseki Külliyesi'nin(-0 ya da Pi-yale Paşa Külliyesi'nin(-0 öğelerinin sadece adlarını saymakla yetinmiştir. Bayram Paşa Külliyesi'ni(~0 anlatırken sadece camiden bahseder, medrese, türbe, sebil ve çeşmeden söz bile etmez.

Tarihi yarımadadaki başlıca külliyeler. Doğan Kuban

Osmanlıların bugün "külliye" dediğimiz yapılar topluluğuna "imaret" dediklerini belirten Osman Nuri Ergin'dir. Gerçi bu sözcüğün, bugünkü anlamda, bir yapı kompleksi anlamı taşıdığı söylenemez. Fakat o-na en yakın kavramı belirler. Osmanlı'nın imar kavramı da, kent içinde imaretler yapmak, yani bir yapı eylemi gerçekleştirmek şeklinde anlaşılmalıdır. Geleneksel kültür için karakteristik bir tutumla, fiziksel bir olgu değil, bir işlevsel etkinlik söz konusu edilmiştir. İmaretin külliye anlamına kullanıldığının en açık örneği Süleymaniye Külliyesi(->) ile ilgili olarak inşaat sırasında İstanbul'dan imparatorluğun çeşitli bölgelerine gönderilen malzeme, usta gereksinimini karşılamaya ilişkin emirlerdir. Bun-

Fatih Külliyesi

Nurdan Sözgen, 1994/TETTV Arşivi

larda her zaman "Mahruse-i istanbul'da bina olunan tmaret-i Âmire" terimi kullanılmıştır. Fakat bu genel terimle birlikte "ca-mi-i şerif', özellikle vurgulanmıştır. İkisi birlikte kullanıldığı zaman "cami-i şerif' ve "i-maret-i âmire", cami ve çevresindeki yapılar anlamına gelmektedir, Ne var ki imaret sözcüğünün, bugün anlaşıldığı anlamda, halka yemek dağıtan ve gelene gidene konaklama olanağı sağlayan yer olarak da kullanıldığı Fatih Vakfiyesi'nde görülmektedir. Külliyedeki bellibaşlı hizmetleri ve hizmetlileri tanımlayan bölümde cami, medrese, darüşşifa, darü't-talim ve "ima-ret-i âmire" ayrı ayrı ele alınmıştır. Burada imaret-i âmire mutfak4arı, kilerleri, darüz-ziyafeyi, ahırları, misafirlerin kaldığı hanı



KÜLLİYELER

166

167

KÜLLİYELER

içerdiği gibi, müezzinler, kayyumlar gibi imarette hizmet yapmayanlar da, aynı başlık altında vazifelendirilmiştir. Başından bu yana imaret, yaygın bir şekilde, halk için yapılan bir bayındırlık etkinliği, bir sosyal hizmet olarak kabul edilmiştir. Fakat gide-



Zal Mahmud Paşa Külliyesi

M. Sözen-S. Güner, Sinan, Architects ofAges, ist., 1992



Sultanahmet Külliyesi

M. Sözen-S. Güner, Sinan, Architects ofAges, ist., 1992

rek "imaret" sözcüğü, halk için, külliyenin en önemli işlevi olarak görülen yemek dağıtımında yoğunlaşmış ve imaret, eskilerin "darüzziyafe" dedikleri bölümle eşanlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Birkaç işlevi bir araya getiren ve bazen

yaptıranın türbesini de içeren yapılar, Iran' da Selçuklular ve Mısır'da Memluklar tarafından yapılmışsa da, bunları tek yapı kavramı içinde düşünmek daha doğru olur. Bir cami çevresinde eğitim ve sosyal amaçlarla bir vakıf olarak kurulan, çok ya da sınırlı amaçlı külliyeler İstanbul'un fethinden önce Osmanlılar tarafından Bursa'da kurulmuştur. Bunların en eskisi I. Bayezid' in (Yıldırım) külliyesidir. Gerçi Hüdaven-digâr Camii de medrese ile camiyi birleştiren ve yakınında sultanın türbesini de i-çeren bir kompleks ise de, kentsel bir düzenleme olarak Yıldırım'ın kent dışında türbe, medrese, köşk, imaret, hamamdan oluşan külliyesini bir öncü olarak sayabiliriz. Çelebi Mehmed'in ve II. Murad'ın Bursa' daki külliyeleri, yine II. Murad'ın Edirne' de yaptırdığı Üç Şerefeli Cami ve yanındaki Saatli Medrese, külliye kavramının erken uygulamaları olarak görülebilir. Fakat II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) fetihten hemen sonra inşaatına başlattığı külliye o zamana kadar îslam dünyasında tasarlanmamış bir kentsel vizyonla ve büyük bir işlevsel zenginlikte kurulmuştur (bak. Fatih Külliyesi), istanbul mimarisinde külliye imgesini ilk oluşturan bu büyük kompleks, kendinden sonra gelen sultan külliyelerine örnek olduğu gibi, bir kentsel tasarım geleneği de kurmuştur.

Külliyeleri istanbul kent yaşamı içindeki işlevleri açısından iki gruba ayırmak o-lasıdır: Fatih Külliyesi'nden başlayarak, büyük sultan külliyelerinin çoğu kent bütünü düşünülerek boyutlandırılmıştır. Fatih, Bayezid, Haseki, Şehzade, Süleymaniye, Atik Valide, Sultan Ahmed, Nuruosmaniye, Laleli külliyeleri bu ilk gruba girer. Bunlarda ibadet, eğitim, sosyal yardım (genellikle gezginleri misafir etmek, fakirleri doyurmak ve hastalara ilaç vermek) ve bazen de ticaret bir araya gelmiştir. Ticari amaçlı dükkânları (arasta) bir külliyeye ilk katan Mimar Sinan olmuştur. Bunun ilk örneği de Süleymaniye'dedir. Fatih, Saraçhane Çarşısı'nı yaptırmış, fakat külliyeye dükkân koydurmamıştır. Bayezid Külliyesi'n-de(-0 de, zaten çarşı ortasında olduğu için, tasarıma dükkân katılmamıştır. Gerçi İslam geleneği için karakteristik bir davranışla, büyük camilerin avlu ve çevreleri, her zaman ahşap dükkânlarla sarılmıştır. Evliya Çelebi Bayezid Camii'nin dış avlusunun üç tarafında dükkânlar ve içinde .çok sayıda satıcı olduğunu yazar. Bu gelenek günümüze kadar uzanmıştır. Fatih Külliyesi çevresinde de büyük bir çarşı oluşmuştu! İslam kentlerinin karakteristik özelliklerinden biri olan. ulu cami ile çarşının kent merkezini ya da merkezlerini oluşturması İstanbul külliyeleri için de doğrudur. Büyük külliyeler toplumun bütün hizmetlerinin görüldüğü, bazen binlerce hizmetiyle iş dağıtan, sosyal hizmetlerin tümüne yanıt vererek kentsel uygarlığın o-luşmasına olanak veren kurumlardır. Süleymaniye Külliyesi ortalama 9 hektarlık bir alan işgal eden ve cami çevresinde öğretimin her kademesi için hizmet verdiği gibi, bir de tıp medresesi içeren, bir bimar-hane (darüşşifa), bir darüzziyafe (imaret),

bir tabhane (misafirhane), bir kervansaray, bir hamam, arastalar (çarşılar) ve Kanuni ile Hürrem Sultan'ın türbelerinden o-luşan çok büyük bir sosyal kuruluştu. 16. yy'da ne İslam dünyasında, ne de dünyanın başka ülkelerinde, böylesine örgütlü, bütün işlevlerin bir araya getirildiği, sistematik olarak kontrol edildiği ve topluma hizmet veren, bir cami çevresinde olmakla birlikte, seküler başka bir sosyal kompleks bilmiyoruz. Abarttığı kabul edilse bile, kendi döneminde imaretlerden beslenenlerin sayısının 30.000 kişi olduğunu yazan Evliya Çelebi, sistemin önem ve yaygınlığına işaret etmektedir.

İkinci grup külliyeler Murad Paşa Kül-liyesi'nde(-0 olduğu gibi birkaç mahalleye hizmet etmek için kurulmuştur. İlk dönemlerde sadrazam ve vezirler, kadın sultanlar tarafından yaptırılanlar (Murad Paşa, Atik Ali Paşa, Davud Paşa, Mihrimah Sultan külliyeleri gibi) bir camiyle birlikte düşünülmüşlerse de sonraları sadece bir medrese ve bir türbe (Gazanfer Ağa, Amcazade Hüseyin Paşa külliyeleri gibi), 18. yy'da ise Koca Ragıb Paşa Külliyesi'nde(->) olduğu gibi sadece bir kitaplık ve bir sıb-yan mektebi ve bir türbe ve bir sebil ya da çeşmeden oluşanlar da vardır. Külliye uygulaması, ağırlıklı olarak, Mimar Sinan'ın mimarlık dönemine ve hemen onu izleyen mimarbaşılar dönemine rastlıyor. 18. yy'da klasik dönem geleneğini canlandırma çabası olduğu söylenebilir. Üsküdar'da Yeni Valide, suriçinde Hekimoğlu Ali Paşa, Nuruosmaniye ve Laleli külliyeleri, Osmanlı'nın Batı'yla hesaplaşma döneminde yapılmışlardır. Fakat artık klasik dönemin fetih gelirleri kalmadığı için boyutlar küçülmüştür.

İstanbul'un bütün büyük Osmanlı külliyeleri kentin tarihi aksları, büyük forumları üzerindedir. Fatih Külliyesi Beyazıt-Edir-nekapı aksı üzerinde, fakat simgesel bir tutumla, Constantinus'un mezarının ve I. İus-tinianos'un büyük kilisesinin arsasına kurulmuştur. Evliya Çelebi, Fatih Camii'nin inşasından önce Havariyun (Ayii Apostoli) Kilisesi'nin temelleriyle birlikte ortadan kaldırıldığını ve inşaatta Müslüman olmayan hiçbir işçinin çalışmadığını, hattâ kendi gününe kadar hiçbir Yahudinin külliye kapısından girmediğini, bu yüzden bu külliyenin kutlu bir yer olduğunu yazar. Süleymaniye Külliyesi, inşa edilirken ise, çalışanlar arasında çok sayıda Hıristiyan olduğuna bakarak, böyle bir endişenin olmadığı anlaşılıyor. Bayezid Külliyesi Ta-uri Forumu üzerinde, Haseki Külliyesi Aksaray'dan Arkadios Forumu'na giden Me-se'nin(->) hemen kuzeyinde, Şehzade Külliyesi Beyazıt-Edirnekapı yolu üzerindedir. Sadece Süleymaniye Külliyesi Beyazıt'ta . Eski Saray'ın(-t) varlığı nedeniyle daha kuzeyde bir platforma yerleşmiştir. Yine de kentin Halic'e paralel tepeler çizgisi ü-zerindedir. Sultan Ahmed Külliyesi(->) Hip-podrom(->) üzerinde, Nuruosmaniye Kül-liyesi(->) Constantinus Forumu yanında, Laleli Külliyesi(->) Beyazıt-Aksaray aksı üzerindedir. Daha küçük külliyeler de Aya-sofya-Beyazıt, Beyazıt-Edirnekapı ve Beya-



Nuruosmaniye Külliyesi

M. Sözen-S. Güner,



Sinan. Architects of

Ages, ist., 1992

zıt-Aksaray, Aksaray-Kocamustafapaşa aksı üzerinde, kısaca eski Meşe ve forumlar üzerinde ve civarındadır. Osmanlı döneminin külliyeler aksı Ayasofya-Edirneka-pı arasıdır. Bu kadar kesin ve sürekli bir yerleşme düzeni suriçinin topografik yapışma ve bu yapının kentin işlevsel düzenini etkilemesine bağlı olduğu kadar Roma döne'minden bu yana bazı bölgelerin simgesel bir statü kazanmasının da sonucudur. Roma ve Bizans dönemlerinin forumlarına, Osmanlı döneminde büyük külliyeler tekabül eder. Bu, iki dönem arasında köklü bir toplumsal yapı değişiminin göstergesidir.

Külliyelerin toplum içinde nasıl değerlendirildiklerini anlamak için Osmanlı yazarlarının bunları anlatırken hangi özellikleri vurguladıklarını incelemek gerekir. Burada yine Evliya Çelebi'nin betimlemelerinden bir-iki örnek alınabilir: Cami bütün betimlemenin temel öğesini oluşturur. Camilerin inşaatları, özellikle vurgulanan törenlerle başlarken, ulemadan ya da büyük şeyhlerden ve müneccimlerden seçilen, imparatorluğun en büyük dini kişileri dua ederler. Evliya Çelebi, bazı külliye öğelerinin yapım süreci sırasında hangi amaçlarla kurulduğunu da anlatır. Örneğin Fatih

Külliyesi yapılırken çalışan işçilerin yıkanması için önce Irgat Hamamı yapılmıştır. Fatih Külliyesi'nin medreseleri ünlüdür ve avlularında kalabalık bir öğrenci ve molla grubu vardır. Camilerin hemen hepsiyle ilgili bir efsane vardır. Örneğin Bayezid Camii'nin kıblesi en doğru yönlenmiş olandır. Çünkü II. Bayezid (hd 1481-1512) bu caminin inşaatından önce Kabe'yi görmüştür. Bu, camiyi özellikle kutlu bir cami yapar. Yönünün doğruluğundan ötürü muvakkithanesi denizciler arasında ünlüdür. Çünkü kıblesi bir kerametle saptanmıştır. Zaman ve yön açısından en doğru bilgi veren muvakkithane bu camidedir. Her yanı dükkân ve çarşı olan ve avluları satıcılarla dolu Bayezid Külliyesi'nin imareti esnaf için yapılmıştır. Dış avlusu özellikle dut ağaçlarıyla doludur. Bunların altında Hindistan'dan bile gelenlerin olduğu bir kalabalık barınır. Caminin avlu dışındaki büyük medresesinde dönemin en büyük din adamları ders verir. Çok sağlam vakıfları olan bu külliyeye 2.040 kişi hizmet etmektedir. Bu yapılar hem strüktür-leıinin sağlamlığı, hem işçiliklerinin eşsizliği, hem de zenginlikleriyle övülür. Betimlemenin büyük bir bölümü, camiye, onun süslemelerine, içindeki zengin eşyalara ve



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin